İslam öncesi dönemde dış ilişkilere hakim olan temel ilkeler; ülke sınırlarını muhafaza etme, ittifak ve dostluk kurma amacıyla evlilikler yapma ve cihanı idare etme anlayışına uygun fetih hareketlerine girişmektir. Bu ilkeler çerçevesinde Türkler Çinliler, İranlılar ve Araplarla ilişkide bulunmuşlardır.
Türk-Çin İlişkileri
Türk-Çin ilişkileri ile ilgili bilinen ilk bilgiler M.Ö.318 tarihlidir. Bu tarihlerde Çin’de siyasi bir birlik bulunmaması nedeniyle 14 derebeylik birbiriyle mücadele halindeydi. M.Ö.318 yılında bu derebeyliklerden Ch’in’in giderek güçlenmesi karşısında dört derebeylik Hun Türkleri ile bir ittifak anlaşması yapmıştır (Bedirhan, 2004: 57). Daha sonra Hunların Çin topraklarına yönelik akınlarını yoğunlaştırması üzerine Çin imparatoru Shih-huang-ti (M.Ö.247-210) Hun taarruzlarına karşı sınırları korumak için meşhur Çin Seddi’ni meydana getirmiştir (Salman, 2002: 10). Büyük Hun Devleti’nin başına geçen Mo-tun Han üç yıl süre ile Çin İmparatorluğu ile savaşmıştır (M.Ö.209-199). Bu savaşlar sonunda Mo-tun, Çin’i yıllık vergiye bağlanmıştır (M.Ö.200) Ayrıca bu anlaşma gereği bir Çinli prenses ile evlenmiştir. Böylece Hun-Çin ilişkilerinde dostluk dönemi başlamıştır (Bayrak, 2006: 26-27).
Hunların siyaseten yaptıkları bu evlilikler ileride Türklerin aleyhine oldu. Zira, Türk topraklarında Çinli prensesin himayesinden yararlanarak serbestçe hareket eden Çinli görevliler, propaganda yoluyla Türkler veya Türklere tabi olan toplulukların arasını bozmaya çalışmışlardır. Nitekim Mo-tun ve Ki-ok’tan sonra Hun Devleti’nin başına geçen kağanlar Çin görevlilerinin bu icraatlarını önleyemediler. Hunlar önce ikiye ayrıldı daha sonra ise Çin’e tabi oldular (Günal, 2004: 90).
Türkler siyasi birliklerine 552 yılında tekrar kavuşmuşlardır. Göktürkler Mu-kan Kağan zamanında Çin’i baskı altında tutmayı başarmıştır. Çin Türk hakimiyetindeydi. Ancak Ta-po’nun bir Çinli prenses ile evlenmek istemesi ve Budist dinini himaye etmesi, Göktürkleri sarsıntıya sürüklemiştir (Donuk, 1987: 114). Çinliler, Tardu ve Ta-po’yu birbirine karşı kullanılarak Göktürk iç siyasetini karıştırdılar. İkiye bölünen devlet (Doğu ve Batı Göktürk Devletleri) bir süre sonra Çin hakimiyetine girmiştir (Bayrak, 2006: 87).
İki millet arasındaki diğer bir ilişki türü de ekonomik ilişkilerdir. Nitekim Hun Türkleri Çin’e yünden yapılan kumaşlar, örtüler ve keçe ev deri ihraç etmişlerdir (Eberhard, 1942: 71-78). Göktürkler ise daha çok canlı hayvanları (at, koyun vs.) Çin’e satarken, karşılığında Çin’den ipekli kumaş almışlardır. (Bedirhan, 2004: 256)
Orta Asya Türk devletleriyle Çin arasındaki ilişkiler, X.-XIII. yüzyıllar arasında en canlı dönemi yaşanmıştır. Çin, bu dönemde komşu ülkelerle olan ipek ticaretini kervanlarla yapmakta idi (Günal, 2004: 93). 760 yılından sonra Uygurlar, Çin ile ilişkilerinin çok iyi düzeyde olmasından faydalanarak, at karşılığında ipek almak için Çin’e heyetler yollamışlardır. Her yıl Çin başkentine gelerek bir at karşılığında 40 ipekli parça alarak ticareti yapan Uygurlar, başkente her gelişlerinde on binlerce at getirirlerdi (Çandarlıoğlu, 1987: 226).
Türk Çin ilişkilerinin odak noktası İpek yolu ve ticaretidir. İpek yolunun geçit yeri olan İç Asya bölgesi Türk ve Çin siyasetinin ana hedefi olmuştur. Türkler nüfusun fazla olması sebebiyle Çin’i tamamen istila etmeyi düşünmedikleri gibi, Çinliler de sınırlarını Ötüken’e kaydırmak istememişlerdir. Çin İpek yolu ticaretini elde tuttuğu sürece Türklere karşı müdafaada bulunurken, Türkler de yaptıkları akınlarla Çin’i zayıflatarak ipek ticaretine egemen olmak istemişlerdir (Günal, 2004: 94).
Türk-İran İlişkileri
İlk Türk-İran münasebetleri ticari yönde başlamıştır. Hunların Yüe-çileri yenmesi sebebiyle Hun elçileri ve kervanları yazılı bir itimatname taşıyacak olurlarsa, yol üzerindeki tüm devletler rahat bir geçişe imkan sağlamaktaydı ve buna İran toprakları da dahildi (Günal, 2004: 106).
Akhunlar, Soğd bölgesini ele geçirdikten sonra İran üzerine dokuz yıl süre ile hücum etmişlerdir. Bu akınlar nedeniyle Sasani İmparatorluğu çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır (Bedirhan, 2004: 191-194). Nihayet, II. Şapur zamanında iki taraf arasında uzun yıllar süren bir barış antlaşması yapılmıştır. Ancak Göktürk Devleti’nin kurulması ve İran’da Nuşirevan’ın başa geçmesiyle birlikte Akhunlar zayıflamış ve toprakları Sasani ve Göktürkler arasında paylaşılmıştır. Bu paylaşımdan Nuşirevan rahatsız olmuş ve İç Asya kervan yolunun Maveraünnehir bölümünü ele geçirmek amacıyla, Göktürklerin Akdeniz limanlarına ve Bizans’a yaptığı ipek nakliyatını durdurmuştur. Bu suretle Göktürklere bağlanan Soğd ülkesinde huzursuzluk çıkarmak istemiştir (Çeçen, 2007: 104). Bunun üzerine İstemi Kağan Bizanslılar ile ittifağa girişmiş ve böylece Bizans-Sasani mücadelesi başlamıştır. Türk-Bizans işbirliği, Sasani İmparatorluğu’nun zayıflamasına ve bu durumdan yararlanan Arap orduları tarafından yıkılmasına neden olmuştur (Donuk, 1987: 113). Son Sasani hükümdarı III.Yezdcerd, 642’de Nihavent savaşında Arap ordularına yenilince, Merv’e gelerek, Batı Göktürk hakanı Tu-lu Han’ın yardımına müracaat etmiştir. Fakat Türkler Müslümanlar karşısında yenilgiye uğramış, bundan sonra Merv, Horasan İslam merkezi olmuştur (Günal, 2004: 108).
Türk-Arap İlişkileri
Türkler 642 Nihavend Savaşı’ndan sonra Müslümanlarla temasa başlamışlardır. Sasani İmparatorluğu’nun yıkılması sonrasında başlayan Türk- Arap ilişkileri neredeyse yarım yüzyıl boyunca karşılıklı mücadeleler içinde geçmiştir (Merçil, 1997: 1). Bu dönemdeki Ermeniler hilafetinde Müslüman Araplar ile Türkler arasında askeri ilişkiler ağırlıktaydı. Hem Maveraünnehir’de hem de Kafkaslarda Müslüman Araplar hücumda bulunurken, Türkler ve bu bölgede yaşayan diğer unsurlar da kendi vatanlarını korumaya çalışmışlardır. Nitekim bu dönemde İslamiyet Türkler arasında hızlı bir şekilde yayılmamıştır (Yazıcı, 2005: 30).
Abbasilerin halife olmasıyla birlikte hemen hemen bütün cephelerde yapılan mücadeleler neredeyse durmuştur. Bu sırada doğuda meydana gelen değişmeler Türk-Arap mücadelelerinin yeni bir boyut kazanmasına yol açmıştır. Nitekim Araplarla mücadelede bazı Türk beyleri Çin’den yardım istemiş; Çin ise bu durumu kullanıp nüfuzunu geliştirmek amacıyla büyük bir ordu göndermiştir. Ancak ordunun sert tutumu ve Taşkent Beyi Tudun’un öldürülmesi sonrasında Türkler bu seferde Abbasilerden yardım istemiş ve Türk-Arap kuvvetleri 751 yılında Talas Savaşı’nda Çinlileri ağır bir yenilgiye uğrattılar. Talas Savaşı ile birlikte Türk-Müslüman Arap ilişkilerinde uzun zamandır süren savaşların yerini barış almış ve Türkler arasında İslamiyet yavaş yavaş yayılmaya başlamıştır (Özaydın, 2002: 246-247).
Alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder