Şafiilik
Hanefi Mezhebi'nden sonra İslam aleminde en fazla taraftarı olan mezhep Şafiiliktir. Kurucusu olan İmam Şafii (öl.819) Gazze'de dünyaya gelmiş, Medine'de tahsilini yapmıştır. Bedevi kabileleri arasında kalarak fasih Arapça'yı öğrenen Imam Şafii, bir müddet Yemen'de ve Bağdad'da ikamet ettikten sonra Mısır'da vefat etmiştir. İmam Şafii'nin yaşadığı coğrafya ve bu coğrafyanın sosyo-kültürel yapısı onun fıkhının esaslarına zemin teşkil eder. Onun için, yaşadığı muhitin örf ve adetleri Şafii'nin içtihatları üzerinde gayet açık tesir bırakmıştır.
İmam Şafii, Medine'de İmam Malik'ten, Bağdad'de İmamı Azam'ın öğrencisi İmam Muhammed'den ders görmüş, dolayısıyla Hadis fıkhını temsil eden Maliki fıkhı ile, Rey ekolünü temsil eden Hanefi fıkhı arasında bir orta yol, köprü olmuştur. Hadis ekolüne dayanması ve Medine'de yaşaması sebebiyle Şafiilik daha çok bu bölgede yayılmıştır. Ancak İmam Şafii daha sonra Mısır'a giderek Malikilerden ayrılınca mezhebi yayılış alanı da bu bölgeye kayacaktır. Şafiilerin tedris faaliyeti gösterdikleri yer Bağdad ve Kahire idi. Özellikle IX. ve X. yüzyıllarda Hicaz ve Mısır bölgelerine yayılmakla birlikte, Abbasilerin resmi mezhebinin Hanefilik olmasından dolayı Şafillik fazla gelişmemiştir.
Şafiiliğin Şam bölgesinde yayılması, oradaki Evzai Mezhebi'nin aleyhine genişlemek suretiyle olmuştur. Bölgeye Şafiiliği ilk getiren Ebu-Zura b. Osman ed-Dımeşki'dir. Kahire'de sekiz sene kadılık yaptıktan sonra Dımeşk'e giderek 904'de buraya kadı olan bu alim, 915'de ölümüne kadar bu görevi devam ettirmiştir. Şam bölgesi Şafiilere mahsus bir bölge olarak devam etmiş, bu şekilde oluşan teamül Hanefi alim Ebu Abdullah Muhammed el-Balasağuni et-Türki'nin (öl.1112) Dımeşk kadılığına atanmasıyla bozulmuşsa da, halkın camileri kapatarak tepki göstermesi sebebiyle tekrar eski uygulamaya dönülmüştür. Daha sonraları Şafiiliği benimseyen sultanlar ve şahıslar tarafından açılan medreselerle Şafii Mezhebi bu bölgede iyice güçlenmiştir.
Şafiilik, Irak bölgesinde de önemli bir gelişme göstermiştir. Bu husus Horasan ve Maveraünnehr'de de etkisini gösterecek ve Hanefilik yaygın olmasına rağmen bölgede Şafiilik de yayılma imkanı bulacaktır. Ama, Abbasilerin resmi mezhebi olması açısından Hanefilik daha yaygın mezhep olma konumunu muhafaza etmiştir. Onun için, Şafiilerin Hanefilerle beraber bu beldelerde ifta ve tedris işlerini paylaşmaları özellikle Selçuklular dönemine denk gelir. Öyleki, Nizamiye Medreseleri'nin açılması ile birlikte Şafiilik için yeni bir dönem doğacak ve bu mezhep gelişerek devam edecektir.
Şafii - Eş'ari Birlikteliği
Kelami mezheplerden Eş'ariliğin kurucusu olan Ebu'I-Hasan el Eş'ari (öl.936) Basra'da dünyaya gelmiş, dönemin ünlü Mutezile şeyhlerinden Ebu Ali el-Cübbai'nin yanında yetişerek onun fikirlerinden etkilenmiştir. Zekâsı ve münazaradaki kabiliyeti sayesinde büyük şöhret sahibi olmuştU. Daha sonra hocasından ve fikirlerinden ayrılarak Mutezileden öğrendiği metotlarla bu fikre karşı mücadele etmiştir. Esasında Mutezile X. ve XI. asırlarda zayıflamaya yüz tutmuştu. Ehl-i sünnet alimleri arasından çıkan Eş'ari, Ehl-i sünnet fikrini savunmayı üzerine alarak, bu konuda Sünni esasları Hanbeli şekliyle kabul edip, bir noktada kendisini Ahmed b. Hanbel'in takipçisi gibi gördü. Mutezile ve Ehl-i sünnet dışı fikirlerle mücadele ederken cedel metodunu büyük bir başarı ile Sünnilik için kullanmıştır. Hanefilerin Mituridiliği benimsernelerine karşılık, Şafiiler ve Malikiler Eş'ariliği benimsemişlerdir.
Eş'ari'nin fikirleri kendisinden sonra bir Maliki alimi olan Bakillani (öl.1012) vasıtasıyla iyice tekamül etmiştir. Bu alim, Eş'ari'nin görüşlerini bir süzgeçten geçirmiş ve birtakım meselelerin izahında eski fikirlerle yetinmeyerek yeni ve akli deliller kullanmıştır. Bakillani'den sonra Eş'ariliğin en büyük siması İmamu'l-Harameyn Cüveyni (öl.1085) olmuştur. Önceleri Eş'arilik ile Mituridilik arasında müteşabih ayetleri tevil etmeme konusunda birlik var iken sonraları Cüveyni, Eş'ariliğe tevil metodunu getirerek mezhep imamını aşmış oldu. Gazali ( öl. 1111) ise, kelamın kapılarını felsefeye ve mantığa açarak İmam Eş'ari'yi bir kez daha aştı. Bu sebepten dolayı Eş'ariliğin nihai zaferi ancak Selçuklular döneminde ve ünlü alim İmam Gazali tarafından sağlanmıştır.
Aynı coğrafyada ortaya çıkmanın vermiş olduğu sosyo-kültürel yapıdan dolayı Eş'arilik ile Şafii ve Maliki mezhepleri arasında bir yakınlık söz konusudur. Dikkat edilirse bu mezhepler daha çok Arap unsurlar arasında yayılmış mezheplerdir. Bu da, bir noktada Seyyid Hüseyin Nasr'ın tezini teyit etmektedir. Yani Şafiilik ve Eş'ariliğin Arapların ruhi ve psikolojik yapısına uygun gelmesi, onların mantığına hitap etmesi, bu mezheplerin bahsedilen topluluklar arasında daha fazla yayılmasına sebep olmuştur.
Eş'arilere göre akıl, hiçbir zaman mutlak hakikate ulaşamaz. O, duyularda ve zihinde bizi daima aldatır. Bu yüzden de, nübüvveti ispat için akli deliliere başvurmadıkları gibi, nesnelerin güzellik ve çirkinliği (Hüsn ve Kubh) konusunda da, bir şeyin güzel olup olmadığını aklımızia kestiremeyiz. Akıl dini teklifi anlamak için bir vasıtadır, derler. Tarihi boyunca akıl ile nakil arasında denge kurmaya çalışan Eş'arilik, Ehl-i sünnet akaidine sahip çıkarken mutedil bir yol izlemeye çalışmışsa da, Mituridiler kadar akla yer vermedikleri de bir hakikattir.
Eş'ari, görüşlerini savunurken her ne kadar Mutezili metotları kullanmış olsa da, nassları anlama konusunda Hanbeli metodu takip ettiği için, Şafiiler ve Malikiler tarafından kabul görmüştür. Nitekim, Eş'a ri'den sonra Eş'ariliğe hayat veren en önemli iki sima Şafii ve Maliki mezhepleri arasından çıkmıştır. Bu anlayıştan dolayı Eş' arilik daha çok bu iki mezhebin yayıldığı sahada onlarla beraber yayılmıştır. Eş'arilik aynı zamanda Hanbelilerin itikat esaslarına da uygunluk gösterdiğinden onlar arasında da yayılma imkanı bulmuştur.
Hanbeli ve Eş'ari mezhepleri arasındaki birlik Hanbeli alim Ebu Ya'la el-Hanbeli'den (öl.1065) sonra ayrılmış ve Hanbeliler Eş'ariliğin dışında görülmeye başlanmıştır. Eş'arilik, kelami fırkalardan ayrıldıktan sonra Horasan'da Şafii bayrağı altında toplanırken, Şafiilik de Mısır ve Şam'da Eş'arilik bayrağı altında toplanmıştır. Böylece bu iki mezhep kucaklaşmış ve yayılma sahaları da aynı olmuştur.
Selçuklular Döneminde Şafiilik
Selçukluların Şafiilik dolayısıyla da Eş'arilik hakkındaki politikalarını anlamak için o dönemin genel yapısını ve yeryüzünün ilk üniversiteleri olarak kabul edilen Nizarniye Medreseleri'nin açılış sebeplerini bilmek gerekmektedir. Kuzey Afrika'da kurulmuş olan Fatımiler Devleti X. asırdan itibaren gelişmeye ve Bağdad Abbasi Halifeliği'ne karşı tehdit unsuru olmaya başlamıştı. Fatımilerin güçlenmesiyle beraber temsil ettikleri Şii düşüncesi de güçlenmişti. Mısır'dan sonra Suriye'ye de hakim olan Fatımiler Abbasi Halifeliği'nin otoritesini sarsmak ve Sünniliği zaafa düşürmek için çeşitli yollar denemişlerdir. Bir taraftan siyasi alanda Arslan Besasiri ve isyan eden İhrahim Yınal desteklenmiş, diğer taraftan Şii dailer yetiştirmek üzere medreseler açılmıştır. Esasen belli bir ders programı olan ve akidelerini insanlara telkin etmek üzere açılan ilk medreselerin Şiilere ait olduğu görülmektedir.
Sünni dünyanın liderliğini ele geçiren Selçukluların halletmek zorunda oldukları temel meselelerden biri de hiç şüphesiz ki, Şiilik meselesiydi. Sünni dünyayı rahatsız eden ve kurulduğu günden itibaren siyasi bir vasıf kazanan bu hareketi engellemek gerekmekteydi. O da ancak siyasi ve askeri faaliyetlerin yanı sıra, Şiilerin propagandalarını boşa çıkaracak ilim müesseseleriyle mümkündü. Özellikle X. ve XL asırlarda güçlenen Şiilik; genelde Şiilik, özelde ise İsmaililik olarak Sünniliğe karşı saldırıya geçmişti. Gün geçtikçe güçlenen bu harekete karşı Alp Arslan döneminde bir takım tedbirler alınmıştı. Alp Arslan'ın Şafii mezhebinden olan dirayetli veziri Nizamülmülk de, Sultanın büyük destek ve yardımlarıyla Nizamiye Medreseleri'ni açmıştı. Bu müesseseler, Selçukluların, Sünniliğe düşman ve devletçe takibata maruz diğer mezhep ve zümrelere karşı mücadele etmek kastıyla açmış oldukları kurumlardır. Nizamülmülk, güçlenen "Batıni" hareketin istikbalde Selçuklular için tehlike teşkil ettiğini fark ederek ilmi müesseselerin açılmasını ve böylelikle Sünniliğin ilmi yolla güçlendirilip, "devlete bağlı temiz akldeli insanların yetişmesini" amaçlamıştır.
Selçuklular devlet işlerini vezirlerine havale ettiklerinden, sultanlar onların işlerine fazlaca müdahale etmezlerdi. Esasen vezir devletin memuruydu ve yaptığı bütün işleri bağlı bulunduğu sultan adına yapmaktaydı. Bu yüzdendir ki Nizamülmülk, Alp Arslan ve onu takip eden Melikşah döneminde devletin bütün işlerinden sorumlu hale gelmiştir. Nizamiye Medreseleri'ni açan Nizamülmülk, bu medreselere zengin gelirli vakıflar bağlamıştır. Bağdad Nizarniye Medresesi için yapılan vakıftan anlaşıldığı şekliyle bu medreseler asılda ve füruda Şafiilere ait medreselerdir. Bu medreselerde ders verecek müderristen kütüphanecisine, öğrencisinden müstahdemine kadar herkes bu mezhepten; yani itikatta Eş'ari, amelde şafii Mezhebinden olmalıydı. Böylece o dönem için geçerli olan tek mezhebe dayanan medrese geleneğine uygun olarak Bağdad Nizamiye Medresesi açıldığı gibi, buna paralel olarak ülkenin çeşitli şehirlerinde de buna benzer medreseler inşa ettirilmiştir.
Nizamiye Medreseleri genelde Sünni, özelde ise Şafii düşüncesini güçlendirmişlerdir. Dolayısıyla bu düşünceyle özdeşleşen Eş'arilik de güçlenecektir. Nizamiye Medreseleri ülkenin Başta Bağdad olmak üzere Belh, Musul, Nisabur, Herat, İsfehan, Basra, Merv, Rey vb. önemli şehirlerinde inşa edildi. Açılan bu medreselerle Şia ve Mutezile fikri geriletilirken, Sünniliğe aykırı bütün fikirlere karşı da mücadele edilmiştir. Medreselerin vakfiye şartları gereği buralardan Şafii fakihler yetişerek İslam aleminin çeşitli bölgelerine dağılmış ve gittikleri yerlerde mezheplerini yaymışlardır. Nitekim, 1082 yılında Halifenin elçisi olarak Sultan Melikşah'a giden Nizamiye Medresesi'nin ünlü müderrisi Ebu İshak Eş-Şirizi, "Horasan'a gitmek için yola çıktığımda hiçbir beldeye, hiçbir karyeye uğramadım ki; orada benim yetiştirdiğim kadı, müfti, hatip bir öğrencim veya dostum olmasın'' demektedir. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere, Nizamiye Medreseleri'nden yetişen insanlar ülkenin her tarafında görev almışlardı. Bu medreselerin açılmasındaki gayelerden biri de ilmi faaliyetlerin yanı sıra devletin ihtiyaç duyduğu adli, mali ve idari personeli yetiştirmek olduğuna göre, bu hedefin hakkıyla tahakkuk ettiği gözlenmektedir.
Nizamiye Medreseleri, Selçuklular döneminde İslam aleminin ve Şafiilerin en parlak simalarının yetiştiği ve görev yaptığı yerler olmuştur. Sayıları hayli kabarık olan bu şahıslardan bazılarının gösterilmesi ile iktifa edilecektir. Bu şahsiyetlerin başında Nişabur Nizamiyesi'nin müderrisi, aynı zamanda Gazali'nin de hocası bulunan İmamu'l-Harameyn Cüveyni (öl. 1085) gelir. Selçuklu Sultanları'ndan ve Nizamülmülk' den iltifat gören bu alim otuz sene müderrislik yapmıştır. Cüveyni, Şafii fıkhının yanı sıra Eş'ari kelamında da Bakillani'den sonraki en büyük temsilcidir. Bakillani'nin görüşlerine paralel görüşler taşıyan Cüveyni; münakaşaları daha titizlikle ele alarak Bakillani'den daha dikkatli davranmış ve adeta Eş'ari kelamını yeniden inşa etmiştir. Cüveyni, aynı zamanda dönemin önemli fakihlerinden olduğu halde, Eş'ari kelamı üzerindeki çalışmaları ile kelamcılık tarafı fakihlik yönünden ileri geçerek, bu cephesiyle daha fazla tanınmaya başlanmış, bir manada da Bakillani çizgisini devam ettirmiştir. Cüveyni, kelamcılığıyla birlikte sınırlı da olsa kelamın kapılarını felsefeye açmıştır. O, bu tavırlarıyla özellikle Eş'ari kelamının gelişmesini temin ederken, öğrencisi Gazali'nin de fikir sisteminin temellerini atmıştır.
Eş'ari kelamında belirleyici bir yeri olan Cüveyni, yetiştirdiği öğrenciler vasıtasıyla etkisini uzun süre devam ettirdiği gibi, İslam aleminde önemli kelamcıların yetİşmesine de zemin hazırlamıştır. Bunlardan birisi olan Ebu'I-Kasım el-Ensari, Selçuklular döneminin ünlü kelamcısı Şehristani'nin hocası olduğu gibi, Cüveyni'nin bir başka öğrencısı olan Ömer Ziyauddin de meşhur kelamcı Fahreddin Razi'nin hocasıdır.
Hocası Cüveyni'nin takipçisi olan büyük alim Gazali, Şafii fıkhının yanı sıra kelamda da bir otorite olarak günümüze kadar tesirlerini devam ettirmiştir. Gazali, kelamın kapılarını felsefeye ve mantığa açarakİImam Eş'ari'yi bir kez daha aştı. Dolayısıyla Eş'ari, Bakillani, Cüveyni çizgisini devam ettiren Gazali, aklı her meseleye tatbik etmekten kaçınmamış ve imana ait meselelerde tam bir rasyonalist gibi davranmıştır. Ehl-i sünnet dışı fikirlerle şiddetli bir şekilde mücadele etmiş, aklın çözernediği meselelerde vahye dayanmak gerektiğini söyleyerek mutasavvıf kişiliğini de ortaya koymuştur. Dönemindeki çalışmalarıyla Eş'ari kelamının nihaı zaferi Gazali ile temin edilmiş olduğu gibi, daha sonra gelen Fahreddin Razi (öl.1209) ve benzeri alimlerin de aynı yolda yürümeleri sağlanmıştır. Özellikle Razi, kelamı iyice akıllaştırarak Eş'ari kelamcılarına yeni fuklar açmış, felsefeyi kelam ile birleştirerek felsefi kelam dönemini başlatmıştır. Gazali kelamı güçlendirmek için bilerek veya bilmeyerek felsefi metodara başvurmuştur. Filozofları reddetmek için yazdığı "Tehafetü'l Felasife"si meşhurdur. Gazali, bu - çalışmaları ile - Batı filozoflarını da etkilemiştir.
Selçuklu Sultanı Alp Arslan'ın Hanefiler, vezir Nizamülmülk'ün de Şafii'lere ikramlarda bulunması, bu mezhep alimlerinin iltifat görmelerine ve fikirlerini yaymalarına sebep olmuştur. Özellikle Nizamiye Medreseleri'nin açılmasından sonra Şafiilik ve beraberinde Eş'arllik büyük bir gelişme göstermiştir. Bu hususta Eş'ari alimlerinin Selçuklular devleti tarafından desteklenmesinin ve Nizamiye Medreseleri'nin açılmasının payı büyüktür.
Selçukluların ve onların açtığı Nizamiye Medreseleri'nin Şafii ve Eş'arlliğin gelişmesindeki yeri birazda bu medreselerden yetişerek İslam aleminin değişik bölgelerine dağılan, gittikleri yerlerde Nizamiye ekolünü devam ettiren insanlar sayesinde olmuştur. Kaynaklar incelendiğinde İslam aleminin değişik yerlerinden gelerek Nizamiye Medreseleri'nde yetişen ve memleketlerine dönerek oralarda Şafiiliği, dolayısıyla da Eş'arlliği yayan insanları tespit etmek mümkündür. Bu şahıslara dikkat edildiğinde Endülüs'ten Miveraünnehr'e, Kafkaslardan Yemen'e kadar olan değişik bölgelerden geldikleri ve Şafiiliğin eğitim yerleri olan Nizamiye MedreseIeri'nde yetiştikten sonra memleketlerine döndükleri görülür. Bunlar gittikleri yerlerde Şafıi fıkhını ve Eş'ari kelamını temsil etmiş ve yayılmasına hizmette bulunmuşlardır. Bu gelişmelerin merkezinde hiç şüphesiz ki, bahsedilen medreselerin kurulması ve gelişmesini devlet politikası haline getiren Selçukluların payı büyüktür.
Ahmet Ocak’ın Selçukluların Dini Siyaseti (1040-1092) Adlı Kitabından Alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder