1 Şubat 2023 Çarşamba

İSLAM BİZANS ARASINDA BİLİM VE SANAT ALANINDA İLİŞKİLER.-1

 


Bilim


Tarih boyunca ortaya çıkmış ve kalıcı izler bırakmış medeniyetlerin, kendilerine mahsus anlayış ve değerleri esas almakla birlikte, kendi içinde kapalı kalmayıp daha önceki veya muasır insanlık mirası ve tecrübesinden istifade ettikleri ölçüde etkili oldukları görülmektedir. Bu manada maddi yönüyle medeniyet çizgisinin, Eski Sümer ve Mısır'dan Yunan'a, oradan Hind medeniyetiyle birlikte İslam ve Latin'e, daha sonra da Rönesans'la Avrupa'ya doğru bir seyir izlediği kabul edilmektedir. Medeniyetlerin uyanış dönemleri olarak vasıflandırılan yeni fikir ve sanat ürünlerinin ortaya çıkmaya başladığı safhalarda, bunların gerçekleşmesi için daha önceki medeniyetlere ait eserlerin tercüme edilmesi, özel önem taşımaktadır. Burada lslam'ın muasırı olan Bizans'ın, özellikle Yunan bilim ve felsefesinin lslam dünyasına intikalinde dikkate alınması gerekli bir unsur olduğu noktasından hareketle konunun işlenmesine çalışılacaktır.


Bizanslılarla müslümanlar arasında bilim alanında gerçekleşen ilişkilerin incelenmesi, birkaç açıdan bazı zorluklar içermektedir. Bunların başında VII.-IX. yüzyıllarda Bizans'taki bilimsel faaliyetlerin, diğer bir ifadeyle "Bizans bilimi"nin mahiyeti hakkındaki bilgilerin sınırlı olması gelmektedir. Şurası muhakkaktır ki, lslam'a nisbetle tarih sahnesine daha önce çıkmış olmasının yanısıra, eski Yunan ve Roma mirasına sahip olması dolayısıyla Bizans, aşağıda zikredilecek bazı merkezlerde belirli seviyede de olsa bilim geleneğini sürdürmekteydi. Öte yandan lslam'ın bilim geleneğine sahip olmayan topraklarda ortaya çıkması, başlangıçta kendi toplumunu belirli ilkeler çerçevesinde şekillendirmeye ağırlık vermesi ve bazı iç karışıklıkların yanısıra fetih faaliyetleriyle meşguliyet gibi sebeplerle doğal olarak özellikle ilk asırda tabiat bilimleriyle ilgili çalışmaların gerçekleşmediği görülmektedir. Ancak müslümanları ilme teşvik eden ayet ve hadislerin yanısıra, Hz. Peygamber ve Raşid halifeler döneminden itibaren görülen siyasi ve kurumsal yapılanmadan da anlaşılacağı üzere, bilimsel faaliyetlere ilgi duyacak ve bunu gerçekleştirmeye çalışacak bir ruh yapısının temellerinin atıldığında şüphe yoktur. Tercüme hareketleri başta olmak üzere daha sonra din ve coğrafya farkı gözetmeksizin, hatta daha çok gayri müslimlerin istihdam edilmesiyle gerçekleşecek olan bilimsel faaliyetler, böyle bir ruhi altyapının varlığıyla izah edilebilir. Ana çizgileriyle işaret edilen bu durumun tabii bir sonucu olarak lslamiyet'in ilk asırlarında müslümanlar, bilim alanında daha ziyade alıcı konumunda olmuşlardır. Bu husus, Bizans ve müslümanlar açısından dikkate alındığında da geçerli gözükmektedir.


Bizans biliminin mahiyetinden başka, konuyla ilgili bir diğer problem, özellikle çok yönlü tercüme faaliyetleriyle gerçekleştiği kabul edilen lslam medeniyetinin uyanış dönemine Bizans'ın katkısının hangi boyutlarda olduğunun belirlenmesidir. Aşağıda zikredileceği üzere gerek devlet düzeyinde, gerekse ferdi teşebbüslerle Bizans'tan birçok eser getirtildiği bilinmekle birlikte, bu eserlerin ve bunlar vasıtasıyla İslam kültürüne aktarılması sağlanan bilimin, Bizans'la ne derece bağlantılı olduğu, üzerinde durulması gereken bir husus olarak görülmektedir. Buna ilave olarak Yahudi, Süryani, Nesturi ve Monofizitler gibi uzun zamandan beri Bizans hakimiyetinde yaşayıp bilim geleneğini sürdüren ve daha sonra bu çalışmalarına lslam hakimiyeti döneminde de devam eden farklı etnik veya dini/mezhepsel kimliklere sahip yerli unsurların Bizans'la ne derece ilişkili olarak ele alınabileceği meselesi de önem taşımaktadır. Zaman zaman iniş ve çıkışlar yaşamakla birlikte bilim geleneğine sahne olmuş bazı bölgelerin ve az önce işaret edilen unsurların özellikle fetihler neticesinde Bizans'tan devralınmış oldukları, diğer bir ifadeyle Bizans'ın mirası oldukları dikkate alındığında, daha sonraki bilimsel çalışmalara zemin teşkil etmeleri açısından Bizans etkisi veya katkısı şeklinde değerlendirilmeleri mümkündür. Şüphesiz burada lslam kültür ve medeniyetinin kendine mahsus bir yapıya ve bu anlamda orijinaliteye sahip olduğuna, ayrıca bu yapının zenginleşmesine sadece Bizans'ın değil İran, Hint vb. kültürlerin de katkıları bulunduğuna işaret etmek gerekmektedir. Burada konu doğal olarak az önce belirtilen yaklaşımla Bizans üzerinde yoğunlaşılmak suretiyle ele alınacaktır.


Greko-Romen felsefe ve bilimini miras almış olan Bizans'ta, özellikle dini sebeplerden kaynaklanan resmi bazı müdahaleler ile zaman zaman görülen kesintiler dışında, klasik felsefe ve bilim geleneği sürdürülmeye çalışılmıştır. Ancak, gerek felsefe ve gerekse tabiat bilimleri alanında, Yunan filozof ve bilimadamları düzeyinde şahsiyetlerin varlığına rastlanmamaktadır. Felsefe ve tabiat bilimleri alanındaki çalışmalar, daha çok öncekilerin tekrarı veya şerhlerinin yapılması şeklinde gerçekleşmiştir. Bununla birlikte bir eserin anlaşılabilmesi ve uygun bir şekilde açıklanabilmesi için konuyla ilgili yeterli düzeyde ilmi birikimin gerekli olduğu dikkate alındığında, bu çalışmaların da büyük önem taşıdığı görülür. Öte yandan gerek istinsah ve gerekse şerhler yoluyla klasik eserlerin muhafaza edilip sonraki nesillere intikal ettirildiği de bilinen bir husustur. Bilimsel geleneğin bir neticesi olarak klasik eserler okunup açıklanmakta, yeni bilgiler ışığında tenkit edilmekte, terimler izah edilmekte ve her şeyden önemlisi bu geleneği sürdürebilecek öğrenciler yetiştirilmekteydi. Bu faaliyetler bizzat devlet tarafından yürütüldüğü gibi özel şahıs veya guruplar tarafından da sürdürülmekteydi. Bizans'ta yükseköğrenim aşamasında öğrencilere okutulan ilimler arasında felsefe, tıp, fizik ve quadrivium=tetrabiblos (dört kitap) denilen aritmetik, geometri, müzik ve astronomi yer almaktaydı. Bu derslerde, Hippokrates (ö. mö. 257), Platon (ö. m.ö. 347), Aristoteles (ö. m.ö. 322), Euclides (Ôklid, ö. m.ö. 300 yılları), Pergeli Apollonios (ö. m.ö. 190?), Ptolemaios (Batlamyus, ö. m.s. 168?) ve Galenos (Calimis, ö. m.s. 200?) gibi daha sonra İslam dünyasında da etkilerini hissettiren meşhur filozof ve tabiat bilimcilerinin eserleri veya görüşleri okutulmaktaydı.


Bizans'ta herbiri belirli dönemlerde veya belirli alanlarda önem kazanmış birçok ilim ve kültür merkezinin varlığı bilinmektedir. İstanbul, İskenderiye, Antakya, Beyrut, Atina ve Gazze bu merkezlerin başlıcalarıydı. İstanbul'u Bizans devletinin başkenti olarak ilan eden imparator Konstantinos (324-337), aynı zamanda burada ilk üniversitenin de kurucusu olmuştur. Hıristiyanlık karşıtı tavırlarından dolayı mürted olarak vasıflandırılan ve Neoplatonist felsefe taraftarı olan İmparator lulianos (361-363), hıristiyan hocaların bu üniversitede görev yapmalarını yasaklarken, II. Theodosios (408-450) 425 yılında üniversiteyi yeniden teşkilatlandırmış ve çeşitli branşlarda Grekçe ve Latince öğretim verebilecek 31 hoca tayin etmiştir. Üniversitenin, 476 yılında çıkan bir yangında yok olan kütüphanesinde 120.000 cilt kitabın bulunduğu belirtilmektedir. Daha sonra Phokas (602-610) döneminde kapatılan üniversite, eğitimi kilisenin kontrolünde olmak üzere Herakleios (610-641) tarafından yeniden açılmıştır. Aristoteles'in Peri Hermeneias'ını (Kitübü'l-lbdre) şerhetmiş ve bir astronomi eseri yazmış olan lskenderiyeli matematikçi Etienne, burada başhoca sıfatıyla felsefe ve quadrivium dersleri vermekteydi. Üniversitenin bundan sonra iki asırlık süre içerisindeki durumu bilinmemekle birlikte, III. Mikhail (842-867) döneminde Bardas tarafından yeniden canlandırıldığı nakledilmektedir. Halife Me'mun'un Bağdat'a getirtmek istediği Bizanslı filozof Leon, bu kurumun başkanlığını yürütmenin yanısıra, felsefe ve matematik okutmaktaydı. Dönemin ünlülerinden olup muhtemelen 855'te elçi olarak Abbasi devletine gönderildiği belirtilen İstanbul patriği ve bilimadamı Photios da burada görevlendirilenler arasındaydı.


Uzun zamanlar Yunan felsefe ve kültürünün önemli merkezlerinden biri olan Atina'da Bizans döneminde Neo-Platoncu felsefe eğitimi yapan bir akademi bulunmaktaydı. Bu akademi I. Iustinianos (527-565) tarafından, hocaları pagan olduğu ve Hıristiyanlıkla uyuşmayan görüşlere dayalı öğretim yapıldığı gerekçesiyle 529 yılında kapatıldı. Aralarında, maddenin yaratıldığını kabul eden Hıristiyanlık inancı yerine, maddenin ezeli ve ebediliğini savunan akademinin son başkanı Damaskios'un (ö. 553) da bulunduğu yedi felsefeci, Yunan felsefe ve bilimine ilgi duyan İran şahı I. Hüsrev' in (53 1 -579) iltifatına mazhar olarak muhtemelen 532 yılında Cündişapur'a gittiler ve buradaki akademide ders verdiler. Ancak kısa bir süre sonra İmparator Iustinianos'un garantisi üzerine tekrar Bizans'a dönerek antik felsefe geleneğini sürdürmeye çalıştılar. Atina akademisinin kapatılmasına rağmen daha önce burada öğrenim görmüş olan Neo­ Platoncu filozoflar, öğrenci yetiştirme ve eser yazma faaliyetlerine devam ettiler. 



Büyük İskender'in Doğu seferi sırasında kurulmuş (m.ö. 331) ve daha sonra idari, dini, askeri ve iktisadi önemi yanında asırlarca Doğu'nun ilim ve kültür merkezi olarak şöhret kazanmış olan İskenderiye, özellikle m. V. yüzyılla Vll. yüzyıl başları arasında felsefe ve tabiat bilimlerinin tahsil edildiği Hellenistik kültürün başlıca merkezlerinden biriydi. Ptolemaioslar sülalesine mensup I. Ptolemaios Soter (m.ö. 304-285) ve oğlu II. Ptolemaios Philadelphos'un (m.ö. 285-246) gayretleriyle kurulup geliştirilen ve daha sonra muhtelif dönemlerdeki yangın veya karışıklıklar sırasında yok olma noktasına gelen İskenderiye kütüphanesi, Antik çağın en büyük ve en meşhur kütüphanesi olarak hatırlanmaktadır. lslam döneminde Mısır'ın, Amr b. As tarafından fethi sırasında İskenderiye kütüphanesinin Hz. Ömer'in emri doğrultusunda yakıldığına dair rivayetlerin doğru olmadığı ve tarihi gerçeklere uymadığı araştırmacılar tarafından ortaya konulmuştur. lskenderiye'nin müslümanlar tarafından fethi sırasında burada tıp ilmi başta olmak üzere tabiat bilimleriyle ilgili bir okulun varlığından söz edilmektedir. Bilimin müslümanlara geçişinde bu okulun önemli bir unsur olduğu düşünülebilir. Sa'id el-Endelüsi lskenderiye'nin, lslam fetihleri sırasında "ilim" ve "hikmet" merkezi olmaya devam ettiğini kaydetmektedir. lslam tıp tarihinde Cevilmi'u'l-lskenderilniyyin adıyla şöhret kazanan külliyat, lskenderiyeli tabipler tarafından okutulan Galenos'a ait onaltı eserden oluşmaktaydı. Bu eser daha sonra Huneyn b. İshak ve yeğeni Hubeyş tarafından tercüme edilmiş ve üzerinde çeşitli çalışmalar yapılmıştır.


lskenderiye mektebi ile burada yetişen veya bu ekole bağlı felsefe ve tabiat bilimcileri hakkındaki rivayetler, Yunan bilim ve felsefesinin müslümanlara geçinceye kadar nasıl bir yol izlediğini ve bu seyirde Bizanslı bilginlerin katkılarını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Burada konuyu aydınlatıcı mahiyette bazı örnekler üzerinde durulacaktır. Bizans hakimiyeti döneminde lskenderiye'de yetişen felsefe ve tabiat bilimcileri arasında birçok isim dikkat çekmektedir. Özellikle matematik ve astronomide şöhret kazanan lskenderiyeli Theon (ö. m. 360-80?), Batlamyus'un ve Euclides'in eserlerine şerhler yazmıştır. Onun eserleri İslam dönemindeki meşhur Süryani bilginlerden Kınnesrin piskoposu Severus Sebokht'a (ö. 667) kaynaklık ettiği gibi, IX. yüzyıl başlarında Kitilbü'l-Eflak, Kitabü'l-Kanün, ve Kitabü'I-amel bi'l-Usturlüb gibi adlarla Arapça'ya çevrilmiş ve daha geniş ölçüde istifade edilmesi sağlanmıştır.


lskenderiye'de yetişen bir diğer Bizans filozofu ve tabiat bilimcisi Proklos'tur (ö. m. 485). Kendi eserlerinin yanısıra Euclides, Ptolemaios, Aristoteles ve Platon'un eserlerine yazdığı şerhlerle tanınmıştır. Onun eserleri Atina ve lskenderiye başta olmak üzere dönemin felsefe okullarında etkili olmuştur. Bir dönem Atina akademisinin başkanlığını da yapmış olan Proklos, lskenderiye mektebine başkanlık eden talebesi Ammonios (ö. m. 51 ?'den sonra) ile birlikte, Yeni Eflatuncu Bizans felsefe geleneğinin kurucuları arasında zikredilmektedir. Aristoteles'e atfedilen Esülucya (Theologia, er-Rubübiyye) ve lslam filozoflarını etkilemiş olan el­ Hayru'l-Mahzın, aslında Proklos'a ait olduğu belirtilmektedir. Öğrencisi Ammonios, annesi tarafından getirildiği Atina'da Proclos'tan ders alıp yetişmiş ve bir müddet lstanbul'da kaldıktan sonra memleketi olan lskenderiye'ye dönerek Platon ve Aristoteles üzerine dersler vermiş, ayrıca astronomi ve geometride de meşhur olmuştur. İslam kaynaklarında Ammonios'tan bahsedilmekte ve mesela Aristoteles'e ait Organon'un beşinci kitabı Topika'ya yazdığı şerhin İshak b. Huneyn tarafından Süryanice'ye, Yahya b. Adiy (ö. 364/965) tarafından da Arapça'ya çevrilip kullanıldığı kaydedilmektedir. Ammonios, Porphyrius (ö. 306?) tarafından Organon'daki Katagorias'a giriş mahiyetinde yazılan Eisagoge'yi (İsagüci) şerhetmiş ve bu şerh, daha sonra Yunan bilim ve felsefesinin müslümanlara geçişinde önemli katkılar sağlayacak olan Nesturilerin temel kaynakları arasına girmiştir.


Ioannes Philoponos m. VI. asır lskenderiye mektebinin belli başlı simalarından biriydi. Yeni Eflatunculuk felsefesi ile Hıristiyanlığı uzlaştırmış, diyalektik metotla teslisi müdafaa etmiştir. Hıristiyanlıktaki yaratılış akidesini Yunan ve lskenderiye felsefeleri ile açıklamaya çalışmıştır. Proklos'a karşı alemin ezeli olmadığını savunmuş ve Aristoteles'in Organon, De An ima, Physica, De Generatione et Corruptione ve Meteorologica gibi eserlerine yazdığı Yeni Eflatuncu şerhleriyle şöhret kazanmıştır. O da hocası gibi Porphyrius'un Eisagoge'sini şerhetmiş ve bu şerh de özellikle Monofızitler tarafından benimsenmişti. Daha sonra İslam filozofları onun eserlerini tercüme veya tenkit etmişlerdir. Walzer, özellikle alemin yaratılışıyla ilgili konularda Ioannes Philoponos ile ilk İslam filozofu Kindi (ö. 256/870) ve Gazzali'nin (ö. 505/ 1 1 1 1) görüşleri arasındaki paralelliğe dikkat çekmektedir.



VI. Yüzyılın lskenderiyeli bir diğer bilimadamı, Ioannes Philopopos'un çağdaşı Askalanlı Eutocios'tur. Eutocios, Archimedes ile Pergeli Apollonios'un bazı eserlerinin yanısıra Ptolemaios'un Almagesfini şerhetmiştir. lbnü'n-Nedim ve lbnü'l-Kıfti, onun eserlerinin Sabit b. Kurra tarafından Arapça'ya çevrildiğini kaydetmekte ve isimlerini vermektedir. VII. Yüzyıl başlarında ise, İmparator Herakleios tarafından sarayda görevlendirildiği belirtilen Stephanos (ö. m. 620'den sonra) dikkat çekmektedir. Aristoteles, Porphyrius, Theon ve Ptolemaios'un eserlerine açıklamalar yazan Stephanos, lskenderiye'de yetişmiş ve meşhur olmuştu. Onun daha sonra İslam toplumunda da el-lskenderani nisbesiyle bilindiği anlaşılmaktadır.

İslam döneminde bilim ve felsefenin müslümanlara geçişinde Süryanilerin önemli rol oynadıkları bilinen bir husustur. Yunan kültürünü İskenderiye ve Antakya'dan alarak doğudaki Urfa, Nusaybin, Harran ve Cündişapur'a taşıyanların başında Süryaniler gelmektedir. Süryaniler m. IV. asırdan itibaren klasik eserlerin tercüme ve şerhleriyle meşgul olduklarından böyle bir gelenek bunlar arasında yaygınlık kazanmış ve daha sonra İslam döneminde de devam etmiştir. Bu geçişte önemli isimlerden biri de felsefe, tıp ve astronomi alanlarında orijinal eserler telif etmiş olan Re'sü'l-'Aynlı (Theodosiopolis) piskopos Sergios'tur (ö. m. 536). Sergios bir müddet lskenderiye'de kalarak Grekçe öğrendiği gibi lskenderiye tıp okulunda tıp ve kimya da tahsil etmiştir. Bir müddet Antakya ve lstanbul'da da bulunan Sergios, özellikle Galenos'un tıpla ilgili eserlerini Süryanice'ye kazandırmıştır. Onun çalışmaları daha sonra lslam'da tıp biliminin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Sergios'un Galenos'tan tercüme ettiği onaltı eser Huneyn b. lshak tarafından incelenip tashih edilmiştir.




lskenderiye okulunda yetişen ve daha sonra lslam toplumundaki bilimsel çalışmalarda etkisini gösteren diğer felsefe ve tabiat bilimcileri arasında VI. asrın hıristiyan filozoflarından Apameialı (bugünkü Suriye sınırlarında) Ioannes ve Amidalı (Diyarbakır) Aetios ile VII. asrın başlarında yaşayan Aeginalı Paulos ve Ahron da yer almaktadır. Bunlardan, m. 530-560 yıllarında lskenderiye ve İstanbul'da önemli bilimadamlarından biri olarak bilinen Aetios, klasik eserlerden yararlanarak onaltı kitaptan oluşan Tetrabiblon isimli bir tıp ansiklopedisi yazmıştır. Aeginah Paulos (el­ Ecaniti, ö. m. 642'den sonra) İskenderiye'nin müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra da buradaki bilimsel çalışmalarını sürdürmüş ve kadın hastalıklarıyla ilgili bir kitaptan başka, tıp ansiklopedisi sayılabilecek nitelikte bir eser daha telif etmiştir. Paulos'un, İslamda tıp çalışmalarına büyük katkı sağlamış olan Epitome (Künndş) adlı bu eseri, Huneyn b. İshak tarafından Arapça'ya çevrilmiştir. Ahron'un (Ehrün b. A'yun el-Kıss) yazmış olduğu 30 bölümden oluşan tıp kitabı (Künndş), Emevi halifesi Mervan b. Hakem (64-65/683-685) döneminde yahudi doktor Maserceveyh tarafından iki bölüm ilavesiyle Arapça'ya tercüme edilmiş ve İslam tıbbını etkileyen kaynaklardan biri olarak meşhur olmuştur.



Felsefenin müslümanlara geçişiyle ilgili olarak Mes'üdi'nin ve Farabi'den naklen İbn Ebi Usaybi'a'nın verdikleri bilgiler, lskenderiye'nin bu serüvendeki önemini vurgulayıcı mahiyettedir. Buna göre, Atina'da gelişen Yunan felsefesi, lskenderiye ve Roma'ya nakledilmiş, daha sonra lskenderiye, Yunan dünyasının eğitim ve öğretim merkezi haline gelmişti.


İslam döneminde ise önce Ömer b. Abdilaziz zamanında Antakya'ya, daha sonra Harran ve Merv'e, Harran'dan da Bağdat'a doğru bir seyir izlemiştir. lbn Ebi Usaybi'a'nın naklettiğine göre lskenderiye'de tıp vb. ilimlerin öğretimi ile meşgul olan Abdülmelik b. Ebcer el-Kinani, Ömer b. Abdilaziz'in Mısır valiliği sırasında müslüman olmuş ve onun dostluğunu kazanmıştı. Bu dostluk Ömer b. Abdilaziz halife olduktan sonra da devam etmiş ve Abdülmelik b. Ebcer, gerektiğinde halifenin tedavisiyle de ilgilenmiştir. Tıp öğretiminin Antakya'ya intikalinde adı geçen doktorun başlıca rol oynadığı nakledilmektedir.



Trallesli (Aydın) İskender (ö. m. 605) de İslam'da tıp biliminin gelişmesine katkıda bulunmuş Bizanslı tabiplerdendir. Üroloji ve göz hastalıklarıyla ilgili eserlerinin yanısıra, oniki ciltlik bir tıp ansiklopedisi yazdığı bilinmektedir. Arapça'ya tercüme edilen eserleri arasında el-Künniiş, Kitübü 'Ileli'l-'Ayn ve Kitiibü'l-Birsüm zikredilmektedir.


Bizans hakimiyeti döneminde Antakya, Beyrut, Gazze, Hınıs, Urfa, Harran vs. merkezlerde de çeşitli bilim ve felsefe çalışmaları yapılmıştır. Her ne kadar bu merkezler, tabii afetler, siyasi ve dini bazı iç problemler ile Bizans-Sasani savaşları sebebiyle İslam fetihleri sırasında daha önceki parlak durumlarından uzaklaşmış iseler de eski geleneğin kısmen devam ettiği anlaşılmaktadır. Mabet ve kütüphanelerde bulunan eserler ve bazı ferdi gayretlerin ürünü olan çalışmaların varlığı, bunu göstermektedir. lslam döneminde Ömer b. Abdilaziz tarafından Antakya'nın, Mütevekkil­ Alellah tarafından da Harran'ın başlıca ilim ve kültür merkezleri olarak seçilmesinde bu tarihi geçmişin önemli payı olmalıdır. Yukarıda zikredilen bölgelerde yaşayan farklı dini ve etnik unsurların, tercümeler başta olmak üzere çeşitli ilmi faaliyetlerde ilk sıralarda yer aldıkları bilinmektedir.



lslam'ın ilk asırlarında gerçekleşen fetihler sırasında, Bizans hakimiyetindeki bazı eski bilim merkezlerinin müslümanların eline geçmesi, Bizans'taki bilim mirasının müslümanlara geçiş noktalarından birini oluşturur. Fetihler neticesinde lslam coğrafyası hızla genişlemiş ve müslümanlar önemli bir kısmını Sasani ve Bizans'tan kazandıkları bu topraklarda Hellenistik, Iran, Hint ve diğer kültürlerle yüz yüze gelmişlerdi. Salt fikri ve ilmi saikler yanında müslümanlar, kendi hakimiyetlerini pekiştirmek için onların sahip olduğu bilgi birikimini elde etme ihtiyacı hissettiler. Öte yandan bazen bu farklı kültür mensuplarıyla özellikle dini alanlarda ortaya çıkan tartışmalarda, kendi inanç ve düşüncelerini sistemli bir şekilde savunmak ve lslam'ın üstünlüğünü göstermek gerekmekteydi. Bu sebeplerden ötürü eski dünyanın ilim ve düşünce ürünlerini Arapça'ya çevirme gereği ortaya çıktı. Böylece II/VIII. yüzyıldan itibaren bazı şahısların özel merakı ve lslam halifelerinin girişimleriyle tercüme faaliyeti başlamış oldu.



Sa'id el-Endelüsi'nin de kaydettiği gibi-, İslamiyetin ilk dönemlerinde müslümanlar, daha önce de toplumda yaygın olan dil ve edebiyata ek olarak özellikle dini ahkamın bilinip yerleşmesine ağırlık verdiklerinden, diğer ilimlerle meşgul olmamışlardır. Bununla birlikte pratik ihtiyaçlar sebebiyle sınırlı derecede tıbbi bilgi ve uygulamaların varlığından söz edilmektedir. lslam öncesinde lran'a gidip Cündişapur medresesinde tıp tahsil etmiş olan Taifli Haris b. Kelede, "Arapların doktoru" (tabibü'l-'Arab) olarak şöhret kazanmıştı. Hz. Muhammed'in de tedavi için tavsiye ettiği Haris, Muaviye döneminde vefat edinceye kadar (ö. 33/653 veya 50/670?) bu mesleğini sürdürmüştür. Bundan başka, Haris'in oğlu Nadr, Ebu Rimse et-Teymi (veya lbn Ebi Rimse et-Temimi), Benu Evd kabilesinden Zeyneb, Muaviye'nin doktorları İbn Asal ve Ebu'l-Hakem ile Haccac b. Yusuf'un doktoru Teyazuk ve daha önce adı geçen Abdülmelik b. Ebcer, Abbasi döneminden önce yaşamış doktorlar arasında zikredilmektedirler.


Müslümanların yabancı kültürlerde ortaya çıkmış felsefe ve bilimi elde etmeye yönelik olarak gerçekleştirdikleri ilk tercüme faaliyeti, Emevi prensi Halid b. Yezid'e (ö. 85/704) dayandırılır. llk Emevi halifesi Muaviye'nin torunu olan ve "Mervan ailesinin filozofu (hakim)" olarak isimlendirilen Halid'in ilme yönelmesi, her ne kadar iktidarı ele geçirmekten ümidini kesmiş olmasına bağlanmakta ise de, onun ilk tercüme faaliyetlerini başlatmakla, özellikle lslam bilim tarihinde önemli bir dönüm noktasına damgasını vµrduğunda şüphe yoktur. Halid b. Yezid lskenderiyeli Rum asıllı rahip Marianus'tan (Mar Yuhanna) kimya öğrendiği gibi, Mısır'da yaşayan ve aynı zamanda iyi Arapça bilen bir gurup felsefe alimini Dımaşk'a davet ederek Yunanca ve Kobtça'dan tıp, astronomi ve kimya ile ilgili birçok eseri Arapça'ya tercüme etmelerini sağlamıştır. llk mütercimler arasında az önce adı geçen Marianus'la birlikte Stephanos'un (el-Kadim) ismi zikredildiği gibi, tercüme edilen eserler arasında da Galenos'un tıpla ilgili eseri bulunmaktaydı. lbnü'n-Nedim bu faaliyeti, lslam'da bir dilden diğer bir dile yapılan ilk tercüme olarak vasıflandırmakta ve bu faaliyette görev alan mütercimleri de "felasifetü'l-Yünaniyyin=Yunan felsefecileri" olarak isimlendirmektedir. V/XI. Yüzyıl astronomi alimlerinden lbnü's-Senbedi'den nakledildiğine göre, 435/ 1043 yılında vezir Ebu'l-Kasım Ali b. Ahmed el-Cürcani Kahire kütüphanesinin düzenlenmesini istemişti. Bu düzenlemeler sırasında, üzerinde "Emir Halid b. Yezid b. Muaviye'den alındığı" kaydedilen Batlamyus'tan (Ptolemaios) kalma bir küre (küreten nuhasen min 'ameli Batlamyus) dikkat çekmiş ve bunca zaman geçmiş olmasına rağmen kürenin muhafaza  edilmiş olması orada bulunanların hayretine neden olmuştu.

Halid b. Yezid'le başlayan tercüme hareketinin, Emevi halifelerinden Mervan b. Hakem ve Ömer b. Abdilaziz dönemlerinde pratik ihtiyaçlar sebebiyle tıp alanında yoğunlaştığı ve bu alanla sınırlı kaldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, lskenderiyeli tabiplerden Ahron'un eseri, Maserceveyh tarafından Mervan döneminde Arapça'ya çevrilmiş, yine lskenderiyeli tabip Abdülmelik b. Ebcer, Ömer b. Abdilaziz tarafından istihdam edilmiştir.


Abbasi halifesi Ebu Ca'fer el-Mansur döneminde gerçekleşen genel ilmi faaliyetlere paralel olarak, tercüme hareketi de hız kazanmış ve daha geniş alanları kapsamaya başlamıştır. Mansur, hadis, fıkıh, dil ve edebiyat gibi geleneksel ilimlerin yanısıra mantık, felsefe, matematik, geometri, astronomi ve tıp gibi akli ve tecrübi ilimlere karşı da büyük ilgi duymaktaydı. Kelfle ve Dimne'yi Arapça'ya kazandırmakla meşhur lranlı mühtedi İbnü'l-Mukaffa', Aristo'nun Organon adlı eserinin ilk üç kitabı ile Porphyrius'un Eisagoge'sini (İsagucl) bu dönemde çevirmiştir. Abbasi sarayında birkaç nesil hizmet verecek olan Bahtişu ailesinden Cündişapur tıp okulu başkanı Curcis (Georgios) b. Bahtişu'yu Bağdat'a davet edip saray başhekimi olarak görevlendiren Mansur, ona Grekçe ve Farsça'dan tercümeler yaptırmıştır. İbn Haldun'un naklettiğine göre Ebu Ca'fer el­ Mansur, İmparator V. Konstantinos'a elçi göndererek eski Yunan bilimine ait eserlerin (kütübü't-te'alim) gönderilmesini istemiştir. Halifenin bu ricasına imparator, Euclides'in hendeseye dair Elemento Geometricae (Les Elements) adlı eserini ve fen bilimleri alanındaki bazı kitapları (kütü­ bü 't-tabi'ayat) göndermek suretiyle karşılık vermiştir. Usulü'l-Hendese (Kitabü'l-Usüllel-'Anasıru'l-ülil) adıyla Arapça'ya çevrilen Euclides'in eseri, İbn Haldun'a göre konuyla ilgili en muhtevalı eser olup, Halife Mansur zamanında Arapça'ya çevrilen ilk eser olma özelliği taşımaktadır. Eser, değişik zamanlarda Haccac b. Yusuf b. Matar, Huneyn b. İshak ve Sabit b. Kurra tarafından ayrı ayrı terçüme edilmiştir. İbn Haldun, imparator tarafından gönderilen eserleri okuyup inceleyen müslümanların, Bizans'ta bulunan başka eserleri de elde etme konusunda kesin karar verdiklerini de eklemektedir. Bizans'tan getirtilenlerle birlikte, toplanan eserler için Halife Mansur'un sarayında Hizanetü'l-Hikme adı verilen özel bir kütüphane oluşturuldu ki, bu kütüphane daha sonra Me'mun tarafından kurulacak olan Beytü'l-Hikme'nin temelini oluşturmuştur. Mansur'un girişimleriyle buradaki eserlerin tercümesine başlanmış, ancak bu tercümeler sınırlı bir düzeyde kalmıştır.


Halife Ebu Ca'fer el-Mansur tarafından imparator V. Konstantinos'a elçi olarak gönderilmiş olan 'Umare b. Hamza'nın, görevini ifa ettikten sonra döndüğünde halifeye aktardığı gezi izlenimleri arasında Bizans'taki bazı teknik, kimyevi ve tıbbi uygulamalarla ilgili ipuçları bulunmaktadır. lbnü'l-Fakih'in rivayetine göre elçinin karşılanışı sırasında birer canlı arslan gibi kükreyen ve elçi yaklaştığında susan suni arslanlar, insanı adeta kesecekmiş gibi sağlı-sollu hareket eden ve yine yaklaşıldığında duran iki kılıç ve farklı renklerde duman oluşturan bir mekanizma kurulmuştu. 'Umare'yi güzel bir şekilde ağırlayan imparator, bir gün onu yanına alarak bir gezinti yapmış ve ona tedavi amaçlı olarak kullanılan bazı bitkilerle, kimya (simya=alşimı) alanında bakır ve kurşundan/kalaydan (risas) altın ve gümüş elde etmeye yönelik birtakım uygulamalar göstermişti. Aynı kaynağın kaydettiğine göre, 'Umare'nin imparatorla birlikte izlemiş olduğu, bazı metallerden altın ve gümüş elde etmeyi amaçlayan teknik çalışmalarla ilgili anlattıkları, halifenin kimyaya özel ilgi duymasına neden olmuştu.



Halife Mehdi-Billah dönemi için, saray müneccimliğini yürüten ve özellikle askeri seferler konusunda danışmanlık yaptığı bilinen Rum asıllı Theophilos b. Turna er-Ruhavi( ö. 169/785) dikkat çekmektedir. Homeros'un llyada ve Odysseia'sını tercüme etmiş olan Theophilos'un astroloji ile ilgili eserleri, etkisi XII. yüzyıl Bizans'ına da yansıyan Ortaçağın en orijinal ve önemli Grekçe kaynakları arasındadır. Aristoteles'e ait Organon'un son kitabı De Sophisticis Elenchis'i Süryanice'ye çevirmiş, eseri Arapça'ya tercüme eden Yahya b. Adiy, Theophilos'un bu çevirisini esas almıştır.


Halife Harun er-Reşid, Bizans'ın Amorion (Amuriyye) ve Ankara gibi şehirlerinde gerçekleştirilen kuşatmalar sırasında ele geçirilen kitapların muhafaza edilmesini özellikle emretmiştir. Dönemin ileri gelen ilim adamlarından oluşturduğu bir ekibi önemli gördükleri tıp, felsefe, astronomi vb. ilimlere dair eserleri elde etmekle görevlendirmiş ve bu şeklide birçok ünlü eserin Bağdat'a getirilmesini sağlamıştır. Bağdat'ta toplanan eserler, Halifenin görevlendirdiği dönemin meşhur doktorlarından Yuhanna/Yahya b. Maseveyh'in başkanlığındaki bir heyet tarafından tercüme edilmiştir. Yuhanna b. Maseveyh, Harun er-Reşid döneminde olduğu gibi Mütevekkil zamanı dahil olmak üzere daha sonraki halifeler döneminde de özellikle tıp öğretimi ve tercüme gibi ilmi faaliyetlerde aktif görevler üstlenmeye devam etmiştir. Harun er-Reşid döneminde telif ve tercüme edilen eserlerin daha önce Mansur tarafından düzenlenmiş olan Hizanetü'l-Hikme'ye sığmaması ve Bizans'tan getirilenler dahil, toplanan eserlerin değerlendirilmesi için sarayda aynı adla (veya Beytü'l­ Hikme olarak) zikredilen daha geniş bir kütüphane kurulmuş olması, dönemin ilmi faaliyetleri hakkında bir fikir vermektedir. lbnü'n-Nedim, Euclides'in eserinin Haccac b. Yüsufb. Matar tarafından Usülü'l-Hendese adıyla önce Harun er-Reşid zamanında, sonra da Me'mun döneminde tercüme edildiğini, bunlardan birincisine "el-Harfini", daha güvenilir olan ikincisine ise "el-Me'muni" denildiğini nakletmekte ve eserin başka mütercimler tarafından da Arapça'ya çevrildiğini belirtmektedir. Tabiat filozofu ve en meşhur lslam kimyacısı Cabir b. Hayyan'la (ö. 200/815) ilgili bir rivayet, kimya, felsefe ve tıp alanlarında onlarca eser yazmış olan bu çok yönlü bilim adamının bilgi kaynakları arasında, Bizans'tan temin edilen eserlerin de yer aldığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Cildeki'nin Bermeke adlı eserinden nakledildiğine göre Cabir, dostluğunu kazandığı Harun er-Reşid'e müracaat ederek kendisine lstanbul'dan bazı kitapların getirtilmesini sağlamıştı. Harun er-Reşid döneminde Bermeki ailesi de tercüme ve diğer ilmi faaliyetleri desteklemekteydi. Mesela lbnü'n-Nedim'in kimya ile ilgilenen felsefeciler arasında saydığı vezir Yahya b. Halid, Hint kaynaklı olanların yanısıra Yunan bilim ve felsefesine ait kitaplara da ilgi duymuş ve Haccac b. Yusuf b. Matar'a Batlamyus'un Kitiibü'l-Mecisti'sini tercüme ettirmiştir.


Klasik felsefe ve tabiat bilimlerine en çok ilgi duyan ve bu ilimlerin elde edilebilmesi için gerek bilimadamlarını destekleme, gerekse kurumlar oluşturma yoluyla en fazla katkıda bulunan kimse, Halife Me'mun olmuştur. Me'mun tarafından 832 yılında kurulan Beytü'l-Hikme (Darü'l­ Hikme), ilim ve tercüme faaliyetlerine altın çağını yaşatan bir ilim merkezi olarak tarihteki yerini almıştır. Me'mun, Bizans'a karşı gerçekleştirdiği başarılı bir sefer sırasında toplattığı kitapları, beraberinde Bağdat'a getirmiştir. Bunun yanında, gerek ülke içindeki kilise okullarından, gerekse komşu ülkelerden ve Kıbrıs'tan, satın alma vb. yollarla sağlanan eserlerle birlikte Beytü'l-Hikme'nin kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Dönemin en meşhur bilimadamlarının istihdam edildiği bu kurumda tbnü'n-Nedim'e göre, Grekçe'den Süryanice aracılığıyla Arapça'ya veya doğrudan Grekçe'den Arapça'ya tercüme yapanların sayısı kırktan fazlaydı. Me'mun'un sadece Grekçe'den yaptırdığı tercümeler için 300.000 dinar harcadığı, Huneyn b. İshak gibi bazı mütercimlere ise tercüme ettikleri eser ağırlığında altın hediye ettiği rivayet edilmektedir. tbnü'n-Nedim, Me'mun'la çağdaş Bizans imparatoru (muhtemelen Theophilos) arasında birçok yazışmalar gerçekleştiğini belirttikten sonra, halifenin imparatora mektup yazıp Bizans'taki eski Yunan yazmaları arasında önemli bazı eserlerin temini için izin istediğini, teklife başlangıçta olumsuz bakan imparatorun daha sonra halifenin bu isteğini kabul ettiğini kaydeder. Bunun üzerine Me'mun, aralarında dönemin meşhur tercüman ve ilim adamlarından Haccac b. Yusuf b. Matar, Yuhanna b. el-Batrik ve Beytü'l-Hikme'nin "sahibi" olarak adlandırılan Selm'in de (Salim?) bulunduğu bir gurubu Bizans'a gönderir. Yuhanna b. Maseveyh'in de içerisinde yer aldığı belirtilen bu heyet, Bizans'tan getirdiği felsefe, matematik, tıp ve musiki'ye dair eserleri yine halifenin isteği üzerine Arapça'ya tercüme etmiştir. Me'mun'un ilme merakını vurgulayan Sa'id el-Endelüsi, onun Bizans imparatorlarına kıymetli hediyeler gönderip felsefe kitaplarının temini için aracı olmaları ricasında bulunduğunu belirttikten sonra, halifenin bu isteğine karşılık imparatorların da Platon, Aristoteles, Hippokrates, Galenos, Euclides ve Batlamyus gibi filozof ve tabiat bilimcilerine ait eserleri gönderdiklerini kaydetmektedir.


Me'mun'un Bizans'a gönderdiği ilim heyeti içerisinde yer alan lbn Batrik biraz mübalağalı bir uslüpla klasik eserleri elde etmek amacıyla yaptığı faaliyetleri şöyle anlatır: "Filozofların sırlarını (eserlerini) sakladıkları mabetlerden hiçbirini bırakmadan gezdim. Aradığımı yanlarında bulabileceğimi umduğum en büyük rahipleri dolaştım. En sonunda Asklepios'un kendisi için yaptırdığı mabede vardım. Orada alim ve anlayışlı bir rahiple dostluk kurdum. Bir yolunu bularak kitapların bulunduğu mabede girmeyi başardım. Onların arasında aradığımı buldum ve istenileni elde etmiş olarak döndüm. Şimdi onu Yunanca'dan Arapça'ya tercüme etmekteyim."


Kendisinden barış isteyen Kıbrıs valisine Halife Me'mun'un ileri sürdüğü şartlar arasında, adada bulunan Yunan felsefe klasiklerinin gönderilmesi de yer almaktaydı. Kıbrıs 'ta bir depoda bulunduğu belirtilen eserler, anlaşma gereği halifeye gönderilmiş ve o da bu kitaplarla ilgilenmek üzere Beytü'l-Hikme'nin "sahibi" Sehl b. Harun'a göndermişti. Me'mun'un eski Yunan bilimine ait eserlerin toplanması amacıyla Sicilya'ya da görevliler gönderdiği rivayet edilmektedir.



Gerek halifelerin girişimleri ve gerekse alimlerin ferdi çabaları sonucu Bizans'tan çeşitli ilimlere dair birçok eser getirildiği kaydedilmekle birlikte, kitapların isimleri ve müellifleri konusunda açık bilgiler verilmemektedir. Bununla birlikte bazı rivayetler bu hususta bir fikir edinmeye yardımcı olacak mahiyettedir. Konu işlenirken zikredilenlerin yanında lbnü'l-Kıfti'nin naklettiğine göre Me'mun döneminde Bizans'tan getirilen eserler arasında Pergeli (Pergaeus) meşhur matematikçi Apollonios'un (ö. m.ö. 190?) İslam dünyasında Kitabü'l-Mahrutat adıyla bilinen konilerle ilgili sekiz kitaptan oluşan Kônika adlı eserinin birinci bölümü de bulunmaktaydı. Eskiçağın en büyük ilmi kaynaklarından biri olarak kabul edilen bu eserin daha sonra ilk dört kitabı Hilal b. Ebi Hilal el-Hınısi, diğerleri ise Sabit b. Kurra tarafından Arapça'ya çevrilmiş ve Ben omosa kardeşler tarafından da ıslah edilmiştir. Bugünün geometri ilmini doğrudan etkileyen ve araştırmacılarca dahiyane kabul edilen orijinal tesbitler içeren eser, uzun yıllar sahasında başvuru kaynağı olma özelliğini sürdürmüştür.


Bizans'ta bulunan eski Yunan bilimine ait eserlere büyük ilgi duyan ve bir kısmını ülkesine getirten Halife Me'mun'un bu ilgisi, sadece eserlerle sınırlı kalmamış, klasik ilimlerin o gün yaşayan temsilcilerini de kapsamıştır. Bu temsilcilerden biri, şöhreti talebeleri vasıtasıyla Bizans sınırları dışına taşarak Bağdat'a kadar ulaşan matematik, astroloji ve felsefe alimi Leon'dur (ö. 869?). Leon'un, özellikle birbirinden belirli uzaklıktaki yüksek tepeler üzerinde oluşturulan ışık işaretleri sayesinde, Arap akınlarını kısa sürede başkente bildirmek üzere bir mekanizma icad ettiği ve daha bol ürün elde etme amacıyla geliştirdiği yöntemlerin Mu'tasım dönemindeki Amorion kuşatmasında (m. 838) uygulanarak halkın açlık tehlikesine karşı olumlu sonuçlar elde edildiği rivayet edilmektedir. Leon'a mektup yazarak onu sarayına davet eden Halife Me'mun'un, bu girişiminde başarılı olamadığı belirtilmektedir. Çünkü halifenin mektubundan haberdar edilen İmparator Theophilos, Leon'un ücretini artırdığı gibi, onu İstanbul'un önemli kiliselerinden birine tayin etmişti. Me'mun bizzat imparatora mektup göndererek kısa bir süre için dahi olsa Leon'un Bağdat'a gelmesine izin vermesini rica etti. Halife mektubunda imparatora, isteğini yerine getirdiği takdirde bunu bir dostluk işareti sayarak kalıcı bir barış imzalayacağına söz vermekte, bunun yanında 2.000 dinar altın teklifinde bulunmaktaydı. Bütün bu girişimlerine rağmen Me'mun, imparatordan olumlu bir cevap alamamıştır.


Kitabü'l-Hıyel adlı eserle tanınan ve Me'mun'un isteği üzerine dünyanın enlem ve boylamlarını tesbit ettikleri bilinen Benu Musa kardeşler, dönemin bilimlerini elde etmek amacıyla maddi hiçbir fedakarlıktan kaçınmamışlardır. Klasik kaynakların tercümesi için Huneyn b. İshak, Hubeyş b. Hasan ve Sabit b. Kurra'nın da aralarında bulunduğu mütercimlere, aylık 500 dinar ödedikleri kaydedilmektedir. Huneyn b. İshak gibi meşhur bilginleri Bizans'a göndererek felsefe, geometri, musıki, aritmetik ve tıp alanında birçok eserin satın alınarak İslam ülkesine getirilip tercüme edilmesini sağlamışlardır. Kusta b. Luka el-Ba'albeki de Bizans'tan eser getirip tercüme faaliyetlerine katılanlar arasında zikredilmektedir. Astronomi ve astroloji bilgini (müneccim) Yahya b. Ebi Mansur'un Me'mun'un Bizans topraklarına düzenlediği bir sefer sırasında vefat ettiği kaydedilir.



Halife Vasık-Billah döneminde bilimsel gezi ve gözlem amacıyla Bizans'a ilimadamı gönderilmesi, Abbasi devleti ile Bizans arasındaki bilimsel ilişkilerin farklı bir boyutunu teşkil eder. Vasık, Ashab-ı Kehf'e ait olduğu söylenen Efes'teki mağarada incelemeler yapmak üzere dönemin meşhur alimlerinden Muhammed b. Musa el-Harizmi'yi (el-Müneccim) Bizans'a gönderir. Halife aynı zamanda İmparator III. Mikhail'e (842) de bir mektup yazarak araştırmacıya gerekli kolaylığın sağlanmasını rica eder. İmparator gerekli izni verdiği gibi araştırmacıya yardımcı olmak üzere bir de rehber görevlendirir. Rehberle birlikte mağaranın bulunduğu dağlık bölgeye tırmanan Harizmi, içerisinde cesetlerin muhafaza edildiği ve taştan bir kapıyla kapatılmış olan bölüme kadar gelir. Burada iki hadım hizmetçiyle birlikte görev yapan muhafızla karşılaşır. Ziyaretçilerden bir miktar maddi gelir de elde ettikleri anlaşılan mağara görevlileri, cesetlere dokunulduğu takdirde herhangi bir uğursuzluk gelebileceğini belirterek içeriye girilmesine engel olmak isterlerse de Harizmi, sorumluluğu üzerine aldığını beyan eder ve ısrarı neticesinde içeriye girmeyi başarır. Cesetler üzerinde inceleme yapan Harizmi, bunlar için çeşitli bitkisel ilaçlar kullanıldığını, ayrıca sapasağlam oldukları izlenimi vermek için kılların vücut üzerine ekilmesi gibi bazı yollara başvurulmuş olduğunu müşahede eder. Bu arada istek üzerine mağara görevlileri tarafından getirilen yemeğin de zehirleme amacına yönelik olarak hazırlandığı anlaşılır. Harizmi'ye göre bu, içerideki cesetlerin Ashab-ı Kehf'e ait olduğuna dair söylenenlerin asılsızlığını örtbas etmek için görevlilerin başvurduğu bir tedbirdi. Sapasağlam cesetlerle karşılaşacağı ümidiyle uzun yolculuk ve sıkıntıya katlanmış olan Harizmi, uğradığı hayal kırıklığını mağara muhafızına ifade ettikten sonra oradan ayrılır.


Yunan biliminin müslümanlara geçişinde İslam toplumunda yaşayan birçok alimin önemli rol oynadığı görülmektedir. Bu alimlerden biri, Hireli lbad kabilesine mensup Nesturi hıristiyanlarından eczacı bir babanın oğlu olan Huneyn b. lshak'tır (194-260/809-873). Huneyn, Bağdat'ta dönemin meşhur saray doktorlarından Yuhanna b. Maseveyh'ten tıp tahsiline devam ettiği sırada, giderek zorlaşmaya başlayan çetrefilli ve ısrarlı soruları üzerine hocası tarafından kovulur. Bu durumu içine sindiremeyen Huneyn, hocasının daha çok para kazandıracağını belirterek tavsiye ettiği sarraflık yerine Bizans'a (biladü'r-Rum) gitmeyi tercih eder. Huneyn'ın konumuzla ilgisi özellikle bu noktada başlamaktadır. İlgili kaynaklardaki rivayetlerden Huneyn'in birçok Bizans şehrine gittiği ve buralarda sadece dil öğrenmekle kalmayıp ilim tahsil ettiği de anlaşılmaktadır. lbnü'n-Nedim, klasik eserler elde etmek için diyar diyar dolaşan Huneyn'ın bu arada Bizans'a da (beledü'r-Rum) gittiğini naklederken lbnü'l-Kıfti, felsefeye (hikmet) dair eserleri elde etmek amacıyla Bizans'a (biladü'r-Rum) giden Huneyn'in, gittiği yerlerde Grekçe'yi de öğrendiğini ve önemli felsefi eserlerle döndüğünü açık bir şekilde belirtir. İbn Ebi Usaybi'a ise tercüme etmeyi düşündüğü kitapları elde etmek için birçok ülkelere (bilad) giden Huneyn'in, bu arada Bizans topraklarının en uç noktasına kadar (ila aksa biladi'r-Rum) ulaştığını kaydeder.

Birkaç yıl sonra Bizans kıyafetleriyle Bağdat'a dönen Huneyn'in arkadaşlarını hayrete düşürecek şekilde Homeros'tan şiirler okuması ve yanında getirip tercüme ettiği Galenos'un tıbbi ameliyatlarla ilgili bir eseri hakkında, mütercimi söylenmeden kendisine gösterilen Yuhanna Maseveyh'in oldukça mübalağalı övgülerde bulunmuş olması, Huneyn'in Bizans'tan ne kadar verimli bir şekilde döndüğü hususunda fikir vermektedir. Bundan sonra Huneyn, hocası Yuhanna ile arasını düzeltmiş ve onun desteğini kazanmış olarak ilmi faaliyetlerine devam etmiş ve gerek halifeler ve gerekse Benu Musa b. Şakir'in himayeleriyle verimli tercümelerde bulunmuştur. Halife Me'mun'un, Grekçe tıp kitaplarını Arapça'ya çevirmek ve başkaları tarafından yapılmış olan çevirileri kontrol etmekle görevlendirdiği Huneyn'e, tercüme ettiği eserlerin ağırlığınca altın verdiği rivayet edilmektedir. Eski ve Yeni Ahid ile Euclides, Hippokrates, Arşimedes, Apollonios ve Platon'un bazı eserlerini Arapça'ya kazandırdığı gibi, gerek Bizans ve gerekse İslam tıbbına önemli derecede etkileri bulunan Bergamalı (Pergamon) tabip ve filozof Galenos'un birçok eserini Süryanice ve Arapça'ya çevirmiştir. Huneyn b. İshak, Halife Mütevekkil'in dostu ve katibi Ali b. Yahya el-Müneccim (ö. 275/888-89) için yazdığı risalede Galenos'un eserleri ile, kendisi tarafından yapılanlar başta olmak üzere, bu eserlerin Süryanice ve Arapça tercümeleri hakkında bilgi vermektedir.


Harranlı meşhur Sabii alim ve mütercim Sabit b. Kurra'nın da (ö. 288/901) Bizans topraklarından döndükten sonra Benu Musa kardeşlerden Muhammed'in dikkatini çekmiş olması burada hatırlanmaya değer görülmektedir. Ayrıca matematik, astronomi, tıp ve musıki alanlarında şöhret kazanmış Suriyeli hıristiyan felsefecilerden muhtemelen Rum asıllı Kusta (Konstans?) b. Luka el-Ba'albekl'nin de Bizans'a gidip oradan birçok eserle Suriye'ye döndüğü ve bundan sonra Yunanca'dan Arapça'ya tercümeler yapmak üzere Bağdat'a davet edildiği bilinmektedir.


Sonuç olarak denilebilir ki, Greko-Romen ve Hellenistik kültürün varisi olan Bizans'ta, zaman zaman dini ve sosyal sebeplerden kaynaklanan kesintiler görülmüş olmakla birlikte, klasik bilim ve felsefe geleneği, değişik zamanlarda ve belirli alanlarda önem kazanan bazı merkezlerde devam etmiştir. Bu yapısıyla Bizans, Grek düşüncesi ve biliminin müslümanlara geçişinde önemli boyutlarda rol oynamıştır. Bizans'ın bu fonksiyonu şu şekilde tesbit edilebilir:


a). İskenderiye, Antakya, Gazze, Beyrut, Urfa ve Harran gibi, belirli dönemlerde ilim ve kültür merkezi haline gelmiş şehirlerin müslümanlar tarafından fethedilmesiyle, tercüme ve diğer ilmi faaliyetlerini sürdürmeye çalışan veya bu potansiyele sahip olan yerli unsurlar, İslam hakimiyetine girmiş bulunmaktaydı. İslam dönemindeki ilmi faaliyetlerde bu yerli unsurlardan büyük ölçüde istifade edildiği gibi, çeşitli mabet ve kütüphanelerde bulunan eserler de değerlendirilmeye çalışılmıştır. 


b). Bizans topraklarına düzenlenen seferler sırasında ele geçirilen kitaplar, hilafet merkezine getirilmiş ve oluşturulan kütüphanelere konularak muhafazası sağlanmıştır.


Halife Ebu Ca'fer el-Mansur ve Me'mun örneklerinde olduğu gibi bizzat halifeler tarafından Bizans imparatorlarına mektuplar yazılarak klasik eserlerin gönderilmesi veya temininde kolaylık gösterilmesi istenmiştir. Hatta klasik eserlerin gönderilmesi barış anlaşmalarına konu olmuştur.


Resmi girişimlerden ayrı olarak Benu Musa ve Huneyn b. İshak örneklerinde olduğu gibi, Bizans'a bizzat gitmek veya bilim adamlarını göndermek suretiyle gerçekleştirilen özel teşebbüslerle, birçok eserin elde edilmesi ve Grekçe'nin ileri düzeyde öğrenilmesi mümkün olmuştur.


Resmi veya özel girişimler neticesinde toplama, satın alma vb. yollarla elde edilen eserler, etnik köken ve din farkı gözetilmeksizin görevlendirilen şahıslara tercüme ettirilmiştir. Hizanetü'l-Hikme ve Beytü'l-Hikme'nin ilmi zenginliğe kavuşmasında bu eserlerin ve gayri müslim unsurların hatırı sayılır bir yeri olmuştur.


Yukarıdaki yollarla Bizans'tan sağlanan klasik eserlerle İslam toplumu, sadece Yunan filozoflarını değil Theon, Proklos, Ammonios, Simplikios, Ioannes Philoponos gibi Bizans felsefe ve tabiat bilimcilerinin yorumlarını, görüşlerini de öğrenme imkanı bulmuştur.


Bilim alanındaki ilişkiler yaşayan bilim adamlarıyla da ilgili olmuştur. Me'mun, şöhretini duyduğu Bizans filozof ve matematikçisi Leon'u Bağdat'a getirebilmek için başarısızlıkla sonuçlanan bir girişimde bulunmuş, buna karşılık Vasık, imparatora gönderdiği mektupla, Ashab-ı Kehf'e ait olduğu söylenen mağarada incelemeler yapacak olan Harizmi'ye gerekli kolaylığın gösterilmesini sağlamıştır.



Casim Avcı’nın İslam Bizans İlişkileri Adlı Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak