24 Kasım 2022 Perşembe

DÎNİ SÖZLÜK “E”

  

EMVÂL-İ BÂTINA:

 

Gizlenmesi mümkün olan altın, gümüş ve ticâret eşyâsı cinsinden olan zekât malları.

 

Emvâl-i bâtınanın miktârını sâhibine sormak câiz değildir. Bunların zekâtını mal sâhibi, yedi sınıftan dilediğine, kendi verir. Böyle verilmiş olan zekâtları, hükûmet ayrıca isteyemez. Bir şehirdeki zenginlerin hiç zekât vermedikleri anlaşılırsa, emvâl-i bâtınalarının zekâtını da hükûmet toplayabilir. (İbn-i Âbidîn)

 

Hazret-i Osman'ın hilâfeti zamânına kadar, emvâl-i bâtınanın zekâtını da devlet topluyordu. Hazret-i Osman halîfe olunca, emvâl-i bâtınanın zekâtını vermek herkesin kendisine bırakıldı. (Serahsî)

 

EMVÂL-İ ZÂHİRE:

 

Zekât hayvanları ve topraktan elde edilen mahsûl gibi gizlenmesi mümkün olmayan mallar.

 

Emvâl-i zâhirenin zekâtını fakîrlere dağıtmak, bunların sâhiblerine bırakılmamıştır. Bu işleri müslümanların devlet başkanı tarafından görevlendirilen ve âmil denilen zekat me'mûru yapar. (Muhammed Esâd)

 

EMVÂT:

 

Ölüler. Meyyitin çoğulu.

 

EN'ÂM SÛRESİ:

 

Kur'ân-ı kerîmin altıncı sûresi.

 

En'âm sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Yüz altmış beş âyet-i kerîmedir. En'âm, deve, koyun ve sığır gibi hayvanlara denir. Allahü teâlâ bunları ve daha nice hayvanı insanların faydalanması için yarattığı hâlde, inanmayanların âciz varlıklar olan bir kısım hayvanlara tapınmalarından bahsedildiği için sûre bu ismi almıştır. En'âm sûresinde; İslâm dîninin îmân esasları, dünyâ hayâtının fânî (geçici), oyun ve eğlenceden ibâret olduğu, âhiretin daha hayırlı olduğu, hazret-i İbrâhim'in üvey babası ve kavmi ile olan mücâdelesi, hazret-i İshâk, Yâkûb, Dâvûd, Süleymân, Eyyûb, Yûsuf, Mûsâ, Hârûn, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ, İlyâs, İsmâil, Elyesa', Yûnus ve Lût'un aleyhimüsselâm fazîletleri (üstünlükleri), Allahü teâlânın adı anılmadan (Besmele çekilmeden) kesilen hayvanların etinden yememek, günahtan sakınmak, Allah'a ortak koşmamak, Ana-babaya iyilikte bulunmak, yetim malı yememek, ölçü ve tartıyı hakkıyla, eksiksiz yerine getirmek gibi hükümler bildirilmektedir. (Senâullah-ı Dehlevî, İbn-i Abbâs)

 

En'âm sûresinde meâlen buyruldu ki:

Dünyâ hayâtı  oyun ve boş şeylerdir. Allah'tan korkanlar için, âhiret hayâtı  elbette hayırlıdır. Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz? (Âyet: 32)

 

Gaybları ancak Allahü teâlâ bilir. O'ndan başka kimse bilmez. (Âyet: 59)

 

Îmân edip de îmânlarına şirk (Allahü teâlâya ortak koşmak) karıştırmayanlar, işte onlar azabdan emin olup, doğru yolu bulanlardır. (Âyet: 82)

 

Açıkta olsun gizli olsun, günâhlardan sakınınız. (Âyet: 120)

 

Kim En'âm sûresini gece ve gündüz okursa, yetmiş bin melek ona salât (istiğfâr) eder ve onun için af diler. (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-Tenzîl)

 

ENÂNİYET:

 

Kendini beğenip büyük görme, bencillik. Egoistlik.

 

Kıyâmet günü Allahü teâlâ üç kimse ile konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları tezkiye etmez(temizlemez) ve onlara çok acıklı bir azâb verir. Bu üç kişiden biri de yoksul veya fakir olup da, enâniyet sâhibi olan kimsedir. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)

 

Ben yaptım, ben gördüm, ben söyledim diyen kimse, bununla enâniyetine işâret etmiştir. Akıllı kimse ben yaptım, ben gördüm, ben söyledim nasıl diyebilir. (Abdülhak Dehlevî)

 

ENBİYÂ:

 

Nebîler, peygamberler. Yeni din ile gönderilmeyip, insanları önceki dîne dâvet eden peygamberler Nebî kelimesinin çoğulu. Yeni bir din ile gönderilen peygambere ise, resûl denir.

 

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

Çünkü onlar(yahûdîler) Allah'ın âyetlerini inkâr etmişler, enbiyâyı haksız yere öldürmüşlerdi. Çünkü onlar isyân etmişler ve aşırı gitmişlerdi. (Âl-i İmrân sûresi: 112)

 

Enbiyâdan birine inanmayan kimse, hiç birine inanmamış olur. (Kâdızâde)

 

Enbiyâ Sûresi:

 

Kur'ân-ı kerîmin yirmi birinci sûresi.

 

Mekke'de nâzil oldu (indi). Yüz on iki âyet-i kerîmedir. Sûre, bâzı peygamberlerden (İbrâhim, İshâk, Lût, Süleymân, Dâvûd, Eyyûb, Yûnus ve Zekeriyyâ aleyhimüsselâm) ve bunların kavimlerini îmâna dâvet etmeleriyle ilgili husûslardan bahsettiği için bu adı almıştır. Enbiyâ sûresinde diğer belli başlı konular, Allahü teâlânın birliği, öldükten sonra dirilme ve âhiret hayâtına dâir hükümlerdir. (Beydâvî, Kurtubî, İbn-i Abbâs)

 

Enbiyâ sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki:

 

Allah'tan başka bir ilâh (yâni bir tanrı) daha bulunsaydı, âlemdeki nizâm(düzen)

 

bozulur, karma karışık olurdu. (Âyet: 22)

 

Kıyâmet günü adâlet ölçüsünü ortaya koyarız. Kimseye bir zulüm yapılmaz. Hardal dânesi kadar iyilik eden karşılığına kavuşur. (Âyet: 17)

 

(Ey habîbim Muhammed aleyhisselâm!) Seni âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik. (Âyet: 107)

 

ENE'L-HAK:

 

Hallâc-ı Mansûr tarafından "Ben yokum, Hak teâlâ vardır." mânâsında söylendiği hâlde, görünüşte; "Ben Hak'kım" manasına alınan söz.

 

Hallâc-ı Mansûr'un "Ene'l-Hak" sözü ve buna benzerleri bu zâtların içerisinde bulundukları makamda, kendi âlemlerinde, Allahü teâlâdan başka hiçbir şey göremeyince söyledikleri sözlerdir. Allahü teâlâ mahlûkları (yarattıkları) ile birleşik değildir. Onların aynı ve benzeri değildir. O, hiç bir bakımdan yarattıklarına benzemez. Hallâc-ı Mansûr, "Ene'l-Hak" demekle; "Ben Hakk'ım, Hak teâlâ ile birleştim" demek istemedi. Böyle diyen kâfir olur. Onun sözünün mânâsı; "Ben yokum, Hak teâlâ vardır" demektir. (Ahmed Fârûkî Serhendî)

 

Hallâc-ı Mansûr gibi, İslâm dînine uyanların Enel'l-Hak gibi sözlerine hüsn-i zân edilir. Te'vîl edilir (iyiye yorumlanır). Hallâc-ı Mansûr, imâmdır (büyük bir âlimdir). Fakat durumunu herkese söyledi. Zayıflara ağır yük yükledi. Halkın anlayamayacakları Ene'l-Hak gibi şeyleri konuştu. (Muhammed Ma'sûm)

 

ENFÂL:

 

Devlet reîsinin, herkesin elde ettiği kendisinin diyerek, harbe teşvik için gâzilere (İslâm askerlerine) ganîmet hisselerinden fazla olarak verdiği mallar. Tekîli nefeldir. Gâzileri böyle teşvik etmeye tenfîl denir.

 

Tenfîl harb esnâsında veya harbin başında yapılır. Düşman mağlûb olup, muhârebe bittikten veyâ ganîmetin taksîminden sonra yapılması câiz değildir. Gâzilerin bu şekilde harbde elde ettiği enfâlin beşte biri alınmaz. (İbn-i Âbidîn)

 

Enfâl Sûresi:

 

Kur'ân-ı kerîmin sekizinci sûresi.

 

Medîne-i münevverede Bedr muhârebesinden sonra nâzil oldu (indi). Yetmiş beş âyet-i kerîmedir. Sûre, ismini, birinci âyette geçen Enfâl kelimesinden almıştır. Bu sûrede belli başlı konular; Bedr harbinde elde edilen ganîmetlerin dağıtılmasına dâir emirler, Peygamber efendimiz ve diğer peygamberlerle ilgili bâzı hususlardır. (Senâullah Dehlevî, İbn-i Abbâs)

 

Enfâl sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki:

 

Îmânı kâmil olan mü'minler onlardır ki, Allahü teâlâ anıldığında, O'nun azametinden, büyüklüğünden kalbleri titrer, ürperir. Âyetleri okunduğunda (bu) onların îmânlarını artırır. Yalnız Rablerine tevekkül ederler, güvenirler. (Âyet: 2)

 

Kim Enfâl ve Berâe sûrelerini okursa, kıyâmet gününde ben ona şefâat ederim ve onun nifâktan kurtulduğuna şehâdet ederim. (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-Tenzîl)

 

ENFÜS:

 

İnsanın iç dünyâsı, iç âlemi.

 

Akla, hayâle gelen her şey, ister âfâkî (insanın dışında) olsunlar, ister enfüsî olsunlar, hepsi mâsivâdır. Allahü teâlânın mahluklarıdır. Bunlara gönül bağlamak, oyun ve oyuncak gibi şeylerle boş yere vakit geçirmektir. Fâidesiz şeylerle oynamaktır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

ENSÂR:

 

Yardımcılar. Mekke'den Medîne'ye hicretten sonra, Resûlullah efendimize ve Mekke'den gelen müslümanlara yakın alâka gösterip, malları, mülkleri, bedenleri ve her şeyleri ile yardım eden Medîneli müslümanlar.

 

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Önce müslüman olanlardan, Muhâcirlerin ve Ensârın önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allahü teâlâ râzıdır ve bunlar da Allahü teâlâdan râzıdırlar. Allahü teâlâ, bunlar için, cennetler hazırladı. Bu cennetlerin altından nehirler akmaktadır. Bunlar cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır. (Tevbe sûresi: 100)

 

Ensârı sevmek îmândandır. Onlara buğz etmek münâfıklık alâmetidir. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)

Allahü    teâlâya    yemîn    ederim    ki,    siz    Ensâr    cemâatı   bana               insanların            en sevgililerindensiniz. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)

 

Ey Muhâcirler! Size vasiyyetim şudur ki, Ensâr'a iyilik ediniz! Onlar size iyilik etti. Evlerinde barındırdı . Geçinmeleri sıkıntılı olduğu hâlde, sizi kendilerinden üstün tuttular. Mallarına sizi ortak ettiler. Her kim Ensâr üzerine hâkim olursa, onları gözetsin, kusur edenleri olursa affetsin. (Hadîs-i şerîf-Kısas-ı Enbiyâ)

 

Ey Ensâr! Sizin üstünlüğünüz hiç bir kabîlede yoktur. Muhammed aleyhisselâm on üç sene Mekke'de kavmini dîne çağırdı. İçlerinden pek az kimse inandı. Fakat cihâd edecek kadar olamadılar. Allahü teâlâ sizi müslüman yapmakla şereflendirince, Resûlü ile Eshâbının korunmasını ve dini İslâm'ın cihâd ile kuvvetlenmesini ve yayılmasını nasîb etti. Resûl-i ekrem sizden râzı olarak vefât etti. (Sa'd bin Ubâde)

 

ERAK AĞACI:

 

Arabistan'da yetişen, dallarından, diş temizliğinde faydalanılan, bir karış uzunluğunda, misvâk denilen parçaların yapıldığı ağaç.

 

ERBÂB-I DİL:

 

Gönül sâhipleri Erbab-ı kulûb, İbn-ül-Vakt.

 

ERBÂB-I KULÛB:

 

Gönül sâhipleri. Tasavvuf yolunda ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan şuursuz (içerisinde bulundukları mânevî hallere dalıp kendilerini unutan) kimseler. Bunlara İbn-ül-vakt de denir.

 

Erbâb-ı kulûba Allahü teâlânın sıfatları tecellî (tesir) eder. Her sıfatın tecellîsinde başka bir hal alırlar. Sonsuz olan sıfatların ve isimlerin tecellîleri, tesirleri altında halden hale dönerler. Halleri değişir, dilekleri hep değişir. Bunlar devamlı bir halde kalamaz. Bir zaman kabz yâni sıkıntı, başka zaman bast yâni sevinç içindedirler. (İmâm-ı Rabbânî)

 

ERBÂB-I SEKR:

 

Sekr sâhipleri.

 

ERBA'ÎN:

 

Kırk günlük riyâzet. Maddî bağları azaltıp, mânevî tarafı kuvvetlendirmek ve kalb aynasını parlatmak için, tasavvuf büyükleri tarafından konan usûllerden biri; kırk gün az yemek, az içmek, az konuşmak, çok ibâdet etmek. Buna çile de denir.

 

Ehl-i sünnet yolunun büyükleri, halvet yâni yalnız başına kalmak ve erba'în yerine, insanlar arasında kalbini Allah ile bulundurmak seâdetine kavuşmuşlardır. Sünnetleri yaparak çok kıymetli şeyler elde etmişler ve bid'atlerden (dîne sonradan sokulan hurâfelerden) sakınarak yüksek derecelere kavuşmuşlardır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

ERHAMÜRRÂHİMÎN:

 

Merhametlilerin en merhametlisi mânâsına, Allahü teâlânın mübârek isimlerinden.

 

Seâdet sâhibi o kimsedir ki, Azrâil aleyhisselâm gelip; "Korkma, Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük devlete erişiyorsun." der. Böyle kimseye bundan daha şerefli bir gün yoktur. (Abdülhakîm-i Arvâsî)

 

ERKÂN:

 

Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şeyler, esaslar. Rüknün çoğuludur.

 

ERMİYÂ ALEYHİSSELÂM:

 

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hârûn aleyhisselâmın neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini bildirmekle vazîfelendirilmişti.

 

Peygamber olan Şa'yâ aleyhisselâmın şehîd edilmesinden sonra, isyânları ve azgınlıkları iyice fazlalaşan İsrâiloğullarına Ermiyâ aleyhisselâm peygamber olarak gönderildi. Nâşiye bin Emvâs adlı hükümdâra ve İsrâiloğullarına Allahü teâlânın emirlerini bildirdi. Îmân ve itâate gelmezlerse, musîbetlere uğrayacaklarını söyleyince, azgınlık ve isyânlarına devâm eden İsrâiloğulları onu hapsettiler. Bu sırada Âsûrî hükümdârı Buhtunnasar büyük bir orduyla Kudüs üzerine yürüdü. Şehre girerek İsrâiloğullarının askerlerini tamâmen öldürdü. Süleymân aleyhisselâmın yaptırdığı Mescid-i Aksâ'yı yıkıp içindeki kıymetli eşyâyı, altınları, gümüşleri ve mücevherleri aldı. Bütün şehri ateşe vererek Tevrât nüshalarını yaktırdı. Yetmiş bin çocuğu da esir olarak götürdü. Buhtunnasar, Ermiyâ aleyhisselâmı hapisten çıkararak kendisiyle birlikte gitmesini istediyse de Ermiyâ aleyhisselâm gitmeyerek Kudüs'te kaldı. Buhtunnasar tarafından harâbe hâline getirilen Kudüs'te kaçıp saklanan İsrâiloğulları Ermiyâ aleyhisselâmın yanına gelip toplandılar. Barınacak yerleri kalmadığından Mısır'a gittiler. Ermiyâ aleyhisselâm onlara, olanlardan ibret almalarını ve Allahü teâlâya kulluk etmelerini söyledi. İsrâiloğulları bu dâveti yine dinlemediler. Ermiyâ aleyhisselâm onların isyânlarından vazgeçmeyeceklerini görerek Nil nehri kenarına gitti. Bir müddet sonra Mısır'ı da istilâ eden Buhtunnasar, Mısır Fir'avnını mağlûb ettiği gibi, İsrâiloğullarını da esir aldı. Ermiyâ aleyhisselâmı Mısır'da da gördü fakat ona dokunmayıp, emân (güven) verdi. Arzû ettiği yere gitmesi için serbest bıraktı. (Nişâncızâde Mehmed Efendi, Taberî, Sa'lebî)

 

ERVÂH:

 

Ruhlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak