Göçebelik Meselesi
İnsanlık tarihinde toplumlar genellikle yerleşikler ve göçebeler olarak kabul ve tasnif edilmişlerdir. Göçebeler bir yerde daima kalmaya karar veremeyen ve bir takım nedenlere bağlı olarak her zaman hareket halinde olanlardır. Bunun için üç esas tespit edilebilir:
Yılın her zamanı ayrı yerde geçirilen hayat
Mevsimlerin özelliklerine göre farklı yerde geçirilen hayat
Bir yerde hem yaz hem de kışta devam eden yerleşik hayat
Günümüzdeki modern hayatın temeli üçüncü maddedeki hayattır. Buna bağlı olarak 18. yüzyıl sonlarından itibaren oluşan medeniyet dünyası yerleşik hayatı esas kabul etmiş, bunun dışındaki hayat tarzlarını sadece barbarlara ait olarak görmüştür. Bu görüş bilim dünyasını etkilediği için Türklerin hayat tarzlarının tanımında farklı görüşler ortaya atıldığı gibi bu hayat tarzının belirlenmesinde çeşitli sıkıntılar yaşanmış ve bu da bazı olumsuzlukları beraberinde getirmiştir. Bu nedenle de bizim eski
Türklerin hayat tarzlarını kesin bir biçimde bilmemiz gerekmektedir. Öncelikle bilmemiz gereken bir kaç husus vardır. Bunlar:
Türkler yılın her döneminde veya ayında durmadan göç eden bir toplum değildir.
Türkler aşağıda detaylı bir şekilde vereceğimiz çeşitli sebepler yüzünden göç etmek mecburiyetinde kaldıklarında rastladıkları ilk yere göç etmemişler aksine önce bir keşif birliği göndererek oranın kendi hayat tarzlarına uygun olup-olmadığını tespit etmişlerdir.
Türkler yaşanılan hayvan yetiştiriciliğine bağlı hayatın kendilerine sunduğu şartlar dahilinde hareket ederek bir hayat tarzı oluşturmuşlardı ki bu tarz göçebe değil, konar-göçerliliktir. Zira yazın daha serin olduğu için yaylaları kışında daha ılık olduğu için güney bölgelerini kışlık/kışlak olarak tercih etmişlerdir.
Batılı araştırmacılar, bir toplumun yaşayış tarzını belirlerken genelde kendi kültürlerinin bakış açılarından belirlerler. Muhkem surlarla çevrili şehir hayatını medeniyetin oluşmasının en önemli sebebi olarak görüp, bu hayat tarzından başka bir hayat tarzı yaşayan toplumları iptidai olarak nitelerler ki, biz Türkler de bu nitelemeden uzun yıllar boyunca kendi nasibimize düşeni fazlası ile almışızdır.
Türklerin hayat tarzlarına baktığımızda aynı bölgede yazın ve kışın hareket ettiğini görürüz ki bunu göçebe olarak değerlendirmek doğru değildir. Türk’ün yaşadığı yerdeki hayatın temel özelliklerine baktığımız zaman iklim bakımından uygun yerlerde yaşamaya özellikle özen gösterdiklerini görürüz. Türklerin yaşadıkları geniş coğrafyada dört mevsimde farklı sıcaklıklar bulunmaktadır. Evlerini de sıcaklığın bulunduğu yerlere göre kurmayı tercih etmişlerdir. Ancak bu durum Türk hayatının göçebe değil, olsa olsa mevsimlik olduğunu göstermektedir. Bu yüzdendir ki sıcaklığın farklı olduğu her mevsimde yaşanılan yer o mevsimin adıyla anılmıştır. Kışlak, yaylak, yazlak, güzlek.
Dört mevsime yayılan hayatın bir sonraki safhası iki büyük zaman diliminde farklı yerlerde yaşamaktır. Zaten en çok bilinen yaylak kışlak arasındaki hayattır. Ancak bilinen zamanlarda yazlak olmasa da yaylaya göçün iki ay sürdüğü belirtiliyor ki bu iki aylık süre yazlak yerlerde geçirilirdi. Fakat son zamanlarda yaygın olarak mekân tabiri yaylak ve kışlaktır.
Böyle bir hayatta Türklerin her iki yerde evi olması gerekmektedir. Bu iki ayrı yerde yaşam bir ev yapılarak ya da ev göçürülerek sağlanırdı. Fakat her iki yerde evi olması yerine var olan evini göçürmesi çok daha kolaydı. Ev göçürülebilir olunca yaylak ve kışlakta evin kurulduğu belirli yerler olması gerekirdi. İşte Türklerin hayatında yerleşik olmasalar da tam da göçebe olamayacaklarını gösteren bir kavrama gelmiş oluyoruz. Çünkü Türklerin hem yaylakta hem de kışlakta evini kurduğu yer belirlidir. Türklerin evinin toprağa temas ettiği yani evini kurduğu yer onun yurdudur. Dolayısıyla Türk insanının yeri ve yurdu bellidir. O yaylak ve kışlağa gittiğinde evini rastgele bir yere değil kendi yurdunda kurar.
Türklerin hayatındaki mevsime bağlı hareketliliğin iki sebebi olabilir:
1- Türkler kendileri için uygun iklimi aramışlar; dolayısıyla havalar ısınınca ya da soğuyunca daha uygun yeni bir coğrafyaya vaktiyle denemiş oldukları bir yerine gidip evlerini kurmuşlardır.
2- Türklerin iki ya da daha fazla mekanda hayat geçirmelerinin sebebi geçimlerini temin edebilmek içindir. Hayatlarını hayvancılıkla idame ettirdikleri için hayvanların bol otlaklı yerlere götürülmesi böyle bir mevsimlik hareketlilik yaşamalarını zorunlu kılmıştır.
Türkler fiziki ve ruhsal yapılarının sağlamlığı sayesinde bütün bu zor işlerin üstesinden kolayca gelmişlerdir. Öte yandan, bu hayat tarzı onların teşkilatçılık ve askerlik kabiliyetlerinin gelişmesine de yardım etmiştir. Ayrıca, Türkistan’ın son derece sert olan iklim şartları şahsını, ailesini ve malını korumak isteyen herkesi asker olarak yetiştirmek zorunda bırakmıştır ki işte tam bu sebepten dolayı da eski Türklerde halk ordu, ordu da halk olarak görülmüştür.
Türklerin aslen göçebe bir millet olduğu kanaati ilim dünyasınca yaygındır ki Alman ilim adamı W. Koppers atlı göçebe Türklerin eski medeniyetlerin ortaya çıkışında oynadıkları rolü tespit ederken Türkleri göçebe, ziraat ve madencilikten daima uzak kalmış bir millet gibi göstermiş ve W. Barthold’un “Türk göçebelikten ayrıldığı vakit Türk olmaktan çıkıyor” sözünü bir hakikat gibi nakletmiştir. Maalesef bizzat Türk ilim adamları arasında da bu kanaate katılanların sayısı oldukça fazladır. Hâlbuki göçebeliğin ekonomik faaliyeti dışında sosyal içeriği henüz iyi bilinmeyen bir toplum tipi olduğu gözden kaçırılmakta, Türk milleti hakkında hüküm verilirken de yalnız ekonomik faaliyetler etkisinde kalınarak ilme uymayan önyargılarla hareket edilmektedir. O kadar ki asli Türk kültürüne nispetle yerleşik vasfı ağırlık kazanmış olan Osmanlı ve Selçuklu Türklüğü’ne dahi bu hüküm verilmiştir.
Göçlerin Sebepleri
Tarih ve mekân ilişkisi birbirinden ayrılamayacak iki önemli olgudur. Kavimlerin yaşadıkları coğrafyalar ve diğer çevre faktörleri, toplumun hayatını derinden etkilemekte ve büyük oranda da şekillenmesinde etkin rol oynamaktadır. Türkistan bozkırlarının uçsuz bucaksız düzlük arazilerinin, mekân-birey ilişkisinin ferdin hayatına müspet veya menfi yönde istikamet kazandırdığı gibi, Türk boylarının siyasi, sosyal, iktisadi ve de askeri tarihi üzerindeki tesiri mutlak surette görülebilmektedir. Asya bozkırlarının zorlu hayat şartları bozkır insanında mücadele ruhunu, dayanıklılığı, fedakârlığı, dayanışmayı, hasbiliği, bir arada barış ve huzur içinde yaşamayı, stratejiyi, teşkilatlanmayı, temeli insan ve adalet olan devletler kurabilme yeteneğini kazandırmıştır.
Yaygın kanaat Türklerin bıkmadan usanmadan sürekli göç eden, durağan hayatı sevmeyen ve hareketliliği bir yaşam biçimi olarak kabul eden bir millet oldukları şeklindedir. Ancak her ne olursa olsun Türklerin de sonuçta tarih sahnesine çıktıkları, zamanla büyüyerek ve gelişerek güçlü bir toplum olarak siyasi arenada varlık gösterdikleri bir coğrafi mekânlarının olması gerekir. Nitekim vatan düşüncesi bu kadar güçlü olan milletin, bir toprak parçasını kutsal olarak görmemesi o mekânla duygusal bir bağ kurmaması düşünülemez. Yapılan son araştırmalar neticesinde tarihçiler Türklerin anavatanını Altay ve Sayan dağları çevresi, sanat tarihçileri Tanrı Dağları ve çevresi, kültür tarihçileri İrtiş- Yayık (Urallar) arasını anayurt olarak kabul etmişlerdir. Sonuçta daha da somutlaştırmak gerekirse; Issık Göl, Aral Denizi, Baykal ve Balkaş Gölleri, Altay Dağları ile Tanrı Dağları ve son olarak Ötüken ormanlarının bulundukları coğrafyanın kesiştiği bölgeleri Türklerin anayurdu olarak kabul etmek gerekir. Ancak zorlayıcı sebepler yüzünden Türk boyları anayurtlarını terk etmişlerdir. Anavatan Türkistan coğrafyasında yaşayan Türk boylarının bir kısmı beş başlık altında toplayabileceğimiz nedenlerden dolayı farklı kıtalara göç etmek durumunda kalmışlardır.
Doğal Afetler
Türkistan’ın çevre ve iklim şartları hayvancılığa olduğu kadar tarıma elverişli değildi. Yani Türklerin yaşadıkları yerler onların bütün ihtiyaçlarını karşılamıyordu. Üstelik zaman zaman meydana gelen kuraklık ve çekirge baskınları kıtlıklara yol açıyor ve anayurtta yaşamayı oldukça güçleştiriyordu. Diğer yandan soğuklar ve salgın hayvan hastalıkları da bazen kitleler halinde hayvan kayıplarına sebep oluyordu. Başlıca ekonomik varlıklarını yitiren Türkler perişan oluyor, güç durumlara düşüyorlardı.
Nüfus Artışı ve Otlak Yetersizliği
Anayurt toprakları zamanla hızla çoğalan Türklere geçim bakımından yetersiz kaldı. Aynı şekilde otlaklar da sayısı gittikçe artan sürülere yetmedi. Öyle ki bazen otlaklar yüzünden boylar arasında silahlı mücadeleler yaşanmış ve mücadeleyi kaybeden boy kendisine yeni yurt ve otlak aramak zorunda kalmıştır.
Çinlilerin M.Ö. birinci asırda vergi almak için yaptıkları nüfus sayımına göre vergi veren kuzeyli kavimlerin ki bunların büyük bir kısmını Türkler oluşturuyordu sayıları 315.000 kişi idi. Yine boyların ya da şehirlerin ne kadar asker verebildikleri hakkında Çin kaynaklarında verilen bilgilere göre Kök-Türkler zamanında Yenisey Kırgızları sadece 80.000 kadar asker verebiliyorlardı. Bu da aşağı yukarı 350-400.000 nüfusa denk geliyordu. Daha sonra bunlar Tokuz Oğuz hanlarına karşı isyan etmişler ve 400.000 asker vermişlerdir ki nüfuslarının bir buçuk iki milyona tekabül ettiğini göstermektedir. Bu da bize Türklerin çok kısa sürede hızlı bir nüfus artışı yaşadıklarını söyleme imkanı sunmaktadır.
Siyasi Anlaşmazlıklar
Anayurt dışına yapılan göçlerin bir sebebi de Türk tarihinde sık sık görülen siyasi anlaşmazlıklardır. Bu anlaşmazlıklar genellikle devletin bölünmesine ve taraflar arasında silahlı mücadelelerin yaşanmasına sebep olmuştur. Mücadeleyi kaybeden taraf bir başkasının egemenliği altına girmektense yerini-yurdunu terk edip yeni ufuklara göç etmeyi tercih etmiştir. Batı Hunlarının yaptığı göç bunun bir örneğidir. Göçler bazen de yeni bir Türk devleti kurulurken meydana gelmiştir.
Böyle durumlarda yeni devletin egemenliğini kabul etmek istemeyen boylar, uruğlar yurtlarını bırakıp başka yerlere göç etmişlerdir.
Ağır Dış Baskılar
Türk boyları karşı koyamadıkları ağır dış baskılar karşısında bazen yurtlarını terk etmek zorunda da kalmışlardır. Bu durum genellikle Türkistan’da güçlü bir Türk devletinin bulunmadığı zamanlara denk gelmiştir. Böyle zamanlarda Türkler istiklallerini değil yurtlarını feda etmişlerdir.
Çin ve Moğol baskılarında bunun örneğini rahatlıkla görebiliyoruz. Türk boyları bazen de birbirlerinin baskılarına maruz kalarak yurtlarını terk etmişlerdir ki Avarlar, Peçenekler, Kuman/Kıpçaklar buna örnektir.
Cihan Hâkimiyeti Ülküsü
Yeni ülkeler alma arzusu ve bunun doğal sonucu olarak yeni vatanlar kurma düşüncesi de göçlerin sebepleri arasında yer almaktadır. Türklerde en başından beri var olan cihan hâkimiyeti ülküsü onları yeni yerler keşfetmeye sevk etmiştir. Oğuzların Anadolu’ya göçleri bu sebeptendir. Çünkü Türkler at ve demir sayesinde özellikle de atı kullanarak çok hızlı bir şekilde işgal ve göç hareketlerinde bulunabiliyorlardı. Türk cihan hakimiyeti ülküsü “güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar her tarafın Türk hakimiyetine almak ve Türk töresini (adaletini) büyün dünyaya yaymak” olarak ifade edilmektedir.
Milattan Önceki Türk Göçleri
Milattan önceki yüzyıllarda yapılan Türk göçlerine maalasef kaynakların yetersizliği dolayısı ile tam vakıf değiliz. Bugün, Milattan sonra olan göç yollarına bakarak, Milattan önceki yüzyıllarda Türklerin hangi istikametlerde ve nerelere göç etmiş oldukları hakkında fikir edinmek mümkün olmaktadır. Çin, Hindistan, Orta Avrupa, Balkanlar, İran, Mezopotamya ve Anadolu, Türklerin Milattan sonra göç ettikleri yerlerdir. Bu ülkelerde milattan önceki yüzyıllarda oluşan medeniyetlerde belirgin bir şekilde Türk kültürünün izlerine rastlanması, Türklerin eski zamanlarda buralara göç etmiş oldukları hakkında bize ipuçları vermektedir. Mesela, Sümerce ile Türkçe yapı bakımından aynı dil grubuna girmektedir. Hatta, yapılan araştırmalarla 200-300 kadar Sümerce kelimenin (ai=ay, dağ=dağ, ab=eb, ev v.s.) Türkçe olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca yapı bakımında aynı benzerlik Urartu dili ile Türkçe arasında da görülmüştür. Mezopotamya (Sümer) ile Pakistan’ın Harappa ve Mohenjo-daro mevkiinde ele geçen buluntular arasında da benzerlikler görülmüştür. İlim adamları bu benzerliklere bakarak, her iki medeniyetin yaratıcılarının da aynı soydan gelen boylar olduğu hükmüne varmışlardır.
Öte yandan, Çin’de kurulan Chou (M.Ö. 1050-256) Devleti’nde Gök dini, güneş ve yıldızların kutlu sayılması gibi inançlarla askeri alanda bazı Türk geleneklerine rast gelinmesi, bu devleti kuran unsurun Türk olduğuna şüphe bırakmamaktadır. Daha da önemlisi, milliyeti hakkında bir türlü karara varılamayan Etrüsklerin (Tursakalar) bir Türk topluluğu olabileceği, yeni değerlendirmelerle oldukça belirli bir hale gelmiştir.
Milattan Sonraki Türk Göçleri
Milattan sonraki yüzyıllarda meydana gelen Türk göçleri genellikle iki istikamette olmuştur:
Güneye doğru
Batıya doğru
Güneye inen Türkler Kuzey Çin’de çeşitli adlar altında devletler kurmuşlardır. (Tabgaç Devleti 338-557). Batı’ya göç eden Türk boyları da başlıca iki kola ayrılarak yollarına devam etmişlerdir. Bunlardan Hazar Denizi’nin ve Karadeniz’in üstünden kuzey yolunu takip edenler, Orta Avrupa ve Balkanlar’a inmişler burada güçlü devletler kurarak, Batı ve Doğu Roma imparatorluklarını baskı altına almışlardır. (Hunlar, 375’den sonra; Avarlar VI. Yüzyıl ortası; Peçenekler, Kuman/Kıpçaklar ve Oğuzlar, IX-XI. Yüzyıllar arası.)
Güney- Batı yolunu takip eden ikinci kol ise, Sasani (İran) İmparatorluğu topraklarında sert bir karşı koyma ile karşılaşınca bir ara yolunu Hindistan istikametinde değiştirmiştir (Akhunlar/Eftalitler, 350). Ancak Türklerin devamlı hücumlarıyla oldukça zayıf düşürülmüş olan Sasani İmparatorluğu, Araplar tarafından beklenmedik bir şekilde ortadan kaldırılmış, böylece de Türk boylarına yeni bir yol daha açılmıştır (Oğuzlar, XI. Yüzyıl). “Orta Yol” adı verilen bu yol Türkler için en başarılı yol olmuştur. Çünkü diğer göç yollarını takip eden Türkler aradan az veya çok bir zaman geçtikten sonra başka medeniyetler içinde erimelerine ve milliyetlerini kaybetmelerine karşılık, “Orta Yol”dan Anadolu’ya gelen Oğuzlar/Türkmenler hem Türklüklerini hem de istiklallerini koruyabilmişlerdir.
Türkler’in millî varlıklarını korumalarının sebepleri şöyle açıklanabilir:
Türk aile yapısının güçlü olması,
Türk kültürünün güçlü olması,
Türk töresinin vazgeçilmez olması,
Türk devlet-veraset sisteminin güçlü olması
İslâm dini ile Türk inanç geleneklerinin birbirine çok yakın olması,
Orta Doğu’ya hâkim olup, İslâm memleketlerinin ortasında arka arkaya bir düzine devlet kuran Türklerin, anavatan Türkistan’dan binlerce kilometre uzaklarda, Azerbaycan, Yukarı Mezopotamya, Anadolu ve Rumeli gibi topraklarda yeni vatan kurmaları.
Yeni vatanın, Türkistan’dan sürekli gelen Türk göçleriyle beslenmesi ve takviye edilmesi.
Müslüman olan Türklerin güçlü Fars ve Arap kültürleri karşısında kendi kültürlerini titizlikle korumaları ve devam ettirmeleri.
Milli ve manevi değerleri yaşatacak ve geliştirecek milli bir edebiyat yaratmış olmaları.
Milattan sonraki göçlere katılan Türk boyları ve göç zamanları hakkında oldukça kesin bilgilere sahibiz. Maddeler halinde bu göçlerden bahsedecek olursak,
Hunlar Orhun Bölgesinden Güney Kazakistan bozkırlarına ve Türkistan’a,
350’li yıllarda Akhunlar Afganistan ve Kuzey Hindistan’a,
375’ten sonra yine Hunlar Avrupa’ya,
Sonrasında, Ogurlar, Güneybatı Sibirya’dan Güney Rusya’ya
Yüzyılın son yarısında Sabarlar, Aral Gölü’nün kuzeyinden Kafkaslar’a,
Avarlar, Türkistan’dan Avrupa’ya,
669’lu yıllardan sonra Bulgarlar, Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara ve İdil Nehri kıyılarına,
Sonra Macarlarla birlikte bazı Türk boyları Kafkasların kuzeyinden Orta Avrupa’ya,
840’tan sonra Uygurlar, Orhun bölgesinden İç Asya’ya,
IX. ve XI. Yüzyıllar arasında Peçenek, Kuman (Kıpçak), ve Oğuzların bir kolu olan Uzlar, Doğu Avrupa’ya ve Balkanlara,
Aynı dönemlerde Oğuzlar Orhun bölgesinden Seyhun Nehri kıyılarına,
XI. Yüzyılda Seyhun Nehri kıyıların göç eden aynı Oğuz kitlesi Maveraünnehir üzerinden İran’a ve Anadolu’ya göç etmişlerdir.
Bunlardan özellikle Hun ve Oğuz göçleri hem uzun mesafeler kat etmek suretiyle yapılmış hem de çok önemli tarihi sonuçlar vermiştir. Bu göçleri yeni vatan kurma maksadını güden büyük çapta Türk fütuhatı karakterize eder. Türk göçlerini belirli gayelerden yoksun ve sonu bilinmez birer macera girişimi olmaktan çıkarıp başarılı bir şekilde hedeflerine ulaştıran başlıca sebep de hemen hemen bütün göçlerin Türk hükümdar ailesi mensupları tarafından sıkı bir disiplin altında sevk ve idare edilmesidir. Böylece eski Türk hükümranlık anlayışına göre kutsal sayılan hanedan üyelerinin başta bulunması, onlara karşı duyulan saygı ve bağlılık dolayısıyla Türk topluluklarının hareket birliklerini muhafaza ederek çeşitli iklimlerde tarihi vazifelerini gerçekleştirmelerini mümkün kılmıştır.
Göçlerden Sonra Anayurdun Durumu
Türk boylarının hepsi göç hareketine katılmamış olup, bir kısmı anayurtta varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bunlar burada zaman zaman büyük devletler kurmuşlar (Hun, Gök-Türk, Uygur devletleri gibi) ve Türkistan’nın tek hâkimi olmuşlardır. Hatta bununla da kalmamışlar, göçler vasıtasıyla oluşan yeni Türk vatanlarını bitip tükenmez insan kaynağı ile devamlı beslemişlerdir. Öyle ki eski Türk yurdu arka arkaya gönderdiği kitlelerle yeni anavatanlarını Türklük bakımından güçlendirirken, kendisi ise Türklük bakımından gittikçe zayıflamıştır. Bundan sonra Çin’in ve Rusya’nın istilalarına uğrayan Türkistan Türkleri, milli varlıklarını devam ettirmekle beraber siyasi istiklallerini kaybetmişlerdir. İstilacılar, kabile anlayışını canlı tutarak Türkistan Türkleri’nin milletleşmelerini devamlı önlemişlerdir.
Alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder