27 Kasım 2022 Pazar

İslam ve Bizans Diplomasilerinin Genel Özellikleri

 Şüphesiz İslam öncesinde Arapların diğer kabile ve devletlerle ilişkileri düzenlemek amacıyla elçiler göndermiş olmaları, diplomasi alanında yerleşik bir gelenek oluşturmuş ve İslam dönemine önemli sayılabilecek bir tecrübe birikimini miras bırakmıştı. M. 467 yılında Mekkeli Haşim b. Abdimenaf ile üç kardeşinin ticari anlaşmalar yapmak amacıyla Bizans, Sasani, Habeş ve Himyeri devletleri nezdinde girişimde bulunup olumlu sonuçlar elde ettikleri ve gerekli emniyetin sağlanması için kervan güzergahı üzerindeki kabilelerle de anlaştıkları bilinmektedir. Mekkelileri temsilen yabancılarla çeşitli görüşmeler yapmak (Sifare), Mekke şehir devletindeki önemli görevlerden biriydi ve Adi b. Ka'b kabilesi tarafından yürütülmekteydi. İslam'ın doğuş yıllarında Ömer b. Hattab tarafından yürütülen bu görev, onun Müslüman olması üzerine aynı kabileden olmamasına rağmen Amr b. As'a verilmişti.




Araştırmaya esas alınan dönemde elçilik görevi anlamını ifade etmek üzere masdar olarak "sifüre, vefd, vifade, risale" kelimeleri kullanılırken, elçiye de "sefir" (ç. süferii, "resul" (ç. rusü[) veya "vafıd" denilirdi. Ayrıca heyet halinde gönderilen elçileri ifade etmek üzere "vefd", elçilik heyetleri anlamında ise "vüfüd" kelimesi kullanılırdı.


İslam' da diğer birçok kurum için geçerli olduğu gibi diplomasinin temel prensip ve esasları da doğal olarak Hz. Muhammed döneminde belirlenmiştir. Medine'ye hicretten hemen sonra Hz. Muhammed, şehir­ devlet yapısını oluşturmak üzere buradaki Arap ve Yahudi kabileleriyle anlaşma yapmış, Medine ile Kızıldeniz arasında oturan kabilelerle askeri ittifak amacıyla müzakerelerde bulunmuştur. Daha önce Habeşistan'a hicret etmiş Müslümanların iade edilmeleri için Mekkelilerin Necaşi'ye bir elçilik heyeti göndermeleri üzerine Bedir savaşından (2/ 624) sonra, Amr b. Ümeyye ed-Damri'yi Habeşistan'a gönderip Kureyş'ın planını engellemesi, İslam döneminde gerçek anlamda ilk diplomatik girişim olarak kabul edilrhektedir. Hz. Muhammed 7/628 yılında Bizans imparatoru, Sasani hükümdarı ve Habeş necaşisi başta olmak üzere önemli devlet başkanları ve valilere elçileri aracılığıyla dine davet mektupları göndermiş, kendisi de birçok devlet ve kabile temsilcilerini kabul etmiştir. Esasen diplomasinin en önemli unsuru olan elçiyi tanımlamak için kullanılan "resul" kelimesi, bir peygamber olarak, Allah'ın mesajını insanlara tebliğ eden elçi anlamında Hz. Muhammed için de kullanılmaktaydı.




Yabancıların İslam ülkesine girerken "eman" almaları gerektiği halde elçiler, durumlarını belirttikten sonra emansız olarak girerler ve genellikle sınırda karşılanıp başkente kadar yol boyunca kendilerine refakat edilirdi. Başkentte elçileri karşılama amacıyla törenler düzenlenirdi. Elçiler, Hz. Peygamber döneminde kendisinin de bizzat çalışarak inşa ettirdiği misafirhanede veya bazı sahabilerin evlerinde ağırlanırlardı. Bazen de mescidin yanında bu amaçla çadır kurulduğu olurdu. Hz. Muhammed elçileri kaldıkları yerde her akşam ziyaret ederdi. Emeviler ve Abbasiler döneminde elçiler, "daruzziyafe" veya "daru sa'ıd" gibi isimlerle anılan misafirhanede ağırlanmışlardır.



Elçilerin karşılanmasına özel önem verilirdi. Gerek Hz. Peygamber, gerekse halifeler en güzel elbiselerini giyer ve devlet ileri gelenlerinden de aynı şekilde güzel giyinmelerini isterlerdi. Hz. Muhammed döneminde elçiler, genellikle Mescid-i Nebevi' de "ustuvanetü'l-vüfüd=elçiler sütunu" denilen kısımda karşılanırdı. Elçilerin en iyi şekilde ağırlanmalarına özen gösterilir, ikramlarda bulunulur ve hediyeler verilirdi. Hatta elçilik heyetleri için yol azığı da hazırlatılırdı. Savaş şartlarında dahi bu hususlara imkanlar ölçüsünde dikkat edilirdi. 


Hz. Muhammed döneminde komşu devlet başkanlarına gönderilen mektuplar ve yapılan anlaşmalar, özel katipler tarafından yazılırdı. Dört halife döneminde de bu durum devam etmiş, Emeviler ve Abbasiler döneminde ise ülke içinde olduğu gibi ülke dışına gönderilecek mektupların belirli kurallara göre yazılması Divanü'r-Resail'in (Mektuplar Divanı) başlıca görevleri arasına girmiştir. Sahibu DMini'r-Resail denilen bürokratın sorumluluğundaki Resail divanının görevi, sadece iç ve dış yazışmaları yerine getirmekten ibaret değildi; devletin dış ilişkilerini düzenlemek, yurtdışına gönderilecek elçileri seçmek, ister ziyaret isterse resmi görüşmeler için olsun ülkeye gelmiş olan yabancı elçileri ağırlamak, ikametlerini sağlamak ve ziyaret süresi içerisinde onlara rehberlik edecek görevlileri tayin etmek de bu kurumun görevleri arasındaydı.


Parşömen veya deri parçaları üzerine yazılmış mektuplar besmele ile başlar ve Hz. Muhammed'in veya halifenin adından sonra muhatab devlet veya kabile başkanının adı yazılırdı. Mektuplar, üzerine "Muhammed Resulullah" veya Hz. Osman döneminden sonra halifenin adının yazıldığı özel mühürle mühürlenirdi. Emevi ve Abbasiler döneminde resmi evrakların mühürlenmesi Divanü'l-Hatem adlı kurumun göreviydi.


Elçilerin gönderiliş sebeplerine göre becerikli ve yetenekli olmasına dikkat edilir, güvenilirlik, ahlak ve yüz güzelliği, ikna gücü, idrak yeteneği, gözü tokluk, dürüstlük, bilgi ve hitabet yeteneği gibi vasıflar aranırdı. Gidecekleri ülkeleri daha önce görmüş ve mümkünse dillerini bilenler elçilik için tercih edilirdi. Hz. Peygamber'in Herakleios'a elçi olarak gönderdiği Dihye b. Halife'nin (öl. 50/670?) fiziki özellikleriyle dikkat çektiği kaydedilir.


Elçilerin dokunulmazlığı İslam’da da kabul edilmiştir. Elçilerin gereği gibi ağırlanmaları için özen gösterilir, herhangi bir şekilde tedirgin edilmelerine, incitilmelerine veya öldürülmelerine müsaade edilmezdi. Hz. Muhammed'in peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan Müseylime'nin gönderdiği iki elçisine "eğer elçilerin öldürülmemesi prensibi olmasaydı boyunlarınızı vurdururdum" sözü bu konuda önemli bir delil teşkil etmektedir. Bu yüzdendir ki, Busra valisine elçi olarak gönderdiği Haris b. Umeyr'in Gassani emiri Şurahbil b. Amr tarafından öldürülmesi Hz. Muhammed'e çok ağır gelmiş ve bunu savaş sebebi saymıştır. Elçilerin kendi dinleri gereğince ibadet etmelerine de müsaade edilir ve herhangi bir engel çıkarılmazdı.

Diplomasiyi geçerli ve anlamlı kılan en önemli hususlardan biri olan yapılan anlaşmalara bağlı kalma prensibi, İslam’ın üzerinde durduğu bir husustur. Kur'an-ı Kerim'deki birçok ayette ahde vefa gösterilmesi istenmekte ve karşı tarafın aksi bir tutumu görülmediği sürece yapılan anlaşmalara bağlı kalınması emredilmektedir. Hz. Muhammed bu konuda "Bir toplumla anlaşma yaptığınızda onlar ahidlerine bağlı kaldıkları müddetçe süresi dolmadan bozmayınız" şeklinde sözlü telkinlerde bulunduğu gibi davranışlarıyla da bizzat örnek olmuştur. Bizans'la yaptığı anlaşma süresinin bitimine yakın Bizans sınırlarında görülen Muaviye b. Ebi Süfyan, bu davranışın az önce zikredilen hadisle çelişeceği gerekçesiyle Amr b. Abese tarafından uyarılmış ve bunun üzerine geri dönmüştür.



Mekkelilerle imzaladığı Hudeybiye barış anlaşmasının ardından, İslam’ı kabul ederek Müslümanlar arasına katılmak üzere gelen Kureyş elçilik heyeti başkanı Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebu Cendel'i Hz. Muhammed bütün yalvarmalara rağmen anlaşma maddesi gereği geri göndermek durumunda kalmıştır. lbn Hişam, es-Sfre, il, 318; İbn Sa'd, et-Tabakiit, il, 97. Hz. Peygamber, Kureyş'in elçisi olarak geldikten sonra Müslüman olup geri dönmek istemeyen Ebu-Rafi"i "Ben anlaşmaları bozamam ve elçileri alıkoyamam" diyerek göndermiş ve elçilik görevini tamamladıktan sonra aynı düşüncesini muhafaza ettiği takdirde gelmesini istemiştir. Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 8; Ebu Davı1d, "Cihad", 151. Bizanslıların rehineler bırakarak Muaviye b. Ebi Süfyan'la yaptıkları anlaşmayı bozmaları karşısında Müslümanların ''Ahde vefasızlığa karşı vefa göstermek, gadretmekten daha iyidir" diyerek rehinelere dokunmadıkları rivayet edilmektedir. Ebu Ubeyd, Kitiibü'l-Emviil (nşr. Muhammed H. Heras), Kahire 1968, s. 253, 254.

Eski Yunan kültürü ve Roma devlet geleneğini miras almış olan Bizans Devleti, esaslı diplomatik teamüllere sahipti. Bütün dünyayı bir tek hıristiyan Roma imparatorunun hakimiyeti altında birleştirmeyi nihai bir hedef olarak benimsemiş olan Bizans açısından diplomasi, devlet menfaatlerini gerçekleştirmek ve korumak için, genellikle birçok mal ve can kaybına sebebiyet veren savaşlardan daha önce gelmekteydi. En savaş tutkunu imparatorların bile amaçlarına ulaşmak için, kılıç yerine diplomasi sanatına başvurmayı daha avantajlı gördükleri anlaşılmaktadır. Bizans Devleti diğer devletlerle ilişkilerin düzene sokulması ve savaş tehlikesinin. azaltılması amacıyla bazen uzun süren görüşmelere sahne olan mahirane ve çok yönlü diplomatik girişimlerde bulunmuştur.


Bizans devlet bürokrasisinde diplomasi ile ilgilenmek üzere özel bir birim bulunmaktaydı. En yüksek devlet bakanı denilebilecek Magister Officiorum, maliye. ve askeri görevlerinin yanısıra resmi törenlerin düzenlenmesi, yurt dışına gönderilecek elçilerin seçilmesi, yabancı elçilerin karşılanıp ağırlanması ve imparatorun huzuruna çıkarılması gibi protokol görevleriyle de yükümlüyü. Bizans'ın dış politikasına ilişkin bu tür görevler, muhtemelen m. VII. yüzyıldan itibaren Logothetes tou dromou adı verilen müstakil bir birim tarafından yürütülmeye başlandı. Bu birime bağlı olarak birçok tercüman bulundurulmakta ve scrinium barbarorum denilen diğer bir alt makam İstanbul’a gelmiş olan yabancı heyetlerin başkentte kaldıkları sürece bu amaçla hazırlanmış özel misafirhanede ağırlanmaları, gezilerinde rehberlik edilmesi, hareketlerinin izlenmesi gibi görevler ifa etmekteydi. Elçilik heyetlerinin geliş ve gidişlerinde başkent dışındaki seyahatlerinde güvenlik ve asayiş, yine ilgili devlet makamları tarafından sağlanmaktaydı.

Bizans'ın dış ilişkilerinde diplomasiye. ağırlık vermiş olması, Bizans diplomasisinin karakterini çeşitli şekillerde etkilemiştir. Diplomatik girişimler sırasında nezaket kurallarına önemle riayet edilmesi, anlaşmalara genellikle uyulması, karşı tarafa değerli hediyeler verilmesi, mümkün mertebe tenkitten sakınarak olumlu hususların övülmesi, bazen siyasi amaçlı evlilikler yapılması ve sürekli imparatorluğun ihtişamını vurgulamaya yönelik tedbirlerin alınması gibi uygulamaların yanısıra, diğer devletler arasındaki düşmanlıkların körüklenmesi, iç karışıklıklar sırasında asilere destek verilerek kışkırtılması, elçilere veya diğer önemli şahıslara rüşvetler verilerek ülkeleri aleyhine faaliyet yapmalarının sağlanması gibi entrikalara da başvurulmaktaydı. Her insanın bir bedeli olduğu anlayışından hareketle bütün bu pahalı diplomatik entrikalar, imparatorluğun yüce çıkarları adına yapılır ve ülke için asla prestij kaybı olarak görülmediği gibi başarı olarak algılanırdı. İmparator VII. Konstantinos (913-959) DeAdministrando Imperio adlı eserinde oğlu Romanos'un dikkatlerini "öteki milletlere" çekmekte ve onların coğrafi, tarihi, kültürel, ekonomik ve siyasi durumlarının yanısıra üçüncü ülkelerle ilişkilerinin de izlenip devlet menfaatlerine uygun olarak onların biribirine düşürülmesine yönelik avantajların kaçırılmamasını tavsiye etmekteydi. Diğer ülkelerle yapılan anlaşmaların Bizans açısından bağlayıcılığı da yine umumiyetle imparatorluğun menfaatleri ölçüsünde sözkonusu olabilirdi. İmparator I. Anastasios'un (491-518) "Ülke çıkarları için gerektiği takdirde imparatorun yalan söylemesi veya anlaşmayı bozması kanun gereğidir" sözü burada hatırlanabilir.

Komşu ülkelere karşı isabetli politikalar belirleyebilmek ve uygun şartlarda onları birbirine düşürmek için o ülkelerin stratejilerini, iç problemlerini, zayıf noktalarını ve diğer devletlerle ilişkilerini bilmek gerekiyordu. Bu konularla ilgili bilgilerin toplanması ve ayrıntılı raporların hazırlanması elçilerin temel görevleri arasında yer almaktaydı. Bunun bir neticesi olarak Bizans'a mahsus bir yenilik olmak üzere, Eski Yunan'da görülen ve başlıca niteliği gür bir sese sahip olma ve iyi konuşabilme olan "hatip-diplomat" (Orators, Advocates) tipinin yerini artık, belli bir eğitimden geçen ve başlıca görevi gittiği ülkelerde gözlemlerde bulunup bilgi toplamak olan "gözlemci-diplomat" tipi almış bulunmaktaydı. Bu sebepledir ki, devleti temsil etmek üzere gönderilecek elçilerin seçilmesinde büyük titizlik gösterilirdi. Elçilerin resmi, sivil veya askeri kesimden olmasından çok, görüşülecek konuların özelliğine göre birikimli, yetenekli, dil bilen, ikna kabiliyetine ve gerekli diplomatik kıvraklığa sahip olmasına dikkat edilir, kendilerini imparatorluk menfaatlerine atlayabilecek ideali sergilemeleri beklenirdi.


Bizans'a gelen yabancı elçilere uygulanan protokolle ilgili bilgiler 1. Iustinianos'un (527-565) magister ojfi ciorumu Petros Patrikios'a izafe edilen De Cerimoniis adlı eser ile, VII. Konstantinos'un (913-959) isteği üzerine telif edilen ve aynı adı taşıyan eserde yer almaktadır. Bizans'a gelen yabancı elçiler İstanbul’a varmadan önce Kadıköy'e (Khalkedon) veya şehrin diğer giriş noktalarına ulaştıklarında ilgili devlet birimince görevlendirilen temsilci tarafından karşılanırdı (apantesis). Burada elçilere yolculuğun nasıl geçtiği, herhangi bir aksaklık olup olmadığı sorulur ve her türlü ilgi gösterilirdi. Daha sonra elçilerin aynı zamanda yakın takibe alınması imkanını da veren özel binada (metaton, aplekton, palatium) ağırlanırlardı. Misafirhane yatma, beslenme ve ısınma için gerekli donanıma sahip olduğu gibi içinde veya hemen yakınında sadece elçilere mahsus bir hamam (balaneion) da yer almaktaydı. Elçiler üniformalı ve zırhlı korumalar eşliğinde misafirhaneden saraya veya diğer yerlere normalde özel yetiştirilmiş ve süslenmiş atlar üzerinde gidip gelirlerdi.


Elçiler Logothetes tou dromou tarafından karşılandıktan sonra saraydaki özel kabul salonunda imparatorun huzuruna çıkarılırlardı. Bu merasimin ana gayesi resmi müzakereler olmayıp sarayın göz kamaştırıcı debdebesi içinde elçileri etkilemek ve cihan imparatoru (basileus tes oikumenes) olarak imparatorun gücünü ve ihtişamını sergilemekti. Kabul salonundaki taht üzerinde altın taç ve mor (erguvani) merasim elbisesiyle mağrur bir edayla oturmakta olan imparatorun huzuruna, tören kıyafetleri giyinmiş senato üyeleri ve diğer yüksek devlet erkanı da protokol sırasına göre girerek tazimlerini sunar ve imparatorun çevresindeki yerlerini alırlardı. Bundan sonra Logothetes tou dromou eşliğinde salona alınan elçiler, altından yapılmış suni arslanların kükreyişleri ve yine altın kaplama ağaçların üzerindeki altın kuşların ötüşleri arasında bir veya üç defa yere kapanmak suretiyle imparatora doğru ilerlerlerdi. Bu tür törenlerde imparator genellikle sessiz ve sakin kalır, onun adına elçilere logot­ hetes, yolculuğun nasıl geçtiği ve kendi devlet başkanlarının nasıl olduğu gibi hususlara dair genel sorular sorardı. Diğer taraftan, elçiler imparatora doğru yaklaşıp beraberindeki mektubu sunmaya hazırlanırken taht, özel ayarlanmış hidrolik bir sistemle yukarıya doğru yükseltilir ve böylece imparatorun "erişilmezliği" (di endeixin, thaumaste) vurgulanmak istenirdi. Törenin son kısmında bir iyi niyet, dostluk ve barış simgesi olarak getirilen hediyeler imparatora takdim edilirdi. Suni olarak yapılmış hayvanların sesleri arasında elçilik heyeti salondan ayrılırdı.


Resmi kabuller dışında elçilerin onurlarına yemek verilir ve bu sırada elçiler imparatorla görüşüp konuşma imkanı elde edebilirlerdi. Yemekte kendilerine, altın tepsiler içerisinde belirli miktarda gümüş hediye edilirdi. Elçilerin istek üzerine daha başka gayri resmi sebeplerle imparatorla kısa veya uzun süreli görüşmeleri ve konuşmaları da mümkündü.


Kendi elçilerinden, gönderildikleri ülkeler hakkında mümkün olduğu kadar çok yönlü bilgi ve istihbarat almalarını isteyen Bizans devleti, ülkeye gelen yabancı elçileri yakından takib eder ve onların devlet menfaatlerine uygun olarak müsaade edilenler dışında herhangi bir bilgi edinmemelerine büyük özen gösterirdi. Elçiler, aynı zamanda casusluk yapabilecekleri dikkate alınarak yakından takib edilir, hatta bu yüzden genel uygulamanın aksine başkente yaklaştıklarında değil, daha ülke sınırından içeriye girer girmez imparatorluk yetkilileri tarafından karşılandıkları olurdu. Elçilerin uluslararası hukuka uygun olarak dokunulmazlıkları kabul edilmiş olmakla birlikte, ülke aleyhine çalıştıkları tesbit edilen veya devlet otoritesine karşı saygısızlığı görülenler hapisle cezalandırılırdı.



Casim Avcı’nın İslam Bizans İlişkileri Adlı Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak