İnsanın Felâketine Sebep Olan “Yasak Meyve”
Şeytanın, insana hayat verilmeden önce ona zarar verdiği ve değiştirdiği efsanelerin yanında, insana Tanrı ona hayat verdikten sonra da zarar vermeye devam ettiği efsaneler içinde yeralır.
Bir grup efsaneye göre, insan bedeni ilk başlarda onu soğuk, nem ve sağlığını tehdit eden diğer tehlikelerden koruyan bir deriye sahiptir. Bu gruptaki efsanelerin bazılarında bu deri, kürk örneği vücut tüyleri, bazılarında ise nasır gibi koruyucu bir kabuktur. İnsan bu koruyucu kıyafetini yasak ağacın meyvesini yediğinde kaybedecektir.
Bir Altay efsanesinde şöyle anlatılır: Tanrı, tek başına büyüyen ve hiçbir dalı olmayan bir ağaç gördüğünde; “Tek başına, dalları olmayan bir ağaç görmek beni üzüyor, bu ağaçtan dokuz tane dal çıksın” diye emretmesi üzerine, ağaçtan dokuz tane dal çıkar. “Bu dokuz daldan, dokuz insan çıksın ve bu dokuz insandan dokuz halk oluşsun” diye devam eder. Ancak efsanenin devamında, sadece iki insandan, bir erkek ve kadından bahsedilmektedir. Erkeğin adı Torogay, kadının adı da Edyi’dir ve başlangıçta her ikisinin derileri de tüylüdür. Tanrı onlara ağacı gösterip; “güneşin battığı taraftaki şu dört dalın meyvelerini yemeyeceksiniz, güneşin doğduğu tarafta çıkan diğer beş daldaki meyveleri yiyebilirisiniz” dedikten sonra köpeği ağacın başına muhafız olarak diker ve; “şeytan yaklaşırsa ona engel ol” diye emreder. Tanrı bunun dışında yılanı da ağacı korumakla görevlendirmiş ve; “eğer şeytan gelirse, onu ısırmasını” tembih etmiştir. Sonra her ikisine de; “insan gelip güneşin doğduğu taraftaki dalların meyvelerinden yemek isterse izin verin, ama güneşin battığı taraftaki dalların meyvelerine almaya çalışırsa engelleyin” talimatını verdikten, sonra göğe çıkar.
Daha sonra şeytan ağacın yanına gelir ve yılanın uyuduğunu görerek kurnazca onun bedenine girip, böylelikle ağaca tırmanarak, önce kadını, sonra da kadın vasıtasıyla erkeği kandırıp, onları yasak dalların meyvelerinden yemeye ikna eder. İnsanlar, ağacın meyvesini tattıklarında, vücutlarındaki tüylerin döküldüğünü fark ederek, korku içinde ağaçların arkasına saklanırlar.
Tanrı dünyaya geri gelip, yokluğunda olanları gördüğünde; insanı çağırıp; “sana böyle ne oldu, ey insanoğlu” diye sorduğunda adam; “karım dudaklarıma yasak meyve ile dokundu” diye cevap verir. Tanrı kadına dönüp; “Bunu neden yaptığını” sorduğunda, kadın; “Yılanın kendini kandırıp, yasak meyveyi yemeyi sağladığını” söylemesiyle, bu defa Tanrı yılana; “ne yaptığını” sorduğunda, yılan; “Kadını kandıran ben değilim, şeytan benim içime girip, kadını kandırdı” der. Tanrı; “şeytan nasıl girdi senin içine” dediğinde; “içim geçmiş ve uykuya dalmıştım, o sırada gelip içime sızmış” der. Tanrı sonra köpeğe dönerek; “Peki sen neden şeytanı kovalamadın” dediğinde, Köpek; ”gözlerim onu görmedi ki” diye cevap verir.
Bu efsanede hem yılan, hem de köpek yasak meyvelerin muhafızı olarak yer almaktadır. İncil’deki meselleri bilenlerin hatırlayacağı gibi köpek, İncil’de yer almaz. Dolayısıyla, “yasak meyve” Altay efsanelerine daha önce nakletmiş olduğumuz başka efsanelerden birinden girmiş olması muhtemeldir.
Her ne kadar bu efsane hristiyanî efsaneleri hatırlatırsa da, aralarında bazı ciddi farklılıklar vardır. İncil’deki anlatımda cennetin ortasında iki tane ağaç yetişir, bir tanesi “Hayat Ağacı” diğeri de “iyiyi kötüden ayırma” ağacıdır ve bunlardan ikincisinin meyvesi insana yasaktır. Bizim efsanemizde ise, tek bir ağacın değişik meyveler veren iki tarafı söz konusudur. Bu ağaç, bir anlamda hem “Hayat Ağacı” hem de “iyiyi kötüden ayırma ağacıdır”. Efsanemizin İncildeki hikâyattan bir başka farkı, İncildeki efsane ölümün kökenini bir itaatsizlik veya günah ile açıklarken, Altay efsanesinde bu itaatsizliğin cezası meyvenin yendiği anda gerçekleşerek, insan kürkünü kaybedecektir. İncil efsanesinin ilk hâli, muhtemelen aslında ölümsüz olarak yaratılmış olan insanın ölümlülüğünü açıklama amacıyla doğmuştur. Bu durumda ölüm, yasak meyveyi yemenin doğrudan cezası değil, meyvenin yenmesiyle, koruyucu vücut örtüsünün kaybedilmesi, insanın savunma ve direncini azaltmış ve hastalıklara ve diğer dış tesirlere, dolayısıyla ölüme karşı korunmasız bırakmıştır. Bir çok halk efsanelerinde, yaradılışın başlangıcında hastalık ve ölümün olmadığı, ancak daha sonra yeryüzüne gelerek, insanların başına belâ oldukları anlatılır.
İnsanların vücutlarının tüy ile kaplı olması tasavvuru, bildiğimiz kadarıyla Doğu Avrupa efsanelerinde yer almamasına karşılık, Orta ve Kuzey Asya’da yaygın olarak görülmektedir. Fin kökenli halklardan Vogul efsanelerinde insanların ilk başta çok tüylü olarak yaratılmış olduğu ve onlara istedikleri her yerde dolaşma ve meyvelerden bir tanesi hariç istedikleri her şeyi yeme izni verildiği anlatılır. Bu yasak meyve, “orman ruhunun meyveleri” olan yaban mersinidir. Ne var ki, insanlar bu yasağa uymayacaklar ve Tanrı bir gün, yaratmış olduğu insanları görmeye geldiğinde onları çalıların arkasına gizlendiklerini ve dışarı çıkmalarını emrettiğinde, insanlar sürünerek çalılardan dışarıya çıktıklarında, Tanrı onların tüylerini kaybetmiş olduklarını ve karşısında dururken soğuktan titrediklerini görecektir. Tüylerini yitirmelerinin sebebi de Tanrının emrine karşı gelip, uğursuzluk getiren yasak meyveyi yemiş olmalarıdır. Bundan sonra insanoğlu, soğuğa ve neme karşı çıplak vücutlarıyla yaşamak zorunda kalacaklardır.
Sami halklarının ihtişamlı ve güzel cennet ağacı, Kuzeyin verimsiz ve kıt topraklarında yaşayan Vogul efsanelerindeki yerini ormanda yetişen yaban mersinine bırakmıştır.
Daha önce görmüş olduğumuz yaradılış efsanelerinde bir başka tarz koruyucu örtü olarak, bir nevi kabuğa da rastlanmaktadır ki, bu kabuktan geriye sadece el ve ayak tırnakları kalmıştır. Efsanenin bu anlatımı Doğu Avrupa’da oldukça yaygın ve muhtemelen Kuzey Sibirya’ya da Ruslar ve Estonyalılar vasıtasıyla yayılmıştır. Aynı şekilde Arap ve geç dönem Yahudi efsanelerinde cennette Adem ve Havva’nın vücutlarının bir kabuk ile kaplı olduğu ve bu sebeple giyinmeye ihtiyaç duymadıkları anlatılır. Bu vücut örtüsünü “ilk günah” tan sonra kaybetmişlerdir.
İnsanın tüylü olarak yaratılmış olduğu tasavvuru Ön Asya’dan doğmuş olması muhtemeldir. Bazı Arap efsanelerinde Adem ve Havva cennetteki elmas dağında yaşarken, yerlere kadar uzanan ve vücutlarını kaplayan tüyleri olduğundan bahsedilir. Yasak meyveyi yediklerinde bu tüyler dökülür ve güneşin yakıcı ışığında çıplak bedenlerinin derileri koyulaşır. İlk günah işlenene kadar bir nevi tabii vücut örtüsü olduğu fikri, İncildeki hikâyatta da rastlanır, zira Tanrının emrine karşı geldikten sonra insan çıplaklıklarının farkına varırlar.
Astrahan Kalmuklarının anlatımına göre ise insanlar, cennetten çıkana kadar nurdan yaratılmış varlıklardı ve etraflarını aydınlatıyorlardı. O zamanlar ne ay, ne de güneş vardı, insan vücudunun ışıltısı onu terk edince gökyüzündeki ışıklar yaratıldılar. Bu tasavvurun kökeni de Ön Asya efsanelerine dayanmakta, Suriye’de derlenen bazı efsanelere göre Adem ve Havva, cennetteyken kafaları güneş gibi, bedenlerinin geri kalanı da kristal gibi parlamaktaydı. Habeşistan’da (Etiyopya) benzeri şekilde yaradılış efsanelerinde, cennetten kovuluş sonrasında insanların nurlarını (ışıltılarını) kaybettikleri anlatılır.
Budist Kalmuk efsanelerinde ilk günah ve cennetten kovuluşun sonucu olarak, insanın hayat süresi azalmış, boyu da kısalmıştır. Onların inanışlarına göre, ilk başlarda insanın ömrü 80.000 yıldır, her yüzyılda insan hayatından bir yıl eksilmiş ve şimdi de ortalama altmış yıla inmiştir. Günahın kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla, insan hayatı on yıla inene kadar bu azalma devam edecektir. Diğer yandan, ilk başlarda bir dev boyutunda olan insan bedeninin ufalması da o zaman kadar devam edecek ve insanlar sonunda parmak boyuna kadar ineceklerdir. Bunlar olduktan sonra Berde-Gabat dünyaya gelip (Maidere’nin elçisi), insanları iyileştirecek ve yeniden insan ırkının boyu ve hayat süresi artmaya başlayarak, ilk hâline geri dönecektir.
İnsan hayatının kısalmasına karşılık gelen bazı öğelere İncil’de de rastlarız, aynı şekilde Yahudi efsanelerinde insanın boyunun kısalmasına ilişkin anlatımlar görülür, meselâ, “Adem yaratıldığında dünya kadar büyüktü, ama günaha düştüğü için küçüldü” diye geçer.
Tanrının yaratmış olduğu insanlar, yasak meyveden yiyip değişip, bozulduklarına, Tanrı öfkelenir ve; “Bir daha asla insan yaratmayacağım, bundan sonra kendi kendilerine çoğalsınlar” der. Tanrının buradaki kararı daha çok kadını işaret etmektedir, çünkü doğurma işi onun görevidir. Hâtta Kalmuklara göre üreme organları ve güdüleri, bu ilk günah sonrası ortaya çıkmıştır. Ölümün ve ölümlülüğün sebebini açıklamaya matuf bu efsane, aynı zamanda doğumu da açıklamaya çalışır. Ölümün sebep olduğu kayıpların ve neslin azalışının gözlenmesi, bu kayıpların doğum yoluyla telafi edileceği düşüncesine de kaynaklık etmektedir.
Moğol ve Buryatların yukarıda nakledilen efsanelerinde ayrıca, Burkhan Bakschi’nin ilk insanı yarattığında onu ölümsüz kılmak istediği ve bunun için gökten “Hayat suyu” getirmesi için bir kargayı gönderdiği anlatılır. Karga “Hayat suyu”nu gagasına alıp geri dönerken, yolda bir çam ağacının tepesinde dinlenmek ister. Ama ağaçta yaşayan bir Baykuş Kargayı görüp tehditkar çığlıklar atmasıyla, karga korkup ağzını açmasıyla, “Hayat suyu” ağacın üzerine dökülür. O zamandan beri çam ağacı yaz kış yeşildir, ama insanlara ölümsüzlük kısmet olmamıştır. Bu efsanenin benzer bir varyantı da Altay Tatarları arasında mevcuttur.
Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.
Çeviren: Erol Cihangir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder