Fırtınanın Savurduğu Bir Halkın Mücadelesi
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN KURULUŞU (1783)
AMERİKA'DA KOLONİLERİN KURULMASI
Amerika kıtası, Kristof Kolomb'un 1492 yılında yeni kıtaya ayak basmasından bir süre sonra Avrupa sömürgeciliğinin yoğun hücumuna maruz kaldı. Amerika'ya ilk ayak basanlar İspanyollar olduğu için, kıtanın ilk ve önemli sömürgelerini elde etmede kazançlı çıkan da İspanya devleti oldu. Genç kıtada sömürge arayışı kervanına 1500'de Portekizler, 1534'te Fransızlar, 1603'te de İngilizler katıldılar.
Amerika'ya yerleşim amacıyla ilk gelen göçmenler ise tamamı erkeklerden oluşan küçük bir İngiliz kolonisi oldu. İngiliz göçmenler, öncelikle Jamestown adasına yerleşerek orada bir kasaba kurmayı başardılar. Daha sonra İngiltere’den 90 genç kız taşıyan bir gemi daha geldi. Bunlar, nakliye masraflarına karşılık gemi sahiplerine 120 libre tütün vermeye razı olan göçmenlere eş olarak verildi. Aynı şekilde gemilere doldurularak getirilen zenciler de göçmenlere köle olarak satıldı.
Böylece Amerika'daki ilk sömürge dönemi, 1608 yılında İngiltere’den gelen yaklaşık 100 kişilik bir grubun Virginia bölgesine yerleşmesiyle başladı. Daha sonraları Avrupa'daki birçok ülke bu göç hareketine katılmış ve artan göç hareketleri neticesinde Amerika'da «koloni» adı verilen yerleşim birimleri oluşmuştur. Zamanla kıtada önemli bir ekonomi oluştuğunu gören Avrupa ülkeleri bu koloniler için paylaşım savaşına giriştiler. Bu mücadelelerden en karlı çıkan ülke yine İngiltere oldu. Sonuçta Amerika'daki tüm koloniler İngiltere'nin büyük bir sömürgesi haline geldi.
İngiltere zamanla koloniler üzerindeki hakimiyetini genişletti ve desteklediği göç hareketleri ile kıtadaki ağırlığını daha da artırdı. Amerika topraklarına ilk yerleşenler arasındaki en kalabalık grubu İngilizler oluşturmuştu. Kolonilerde devrimi savunan kesimin önde gelenlerinden biri olan Thomas Paine, İngiliz asıllı olmasına rağmen 1776'da şöyle yazmıştı:
"Amerikalıların anayurdu Avrupa’dır; İngiltere değil."
Bu sözler sadece Büyük Britanya'dan gelen grupları değil; İspanya, Portekiz, Fransa, Hollanda, Almanya ve İsveç göçmenlerini de tanımlıyordu. Bununla birlikte 1780 yılında her dört Amerikalıdan üçü ya İngiliz idi ya da İrlanda kökenliydi. Amerika kıtasında tarih boyunca İngiliz dili ve kültürünün hakimiyetini sağlamış olan da buydu. ABD, Kanada ile beraber batı medeniyetin kıtadaki uzantısıdır. Avrupa ile temel ortak noktası; iktisadi ve sosyal sistem olarak serbest teşebbüs ve piyasa ekonomisini, siyasi rejim olarak da demokrasiyi kabul etmiş olmasıdır.
ABD'yi kuran göçmenler, Avrupa'daki dini ve siyasi baskılardan ve iktisadi zorluklardan kaçarak geliyorlardı. Böylece içlerinde Avrupa'ya karşı derin bir kırgınlık ve husumet taşıyorlardı. İnanç ve yoksulluk fırtınasının savurup okyanus dalgalarına karıştırdığı acılı bir kuşak olarak yeni kıtaya iltica etmişlerdi. Göçmenlerin sadece maceraperest serseriler olmadığı muhakkaktır. Amerika onlar için özgürlük ve fırsatlar beldesiydi. Bu beldede hem din ve mezheplerine göre özgürce yaşayabilir hem de hakkıyla çalışarak zenginleşebilirlerdi.
Bu sebepledir ki, Amerika Birleşik Devletleri; mücadeleci ve diri bir toplumun, başta din ve vicdan hürriyeti olmak üzere, inanç, düşünce ve teşebbüs hürriyeti gibi temel hakları esas alarak kurduğu bir devlettir.
Çok geçmeden Amerikalı yeni bir kuşak doğmaya başladı. Amerikan kolonileri, kapılarını yeni göçmenlere de açık tutarak zamanla daha da kalabalıklaştı. Nitekim Kuzey Amerika'ya göç edenler; kalıcı olarak yerleşmek düşüncesiyle, ailelerini de yanlarında getirmişlerdi.
Kıtaya göçü cazip hale getiren sebepler şunlardı:
Uygun fiyata elde edilebilen arazi bolluğu, yiyeceklerin bol ve ucuz olması, işçi ücretlerinin aileleri rahat ettirecek düzeyde yüksek olması, insanların istedikleri din ve mezhebe uyma konusunda son derece özgür olmaları...
Gerçekten de Kuzey Amerika'ya göç edenler, kıtanın güneydeki parçasına gelenler gibi altın ve elmas bularak zengin olup ülkelerine dönmek hırsıyla değil; Avrupa'da yaşadıkları dini baskılardan, işsizlik ve yoksulluktan kurtulmak, kendilerine özgürce yaşayacakları yepyeni bir ortam oluşturmak amacıyla göç etmişlerdi.
Halil İNALCIK, ilk koloniler için şöyle demektedir:
"İngiltere'de 1730- 1760 döneminde din meselesindeki tartışma konuları Katoliklik, Protestanlık, Anabaptizm ve Püritanizm idi:'
İngiliz devleti Püritenleri kanun dışı sayıyordu. Püritenler ağır baskılara maruz kalıyor, takibata uğruyor, yakalananlar cezalandırılıyordu. Bu nedenle Püritenler önce Hollanda'ya kaçtılar. Hollanda'da tutunamayınca bu kez kendi hayatlarını ve dini inançlarını yaşamak için uzak bir memleket olan Amerika’yı seçtiler. Püritenlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde tekstil sektörünün çökmesi, üst üste bereketsiz mahsul alınmasından doğan açlık tehdidi, hastalıkların patlak vermesi, suç oranının artışı ve yüksek vergiler; göçü tetikleyen ve halkın İngiliz Kralı'na olan öfkesini artıran temel sebeplerdi.
Püritenler bu şartlar altında özgürce ibadet edebilecekleri ve işlerini kurabilecekleri yeni bir toprak hayal ediyorlardı. Nitekim 1641 yılında 14 bin Püriten ilk defa Massachusetts'e, Amerika'nın kuzey kısmına, sonra güneye koloni halinde yerleştiler. İşte ilk Amerikan kolonisi böyle doğdu. Bu olay; «Büyük Göç» olarak bilinmektedir. Amerika'nın nüfusu 1760 yılında sadece 13 kolonide yaklaşık 1 milyon 600 bin kişi idi. 1790da 4 milyon, 1840'da 17 milyon oldu. Politik zulümlerden kaçan, dini ve iktisadi hürriyet isteyen birçok insan Avrupa'dan okyanusu aşıp Amerika'ya geliyordu. İrlandalıların göç sebebi ise kıtlıktı.
Bu insanların Amerikayı adanmış bir toprak görmelerinin görünür sebeplerinden biri, ·bu toprakların nisbeten boş ve kimseye ait olmamasıydı. Göçmenlerin oluşturduğu seyyar sınır, her yıl batıya doğru ilerliyordu. Böylelikle göçü göze alanlar en uç noktaya giderek kendi öz varlıklarının efendisi oluyordu. Virginia'ya gelenler, genellikle beş parasız maceraperest altın avcılarıydı. Esnaf ve çiftçiler ise onlardan sonra gelerek bölgeyi daha da şenlendirmişlerdi. İngiliz göçmenler, yerleştikleri Jamestown kasabasında toprakla çok fazla ilgilenmediler ve daha rahat bir hayat için altın ve gümüş gibi değerli maden avına yöneldiler.
Anavatandaki yönetim şekli, sömürgelerde de uygulanıyordu. Mesela; İngilteredeki Kral'a, Lordlar ve Avam Kamarası'na karşılık; kolonilerde Vali, Konsey ve Temsilciler Meclis'i bulunuyordu. Kral'ın tayin ettiği vali ile koloninin yasama meclisi arasında genellikle vergi konusunda tartışmalar yaşanıyordu. Kolonilerin hürriyet ve haklarla ilgili mahalli anayasaları vardı. Bazı koloniler; ticaret şirketleri ve büyük toprak sahipleri tarafından, bazıları da dini sebeplerle göç edenler tarafından kurulmuştu. İngilizlerin kolonilerdeki iskan ve yönetim şekli farklıydı. Kral, istediği birini vali olarak tayin eder, vali de «Kral adına» toprakları idare ederdi. Kral, özel şahıslara veya şirketlere bir miktar arazi tahsis edebilirdi. Göçmenler; anavatanın himayesinde, bir siyasi oluşuma gidebilir, kendilerini yönetebilirdi.
KOLONİLERDE ARTAN HUZURSUZLUKLAR
İngiliz yönetiminin, kolonilerin ithal ettiği şekere vergi koyması ve bazı resmi evrakta zorunlu damga vergisi uygulaması gibi girişimler; İngiltere ile koloni yönetimleri arasında ciddi bir problemin çıkmasına yol açtı. 13 koloni temsilcisinin görüşleri alınmadan merkezi yönetimin tek taraflı kararlar alması, halkta büyük tepkilere sebep oldu. Daha önce koloniler, merkezi yönetimden kopmak ve bağımsızlık yolunda adım atmak gibi bir girişimde bulunmamışlardı. Ancak uzun yıllar içerisinde kolonilerde birçok yönetim birimi ve ciddi bir özyönetim tecrübesi oluşmuştu. Kıtaya ilk göçlerin yapıldığı tarihten 1763 yılına kadar, İngiltere'ye karşı isyana dönüşen herhangi bir ciddi ayrılık hareketi görülmemişti.
1763 tarihli «Kraliyet Bildirisi», yeni toprakların yerleşime açılmasına önemli kısıtlamalar getirdi. 1764 yılında çıkarılan «Şeker Kanunu» ile kahve, ipek ve şarap gibi lüks ürünler vergilendirildi ve rom ithalatı yasaklandı. 1764 yılındaki «Döviz Kanunu»yla sömürgelerde kağıt para basılması yasak kapsamına alındı. 1765 yılında çıkarılan «Konaklama Kanunu» ile kolonilerde yaşayan halka, kraliyet ordularına yiyecek ve konaklama sağlama yükümlülüğü getirildi. Son olarak 1765 yılındaki «Pul Kanunu» ile bütün resmi belgeler, gazeteler, ruhsatlar ve kontratlar için pul alımı zorunlu hale getirildi.
İngiltere meclisinin tek taraflı olarak benimsediği bu vergi kararları kitle çapında tepkilere yol açtı. Öfkeli göstericiler; koloni yöneticilerine İngiltere'den ithalat yapmama çağrısında bulundular. Protestoların artması üzerine Londra, vergi kararlarını geri aldı. Ancak ok yaydan çıkmış ve Amerikalı politikacılarca yürütülen; «kendilerinin temsil edilmediği bir yasama organının vergi uygulaması yapamayacağı düşüncesi» halka kuvvetle benimsetilmişti. Masum gösteriler yavaş yavaş siyasi ayrılık hareketine dönüşmeye başladı.
Giderek artan gösteri ve boykotlara İngiliz hükumetinin tepkisi sert ve kanlı oldu. Amerika tarihine «Boston Katliamı» olarak geçen 1770 olaylarında; birçok gösterici, İngiliz askerleri tarafından öldürüldü. Bu kanlı olay; Amerika Birleşik Devletleri'nin bağımsızlığına doğru giden süreçte, çok önemli bir referans noktası kabul edilmiştir. Olayların çığırından çıkma eğilimi göstermesi üzerine, İngiliz hükumeti bir kez daha geri adım atarak vergiler konusunda karar değişikliğine gitti. İsyanın diğer kolonilere yayılması üzerine III. George şunları söylüyordu:
"Ya onların hakkından gelmeliyiz ya da tamamen kendi hallerine bırakmalıyız:'
Her şeye rağmen İngiltere ile koloniler arasında vergi konusunda çekişmeler devam ediyordu. Nitekim Amerikalılar sadece çaya uygulanması kararlaştırılan vergiyi de kabul etmediler. Amerikalıların İngiltere'den sömürgelere çay getiren üç İngiliz gemisine saldırıp çayları denize atmaları üzerine, İngiltere bu çayların bedellerinin ödenmesini istedi ve Boston limanını abluka altına aldı.
İngiltere hükümeti; ayrılıkçılara karşı, geri adım atmama ve merkezi yönetimin gücünü pekiştirme adına yeni kanunlar çıkardı. Kanada'nın geleceği için önemli bir yasa olan «Quebec Kanunu», Amerikalıların ayrılıkçı eğilimlerini daha da körükledi. Kanada sınırlarının güneye kadar inmesini batıya yayılma arzusu önünde engel gören Amerikalılar, 1774 Eylül'ünde Philadelphia'da bir kongre toplamayı başardılar. Bu tarihi kongrede koloni temsilcileri; İngiltere Krallığı ile ticari ilişkilerin askıya alınmasını, «Quebec Kanunu» dahil kolonilere vergileri düzenleyen yasaların yürürlükten kaldırılmasını kararlaştırdı.
Bu gelişmeler üzerine iş iyice karıştı ve İngiltere ile bağımsızlık yanlıları arasında ilk silahlı çatışmalar başladı. Artık «Bağımsız Amerika» ve «Amerika Amerikalılarındır» düşüncesi hızla yayılmaktaydı.
Nisan 1775'te bağımsızlık yanlıları, Massachusetts eyaletine bağlı Lexington'da yerleşimcilerin topladığı silahlara el koymaya çalışan İngiliz müfrezesine ateş açtı. Çıkan çatışmalar tam bağımsızlık sürecini daha da hızlandırdı.
Koloni liderleri, 1776 yılında; Thomas Jefferson'un kaleme aldığı bağımsızlık bildirgesini yayımladı.
AMERİKAN BAĞIMSIZLIK BİLDİRGESİ (1776)
4 Temmuz 1776 tarihli kongrede, “13 Amerika Birleşik Devletleri”nin oybirliğiyle kabul ettiği bildirge şöyledir:
İnsanı ilgilendiren olayların akışı içinde, bir halkın kendini bir başka halka bağlayan siyasi bağları koparmak ve tabiat kanunlarının ve Tanrı'nın ona dünya güçleri arasında bağışladığı ayrı ve eşit yeri almak gereğini duyduğu zaman; insanlığın fikirlerine duyduğu yerinde saygı, o halkı bu ayrılmaya zorlayan sebepleri açıklamakla yükümlü kılar.
Tüm insanların eşit yaratıldığını, Yaratanları tarafından kendilerine devredilemez hakların verildiğini ve; «Hayat, Özgürlük ve Mutluluğa Erişme» haklarının bulunduğu gerçeklerinin apaçık ortada olduğunu kabul ediyoruz. Bu hakları güvence altına almak amacıyla; insanlar arasında adil güçlerini, yönetilenlerin onayından alan yönetimler kurulur. Herhangi bir yönetim biçimi, bu hedefler için zararlı olmaya başladığında; bu yönetimi değiştirmek ya da feshetmek ve güvenliklerini ve mutluluklarını etkilemesi kendilerine en muhtemel görünen bir şekilde güçlerini düzenleyerek ve yönetimin temelini o tür ilkelere dayandırarak yeni bir yönetim kurmak halkın hakkıdır. Aslında akl-ı selim, uzun bir geçmişi olan yönetimlerin sudan ve geçici sebeplerle değiştirilmemesini buyurur; bu sebeple, insanların durumlarını düzeltmek amacıyla alışılagelen yönetim biçimlerini değiştirmek yerine, kötülüklere katlanmaya daha meyilli oldukları tecrübeyle sabittir. Ancak sürekli aynı amacın peşinde uzun bir yolsuzluklar ve zorbalıklar silsilesi, halkı mutlak bir despotizme sürüklemek niyetini açığa vurursa; o zaman böyle bir yönetimi yıkmak ve gelecekteki güvenlikleri için yeni koruyucular seçmek, o halkın hakkı ve görevidir. İşte bu kolonilerin sabırla katlandıkları durum budur ve yine bu durum, şu an onları eski yönetim biçimini değiştirmekten alıkoyan gerekliliktir. Büyük Britanya'nın şu anki Kralı'nın dönemi, hepsi bu devletler üzerinde «mutlak bir zorbalık» kurma amacıyla tekrarlanan zararların ve yağmaların dönemi olmuştur. Bunu ispatlayabilmek için gerçeklerin dürüst dünyaya sunulması gerekmektedir:
Britanya Kralı, kamu refahı için en sağlıklı ve gerekli olan kanunlara onay vermeyi reddetmiştir.
Onayı alınana kadar; yürütmeleri askıya alınmadığı sürece, valilerinin acil ve büyük öneme sahip kanunları çıkarmalarını yasaklamıştır ve kanunlar askıda kaldığında ise kanunlarla ilgilenmeyi tamamen göz ardı etmiştir.
Kendileri için paha biçilemez ve sadece zorbalar için korkunç olan yasama gücünde temsil haklarından vazgeçmedikleri sürece, geniş halk kitlelerinin barınmalarına ilişkin pek çok kanunu çıkarmayı reddetmiştir.
Yasamayla kurumlarını, kendi fikirleriyle uzlaşmalarını sağlayana kadar tüketme amacıyla; devlet arşivinin bulunduğu yerden uzak, alışılmadık ve uygunsuz yerlerde toplantıya çağırmıştır. İnsanların haklarına yaptığı saldırılara mert ve sert bir şekilde karşı durdukları için Temsilciler Meclisi'ni devamlı olarak dağıtmıştır.
Söz konusu dağıtmaların ardından uzun bir zaman yeni temsilcilerin seçilmesini reddetmiştir. Bu yüzden devlet; dışarıdan gelebilecek bir saldırının ya da içerdeki sarsıntıların bütün tehlikelerine karşı savunmasız durumdayken, yok etme gücü bulunmayan yasama gücü halka dönmüştür.
Bu devletlerin nüfuzlarını engellemek için çabalamış ve bu amaçla; «Yabancıların Vatandaşlığa Kabul Kanunu»nu engellemiş, göçleri teşvik etmek üzere hazırlanan yasaları geçirmeyi reddetmiş ve yeni «Arazi Tahsisi» şartları oluşturmuştur.
Yargı gücü kurmak üzere hazırlanan kanunlara onay vermeyi reddederek, yargı idaresini engellemiştir.
Hakimlerin görev sürelerini, maaşlarının miktarını ve ödeme biçimini sadece kendi iradesine bağlı hale getirmiştir.
«Halkımıza saldırsınlar ve halkı tüketsinler» diye sayısız yeni makam oluşturmuş ve buralara büyük memur kitleleri yollamıştır.
Mevzuatımızın onayı olmadan, barış zamanında aramızda daimi ordu bulundurmuştur.
Askeriyeyi, sivil güçten bağımsız ve üstün hale getirmeye çalışmıştır.
Bizi; anayasamıza yabancı ve kanunlarımız tarafından tanınmayan bir yargı biçimine bağlı hale getirmek için, başkalarıyla işbirliği yapmış ve aşağıdaki sebeplerden dolayı sahte mevzuatların kanunlarına onay vermiştir:
Silahlı birlikleri aramızda konuşlandırmak,
Bu devletleri; halklarına karşı işleyecekleri muhtemel cinayetler için, sözde yargılamalarla bir mahkeme ile cezadan korumak,
Dünyanın her yeriyle yaptığımız ticareti kesmek,
Rızamız olmadan bize vergi yüklemek,
Birçok durumda jürili bir mahkemenin yararlarından bizi mahrum bırakmak,
Bizi işlemediğimiz suçlar yüzünden yargılanmak üzere denizaşırı yerlere götürmek,
Sınır komşumuz bir idari bölgede; özgür İngiliz hukuk sistemini kaldırmak, keyfi bir yönetim kurmak ve aynı mutlak hakimiyeti bu kolonilere tanıtmak üzere bu yönetimi bir örnek ve uygun bir araç haline getirmek için bu yönetimin sınırlarını genişletmek,
Ayrıcalıklarımızı elimizden almak, en değerli kanunlarımızı yürürlükten kaldırmak ve yönetim biçimimizi kökünden değiştirmek,
Yasama kurumumuzu askıya almak ve her türlü durumda bizim için yasa koyma gücünü elinde bulundurduğunu ilan etmek. ..
Kendi himayesi altında olmadığımızı ilan ederek ve bize karşı savaş açmak suretiyle yönetimden çekilmiştir.
Denizlerimizi talan etmiş, kıyılarımıza harap etmiş, kentlerimizi yakıp yıkmış ve halkımızın hayatını mahvetmiştir.
Bu sırada, barbarlık zamanlarında yapılanlardan bile daha beter ve medeni bir milletin liderine yakışmayan; gaddarlık ve zalimlik şartları altında zaten başlamış olan; ölüm, yalnızlık ve zorbalık çalışmalarını tamamlamak üzere, üzerimize yabancı paralı askerlerden kurulu büyük ordular sevk etmiştir.
Açık denizlerde esir tutulan kendi vatandaşlarımızın hepsi; kendi ülkelerine silah doğrultmaları, kendi arkadaşlarının ve kardeşlerinin katili olmaları veya kendi elleriyle kendilerini öldürmeleri için zorlanmıştır.
İç isyanları kışkırtmış ve sınır bölgelerinde oturan, bilinen savaş yöntemleri; yaş, cinsiyet ya da hal gözetmeksizin herkesi yok etmek olan acımasız Kızılderili vahşileri geliştirmeye çalışmıştır.
Bu baskıların her döneminde düzeltme yapılmasını en mütevazı şekilde talep ettik. Durmadan yinelediğimiz ricalarımızın karşılığı, durmadan uğradığımız kayıplar oldu. Karakteri her şekilde bir zorbayı tanımlayan fiillerle kendini gösteren bir prens, özgür halkın hükümdarı olmak için uygun değildir.
Britanyalı kardeşlerimizden de bir şey istemiyoruz. Mevzuatlarının üzerimizde izin verilemez bir yargı gücü kurma girişimleri konusunda, onları zaman zaman uyardık. Buraya hangi şartlar altında göç edip yerleştiğimizi onlara hatırlattık. Tabii adalet ve yüce gönüllerine seslendik; akrabalık bağlarımıza dayanarak, kaçınılmaz olarak bağlantımızı ve haberleşmemizi kesecek bu yağmaları reddetmelerini rica ettik. Fakat onlar da adaletin ve kan bağımızın feryatlarına kulaklarını tıkadılar. Bu yüzden; sırf gereklilikten ayrılığımızı ilan etmek ve bütün insanlığı gördüğümüz gibi onları da savaşta düşman, barışta dost olarak gördüğümüzü bildirmek zorundayız.
Bu yüzden, bu genel kongrede toplanan, Amerika Birleşik Devletleri'nin temsilcileri olarak, dürüst niyetlerimizle, dünyanın yüce hakimine başvurarak, bu kolonilerin iyi insanları adına onların verdiği yetkiyle «Birleşik Koloniler» in özgür ve bağımsız devletler olduklarını; Britanya Krallığı'na karşı her türlü bağımlılıklarının sona erdiğini; bu kolonilerle Büyük Britanya Devleti arasındaki her türlü siyasi ilişkinin sona erdirildiğini ve sona erdirilmesi gerektiğini; özgür ve bağımsız devletler olarak savaş açmak, barış ilan etmek, ittifaklar kurmak, ticareti düzenlemek ve diğer tüm bağımsız devletlerin gerçekleştirme hakkına sahip oldukları bütün fiilleri gerçekleştirebileceklerini ve sayılanların hepsini yapmaya hakları olduğunu resmi bir şekilde ilan eder ve yayımlarız. İlahi takdirin korumasına dayanarak işbu bildirgenin korunması için karşılıklı olarak hayatımız, servetimiz ve mukaddes onurumuz adına ant içeriz.
İngiliz hükumetinin geçmiş yanlış uygulamalarının sayılıp döküldüğü ve kesin bir dille ayrılık gerekçelerinin ortaya konduğu bu deklarasyondan sonra artık savaş kaçınılmaz hale geldi.
Nihayet 1781 yılında bir İngiliz ordusu, koloni ordusu tarafından Yorktown'da karada sıkıştırıldı. Fransız donanmasının deniz tarafından da abluka altına aldığı İngiliz kuvvetleri iyice zor duruma düştü ve teslim olmak zorunda kaldı. Böylece George Washington önderliğinde örgütlenen koloni güçlerinin yürüttüğü bağımsızlık mücadelesi kesin bir zaferle noktalandı.
İngiltere'nin savaşı kaybetme sebepleri arasında; Amerikanın Krallığa coğrafi olarak uzaklığı, Amerikalı generallerin olağanüstü becerileri, Fransa ve İspanyanın özellikle deniz yoluyla isyancılara askeri yardımda bulunması gibi hususlar başta gelmektedir. Paris'te devam eden bağımsızlık müzakereleri, 1783 yılında Versay Antlaşması'yla noktalandı. Bu antlaşmaya göre; İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri'nin bağımsızlığını tanıdı ve bu yeni devletin topraklarının Mississippi'ye kadar yayılmasını kabul etti.
Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluşu, 18. yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen en önemli iki siyasi olaydan biridir. Bu hadise, ikinci büyük siyasi oluşum olan Fransız İnkılabı'nı da tetiklemiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluşu; gücünün zirvesinde bulunan ve topraklarında güneş batmayan imparatorluk unvanıyla anılan İngiltere Krallığı'nın dağılmasına ve yerini, genç ve muktedir bir siyasi güç olarak ortaya çıkan ABD'ye bırakmasına yol açtı.
Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder