21 Kasım 2022 Pazartesi

İslamiyet'in Doğduğu Yıllarda İki Büyük Devlet: Rumlar ve İranlılar

 İsa’nın doğumundan 753 yıl önce Roma şehriyle birlikte Roma devleti de kuruldu. Roma kenti söz konusu bu devlete on yüzyıldan fazla başkentlik yaptı. Bu devlet ne kadar mamur ve bayındır yer varsa hepsini ele geçirmişti. M. 321'de Roma'nın saltanat tahtı Bizantium'a nakledildi. Büyük Konstantin de bu başkente gelerek kente Konstantiniyye adını verdi. Konstantin'in 337'de ölümünden sonra ülke üç oğlu arasında pay edildi. Bundan sonra Roma devleti isimleri belli üç kardeşten M. 360 yılında ölen birinin yönetimine geçti. Ondan sonra julien, daha sonra 364 yılında jovien hükümdar oldu. O da birkaç ay sonra ölünce Romalılar kendilerine Valantilien adında birini imparator seçtiler. Bir süre sonra Valantilien'in kardeşi Valens'i Roma'ya imparator nasb edince Roma ülkesi biri; başkenti Konstantiniyye olmak üzere Doğu Roma imparatorluğu, diğeri başkenti Roma olmak üzere Batı Roma imparatorluğu adıyla ikiye bölündü. Doğu Roma imparatorluğu diğerinden daha uzun yıllar yaşadığından Konstantiniyye kenti ilim ve irfanın, saltanat ve gücün merkezi ve dini işlerin halledilmesi için başvurulan bir müracaat şehri haline geldi. Doğu Roma ülkesinin 5. yüzyıldaki sınırları batıda Adriyatik Denizi'ne, doğuda Dicle kıyılarına kadar uzanıyordu. Kuzeyden Tatar ülkesine, güneyden Habeşistan'a ulaşıyordu. Devletin büyük Konstantin'den sonra en parlak zamanı Justinien devriydi (527-565). Justinien'in ilk beş yılı o vakit İran'da hüküm süren Sasaniler devletine karşı savaşla geçti. Bu savaş iki taraf arasında sürekli barış anlaşmasıyla sona ermişse de daha sonra barış dönemi uzun sürmemiştir.


Justinien, şansına, cihanın en ünlü komutanlarından Belizaryus gibi büyük bir kumandana sahip olmuştu. Belizaryus İtalya’yı ele geçirerek egemenlik bayrağını Roma şehrinin surları üzerine dikti. Afrika'nın kuzey bölgesini ve başka bölgeleri de ele geçirdi. İmparator’un diğer fetihlerinde de yardımcı ve destekçisi ve ülkenin genişlemesi yolundaki bütün işlerinde keskin kılıcı oldu.


Rumlar (Yunanlılar) ile Acemler arasındaki düşmanlık belki milattan önce 5. yüzyıldan daha önceki zamanlara kadar uzanır. Bunun nedeni iki tarafın dünyayı yönetimleri altına almak ve dünya egemenliğini kurmak sevdasıyla birbirleriyle yarışmalarıdır. Çünkü ikisi de o dönemde dünyanın en büyük devletleriydi. Bu düşmanlık Büyük İskender zamanından, İslami devirlerdeki Romalıların zamanına kadar devam etti.


Justinien zamanında İran’da saltanat tacı "adil" (adaletli) lakabıyla ünlü olan Kisra Nuşirvan'a geçmişti. Nuşirvan Rumlarla barış yapmayı istemediği için, ordusuyla Bizans üzerine yürümüş, Suriye'yi ele geçirip Antakya'yı yakıp yıkmış ve sonra Anadolu'yu yağmalamıştır. imparator justinien'in gönderdiği Belizaryus'un komutasındaki Rum ordusu İranlılarla savaşarak onları geri püskürttü. İranlılar daha sonra kendilerini toplayarak tekrar hücuma geçtiler. Savaşlar iki devlet arasında 20 yıl kadar (541-561) devam etmişti. Bunun sonunda zaten yaşlanmış olan iki hükümdar da savaştan bıktığından barış yapmaya karar verdiler. İmzalanan barış anlaşmasıyla iki ülkenin sınırları önceki hale getirilmişse de, Doğu Roma İmparatoru Justinien, İranlılara yıllık 30 bin dinar vergi vermeye mecbur oldu.


İmparator justinien, Doğu Roma İmparatorluğu tarihinde seçkin ve yüksek bir yer tutar. Onun saltanatı döneminde Doğu Roma ülkesi büyük bir güç kazanmıştı. Kendisinin koydurduğu kanun ve yasalar daha sonra bugüne kadar düzenlenen yasa ve genelgelerin temelini oluşturmuştur. Bu ve benzeri büyük icraatlar justinien'in adını bugüne dek yaşatmıştır. ipek sanatını Avrupa'ya sokan odur. Kiliseler, kaleler, saraylar yaptırmıştır. Yaptırdığı bu binalardan en ünlüsü Ayasofya Kilisesi'dir ki, Osmanlılar Konstantiniyye'yi (İstanbul) ele geçirdiklerinde Ayasofya'yı, günümüze kadar aynı isimle bilinen camiye çevirdiler.


Ancak mutlak hükumetlerin (monarşiyle yönetilen idareler) kaderi, yani saadet veya felaketi, her zaman hükümdarlarının kaderine bağlıdır. Hükümdar büyük, becerikli ve kudretli biriyse ülkesi de öyle olur. Küçük, sıradan, beceriksizse ülke de zayıf olur. justinien'den sonra Doğu Roma İmparatorluğu’nun başına yeterli ve yetenekli olmayan kimseler geçtiği için, önceki dönemlerde görülen huzur ve mutluluktan eser kalmadı. justinien'den sonra kardeşinin oğlu II. justin, daha sonra Tibaryus, ondan sonra Boris (Morikos) saltanata geçtiler. Bu sırada devlet çok zayıflamıştı. Morikos devleti güçlendirmek için doğu bölgelerini ele geçirmek istedi. Bu amaçla Acemlere karşı açtığı savaş Nuşirvan'ın 589'da ölümüne kadar yedi yıl devam etti. Nuşirvan'a halef olarak oğlu 4. Hürmüz saltanat tahtına oturdu. Ancak Hürmüz oldukça zalim ve zorba bir hükümdar olduğundan halk isyan etti. Hürmüz, kendisine başkaldıran halkla mücadele etmek zorunda kaldı. Oysa bu arada Rumlar kendi ülkesinde Irak tarafından sürekli ilerliyordu. Türkmenler de kuzey ve doğudan Iran topraklarına tecavüzde bulunuyordu. Nerdeyse tüm lran ülkesi Bizans'ın eline geçecekti. Ancak tam bu tarihlerde Acemlerden Behram adında büyük bir komutanın ortaya çıkması öyle bir sonucun olmasına engel oldu. Behram iki düşmanla savaşarak ülkesini kurtarmayı başardı. Bunun üzerine Acemler Behram'a doğru yöneldiler. Hürmüz'ü tahttan indirip gözlerine mil çekerek kör ettiler. Kendilerine Hürmüz'ün oğlu Hüsrev Perviz'i hükümdar nasbeylediler. Behram, Perviz'in hükümdarlığını kabul etmedi. Kendisini aşağılayıp hakaret etti. Bu muameleyle karşılaşan Perviz, Kostantiniyye'ye sığınıp, imparator Moris'in yardımını istedi. imparator onun bu isteğini kabul ederek asker desteğinde bulundu. Perviz Doğu Roma lmparatorluğu'nun kendi emrine verdiği bu orduyla Behram'ı yenerek saltanat tahtını geri aldı. Perviz imparatorun bu iyiliğini unutmamış ve ölümüne kadar Rumlarla dostça geçinmiştir.


Moris 602 yılında öldürülünce yerine Phocas (Fukas) imparator oldu. Phocas bilgisiz, tecrübesiz ve beceriksiz bir hükümdar olduğundan halk kendisini sevmedi. Kendilerini böyle bir hükümdarın elinden kurtaracak bir kurtarıcı aramaya· başladılar. O dönemde Roma valilerinden biri olan Heraklus "Heraclius" (Hrakıl) Afrika'da valiydi. Kostantiniyye halkı bu valiye başvurarak kendisinden yardım istediler. O da oğlu, küçük Hrakıl'ı bir donanmayla İstanbul’a gönderdi. Hrakıl galip bir hükümdar olarak İstanbul’a girdi. Phocas'ı öldürdükten sonra 610 yılında imparatorluk tahtına oturdu.


İslamiyet bu imparatorun saltanatı döneminde doğmuştur. Rum ülkesinde bu şekilde gerçekleşen değişiklikler ve devrimler, Şah Perviz için Rumlara karşı rekabet kapısını tekrar açmaya ve düşmanlık ilan etmeye vesile olduğundan kendisi dostu olan Moris'in katillerinden intikam alacağını öne sürerek 614 yılında askeriyle Suriye üzerine yürüdü. Buradaki Museviler (Yahudiler) onun destekçisiydi. Perviz Suriye'yi Mısır'ı ve Afrika'yı ele geçirdi. Antakya, Şam, Kudüs, Suriye ve Filistin'den başka bazı kentleri de ele geçirdi. Askerlerinin Kudüs'ü yağmalamasına izin verdi. Asker Hz. İsa’nın kabrini, kıyame (kamame) kilisesini yakıp içinde bulunan mücevherleri, hazineleri vs.'yi yağmaladı. Kudüs patriğini ve gerçek haçı kendi ülkelerine götürdüler. 616 yılına kadar Suriye'de öldürme ve yağmalama böylece devam etti. Acemlerin bu istilaları sırasında Hıristiyanlardan öldürdükleri doksan bine ulaşmıştı. Daha sonra Anadolu'ya diğer bir ordu göndererek buraları da ellerine geçirdiler. Nereye yönelseler zafer kendilerinin oluyordu. O kadar ki neredeyse İstanbul’da Boğaziçi'ne ayak basacaklardı.


Bütün bu olaylar sürerken İmparator Heraclius sarayına kapanarak zevk ve sefa, israf ve savurganlıkla günlerini geçiriyor, ülkesini tehdit eden tehlikeye aldırmıyordu. Ancak işin sonunda belanın büyüklüğünü anlayarak, üzerine çöken tembellik, uyuşukluk ve zillet tozlarını silkelemiş ve ülkesini savunmaya karar vermişti. Askeri donatacak parası olmadığından savaştan sonra faiziyle beraber ödemek üzere kiliselerde bulunan para ve malları borç aldı. Topladığı askerle deniz yoluyla Anadolu'da yer alan Kilikya'ya (Adana) çıkarak lssus kentini ele geçirdikten sonra burada İranlılar ile savaştı. Ve onları 622 yılında mağlup etti. Müslümanların Mekke'den Medine'ye hicretleri işte bu yıl gerçekleşmişti. Heraclius İranlılarla aralıksız üç yıl süren savaşlar sonunda Acem ülkesinin içlerine girdiğinden artık şah Perviz başkenti savunmak üzere Mısır vs. yerlerde bulunan askerini geri çekmek zorunda kalmıştır.


Heraclius daha sonra savaşı sürdürerek 627 yılında tekrar Şah Perviz üzerine yürümüş ve bu kez Acemleri büyük bir yenilgiye uğratmıştır. Bu kez Rum askeri, Asurluların eski başkenti olan Ninova'ya kadar vardılar ki, bu Rumların o topraklara ilk ayak basışıydı. Şah Perviz bu tarihlerde çok yaşlandığından hükümdarlığı oğlu Merdiz şaha bıraktı. Ancak Perviz şahın diğer oğlu kardeşini kıskanarak, hem babasını hem de kardeşini öldürmeye kalkıştı.


Kendisine yandaş yaptığı bazı kişilerle birlikte, Şah Perviz'in geri kalan on sekiz çocuğunu yakalayarak hepsini babalarının gözleri önünde öldürdükten sonra babasını da hapsettirdi. Bu şanssız baba ölünceye kadar zindanda kaldı. Perviz'in ölümüyle birlikte Sasani İmparatorluğu’nun şan ve gücü de bitti. Şiruye adındaki bu zalim oğul babasının ölümünden sonra ancak sekiz ay yaşayabildi. Bu olaylardan sonra Sasaniler tam bir anarşi içine düştü. Öyle ki dört sene içinde dokuz hükümdar saltanat iddiasında bulunmuştur. Karışıklık ve anarşi ülkeyi tamamen kaplamıştı. İslam orduları buralara geldiği tarihte ülkenin durumu böyleydi.


Bununla birlikte Rumlar da o sıralarda Avrupa'da Gotlar denilen vahşi kavimlerin saldırı tehlikesi altındaydılar. Gotlar İslam’dan önce Macaristan'ın batı bölgelerini ellerine geçirmişlerdi. Bunun dışında Hunlar doğudan gelip Avrupa'yı geçerek doğu Roma İmparatorluğu’nu tehdit ediyorlardı.


Gerek Rum gerek Acem ülkesinde karışıklık ve anarşi yalnız siyasi işler ve yönetimle sınırlı değildi. Din ve mezhep ayrılıkları bu dönemde en ateşli zamanını yaşıyordu. Bu durum tüm dini ve sosyal grupları etkiliyordu. Rumlar 6. yüzyıl civarında birçok iş ve konuda, özellikle Hz. İsa ile ilgili konularda çeşitli grup ve mezheplere ayrılmışlardı. Karışıklık ve perişanlığın en son noktasına ulaşılmıştı. Garip olan şu ki, bu ayrılık ve çatışmaların büyük bölümü, esas, anlam ve özle değil, söz, harf ve noktalarla ilgiliydi. Örneğin imparator ile devlet adamları Hz. İsa'nın iki tabiat ve iki meşiete (yani biri ilahi, diğeri insani irade ve dileme gücü) sahip olduğunu savunurken, Mısır ve Şam'da bulunan halk (Yakubiler) çoğunlukla Hz. İsa’nın sadece bir tabiat ve bir meşiete malik olduğunu savunuyordu. imparator Heraclius zamanında Yakubilerin Patrik'i Atnasyus bu karışıklıklara son vermek üzere iki taraf mezheplerini birbirine yaklaştırmaya çalıştığından, imparatorla haberleşip her iki mezhep arasında ara bir yol bularak, Hz. İsa’nın iki tabiat ve bir meşieti bulunduğuna dair diğer bir mezhep kurmuş ve İmparator’a arz etmiştir. imparator Patrik'in düşüncesini esas olarak onaylamışsa da, söz konusu mezhebi resmen kabul etmeden önce aslen Suriyeli olan İstanbul Patrik'i Biros ile görüş alışverişinde bulunmak üzere biraz beklemesini uygun görmüştür. Oysa Atnasyus İmparator’la görüşmeden daha önce Biros'un bu konuyla ilgili onayını almıştı. Sonunda imparator bu orta mezhebi resmi bir genelgeyle kabul ve ilan etti. Söz konusu mezhep Kudüs Patrik'i Sufronyus ile diğer bazı metropolitlerden, özellikle Umman Metropoliti'nden ve diğer Melikiyyet kiliselerinden başka bütün doğu ruhani reislerince kabul edildi. Yukarıda belirtilen bir kısım ruhani reis ve kiliselerin karşı çıkmaları imparatoru kızdırdığı için genelgesinin hükmünü kabul etmeyenlerden intikam almak sevdasına düştü. Karşı gelenler arasında bizzat Rumlardan da büyük bir grup vardı. Şu durumda ayrılık ve bölünmüşlük kontrolden çıkmış, kötü bir hal almıştı. imparator, İstanbul, İskenderiye ve Antakya patrikleri Hz. İsa’nın iki tabiat ve bir meşiete malik olduğuna inanan bir grubu oluşturuyorlardı. Diğer taraftan Kudüs patriği ile Rum kilisesine bağlı diğer halk iki tabiata ve iki meşiete inanan ikinci bir grup olmuşlardı. Yakubiler ve aynı gruptan Kıptiler ile Havran halkının yanı sıra Suriye ve Mısır içinde bulunan diğer halk da üçüncü bir grup oluşturmuştu. Irak ve el-Cezire halkı olan Nasturiler 4. grup olmuştu. Bunlardan başka küçük bazı gruplar da vardı. Örneğin; adına "Hayaliyyün" adı verilen bir Hıristiyan grup vardı ki bunlar Hz. İsa’nın gerçekte çarmıha gerilmediğine onun yerine başka birinin çarmıha gerildiğine inanıyorlardı. Ondan başka "başsızlar" adıyla diğer bir grup daha vardı. Bunlar, Hz. Ali'nin hilafetinin son döneminde ortaya çıkan "Hariciler" gibi, reislerin yani başkanların gereksiz olduklannı ve onlara itaat etmemek gerektiğini savunuyorlardı. Yakubiler kendi aralarında da fırka fırka olmuşlardı.


Dini işler dünyevi ve siyasi işlerle karıştırılmış olduğundan dinde ortaya çıkan bu farklılık ve bölünmüşlük memleketin idari yapı ve işleri üzerinde de son derece kötü bir etki yapıyordu. Bu ayrılık ve dini bölünmüşlük bazı bölgelerin Rumların elinden çıkıp İranlılara katılmalarına neden olmuştu. Konstantiniyye'deki dini toplantı da Hz. İsa’da tek bir tabiatın sonradan uydurulduğunu savunarak bu fikri yasaklayınca, imparator tek tabiat inancına sahip olanlar üzerinde şiddet uygulamaya başladı. Ermeniler bu inancı taşıyanlardandı. Bunlar İmparator'un bu şiddetli baskısını görünce onun yönetiminden çıkarak ülkelerini Acemlere yani İranlılara teslim etmişlerdir. Mısır'daki Kıptiler de böyle yapmışlardır. Amr b. el-As Mısır'a gittiği zaman Mısır'ı fethinde aynı sebepten dolayı Kıptiler kendisine yardımda bulundular.


O zamanların fanatikliğinin bir eseri olarak özellikle Museviler ile Rumlar arasında süregelen düşmanlıkları da yukarıda arz ettiğimiz karışıklık ve perişanlığa ekleyebiliriz. Bu nefret ve düşmanlık Heraclius zamanında son noktaya ulaşmıştı. Bu yüzden Antakya'daki Yahudiler ayaklanıp Patrik'i öldürerek cesedini çirkin bir şekilde parçaladılar. Bunun üzerine İmparator Antakya'ya asker göndererek Yahudilerden büyük bir topluluğu katlettirdi. Yine bu yüzden Yahudiler Fenike'nin merkezi olan Sur'da valiyi öldürdükten sonra geceleyin kentte bulunan Hıristiyanların hepsini katletmek için Fenike ve Filistin Yahudileri ile birlik anlaşması yapmışlarsa da şehrin Metropoliti daha önce durumu öğrenerek hükumete bilgi vermiş, gerekli tedbirler sayesinde geceleyin gelen hücumlar bastırılıp düşman savuşturulmuştur. Ancak hücum edenler dönüşlerinde kent yakınında bulunan kilise ve manastırları yakıp yıkarak içinde bulunan malları yağmaladıktan başka, buralara yakın olan köylere de aynı tecavüzde bulunmuşlar yakıp yıkmışlardır. Bunun üzerine hükumet sert bir karşılık vererek Sor kentinde bulunan bütün Yahudileri öldürdü. Kaysariye'de Museviler tarafından buna benzer eylemler yapıldığı için, İmparator kardeşi Todoros'u onların üzerine gönderdi. Todoros da orada ne kadar Yahudi varsa hepsini kılıçtan geçirdi. İşte bu gibi durumlar ve olaylar üzerine ülkenin her tarafında Musevilerin, hükumetleri aleyhindeki kin ve düşmanlıkları son noktaya ulaşmıştı. Rumların Musevilerden daha çok korkup sakınmalarının nedenlerinden biri de müneccimlerin bir kehanetidir. Şöyle ki, bu müneccimlerden bazıları, sünnetli bir adamın, bu bölgede ortaya çıkıp başarılı olacağı ve imparatorun elinden bu toprakları alacağı kehanetinde bulunmuşlar ve bunu da imparatora haber vermişlerdi. İslam tarihçileri bu kehanette belirtilen sünnetliden kastın Müslümanlar olduğunu söylerler. Yahudilerin o devirlerde Rumlardan öç almak için yaptıkları işlerden biri de İranlılardan 80 bin Hıristiyan esiri parayla satın alıp hepsini kılıçtan geçirmeleridir.


Bununla birlikte buna benzer kin ve düşmanlıklar, yalnız Rumlar ile Museviler arasında değildi. Dünyanın her yerinde Hıristiyanlarla Museviler arasında koyu bir nefret ve düşmanlık devam ediyordu. Hıristiyan hükumetler yeni kanunlar düzenleyip yürürlüğe koydukça, Museviler hakkında aşağılama ve zorbalıkla muamele olunmasını içeren ayrı maddeler koyuyorlardı. Nitekim İspanya’da bulunan Gotlar İslam fetihleri sırasında Musevileri hükumetin düşmanı kabul ediyorlardı. Söz konusu bölgede bulunan milli meclisler İsrail dininin kaldırılıp yasaklanmasına karar verdiği için, hükumet Musevileri ayin düzenleme ve ibadetten menetmiş ve Hıristiyanlığa saygılarını göstermek zorunda bırakmıştı. Hükumetin baskısı o kadar ileri varmıştı ki, buna dayanamayan Museviler bu zulüm ve baskılardan kurtulmak için Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kalmışlardı. Ancak kalben yine Musevi kalmışlar gördükleri zulümden dolayı gönüllerine şiddetli bir kin ve düşmanlık yerleşmişti. Gotlar bunların bu duygularını bildiklerinden Musevilikten Hıristiyanlığa geçenleri gerçek Hıristiyanlarla bir tutmazlardı. Onları her türlü medeni haklardan ve köle sahibi olma hakkından mahrum etmekle kalmayarak, kendilerini okuyup yazmaktan menetmek derecesine kadar aşağılayıp küçümsüyorlardı. Musevilerin bu kadar baskı ve eziyet gördükten sonra kendi Hıristiyan yöneticileri aleyhine İslam ordularına yardımcı olmalarını garip görmemek gerekir.


İranlılara gelince; Bu bölgede Mani ve Mazdeh mezheplerinin dallara ayrılarak bölünmesi sonucu, İslam'dan az önceki devre varıldığında, birçok farklı mezhep ortaya çıkmış ve İran'daki sosyal yapı zayıf bir hal almıştı. Mazdek "İnsanlar kardeş ve bir babanın çocukları olduklarından, kadın ve malların insanlar arasında eşit dağıtılması gereğini emretmek için Tanrı tarafından gönderildiğini" söylemek gibi, ortak yaşamı savunan oldukça garip bir iddiada bulunmuştu. Acem hükümdarlarından Keykubad bu mezhebi kabul etmişse de, kendisinden sonra gelen Şah tam tersini yapmıştı. Bunlardan sonra başka mezhepler de ortaya çıktı. Memleketteki karışıklık ve bölünmüşlük gibi, ahlak da son derece bozuk bir hale gelmişti.


Rum ve Iran ülkeleri böyle çürümüş ve kokuşmuş, karışıklıklar içinde bulunurken Araplar parlak bir uyanışla ortaya çıkarak birlik içerisinde yükselme ve ilerleme yoluna doğru adım atmışlardı. Söz konusu grup ve mezheplerin birbirleriyle mücadelesinden veya yöneticilerin zulüm ve baskısından bıkan Rum ve Acem halkının kendilerine katılmasıyla Müslümanlar daha da kuvvetlenmekteydiler.



Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak