24 Kasım 2022 Perşembe

İslam'ın Yükselişi

 


İslam'ın Yayılışı


İslam tarihi Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye Hicreti'yle başlar. Müslümanlar başka bir yerde de belirttiğimiz gibi sayı olarak henüz az oldukları için Kureyş'ten gördükleri hakaret ve eziyete karşı duramadıklarından ve Medine halkından (Akabe biatı) adıyla bilinen biatla yardım ve destek gördüklerinden Medine’ye göç etmişlerdi. Hz. Peygamber'in emri üzerine Medine'ye göç eden Müslümanlar söz konusu şehre vardıklarında halk tarafından son derece saygı ve sevgi görmüşlerdi.


Hz. Peygamber'in Medine'ye ulaşmasından sonra ilk işi Mekke halkından Kureyşliler ile Medine halkından Ensar arasında bir kardeşlik sözleşmesi yapıldı. Daha önce her iki taraf birbirleriyle yarış ve nefretten geri kalmazken Hz. Peygamber İslamiyet’i iki taraf arasında birlik aracı olmak üzere yerleştirerek, tek bir millet olduklarını vurgulayan bir kardeşlik anlaşması imzalattı. ibn Hişam bu anlaşmanın (muahede) tam bir metnini kendi tarihine almıştır. Kureyşli Müslümanlar olan Muhacirlerle, Medineli Müslümanlar olan Ensar arasında "muvahat" (kardeş yapma) adını verdikleri birtakım diğer anlaşmalarla birbirlerine sağlam bir biçimde bağladı. Bu sözleşmeler İslam devletinin binası için ilk konulan temel taşıdır. O tarihlerde Müslümanlar onlarla ifade edilecek kadar az sayıdayken aralarında İslam’ın rükünlerinden olan farzları, zekat ve oruç vs., Allah'ın diğer emirlerini yerine getiriyorlardı. Daha sonra Medine'nin ileri gelenlerinden başka kişiler de Müslümanlara katılınca, -nasıl ki Mekke'deyken Hamza ve Ömer'in İslam’a geçmesiyle kuvvet ve güç kazanmışsa- aynı şekilde tekrar büyük bir güç ve destek kazanmış oldular.

Medine'deki bu ilk faaliyetlerden sonra Müslümanlar kendileriyle Mekke halkı arasında varolan düşmanlığı düşünerek onlara karşı savaş hazırlığı yapmaya karar vermişler ve bunun üzerine iki taraf arasında ilk çarpışma ve savaşlar başlamıştır. Savaşlar ilk önce, Arapların Cahiliye döneminde alışkanlıkları olduğu biçimde talan ve yağmalama amaçlıyken, sonunda kentler ve ülkeler ele geçirme gayesine dönmüştür. Bu savaşların en ünlü ve önemlisi, "Büyük Bedir Savaşı”ydı. Bu savaşta Müslümanların zafer kazanması, azim ve kararlılıklarını güçlendirmiş, savaşlara devam etmeleri yönünde büyük bir moral, gayret ve enerji kazandırmıştır.


Büyük Bedir Savaşı (17 Ramazan 2-13 Mart 634)


Bedir, Mekke ile Medine arasında yer alan bazı kuyuların bulunduğu bir yerdir ki, Mekke ile Şam arasında gelip geçen ticaret kervanları buraya konardı. Kureyşler ticaretle uğraştıklarından kervanları Mekke ile Şam arasında mekik dokurdu. Müslümanlar H. 2. yılda Kureyş'ten bir kervanın o tarihlerde Mekkelilerin liderlerinden birisi olan Ebü Süfyan'ın başkanlığında 30 kişilik muhafız birliğinin korumasında, ticaret malları yüklü olarak Şam'dan Mekke'ye döndüğünü haber almaları üzerine kafileye hücum etme kararı aldılar. Ebü Süfyan bu kararı duyar duymaz bir adam göndererek Mekke'den yardım istedi. Yardımına 100'ü süvari olmak üzere 950 kişi yetişti. İslamlar ise 70'i muhacirlerden geri kalanı ensardan olmak üzere toplam 313 kişi oldukları halde onların önüne çıktılar. İslam mücahitlerinin yalnızca iki atı ve yetmiş devesi vardı. Müslümanlar Medine'den çıktıktan sonra Kureyş kervanının Bedir kuyularına yaklaştığını haber aldıklarından onlardan önce kuyu başlarını tuttular ve Hz. Peygamber için bir gölgelik yaparak Hz. Ebü Bekir'le beraber o gölgeliğe yerleştiler. Sonra savaş için hazırlık yapmaya başladılar.


Ondan sonra Kureyş Bedir'e geldi. Sayı olarak İslamların üç katıydılar. İslam’a karşı mücadele eden ve Peygamber'e hakaret ve ihanette bulunan Kureyş büyükleri ve Ebü Cehil b. Hişam bunların arasında bulunuyorlardı. Hz. Peygamber bu savaşın iki büyük sonuçtan birini getireceğini, yani ya Müslümanların galibiyetiyle İslam’ın destek bulacağını veya yenilgisiyle yok olup gideceğini bildiğinden, Kureyşlilerin büyük bir sayıyla yaklaştıklarını ve arkadaşlarının da azlığını görünce "Ey Allah'ım bu mücahit grubu helak edersen yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz." diyerek yakarışta bulundu.


Her iki taraf savaşa adet olduğu üzere "mübareze" (ikili mücadele) ile başladı. Savaşın henüz başlarında Ebü Cehil öldürüldü. Başını Hz. Peygamber'e getirdiklerinde Peygamber Allah'a secde ederek şükretti. Daha sonra savaş devam etti. Neticede Müslümanlar çok önemli bir zafer kazandılar. Bu savaşta Müslümanlardan, altısı muhacir ve sekizi ensar olmak üzere yalnız on dört kişi şehit düştüğü halde Kureyşlilerden -içlerinde Kureyş'in önemli kabilelerinin lider kadrosundan, özellikle Ümeyye Oğulları, Mahzum Oğulları ve Esed Oğullarından olmak üzere- 70 kişi öldürüldü. Ayrıca Müslümanlara 70 kişi de esir düştü. Esirler arasında Peygambere Mekke'deyken pek çok eziyet ve kötülükte bulunmuş olan Ukbe b. Ebi-Muayt'ın da bulunduğu görüldü. Peygamber'in emriyle hemen idam edildi. Söz konusu savaşta Peygamber'in amcaoğlu Ali b. Ebü Talib ve Peygamber'in amcası Hamza b. Abdülmuttalip Müslümanlar içinde en iyi savaşanlardandı. Kureyşlilerden sağ kalanlar -özellikle daha sonra Müslümanların iki büyük komutanı olacak olan Ebü Süfyan b. Harb ve Amr b. el-As- mal ve eşyalarını savaş meydanında bırakarak Mekke'ye doğru kaçtıklarından Müslümanlar söz konusu malları da ele geçirdiler. Ganimet mallarının ne şekilde paylaştırılacağı konusunda değişik düşünceler ileri sürülmüşse de Peygamber'in emriyle aralarında eşit taksim edildi. Bu ganimetlerden Peygamber kendi nefsi için hiçbir şey almadı. Daha sonra Kureyşliler fidye (esaretten kurtarmak için ödenen para) göndererek esirlerini kurtardıklarından Müslümanlar tarafında birçok mal birikmiştir.


Mekke halkı bu savaş sonunda yenilmiş ve kahrolmuş bir biçimde kentlerine dönmüşler artık şan, şeref, nüfuz ve kibirleri kırılmıştı. Buna karşılık Müslümanların şan, şeref ve itibarları artmış ve çevreye yayılmıştı. Müslümanların lehine olan ve onları bu savaş sonucunda sevindiren ve rahatlatan gelişmelerden biri de şudur: Müslümanlara karşı katı ve sert tutum ve düşmanlığıyla ünlü olan Ebü Leheb -ki Bedir Savaşı'na katılamadığı için o günkü adet gereği kendisi yerine başkasını göndermişti- Kureyşlilerin mağlup olduklarını işitince büyük bir üzüntü ve ümitsizliğe düşmüş ve kederinden birkaç gün sonra ölmüştür. Gerçekte Bedir olayı diğer İslam zaferlerinin seçkin bir başlangıcını oluşturduğundan İslam tarihinde ayrı bir yeri ve önemi vardır.


Uhud Savaşı (Şevval ayı ortaları 3-Şubat 625)


Kureyşliler Bedir'deki yenilgiden sonra H. 2. yılda yeni bir ordu topladılar. Komutanları Ebü Süfyan'dı. Sayıları 700 zırhlı ve 200 süvari olmak üzere 3.000'e ulaşıyordu. Bedir Savaşı'nda öldürülen yakınlarının öcünü almak için gerekli savaş hazırlıklarını yaptıktan sonra Medine üzerine yürüdüler. Bu orduya kadınlar da katılmıştı. Kadınlar topluluğu savaş boyunca tef çalarak Bedir'de öldürülenler için ağıt ve mersiyeler okuyordu. Ve Müslümanlara karşı daha cesur savaşmaları için kendi yandaşlarını kışkırtarak heyecanlandırıyorlardı. Daha sonra İslam komutanları arasında şöhret bulacak olan Halid b. Velid de bu Mekkeli müşriklerin ordusu içinde bulunuyordu. Mekke kuvvetlerinin Medine'ye yaklaşmaları üzerine Hz. Muhammed arkadaşlarıyla görüş alışverişinde bulunarak ne yapılması gerektiği konusundaki düşünce ve görüşleri dinledi. Kendi düşüncesi bir savunma savaşı yapmak için Medine'de kalmaktı. Abdullah b. Ubey b. Selül da aynı görüşteydi. Ancak sahabenin çoğunluğu Mekkelilere karşı çıkmak ve açık bir savaş yapmak görüşü üzerinde birleşmiş olduğundan Peygamber çoğunluğun görüşüne uyarak, 1 .000 kişilik bir orduyla Medine'den çıkarak Medine ile Uhud Dağı arasındaki mesafenin ortasına varmıştır. Uhud Savaşı işte bu dağın adıyla anılmıştır. Yukarıda adı geçen lbn Ubey b. Selül, Peygamber'in bu konuda kendi görüş ve düşüncesine aykırı olan diğerlerinin düşüncesini kabul etmesine gücenerek, yolun ortasına geldiklerinde kendisiyle beraber yakınlarından 300 kişiyle birlikte Müslümanlardan ayrıldı. 300 kişinin ordudan ayrılarak, geri dönmesiyle zayıflayan İslam ordusu bu savaş sonucunda mağlup oldu. Kureyşliler de Hz. Muhammed'in öldürüldüğüne dair bir söylenti yaydılar. Bu olay o güne kadar Müslümanların başına gelen felaketlerin en büyüğüydü. Ancak Müslümanlar daha önce galibiyetin tadını tatmış olduklarından Uhud'daki başarısızlığı yukarıda adı geçen ibn Ubey b. Selül'ün ihanetine bağlayarak savaşlara devam etmişlerdir. Peygamber'in amcası Hamza bu savaşta şehit oldu. Kendisinin İslam’ı kabul etmesi Müslümanlar için nasıl büyük bir kuvvet olmuşsa şehit olması da Uhud'daki başarısızlığın önemli bir nedeni olmuştu. Savaşta şehit olanların sayısı yetmişti. Hz. Peygamber de başından aldığı bir darbe üzerine miğferinin bazı halkaları etine girerek yaralanmış ve kanı akmıştır. Kureyşlilerin Uhud Savaşı sırasında şehit düşen Müslümanların cesetlerinden öç almak için cesetler üzerinde yaptıkları vahşet son derece çirkin ve korkunçtu. Kureyşliler ölenlerin kulaklarını, burunlarını kestiler, üstelik Ebü Süfyan'ın karısı ve Muaviyenin annesi olan Hint binti Utbe Peygamber'in amcası Hz. Hamza'nın göğsünü yararak ciğerini çıkarmış ve ağzına alıp çiğnedikten sonra yutmak istemişse de yapamamış, ağzından çıkarıp atmıştır.


Hendek Savaşı (Şevval 5-Şubat 627)


Çevredeki Arap kabileleri Kureyşlilerin Uhud Savaşı'nda Müslümanlara karşı elde ettikleri başarılarını görünce onlara katılmaya başladılar. Bunlar arasında Kureyş, Galfan vs. Arap kabileleriyle aşağıda görüleceği üzere Müslümanlar tarafından yerlerinden sürülen Beni Nadir (Nadiroğulları) adındaki Yahudi kabilesi de bulunmaklaydı. Bu kabileler Müslümanlara karşı yeni bir savaş yapılması konusunda sürekli olarak Kureyş'i kışkırtıyorlardı. Bu amaçlarında da başarılı oldular. "Ahzab" yani gruplar veya paniler adını alan bu birleşik kabileler topluluğunun oluşturduğu ordunun mevcudu 10.000 askerdi. Savaşçıların 400'ü atlı ve 1.000 kadarı da deveye binmiş olarak Medine'ye doğru harekele geçmişlerdi. Müslümanların o tarihte toplam nüfusları 3.000 civarında olduğundan bu kadar büyük bir orduyla üzerlerine gelen saldırganlara karşı endişeye düştüler. Medine dışına çıkmamak gerekliğini daha önceki olaydan öğrenmişlerdi.


Sahabe arasında o sıralarda İran asıllı birisi vardı. İslam tarihinde Selman-ı Farisi adıyla ünlü olan bu sahabe, savaş sanatı konusunda uzman biriydi. Selman-ı Farisi, kendileriyle görüş alışverişinde bulunan Hz. Muhammed'e şehirde kalarak bir savunma savaşı yapılmasını önerdi. Bunun için de şehrin çevresine hendek kazılması gerektiğini söyledi. Araplar o güne kadar böyle bir yöntemi bilmiyorlardı. Selman, Hz. Peygamber'e "Ülkemizde düşmanın hücumundan korkunca çevremize hendek kazardık, hendek kazmak savaş usullerinden biridir" dedi. Peygamber bu düşünceyi uygun buldu ve şehrin çevresinin hendeklerle çevrilmesini emretti. Üstelik kendisi de hendek kazımında bizzat çalışarak toprak taşımıştır.


Müslümanların yanında gerekli olan kazma alet ve araçları olmadığından bunların bazılarını Beni Kurayza Yahudilerinden ödünç almışlar ve 10 gün içinde hendeğin kazımını bitirmişlerdir. Mekkeli saldırganlar Medine’yi 20 gün kuşatma altında tuttular. Bunlar hücuma kalkıştıkça hendek önlerinde engel oluyor ve karşıya geçmelerini önlüyordu. Bu süre içinde karşılıklı ok ve taş atışı ile bir iki mübarezeden başka önemli bir çarpışma olmadı. Hücum edenler böyle bir hendek kazımının yeni bir savaş hilesi veya yeni bir savaş metodu olduğunu anlamışlardı. Hücum edenlerden biri atıyla hendek üzerinden atlamak istemişse de içine düşerek boynu kırılmış, bunun üzerine Mekkeli saldırganların korku ve dehşeti bir kat daha artmıştır. Kuşatma bu şekilde uzayınca Mekkeli müşriklerden bir başkası ortaya atılarak teke tek savaşmak istedi. Hz. Ali onun karşısına çıktı ve mağlup etti. O günlerde hava da bozmuş, yağmurlar yağmış ve fırtınalar çıkmıştı. Mekkeli saldırganların çadırları, kap kacak ve diğer eşyaları etrafa dağılıp saçıldı. Bu sırada Medine halkı, yani Müslümanlar evlerinde olduklarından bu yağmur ve fırtınalardan çok az etkileniyorlardı.


Saldırganlar havanın bu durumunu, üzerlerine çöken bir uğursuzluk olarak yorumlamışlardı. Gelişmeler kendilerinin psikolojik durumunu oldukça olumsuz yönde etkilemiş ve sonunda perişan bir şekilde, kuşatmayı kaldırıp geldikleri yere yani Mekke'ye dönmüşlerdi. Müslümanlar Uhud'daki başarısızlığın öcünü, birleşik Arap kabileleri gücünü bu şekilde yenilgiye uğratarak almış oldular.


Buraya kadar anlattığımız savaşlar birtakım çarpışma ve mücadelelerden ibaret olup fetihler arasında sayılmaz. Fetihlere gelince; Müslümanların yaptığı ilk fetih, Musevi olan Nadiroğulları'nın yaşadıkları arazinin ellerinden alınmasıdır. Söz konusu kabilenin kendi yurtlarından çıkarılmalarına neden olan bir olay olmuştu. Bunun üzerine Peygamber kendilerine yurtlarını terk edip gitmeleri konusunda uyarıda bulundu. Ancak Nadiroğulları Yahudileri bu uyarıyı dinlemediler. Bunun üzerine Hz. Muhammed Müslüman mücahitlerle beraber Hicretin 4. yılında onları 6 gün kuşatma altına aldı. Kuşatma sonunda silah dışında, develerinin götürebileceği eşya ve mallarla çıkıp gitmelerine izin verilmesini istediler. Peygamber buna izin verince Nadiroğulları çıkıp gittiler. Yurtlarında bıraktıkları mallar ve eşya istediğine vermek üzere özellikle Hz. Peygamber'e ganimet olarak kaldı. Kurayza ve Hayber'de de aynı olaylar oldu. Hayber'in birçok kalesi vardı. Müslümanlar bunları birbiri ardı sıra fethettiler.


Kureyşliler Hendek Savaşı'ndan sonra Müslümanlarla anlaşma yapıp savaşa son vermenin daha mantıklı bir düşünce olduğunu kabul etmeye başladılar. Bu yüzden Hicret'in 6. yılında (M. 628) Müslümanlarla bir barış anlaşması imzaladılar. Söz konusu barış anlaşmasının (muahedename) şartları gereğince, Medine halkından hac veya umre niyetiyle Mekke'ye gidenlerin veya Yemen ve Taif'e gitmek üzere Mekke'den geçmek zorunda kalanların mal ve can emniyetleri güvence altına alınıyordu. Aynı şekilde, Mekke halkından da Medine'ye gidenlerle, beraberlerinde bulunanların, Şam'a vs. doğu kentlerine gitmek üzere söz konusu kentten geçenlerin de her türlü saldırıya karşı güvende olacakları şartı kabul edilmişti.


Bu anlaşmanın imzalanmasından sonra Müslümanlar artık İslamiyet’i yaymak için daha uygun bir ortama kavuşmuş oldular. Gayretlerini dine davet konusu üzerinde yoğunlaştırdılar. Ahzabın yani Hendek Savaşı'nda Medine'ye saldıranların büyük güçlerine rağmen, bu savaşta karşılaştıkları yenilgi Arap kabileleri arasında da ahzab aleyhine olumsuz bir etki yaratmıştır. Diğer taraftan İslam’ın şan ve şerefi Arap kabileleri arasında iyice yayılmaya başladı. Artık hiçbir baskı veya zorlama olmaksızın kendiliklerinden Medine'ye gelip İslamiyet’i kabul ediyorlardı.


Halid b. Velid ve Amr b. el-As, Medine'ye kendi arzularıyla gelerek İslam’la şereflenen kişilerden ikisiydi. Dünyanın en büyük komutanlarından sayılan bu iki büyük insan daha sonra İslam tarihinde de son derece önemli ve parlak mevki sahibi olmuşlardır. Müslümanlar bu iki önemli kişinin İslam’a geçmeleriyle güç ve kuvvetlerini, emel ve gayretlerini daha da artırdılar. Bir yıl sonra Hz. Peygamber, İslam’a davet etmek için devrin hükümdarlarına elçiler gönderdiği gibi Doğu Roma İmparatorluğu ordularıyla savaşmak üzere Şam bölgesine bir ordu göndermişti. İslam orduları Şam'ın Havran arkasındaki sınırları üzerinde yer alan köylerden Mu'tede Rum askerleriyle savaştılar. Bu savaş Müslümanlarla Rumlar yani Doğu Roma imparatorluğu arasındaki ilk savaştı. (Eylül 629) Araplar o güne kadar henüz düzenli bir ordu şeklinde savaşmaya alışmış olmadıklarından söz konusu savaşta başarılı olamadılar. Bu savaş sırasında aralarında Hz. Ali'nin kardeşi Cafer b. Ebu Talib'in yer aldığı sahabenin en seçkinlerinden birkaç kişi de şehit olmuştur. İslam ordusu bu kayıplardan sonra savaş alanından ayrılarak Medine'ye geri dönmüştür.


Mekke'nin Fethi (Ramazan 8-0cak 630)


Hudeybiye barışından bir müddet sonra, Müslümanlar ile Kureyşliler arasında barışı bozmaya neden olan bir olay olmuştu. Ebu Süfyan Kureyşlilerin artık Müslümanlara karşı duracak güçlerinin olmadığını bildiğinden, daha önce imzalamış oldukları barış anlaşmasını yenilemek düşüncesiyle Medine'ye gitti. Müslümanlar ise düşmanlarının artık zayıf bir hale düştüklerini anladıkları için onları ellerinden kaçırmak istemediler. Ebu Süfyan'a karşı barıştan yana gibi göründüler. Barış anlaşmasını imzalayacaklarına söz verdiler. Ebu Süfyan daha sonra Mekke'ye döndü.


Müslümanlar, Mekkelilerin savunma hazırlıklarını yapmalarına fırsat vermek istemediler. Bu nedenle olabildiğince kısa bir süre içinde orduyu hazırlayarak Mekke üzerine yürüdüler. Sayıları muhacirler, ensar ve diğer destekçi Arap kabilelerinden oluşan 10 bin kişi kadardı. Diğer taraftan Ebu Süfyan ile Kureyş'in ileri gelenlerinden bazıları Mekke'den çıkmış, çevrede incelemeler yapıyorlardı. Peygamber'in amcası Abbas onlarla karşılaştı. Ebu Süfyan Müslümanların azim ve hareketleri hakkında Abbas'tan bilgi almak istedi. Peygamber'in amcası Müslümanların nasıl bir askeri kuvvete sahip olduklarını ve ne dereceye kadar güçlendiklerini Ebu Süfyan'a anlattı. Ebu Süfyan Abbas'a hitaben "Kardeşinin oğlunun durum ve mevkii gerçekten çok önemli bir noktaya ulaştı" dedi. Abbas, Ebu Süfyan'a Hz. Peygamber'den eman dilemesini (af ve yardım) önerdi. Ebu Süfyan bundan başka bir kurtuluş yolu göremediğinden Abbas'la beraber Müslümanların ordugahına giderek Peygamber'den eman diledi. Peygamber kendisini güzel bir şekilde karşıladı.


Sahabeden bazıları Ebu Süfyan'dan hesap sormak düşüncesiyle kendisine kötü davranmak istiyorlardı. Peygamber buna izin vermedi. Üstelik Ebu Süfyan'a büyük ilgi ve iltifat gösterdi ki daha sonra Mekke'nin fethedildiği gün Ebu Süfyan'ın evine sığınanların Kabe'ye sığınanlar gibi her türlü taarruz ve tecavüzden emin olacaklarını ilan etti. Ebu Süfyan Hz. Muhammed ile karşılaşıp sıcak bir ilgi gördükten sonra Mekke'ye dönerek gördüklerini ve yaptıklarını anlattı. Mekke halkı Ebu Süfyan'ın aklının zayıfladığını düşünerek kendisinden nefret ettiler. Ona hakaret ve çirkin sözler söylediler. Üstelik eşi Hint binli Utbe kocasının bıyıklarını çekerek "Şu kokmuş, pis, mutaassıp herifi öldürün. Böyle lideri olan topluma lanet olsun!" demiştir. Ebu Süfyan bunların hiçbirine aldırış etmedi.


Müslümanlar önemli bir direniş görmeksizin Mekke'ye girerek şehri ele geçirdiler. Hz. Peygamber ilk iş olarak Kabe'ye gidip çevresinde ve içinde bulunan putların hepsini kırdırdı. Kabe'nin duvarları üzerinde bulunan melek resimlerini ve tablolarını da dışarı çıkarttı. Hz. Peygamber'in bu uygulamalarıyla Arap Yarımdası'nda putperest inanca son verilmiş oldu. Kabe-i Muazzama o andan itibaren içinde yalnızca Allah'a ibadet olunan bir mescide dönüştü. Mekke halkı da -aralarında Ebu Süfyan ile oğulları ve bunların arasında sonraları Emevi Devleti'ni kuracak olan Muaviye de olduğu halde- Müslüman oldu.


El-Müellefetü Kulubuhum (Kalpleri İslam'a lsındırılanlar)


Hz. Peygamber, Mekke'nin fethinden sonra İslam’ı kabul eden Mekke'nin ileri gelenlerine, İslamiyet’i destekleyerek güçlendirmeleri için, kendi kavimlerinin kalplerini kazanmalarına yardımcı olmak üzere, kalplerinin İslam’a yaklaştığını belirtmek için "el-müellefe" veya "el-müellefetü kulubuhum" adını verdi. El-Siretü'l-Halebiyye adındaki kitapta anlatıldığına göre kalpleri kazanılanlar üç bölümdü: Bir bölümü İslam’ı kabul için Hz. Peygamber tarafından kalplerindeki düşmanlık yok edilip İslam’a ısındırılanlardı; Saffan b. Ümeyye gibi. Diğer kısmı da, İslam’da sebat etmeleri, eski dinlerine geri dönmemeleri için kalpleri kazanılanlardı. Ebu Süfyan da bu grubun bir örneğidir. Son bölüm ise, İslam’a karşı olan veya olacak muhtemel düşmanlık ve zararlarının engellenmesi için kendilerine bağışta bulunulan ve bu şekilde Müslümanlara ılımlı bir şekilde bakmaları sağlanan kişilerdi. Hz. Peygamber bunlara diğer sahabelerden ayrı bir şekilde atiyye (hediye, bahşiş) ve ihsan (karşılık beklemeksizin yapılan iyilik ve bağış) vermekle gönüllerini alıyordu. Bu uygulama, Hz. Muhammed'in son derece müsamahalı, bağışlayıcı, engin gönüllü ve kalpleri kazanmayı hedefleyen büyük bir idareci olduğunu göstermektedir.


Mekke'nin fethinden sonra da Hz. Peygamber, çevre kabilelerin halklarını da İslam’a davet etmek üzere, Mekke yakınlarına küçük askeri birlikler gönderdi. Daha sonra da Huneyn ve Taif'e sefer yaptı. Taif'e ilk sığınması (M. 630) ile şimdiki girişi arasında ne büyük bir fark vardı. O zaman bu kent halkından yardım ve destek istemek için gelmişti. Bu sefer ise orayı ele geçiren bir fatih sıfatıyla gidiyordu. Hz. Peygamber bu savaşta Taif halkını mağlüp etti. Kendilerinden 24.000 deve, 40.000 koyun ve 4.000 ukıyye ( 1 ukıyye 40 dirhemdir) gümüşe ulaşan ganimet aldı. Peygamber söz konusu ganimetleri arkadaşlarına dağılmaya başlayınca öncelikle kalpleri İslam’a ısındırılanlardan (müellefe) başlayarak Ebü Süfyan ile oğlu Muaviye'ye ve diğer oğlu Yezid'e 100'er deve ile 40'ar ukıyye gümüş verdi. Ebü Süfyan ve oğullarının bu ganimet mallarından aldıkları pay 300 deve ile 120 ukıyye gümüşe ulaştı. Bu cömertliği gören Ebu Süfyan Hz. Peygamber'e dönerek "Babam anam sana feda olsun! Ey Allah'ın elçisi! Sen hem savaş hem barış zamanında cömertsin" demekten kendini alamamıştır.


Hz. Peygamber böyle bir ayrıcalık ve cömertliği Ebü Cehil'in kardeşi Haris b. Hişam ve Safvan b. Ümeyye gibi Kureyş'in ileri gelenleri için de gösterdi. Ancak önceleri İslam’ın en büyük düşmanları olan bu kişilere karşı gösterilen ayrıcalık ve cömertlik, İslamiyet’in en büyük direği ve temeli olan ve İslam’la ilk şereflenen muhacir ve ensara ağır geldi. Aslında, İslamiyet’i herkesten önce kabul eden ve onun uğrunda bunca fedakarlık yapan muhacir ve ensarın, İslam’ı en son ve ancak bir mağlübiyet sonunda kabul eden yeni Müslümanların (müellefenin) ganimet mallarından ayrıcalıklı bir biçimde fazla verilmesini hoş görmemeleri çok doğal bir şeydi. Sahabe birbirleriyle şu şekilde konuşarak rahatsızlık ve şikayetlerini dile getiriyorlardı: "Kılıçlarımız hala Kureyş'in kanıyla bulaşık duruyor. Hz. Peygamber Kureyş'e verip bizi neden mahrum bırakıyor?" Sahabenin bu sözlerini Hz. Peygamber haber aldı. Onları bir yerde topladı. Bu konuda kendilerinden açıklama ve bilgi aldı. Ashab-ı Kiram bu sözleri söylediklerini itiraf ettiler. Hz. Peygamber kendilerinin düşüncelerine katıldığını söyledikten sonra onlara "Küfürden daha yeni, az vakit önce kurtulmuş olanlara fazla veriyorum ki, gönüllerini hoş edeyim. İslamiyet’te devam etsinler ve diğerleri de onlara uyarak Müslüman olsunlar. Sizi ise sarsılmayan, çok güçlü inancınıza havale ediyorum. Ey Ensar topluluğu! Onların koyun ve deve ile avunmalarına karşı, Allah elçisinin arkadaşlık ve dostluğu sizin için daha değerli ve şerefli değil mi?" dedi. Muhacirlere de aynı sözleri söyledi. Hepsi de duruma razı oldular.


Müslümanlar Hicret'in 9. yılına doğru Medine'ye geri döndüler. Artık büyük bir güç kazanmışlar, başarıları Arap Yarımadası'nın her köşesine yayılmıştı. Halk artık dalga dalga Medine'ye geliyor, İslam ile şerefleniyordu.


Müslümanlar bu şekilde güçlenip kuvvetlendikten ve nerdeyse Arap Yarımadası'nın her tarafı kendilerine boyun eğdikten sonra fetihleri başka bölgelere de yaymak için çaba harcamaya devam ettiler. Hz. Peygamber Hicret'in 9. yılında Rumlara karşı hazırlık yapılmasını emrettiğinden 10.000'i süvari olmak üzere 30.000 kişiden oluşan bir askeri kuvvet hazırlandı.


Bu askeri kuvvet o zamana kadar hazırlayabildikleri en büyük orduydu. Müslümanlar bu askeri kuvveti hazırlamak için maddi ve manevi her türlü fedakarlığı yapmaktan çekinmediler. Ancak İslam ordusu yol sırasında çok şiddetli bir susuzluğa maruz kaldığından Müslümanlar büyük sıkıntı çektiler. Müslümanlar mücahitler, Rumların beraberlerinde Lahm ve Cüzzam Arapları olduğu halde Tebük'te toplanacaklarını düşünerek söz konusu yerde konakladılar. Eyle (Şam tarafından Kızıldeniz kıyısında Akabe Körfezi'nin ilerisinde bulunan bir kent) Emiri Müslüman askerlere başvurarak cizye (vergi) karşılığında kendileriyle barış yaptı. Söz konusu askeri sefer sırasında Halid b. Velid, Medine ile Şam arasında Şam'dan 7 mil uzaklıkta bulunan (Cumetü'l-cendel) emirini -ki Künde kabilesinden ve Hıristiyan Araplardandı- mağlup edip esir aldı. Kardeşini de öldürdü. Emirin ipekten yapılmış ve sırma dallarla süslenmiş kaftanını Müslümanlara gönderdi. Söz konusu kaftan Müslümanların ellerine ulaşınca şaşırmışlardı. Çünkü Araplar o vakte kadar böyle süslü bir elbise görmemişlerdi. Müslüman askerler bu sefer sırasında Rum kentlerinden herhangi bir yer fethetmeden Medine'ye geri döndüler.


İslam dininin kurucusu Hz. Muhammed Hicret'in 11. yılında İslamiyet henüz yeni yayılan bir din halindeyken vefat ettiğinden İslamiyet’in ortaya çıkışıyla menfaatleri, nüfuz ve mevkileri zarar görenler fırsattan yararlanarak fitne ve fesada kalkışarak Medine, Mekke ve Taif halkından başka, önceden İslamiyet’i kabul eden Arap kabilelerinden çokları dinden sapmış ve bu yüzden yeni din büyük bir tehlikeye düşmüşse de Hz. Ebu Bekir'in gayretleri sayesinde bu fitne ve karışıklıkların, irtidat olaylarının önü alınmıştır.



Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak