Pantolon
Aziz Pantaleone Roma’da 4. yüzyılda şehit edilen Hıristiyan hekimdir. Venedik’in koruyucu azizi oldu ve halen sıvı olduğuna inanılan kanı Ravello’da kutsal emanet olarak saklanmaktadır. Azizin adı panteone tümüyle-aslan anlamına gelmektedir ama pantolonla ilgisi İtalyan folklorundaki komik Pantaleone’den gelmektedir. Bol pantolonlarıyla tanınan 16. yüzyıl Venedik komedisinin karakteri İtalyan tiyatro topluluklarıyla Fransa ve İngiltere’yi dolaşmış ve sözcüğün yayılması da tiyatroyla olmuştur. 19. yüzyıla kadar süren Commedia dell’Arte geleneği pandomimin de kaynağıdır. Fransızca pantolon, İngilizce pantaloon, Rusça pantalony bu sözcükten gelmeyse de, bugün kullanımdan düşmüşlerdir; İngilizcede pants kullanımı daha yaygınsa da kabadır.
Avrupa’nın pantolonundan önce Anadolu’da çakşır, potur, zenginler mavi şayaktan, fakirler siyah bezden şalvar-karamandol, Doğu Karadeniz’de zıpka giyilirdi. Amicis 1875-76’da kıyafet değişimini, “Her gün binlerce kaftan kaybolmakta ve binlerce istanbulin ortaya çıkmaktadır, her gün eski bir Türk ölmekte ve Tanzimatçı bir Türk doğmaktadır,” cümlesiyle anlatmaktadır.
Oysa Avrupa’da da pantolon, peştamal gibi kullanılan örtünün, çorap yerine kullanılan dolağın ve kısa pantolonun evrimiyle ortaya çıkmıştır. Eski Yunanlılar Doğuluların giydiği tulakoi ve Romalılar da Kuzeylilerden bracae’yi öğrenmişlerdi. Pantolon İran’da giyilir, fakat Eski Yunan ve Roma’da küçümsenirdi. Hatta 397 yılında Honorius’un Roma’da pantolon giyilmesini saygısızlık addedip yasakladığı bilinmektedir. Avrupa’da pantolonla ilgili sözcükler çorap, ayakkabı, dizlik ya da breech gibi kıçlık, trouser gibi bacaklık demektir. Şimdi kaba bir sözcük olan Fransızca culotte (külot, Don) da aynıdır. Fransız Devrimi sırasında radikallere verilen sans culotte (külotsuz) adı Türkçeye ‘baldırı çıplak’ olarak çevrilmişti. Yeniçeri Ocağı’nın kanlı bir biçimde kapatıldığı olaydan sonra (1826) halkın sağa sola dağılan yeniçerilerin peşine düşüp, dizden aşağılarının güneşten yanık olmasından yeniçerileri ayırt ederek öldürdükleri, bu arada başkalarının, özellikle harman yapan köylülerin de kazaya uğradığı tarihlerimize geçmiştir. Yeniçerilerin baldırı çıplak olduğu gibi, denizciler, işçiler ve efeler de dizden aşağısını çıplak bırakan pantolonlar giyerlerdi.
Belki pantolonların dağlık yerlerde kısaldığı, ovaya indikçe uzadığı kural olarak çıkartılabilir. Ege zeybekleri, bilindiği kadarıyla Osmanlıların ilk kez 1832’de engellemeye çalıştığı gibi, kısa giyerken, Karadeniz ve Erzurum’da paçalar dar, Trabzon’da kadın şalvarları da dize kadardır; Orta ve Güney Doğu Anadolu’da şalvarlar güneye doğru gidildikçe uzar ve bollaşır, çöle varıldığında entariye döner. Anadolu köylüsünün tercih ettiği külot pantolon da gerçekte çakşıra benzemekteydi.
III. Selim Yeniçeri Ocağı’nı doğrudan kaldırmaya cesaret edemeyip Nizam-ı Cedit adıyla yeni askeri birlikler oluşturmak istediğinde, Batı ölçülerine daha yakın yeni asker kıyafetine “karı” elbisesi diye itiraz edilmişti. Tanzimat’tan itibaren cübbe yerine ceket geçtikçe, şalvar da gittikçe daraldı ve pantolona dönüştü. Avrupalıların tuhaf bulup birkaç yüzyıl güldükleri Pantolone pantolona adını verip sonunda ‘medeni’ kıyafet ölçüsü oldu ama adı da bize yadigâr kaldı.
Pantolonun kumaşı, rengi, kesimi, fermuarlı veya düğmeli oluşu, plileri ve paçaları modaya göre değişir. 1925-27’de moda olan çarliston dansıyla birlikte paçaların salınması için dizden aşağı bollaşan, geniş paçalı pantolonlar gençler arasında yayıldı. 1960’lann ikinci yarısında ve 1970’lerde İspanyol paça adıyla geniş paçalar gene modaydı. Ve okul kapılarında öğretmenler ellerinde makasla uzun saçlı ve geniş paçalı öğrenci beklerlerdi.
Blue Jean
İtalya’da Cenova şehrinde üretilen dayanıklı iş kumaşına Fransız dokumacılar şehrin adından dolayı ‘Genes’ adını vermişlerdi, Jean adı buradan geliyor.
1850’lerde ‘Altına Hücum’ döneminde San Francisco’ya gelen terzi Levi Strauss çadır ve araba örtüsü ticareti yapıyordu. Madencilerin ihtiyacını anlayan Strauss’un çadır bezinden diktiği tulum çok rağbet gördü. 1860’larda Fransa’da Nimes’de üretilen daha yumuşak bir bez getirtti. Avrupa’da serge de Nimes olarak bilinen bu kumaş Amerika’da dimes adıyla jean üretilen kumaşın adı oldu. Atmayan rengiyle kovboyları tatmin eden kumaştan, cepleri yırtıldığı için madenciler şikâyetçi oldular. Cep ağızlarına konulan bakır çivilerle bu sorun çözüldü.
1935’te Vogue dergisinde ‘Batı (Westem) Şıklığı’ adı altında reklamının yapılmasıyla moda oldu. Ama 1980’lerde eriştiği moda çılgınlığı ve pahalı fiyatları bu işçi elbisesini üretenlerin de giyenlerin de aklına gelmezdi.
Türkiye’de 1955’te yerli kot - ince çadır bezinden jean yapılmaya başlandı. Koçu’nun verdiği bilgiye göre 1961’de yerli kotlar 25 liraya satılırken, Amerikan malları 100-150 liraya alıcı buluyordu. 1960’lardan sonra Amerikalı askerlerin sayısı artınca jean piyasası da genişledi. Amerikalı askerlerin piyeksten alıp Türklere sattıkları eşyayla açılan Amerikan mağazaları, Avrupa’ya giden işçi ve görevlilerin permilerini esnafa devretmeleriyle zenginleşti, kaçakçılığın başlamasıyla Amerikan pazarlarına dönüştü. Bu sürecin başlamasında jean, gömlek, sakız gibi basit eşya rol oynamıştı.
1970’lerde Amerika düşmanı solcuların yaygın giysisi haline geldi. Bu yıllarda sağcı gençler kumaş pantolonları, solcular kotlarıyla ayırt edilir oldular ve kot giydikleri için belirli fakültelerin kantinlerinde dayak yiyenler oldu. Önce yalnızca gençlerin giyebildiği kotlar gittikçe yaygınlaştı, yaş ve toplumsal statü tanımadan herkesin giyebildiği bir tür haline geldi, çeşitlendi ve ‘markalarla kendi içinde modası doğdu.
Kumaşı Türkiye’den gidiyor, marka etiketi Batı’dan geliyor, yerlisi beyazlamıyor derken, Türk jean üreticileri sonunda gerçekten pazara girdiler. Bu arada jean’in Anadolu kumaşı olduğunu ileri sürenler de oldu. Gerçekte Amerika’da dimes olarak adlandırılan kumaş, Anadolu’da minder, döşek yüzü kumaşı olarak 15. yüzyıl metinlerinde dimi biçiminde geçer. Nimeti Efendi’nin 1540 yılında yazdığı Farsça-Türkçe sözlüğü Lügat-i Nimetullah’a göre Farsçası eksûn, Arapçası dimikıy’dır. Flalk ağzında da yerli dokuma bezin adı olarak Malatya’dan Balıkesir’e, Zonguldak’tan Antakya, Harput, Gümüşhane’ye kadar derlenmiştir. Bolu yöresinde süt sağan kadınların iş önlüğüdür. Reşat Ekrem Koçu 1820 yıllarının “kopuk ve külhan” kıyafetini Şanizade tarihinden aktarırken, “Ayaklar ve baldırlar çıplak... beyaz kısa düz çağşırı; belde kırmızı şal kuşak, sırtta beyaz dimi mintan,” diyerek İstanbul’da dimi giyildiğine tanık getirir (Tarihimizde Garip Vakalar, s. 21).
Flalkımız tam kot pantolonu şalvar gibi giymeyi becermişken, 1980’li yıllarda, pahalandıkça rağbet artan modalardan olmak üzere, Umberto Eco’yu da isyan ettiren ‘kıça kaçan’ jean moda olmuştu. Bugün Tahran pazarında kot “şalvar-i Türkî” olarak satılıyor.
Gömlek
Gömlek halk ağzıyla Azericede olduğu gibi köynek Orta Türkçe devrinden beri bilinen bir sözcüktür, gönlek/ könlek’ten gelir; gön/ten üstüne giyilen, mintan da Farsça nim-ten yani tenin, gövdenin yarısını örten anlamındadır. Erkekler dizden yukarı, kadınlar ayak bileğine kadar uzanan gömlek giyer. Dizlere kadar inen gömlekler, pantolon ve eteklerin yaygınlaşmasıyla bele çıktı.
Erkek gömleği 1500’lerde Batı Avrupa’da giyildi. İngilizce gömlek (shirt) ile etek (skirt) aynı kökten gelmektedir ve İskandinav dilinde skyrta pantolondan aşağı sarkan uzun elbiseyi anlatır. Moda dünyasının en eski merkezlerinden Fransa’da etek sözcüğü jupe ise 12. yüzyılda Arapça cübbeden alınmış, altına giyilen jüpon (jüpon) ise 14. yüzyılda türetilmiştir.
Düğmeli gömlek yakası, 1890’ların İngiliz polo oyuncularının giysilerinden esinlenmiştir. Rüzgâr ve atın sallantısına karşı yararlı bu yaka 1900’lerde tekstil sanayiinin elinde klasikleşti.
Yaka, manşet, göğüs kısmı kolalanan, yaka ve manşetleri takma ‘frenk gömleği’ ceket pantolon kadar yaygınlaşamadı. Gömleklerin yakalarına balina, manşetlerine kol düğmesi takılan, kravatta kravat iğnesinin şart olduğu dönemde ev kadınları ütü yanında kolalama işlemi de yapmak zorundaydı. Mödem Adâbı Muaşeret kitabında (1939) Süheylâ Muzaffer kola konusunu işlemektedir: “Kolalı yaka meselesi de bugünün mühimce kıyafet davalarından birini teşkil eder. Bazı Türk muaşeretçileri, kolalı yakaların mevkilerini kaybetmiyeceklerini, bilakis yumuşak yakalanır pek kısa bir tarihi müteakip kaybolduklarını yazarlar. Hadise tamamile aksidir. Sert yaka resmî kıyafetlere münhasır bulunuyor. Bugün kolalı çift gömlek yakaları bile az kullanılmaktadır. Hiç kimse bugünün sür’at, hareket, cevaliyet isteyen asrında böyle garip bir âdet ve ananeye bağlı kalarak sert bir şeyle boynunu azaba koyamaz” Süheylâ Hanım geç de olsa haklı çıkmıştır.
Bugün ceketsiz gömlek veya gömleksiz ceket giyilebiliyor.
Kol Düğmeleri
Barış Manço’nun Kol Düğmeleri şarkısını severek dinleyen gençlerden kaçı kol düğmesi görmüştür acaba? Kravat iğnesi ile takım kol düğmeleri, kolalı gömlek döneminin mecburi aksesuarıydı ve piyasada satılan her biçim, fiyat ve çeşitte, adın baş harfleri yazdırılmış mücevherat niteliğinde kol düğmeleri vardı.
Tişört
Tenis gömleği imalatçısı Fransız Rene Lacoşte gençliğinde tenis oyuncusuydu ve 1923’te on dokuz yaşında maç için ABD ’ye gittiğinde maçı kazanırsa bir vitrinde gördüğü timsah derisi çantayı almaya karar vermişti. Maçı kaybetti ama lakabı ‘krokodil’ olarak kaldı. 1933’te imalata başladığında marka olarak krokodili tescil ettirdi.
Tişörtün Türkiye’de yaygınlaşması ve T-shirt yazımıyla vitrinleri süslemesi 1970’lerin ikinci yarısındadır. Teyzelerin tişört giymeye başlaması 1980’leri buldu, bu dönemde bir yandan ünlü markaların kaçak yerli yapımı dedikoduları başlamışken, bir yandan da yazı-mesajlı tişörtler yayılıyor, Türkçeleri üretiliyor, isteyenlere resim yapılıp yazı yazılıyordu. Cumhurbaşkanının tişörtlü devlet töreni de bugünlerdeydi...
Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ
kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder