1 Aralık 2022 Perşembe

PEYGAMBERLİĞİNDEN ÖNCE HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

 


Peygamberimizin babasının adı Abdullah olup yukarıya doğru dedelerini şöyle sıralayabiliriz:


Abdulmuttalib, Haşim, Abd-i Menaf, Kusay, Kilab, Mürre, Ka'b, Lüey, Galib ve Fihr. Fihr, Hz. Peygamber'in onuncu dedesidir. Kendisine «Kureyş» denildiği için neslinden gelenler bu isimle anılmıştır. Hz. Peygamber'in soy kütüğü yirminci dedesi olan Adnan'a kadar bilinmektedir. Adnan ise İsmail Peygamber'in neslindendir.


Kureyş kabilesi on iki kola ayrılır:


- Abd-i Menaf Oğulları: Haşim'in babası ve Hz. Peygamber'in üçüncü dedesi olan Abd-i Menaf'ın dört oğlu vardı. Haşim, Nevfel, Muttalib ve Abd-i Şems. Abd-i Şems'in çocuklarının en meşhuru ise, Emevi ailesinin atası olan Umeyye'dir.



Kureyş'in diğer kolları ise şöyle sıralanır:


2-  Hz. Ebu Bekr'in soyu olan Temimoğulları,


3 -  Hz. ömer'in soyu olan Adiyoğulları,


4 -  Hz. Hatice'nin soyu olan Esedoğulları,


5 - Peygamberimizin anneleri Amine'nin soyu olan Zühreoğulları,

6 -  Halid b. Velid'in mensup olduğu Mahzumoğulları,


 7  Amr b. As'ın soyu olan Sehmoğulları,


8 -  Abdu'd-Dar Oğulları,


9 -  Ainiroğulları,


10 -  Harisoğulları,


11 -  Cumahoğulları,


12 -  Muhariboğulları.


Haşim :


Hz. Muhammed'in ikinci dedesi Haşim, yabancı devletler nezdinde Kureyş'in elçisi idi.


Kureyş, ticaret kervanının güvenlik içinde Şam'a gidip gelmesi için Bizans'la ticaret antlaşması yapmıştı. Kureyş'in, Şam'a giden ticaret kervanına çoğu kere Haşim başkan olurdu. Haşim, bu ticari seferlerden birinde Gazze'de öldü.



Haşim, Yesrib (Medine) 'den bir kadınla evlenmişti. Orada bir çocuğu oldu. İsmini Şeybe koydu. Daha sonra Haşim ölünce kardeşi Muttalib, yeğenini devesinin terkisine alıp Medine'den Mekke'ye götürdü. Şeybe'yi bu halde gören Mekkeliler, onu Muttalib'in kölesi zannettikleri için bu anlama gelen «Abdulmuttalib» ismini verdiler. Şeybe, artık bundan böyle Abdulmuttalib ismiyle anılacaktır.



Abdullah b. Abdulmuttalib :


Rivayete göre bir adam, Hz. Peygamber'e gelip: “Ey iki kurbanlığın oğlu” diye hitap etmiş, Peygamber Efendimiz de ona herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Sözü edilen iki kurbanın birincisinin Hz. İbrahim'in oğlu İsmail, ikincisinin ise Hz. Peygamber'in babası Abdullah olduğu söylenir.


Kur'an-ı Kerim'de ilk kurban olayı şöyle anlatılır:


«Biz de onu, halim selim bir evlat ile müjdeledik.»


«Çocuk, babası İbrahim'in yanında yürüyüp koşacak çağa girince, İbrahim ona: «Yavrucuğum! Rüyamda seni boğazladığımı görüyorum ·ne dersin?» dedi. Çocuk da: «Babacığım! Emrolunduğunu yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın» dedi.»



«Her ikisi de Allah'ın emrine boyun eğip, İbrahim, çocuğu alnı üzerine yatırınca, Biz ona: «Ey İbrahim! Rüyana sadakat gösterdin. İyilikte bulunanları işte biz böyle mükafatlandırırız» diye nida ettik.»


«Şüphesiz bu, apaçık bir imtihandı.»

«Biz ona, büyük bir kurbanlığı çocuğun yerine fidye olarak verdik.»


«İbrâhim’e selam olsun» dedirtmek suretiyle, sonradan gelen nesillerde Biz, İbrâhim’e güzel bir nam bıraktık.»


İkinci kurban olayına gelince, bunu bize tarih kitapları, özellikle de İbnü'l-Kelbi ile Taberi bildirmektedir. Bu hadise bize daha önce sözünü ettiğimiz Cahiliye Devri Arap adetlerinden birini daha göstermektedir. Araplar arasında önemli işlerde fal okları çekip bunlarda ne yazılı ise ona uyma adeti yaygındı. Aynı şekilde putlara kurban sunma adetleri de vardı. Bazan bu kurbanlar insanlar arasından seçilir, insan kanı akıtılırdı.



Abdullah'ın kurban edilmesi olayı kısaca şöyledir:


Mekke ve Kabe İslam öncesinde de bir ziyaret yeriydi. Arabistan'ın her yanından Araplar buraya gelirdi. Onlara «hacı» denirdi. İşte bu ziyaretçilerin su ·ihtiyaçlarını Abdulmuttalib karşılardı. Daha önce geçtiği gibi, Mekke içerisinde yeterli su olmadığı için hacıların içeceği su uzak kuyulardan getirilir, havuzlara doldurulurdu. Bu iş oldukça zordu. Bir çok insana ihtiyaç vardı. Büyük gayret gerektiriyordu. Bu sebeple Abdulmuttalib, «Zemzem» kuyusunun tekrar kazılmasını düşünüyordu. Mekkeliler ise buna şiddetle karşı koyuyordu. Abdulmuttalib bir gün bir adakta bulundu. On oğlu olur ve yetişip kendisini Mekkelilere karşı himaye edecek çağa gelirlerse, onlardan birini Kabe'nin yanında putlara kurban ·keseceğini söyledi. Allah dileğini gerçekleştirdi ve ona on evlat verdi. Abdulmuttalib de adağını yerine getirmek üzere çocuklarını Kureyş'in taptığı putların en büyüğü olan Hubel'in yanında topladı. Bu putların bekçisinden on oğlu arasında kura çekmesini istedi. Kura en küçük oğlu olan Abdullah'a isabet etti. Abdulmuttalib, çocukları içinde en çok Abdullah'ı severdi. Buna rağmen Abdullah'ın elinden tutup bıçağı alarak Kureyş kurbanlarının sunulduğu İsaf ve Naile putlarının önüne geldi.




Diğer çocukları ve Kureyş'in ileri gelenleri Abdulmuttalib'e engel oldular: «Buna bir çare bulunur, şimdilik onu kesme» dediler ve akıl danışmak üzere tanınmış bir kahin kadına gitmesini tavsiye ettiler. Abdulmuttalib o kahin kadına gitti. Kadın, Abdulmuttalib'e Abdullah'la bir kişinin diyeti (kan bedeli) olan on deve arasında kura çekilmesini, kura develere çıkarsa bunun Abdullah'ın diyeti olacağını, şayet Abdullah'a çıkarsa, putları razı edinceye kadar develerin sayısının onar onar artırılmasını söyledi. Abdulmuttalib, kahin kadının tavsiyesine uyarak Abdullah'la develer arasında kura çekmeye başladı.


İlk kuralar hep Abdullah'a çıkıyor, Abdulmuttalib de develerin sayısını onar onar artırıyordu. Nihayet sayı yüze ulaşınca kura develere çıktı. Abdulmuttalib, yüz deveyi kurban edip etlerini insanlar, hayvanlar ve kuşların yemesi için orada bıraktı.



Böylece Abdullah kurban edilmekten kurtuldu. Bu hadise Abdullah'a büyük şöhret kazandırdı. Daha sonra babası Abdullah'ı Amine binti Vehb ile evlendirdi. Bu evlilikten kısa süre sonra bir ticaret kervanı ile Şam'a gitti. Ancak, çok sevdiği eşinin yanına dönemedi. Yolda vefat etti. bu kısa beraberlikten Amine, insanlık tarihinin en yüce şahsiyeti olan bir bebeğe hamile kalmıştır. Sanki Abdullah, kurban olmaktan bu gaye için kurtulmuştu. Bu yavrunun dünyaya gelmesi için Amine ile evlenmek. Gerçekten de Abdullah, bu müstesna görevi yerine getirdikten biraz sonra ölmüştür.




Amine  Binti Vehb :


Abdullah görevini tamamlayıp ahirete göçmüş, fakat Amine'nin görevi henüz bitmemişti. Kendi bünyesine intikal eden yavruyu karnında taşımak, dünyaya getirmek, ona annelik etmek, büyütmek Amine'nin birkaç sene daha sürecek hayatının gayesi gibi görünür.


İşin psikolojik yönüne bakıldığında, Amine'nin genç ve şöhret sahibi Abdullah'la evlenmekten büyük mutluluk duyduğu, çok kısa süren bu beraberliğin kocasının ölümüyle sona ermesinden ise eleme garkolduğu düşünülebilir. Fakat tarih bize, onun hüzünle sükûneti, kederle rızayı bir arada yaşadığını bildiriyor. Teselliyi önce karnında taşıdığı çocukta, sonra da onun dünyaya gelmesinde bulan Amine altı yıl küçük Muhammed'e annelik şefkatini, sevgisini verir. Ve Muhammed altı yaşında iken sevgili annesi de Mekke ile Medine arasında «Ebva» denilen yerde fani dünyadan göçer.



Allah'ın, Muhammed'i ileride cihanşümul bir aileye reis olması için, ailesinden koparıp terbiyesini bizzat üzerine almak istemiş olduğu düşünülebilir. Kur'an-ı Kerim bunu: «0, bir yetim olduğunu bilip, seni barındırmadı mı?» şeklinde ifade eder. Hz. Peygamber de: «Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti» diye buyurarak aynı gerçeği dile getirir.



 





 


Hz. Muhammed'in Doğumu., Çocukluğu Gençliği ve Evliliği :



 

Hz. Muhammed, Abdullah'la Amine'nin kısa beraberliklerinin kutlu  bir meyvesidir. 20 Nisan 571'de Rebiulevvel ayının 12'sinde Mekke' de, Kabe yakınlarında bir evde dünyaya geldi. Doğduğu yerde bugün bir kütüphane bulunmaktadır. Bugün hacılardan bir çoğu Rasülullah'ın doğumuna şahit olan bu yeri ziyaret ederler.


Hz. Muhammed babasını görmedi. Annesi de küçük yaşta vefat ettiği için dedesi Abdulmuttalib'in himayesinde büyüdü. Süt annesinin yanında süt kardeşi Şeyma. ile birlikte koyun otlattı. Süt annesi Sa'd kabilesinden Halime'dir. Sekiz yaşında iken dedesini de kaybeden Hz. Muhammed'in bakım ve himayesini amcası Ebu Talib üzerine aldı. Ebu Talib ticaretle uğraşırdı. Hz. Peygamber, daha küçük yaşta ticaret işlerinde amcasına yardım etti. Bir seferinde de onunla beraber Şam'a kadar gitti.



Ebu Talib, Abdullah'ın öz kardeşi idi. Bu sebeple Hz. Peygamber'i amcaları içerisinde en çok seven ve O'na en iyi şekilde bakıp himaye eden de o oldu.



Hz. Muhammed, on dört yaşında iken ( 585) Dördüncü Ficar savaşı oldu. Bu savaş, Kureyş kabilesi ile Hevazin kabileleri arasında cereyan etti. Hz. Muhammed bu savaşta bizzat bulundu. Nitekim: «Ficar savaşında amcalarıma ok yapıp verdim. O zaman on dört yaşındaydım» şeklindeki sözleri rivayet edilmiştir. Bu savaş, haram aylar diye kabul edilen Muharrem, Receb, Zilkade, Zilhicce aylarında vuku bulduğu için, «Ficar (mukaddesata tecavüz)» savaşı denilmiştir. Ficar savaşı, Kinane, Hevazin ve Kureyş kabileleri arasında beş defa meydana gelmiştir.


Hz. Muhammed'in Peygamber olmadan önce yapmış olduğu en önemli işlerden birisi de Hatice binti Huveylid'in kervanı ile ticaret yapmasıdır. Hz. Muhammed, Hatice'nin kölesi Meysere ile Şam'a gider, çok kar elde ederdi. Bu ticari münasebetler sırasında birbirini daha yakından tanıyan Hz. Muhammed ile Hatice arasında hissi bir bağ kuruldu. Bu bağ iki yüce insanı evlilikle birleştirdi.


Evlilik sırasında Hz. Muhammed'in yirmi beş, Hz. Hatice'nin ise kırk yaşında olduğu bilinir. Hatice, dul bir kadındı. Daha önce iki defa evlilik yapmıştı. Hz. Hatice'nin yaşı üzerinde kaynaklarda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu farklılık, hepsi de güvenilirliği ile tanınmış tarihçiler arasındaki ihtilattan doğmaktadır. İki ayrı görüşü kısaca vermekte yarar görüyoruz:


Taberi dahil bir çok tarihçi, Hz. Hatice'nin, Hz. Peygamber'le evlendiği zaman kırk yaşında olduğu görüşündedirler. Muhammed Hüseyin Heykel, Aişe Abdurrahman vb. gibi çağdaş araştırıcıların bir çoğu, bu rivayeti kabul ederler. Bunlar görüşlerini şöyle açıklıyorlar: Hz. Hatice, Hz. Peygamber'le evlenmeden önce iki defa evlenmiş ve bu evliliklerinden çocuklar dünyaya getirmiştir. ikinci evliliğinden sonra Hz. Peygamber'le izdivacına kadar da bir süre geçmiştir. Bu süre içinde kendisine Kureyş eşrafından evlilik teklifleri olmuş, ancak onları geri çevirmiştir. Bu arada ticarete başlamıştır. Nitekim Hz. Peygamber de onunla ortak ticaret yapmıştır. Hz. Hatice'nin Hz. Peygamber'le yakınlığı bu sırada teessüs etmiş, dürüstlüğüne, hassasiyet ve ahlakına hayran olduğu Hz. Muhammed'le evlenme kararına varmıştır. Bir bakıma aradığı vasıflar onun şahsında bulunuyordu. Bütün bu gelişmeler onun kırk yaşında olduğunu ortaya koyar.




Burada şöyle bir soru akla gelmektedir. Hz. Hatice hicretten üç sene önce altmış beş yaşında iken vefat etti. O zaman Rasülullah elli yaşında idi. Hz. Peygamber'in İbrahim dışındaki bütün çocukları Hz. Hatice'dendir. Hz. Hatice'nin bu yaşlılık döneminde doğum yapması mümkün müdür?



Tarihçiler bu soruyu şöyle cevaplandırır: «Bazı kadınlar değil kırk, elli yaşından sonra bile doğum yapabilir. Bu, kadının sosyal seviyesine bağlıdır. Hz. Hatice, müreffeh bir hayat yaşadığından bedenen yıpranmamıştır. Dolayısıyla, kırkından sonra doğum yapması gayet  normaldir.»



Bununla birlikte İbn Kesir'de de yer alan başka rivayetler vardır. Buna göre, Hz. Hatice, Peygamber Efendimiz'le evlendiği zaman yirmi beş veya yirmi sekiz yaşında idi. Abbas Mahmud el-Akkad, bu görüşü kabul eder. Akkad'a göre, Arap yarımadası gibi sıcak memleketlerde kadınların gelişmesi ve ihtiyarlaması çok erken olur. Öyle ki bir kadın kırkından sonra evlenmek istemez. Hz. Hatice gibi refah içerisinde yaşayan bazı kadınlar müstesna olsa bile bu genel bir hükümdür.




Hz. Hatice'nin yaşı konusundaki rivayetler bunlardır. Her rivayetin kuvvetli ve zayıf tarafları vardır. Ancak bunları daha fazla tartışmakta bir yarar görmüyoruz.


Şahsiyeti :


Biz yine, Rasülullah'ın hayatından bahsetmeye dönelim. Hz. Muhammed, hayatının bütün safhalarında güzel ahlak sahibi idi. ·İçki, kumar, eğlence meclisleri gibi o dönem Arap gençlerinin düşkün olduğu alışkanlıklardan uzak dururdu. Herkes, onun şahsiyetine saygı duyardı. Bu mümtaz özelliklerinden dolayı O'na «güvenilir anlamına gelen «el-Emin» unvanı verilmişti. Siyer kitapları, Hz. Peygamber'e duyulan bu itimadı anlatmak üzere bir olayı naklederler:



Rasulullah otuz beş yaşlarındaydı. Kureyş, Kabe'yi tamir ediyordu. Zaman zaman Hz. Muhammed de çalışıyor, onlarla birlikte taş taşıyordu. Kabe'nin yapımı bitip sıra Hacerü'l-Esved'i yerine koymaya gelince kabileler arasında tartışma çıktı. Taşı yerine koyma şerefi kime ait olacaktı? Tartışma büyüdü, nerede ise aileler birbirine girecekti. Sonra birisi bir teklifte bulundu: Kabe'ye Şeybe kapısından ilk gelen hakem olacak ve o ne derse herkes onu kabul edecekti. İlk gelen Hz. Muhammed oldu. Bütün kabileler buna sevindiler: «Muhammed emin bir kimsedir, O'nun hakemliğine razıyız» dediler. Durumu kendisine arzederek hakemliğini istediler. Hz. Muhammed, kabul etti. Harmanisini yere yaydı, Hacerü'l-Esved'i üzerine koydu ve: “Her aileden birer kişi harmaninin birer ucundan tutsun” dedi. Hep beraber taşı kaldırıp konulacağı yere getirdiler. Hz. Muhammed de taşı bizzat kendi eliyle alıp yerine yerleştirdi. Böylece Hz. Muhammed'in güven verici kişiliği bir kere daha sulh vesilesi oluyordu.



Hz. Muhammed, inanç noktasında da Kureyş'ten farklıydı. Tarihçiler, Hz. Muhammed'in hiç bir zaman puta tapmadığı görüşünde birleşirler. Putlardan da, Kureyş'in dini inançlarından da nefret ederdi. Yalnızlığı severdi. Zaman zaman uzlete çekilir, kainat ve onun yaratıcısını tefekküre dalardı. Bu amaçla senenin bir ayını Mekke yakınlarındaki Hira mağarasında geçirirdi. İbadetlerini Hz. İbrahim dini üzre yapıyordu. O sırada Mekke'de Kuss b. saide, Eksem b. Sayfi ve Umeyye b. Ebi's-Salt gibi bazı kişiler vardı ki, onlar da putlara tapmayıp Hz. İbrahim'in dinine inanıyorlardı. Bunlara «Hanif» deniyordu.


İslam'dan önce Hz. Muhammed sadece kendisi puta tapmamakla kalmamış, mümkün olduğu kadar başkalarını da puta tapmaktan alıkoymaya gayret etmiştir. Bu konuda Zeyd b. Harise şunları söyler:


«Bir defasında Hz. Muhammed'le Kabe'yi tavaf etmeye gitmiştik. Orada iki put vardı. Kureyşliler onlara dokunarak saygılarını belirtmiş olurlardı. Hz. Muhammed Kabe'yi tavaf etti, fakat putların yanına gitmedi. Ben diğerlerinin yaptığı gibi putlara dokundum. Hz. Muhammed bana: «Ey Zeyd! Onları mesh etme» dedi. Hz. Muhammed'in bu sözüne şaşırdım. O'nun bu konudaki tutumunu iyice öğrenmek için putlara bir defa daha dokunmaya karar verdim ve onları elimle mesh ettim. Bunun üzerine Hz. Muhammed bana kızıp: «Daha bırakmadın mı?» dedi. Ben de: «Şimdi bıraktım» dedim.»



Hz. Muhammed'in putlardan ve çirkin Cahiliye adetlerinden uzak kalışı, O'nu Allah'ın elçiliğini üstlenmeye hazırlaması için olmalıydı.




Prof. Dr. Hakkı Dursun YILDIZ’ın BÜYÜK  İSLAM TARİHİ adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak