DÂBBET-ÜL-ERD:
Kıyâmetin büyük alâmetlerinden. Kıyâmetin kopmasına yakın çıkacak olan bir hayvan.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İnsanlara vâd olunan öldükten sonra dirilmek ve azâb olunmak yaklaşınca, biz onlara yerden Dâbbe'yi (Dâbbet-ül-erd'i) çıkarırız. (Neml sûresi: 82)
Dâbbet-ül-erd çıktığında gökleri bir duman kaplayıp bütün insanlara gelip canlarını yakacak, herkes bunun acısından duâ edip; "Yâ Rabbî! Bu azâbı üzerimizden kaldır. Sana îmân ediyoruz" diyeceklerdir. (Yûsuf Nebhânî)
Dâbbet-ül-erd çıkar sonra Mekke'de Safâ altından, Dağ kadar bir hayvandır, ayırır iyiyi fenâdan.
(M.Sıddîk bin Saîd)
DAĞLAMA:
Kızdırılmış mâdenle vücûdun bir yerini yakma.
Efsûn yapan ve ateş ile dağlayan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmemiş(güvenmemiş, O'ndan yüz çevirmiş) olur. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Tevekkül edenler, falcılık, efsûn ve dağlamak ile hastalığı tedâvî etmez. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Dağlamanın faydası kesin değildir. Çünkü tehlikeli yaralara sebeb olabilir. Üstelik dağlama ile elde edilecek fayda, başka ilâçlarla da te'min edilebilir. Bu bakımdan dağlamak uygun değildir. (İmâm-ı Gazâlî)
DAHK (Dıhk):
Gülmek, kendi işiteceği kadar gülmek.
Dahkı azaltınız. Zîrâ çok dahk kalbi öldürür. (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-Müfred)
Namazda kahkaha ile gülmek namazı ve abdesti bozar. Tebessüm, namazı da abdesti de bozmaz. Dahk, yalnız namazı bozar. (İbrâhim Halebî)
DAHVE-İ KÜBRÂ:
Kaba kuşluk. Oruç müddetinin yarısı, öğleden bir saat evvelki vakit.
Hanefî mezhebinde Ramazan orucu, nâfile oruç ve belli olan adak orucuna niyet etme zamânı, bir gün evvel güneşin batmasından başlayarak, ertesi gün dahve vaktine kadardır. (Muhammed Hâdimî)
DAHVE-İ SUGRA:
Güneşin bulutsuz havada bakamayacak kadar parladığı vakit. İşrâk vakti.
DÂİRE-İ HİNDİYYE:
Namaz vakitlerinin tesbitinde kullanılan ve güneş gören düz bir yere çizilen dâire veya bu şekle uygun olarak yapılan âlet.
Dâire-i Hindiyye'nin ortasına, yarıçapı uzunluğunda mikyâs denilen düz bir çubuk dikilir. Tam dik olması için çubuğun tepesi dâirenin üç değişik noktasından aynı uzaklıkta olmalıdır. (Abdülhak Sücâdil)
DALÂLET:
Sapıklık, yoldan çıkma. Peygamber efendimizin ve Eshâbının bildirdiği doğru yoldan ayrılma, sapma.
Allahü teâlâdan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itâat ediniz. Ben öldükten sonra gelecekler, çok ayrılıklar göreceklerdir. O zaman benim ve halîfelerimin yolumuza sarılınız. Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız. Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid'attir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, doğru yoldan ayrılmaktır. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce)
Ümmetim dalâlet üzerinde icmâ' etmez (birleşmez). (Hadîs-i şerîf-Beyhekî)
Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitâbıdır. Yolların en iyisi, Muhammed'in (aleyhisselâm) gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır.(Hadîs-i şerîf-Müslim)
Eshâb-ı kirâm Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) işitip öğrendiklerini gençlere bildirdiler. Zamanla insanların kalbleri karardı. Hele bâzıları , yeni müslüman olanlar, Kur'ân-ı kerîmden kendi noksan akılları ve kısa görüşleri ile mânâ çıkarmağa kalkıştılar. Peygamber efendimizin bildirdiklerine uymayan şeyler anladılar. İslâm düşmanları da bu bölünmeyi, parçalanmayı körükledi, böylece yetmiş iki türlü dalâlet ve sapıklık yolu meydana geldi. (Kutbuddîn İznikî)
DÂLLE:
Âdet hâlinin kaç gün olduğunu unutan veya kaç gün olduğunu bilip ayın başında mı, ortasında mı, sonunda mı olduğunu kestiremeyen kadın.
İslâmiyet'te her kadının; hayız (âdet), lohusalık ve temizlik günlerini, bunların sayısını, zamânını bilmesi lâzımdır. Dâlle din husûsundaki gevşekliği ve ilgisizliği sebebiyle âhirette mes'ûl olacak, azâbı pek büyük olacaktır. (İbn-i Âbidîn)
DANYAL ALEYHİSSELÂM:
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini insanlara tebliğ etti (duyurdu).
İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra kendilerine gönderilen peygamberleri dinlemeyip isyân edince, Allahü teâlâ onlara zâlimleri musallat etti. Çeşitli belâlar gönderdi. Düşmanları tarafından yurtları işgâl edildi. Bir kısmı esir edilip bir kısmı da öldürüldü. Âsurlu hükümdârı Buhtunnasar'ın orduları Kudüs'e girip ele geçirdiler. İsrâiloğullarından pek çok kimseyi öldürdüler. Esir aldıkları yetmiş bin çocuğu da yanlarında götürdüler. Bu esir çocuklar arasında bulunan Danyal aleyhisselâmı Buhtunnasar sarayına aldı. Danyal aleyhisselâm onun sarayında büyüdü. Mecûsî (ateşperest) olan Buhtunnasar, Danyal aleyhisselâmın kendi dinlerinden olmadığını anlayarak yanından uzaklaştırdı ve hapse attırdı. Buhtunnasar'ın gördüğü bir rüyâyı tâbir ettiği için hapisten çıkarıldı. Buhtunnasar, ona memleketin işlerini havâle etti. Çıkardığı fermanla ona saygı gösterilmesini emr etti. Buhtunnasar'ın adamları onu kıskandılar ve işten uzaklaştırılmasını istediler. İleri gelen adamlarının dediklerine aldanan Buhtunnasar, Danyal aleyhisselâmı kendi dîninden olmadığı için ateşe attırdı. Fakat Danyal aleyhisselâm Allahü teâlânın yardımıyla yanmadı. Daha sonra, Buhtunnasar'a yâhut Buhtunnasar'ın resmine secde etmediği için, içinde arslanların bulunduğu bir kuyuya atıldı. Fakat Allahü teâlânın koruması ile arslanlar ona hiç dokunmadı ve atıldığı kuyudan sağ sâlim kurtuldu. Buhtunnasar'ın ölümünden sonra, Üzeyr aleyhisselâm ile birlikte Kudüs'e geldi. Kendisine peygamberlik verildi. İnsanlara Mûsâ aleyhisselâmın dînini teblîğ etti. Bir müddet sonra, Ehvaz yakınında bulunan Sûs şehrinde vefât etti. (Nişâncızâde Mehmed Efendi, Taberî)
DÂR-UL-UKBÂ:
Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüleceği yer. Âhiret.
Hani annen baban nerde, bu dünyâ kimseye kalmaz. Gelenler hep sefer eyler, muhakkak dâr-ul-ukbâya Yüzün dön, ilticâ eyle (sığın), Cenâb-ı zât-ı Mevlâya.
(M. Sıddîk bin Saîd)
DÂR-UT-TEKLÎF:
Kulların Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekle mükellef, sorumlu tutulduğu yer.
Dünyâ.
Âhiret, dâr-ül-cezâdır, dâr-üt-teklîf değildir. (İmâm-ı Rabbânî)
DÂR-ÜL-BEKÂ:
Ahiret, sonsuz kalınacak yer.
Resûlullah efendimiz kamerî sene hesâbı ile altmış üç, şemsî sene hesâbı ile altmış bir yaşında, dâr-ül-fenâdan (dünyâdan) dâr-ül-bekâya intikâl etti. Vefât ettiği odaya defnedildi. (M. Sıddîk bin Saîd)
DÂR-ÜL-CELÂL:
Sekiz Cennet'in birincisidir.
Dâr-ül-Celâl beyaz incidendir. Kapısının üzerinde Kelime-i tevhîd, yâni Lâ ilâhe illallah yazılıdır. (Erzurumlu İbrâhim Hakkı)
DÂR-ÜL-CEZÂ:
Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüldüğü yer. Âhiret, öbür dünyâ. Âhiret, dâr-ül-cezâdır. Dâr-üt-teklîf (iş yapılacak yer) değildir. (İmâm-ı Rabbânî)
DÂR-ÜL-FENÂ:
Geçici âlem, dünyâ.
Mü'minler ölmezler. Ancak dâr-ül-fenâdan dâr-ül-bekâya geçerler. (İmâm-ı Gazâli)
Göz yumup dâr-ül-fenâdan baş açık, çıplak endâm,
Can atıp dâr-ül-bekâyaeyledi azm-i kirâm.
(Beykozlu Muhammed Efendi)
DÂR-ÜL-GURÛR:
İnsanın gönlünü cezbeden, çeken fakat ele geçtiğinde faydalanamadan kaybolup giden yer.Dünyâ.
DÂR-ÜL-HARB:
İslâm ahkâmının (kânunlarının) tatbik edilmediği yer.
Dâr-ül-harbde îmâna gelen kimse, farzı, haramı işitince o anda farzları yapması, haramlardan kaçınması lâzım olur. (İbn-i Âbidîn)
Dâr-ül-harbde, İslâm'ın vekârını, şerefini korumak ve fitneden sakınmak müslümanlara vâcibdir. (Muhammed Bağdâdî)
Düşman ordusu kuvvetli ise, sulh yapmak, mal vermekle bile câiz olur. Mürtedler (dinden dönenler) kuvvetli olup şehirleri alırlar ve oraları Dâr-ül-harb olursa, hükümetin zarûret hâlinde onlarla da sulh yapması câiz olur. (İbn-i Âbidîn)
DÂR-ÜL-İSLÂM:
İslâm memleketi. İslâm ahkâmının (kânunlarının) tatbik edildiği yer.
Düşmandan alınan ganîmet, Dâr-ül-İslâm'a getirilince askerin hakkı olur. Fakat taksîm edilmeden (bölüşmeden) önce mülk olmaz. (İbn-i Âbidîn)
Dâr-ül-harbde (kâfir ülkesinde) îmâna gelenin Dâr-ül-İslâm'a hicret etmesi vâcib olur. (İbn-i Âbidîn)
Dâr-ül-İslâm'da yaşayan kâfirler ve başka memleketlerden gelen kâfir turistler, kâfir tüccarlar, muâmelâtta müslümanlarla aynı hak ve hürriyetlere sâhiptirler. (Muhammed Hâdimî)
DÂR-ÜL-KARÂR:
Sekiz Cennet'in sekizincisi.
DÂR-ÜS-SELÂM:
Sekiz Cennet'ten üçüncüsü.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlâ, Dâr-üs-selâma çağırır ve kimi dilerse onu doğru yola iletir. (Yûnus sûresi:
25)
DA'VET (Dâvet):
1. Hak dîne çağırmak.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ey Muhammed! Rabbininin yoluna hikmetle, güzel öğütlerle dâvet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. (Nahl sûresi: 125)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Allahü teâlâdan kendisine gelen emirleri insanlara açıklamak ve onları îmâna dâvetle emredildi. Dâvetini üç yıl gizli yaptı. Üç yıl sonra ilâhî emir üzerine, Allahü teâlânın emirlerini açık açık bildirmeye, kavmine İslâmiyet'i anlatmaya başladı. (Abdülhak Dehlevî, İbn-ül-Esîr)
Allahü teâlâ, kullarına acıdığı için, Peygamberler aleyhimüsselâm gönderdi. Eğer bu büyük insanlar gönderilmeseydi, yolunu şaşıran insanlara, O'nu ve sıfatlarını kim bildirirdi? Beğendiklerini, beğenmediklerinden kim ayırabilirdi? İnsan aklı, noksan olduğu için o büyüklerin dâvet nûru ile aydınlanmadıkça bunları bilemez ve ayıramazdı. Anlayışımız tam olmadığı için, bu büyüklerin izinde gitmedikçe, bunları anlamakta şaşırır ve aldanırız. Evet akıl, doğruyu eğriden ayırmaya yarayan bir âlettir. Fakat o büyüklerin dâveti ile, haber vermeleri ile tamam olmaktadır. (İmâm-ı Rabbânî)
2. İkrâm etmek için çağırma çağırılma.
Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevâb vermek, hastasını ziyâret etmek, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah deyince, yerhamükallah diyerek cevap vermek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Riyâ, gösteriş ve övünmek için yapılan dâvetlere gitmek câiz değildir. (Muhammed Hâdimî, İmâm-ı Gazâlî)
Mü'minin dâvetine gitmek sünnet olduğu hâlde haram bulunan dâvete gitmemeli, haramdan, mekrûhtan sakınmak için sünneti terk etmelidir. (Abdülganî Nablüsî-Muhammed Rebhâmî)
Dâvet Makâmı:
Vilâyet (evliyâlık) makâmının üstünde, peygamberlere mahsus bir makâm.
Peygamberlerin izinde bulunanların en üstünlerine de dâvet makâmından bir pay ayırırlar. Yûsuf sûresinin; "Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, benim yolum budur. Sizi gafletten uyandırarak, Allahü teâlâya dâvet ediyorum. Ben ve benim izimde bulunanlar çağırıcıyız"meâlindeki yüz sekizinci âyeti bunu göstermektedir. (İmâm-ı Rabbânî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder