“Cennet Irmakları” ve Onların Kaynakları
Daha önce de bahsi geçmiş olduğu gibi, Ostyak şiir ve destanlarında “Dünya ağacının,” gökyüzünün ortasındaki engin denizin ortasında” yetiştiği anlatılır. Muhtemelen bu tasavvur, Ostyakların kendi yarattıkları bir tasavvur olmayıp, Turuhansk Samoyedleri ve Yenisey efsanelerinde geçen ve Yenisey nehrinin de kaynağı olduğuna inanılan “büyük gökyüzü denizi” ile aynıdır. Eski İranlıların Ardvisura denizi de bu tarz bir tasavvurun ürünüdür. İnanışa göre Ardvisura, dünya dağının üzerinde, Hayat Ağacı kıyısında bulunmakta ve dünyanın bütün nehir ve dereleri bu denizden doğmaktadır.
Dünya ağacının altında bulunan deniz veya kaynağın özel bir sıvı ihtiva ediyor olması fikri de oldukça yaygın bir inançtır. Orta Asya halkları ve Yakutlar bu denize “Süt Gölü” adı verirler. Yakut efsanelerine göre, Gök Tanrı’nın aslında sütbeyazı kayalardan oluşan bir dağ olan tahtının çevresinde süte benzer göller vardır ve bu göllerin yüzeyleri asla kaymak tutmaz. Tunguzlar kendi aralarında anlattıkları hikayelerde, eteklerindeki çayırlarda gümüş otların altın çiçekler açtığı ve dört bir yanı su yerine süt dolu olan göllerle çevrili olan bir dağdan bahsederler. Cenneti, İran mitolojisinde olduğu gibi, gökyüzünün üçüncü katında tasavvur eden bazı Altay Tatarları, üçüncü katta bu gizemli “Süt Gölü”nün bulunduğuna inanırlar. Orta Asya destanlarından birinde bu “gökyüzündeki Süt Gölü” tahayyülüne rastlanır. Efsaneye göre, kudretli bir “Han”, efsanevî kartal Garuda’nın kanatlarını kendisine getirecek olana kızını vereceğini vaat etmiştir. Bu maksatla yola çıkan kahramanlara yolda bir başka delikanlı da katılır. Delikanlı, bu efsanevî kuşun nerede yaşadığını öğrenmek istemektedir. Bir dağın tepesine çıktıklarında, üzerlerindeki gökyüzünün beyazlaşmaya başladığını fark ederler. Sonradan katılan delikanlı, “göğün arkasında ne olduğunu” sorduğunda ona; arkada “Süt Gölü”nün olduğunu, devamında delikanlının; “ortasındaki o karanlık şeyin ne olduğunu” sorduğunda “orada orman olduğunu ve kartal Garuda’nın da o ormanda yaşadığını” söylerler. Efsanemizdeki Süt Denizi, kahramanlarımızın üzerine tırmanmış oldukları göğe uzanan dağın tepesindedir. “Denizin ortasındaki orman” tahayyülü ise “Hayat Ağacını” ifade etmekle, daha öncelerde görmüş olduğumuz gibi bu ağacın tepesinde efsanevî kartal Garuda yaşamaktadır.
Bu cennet kaynağının süt kıvamındaki sıvısı muhtemelen “Hayat Ağacı’ndan” damlayan mistik özsu ile aynı olup, bu tasavvur şekli Sami halklarında görüldüğü gibi, gölün sıvısının hayat verici etkisi Altay Tatar inançlarında da rastlanır. İnanışa göre ne zaman bir çocuk doğsa, “Doğum ruhu, Yayuçi” cennetteki “Süt Gölünden” çocuk için bir parça hayat gücü almaktadır.
Bu hususta daha gelişmiş bir tasvire Budist Kalmuklarında rastlarız. Kalmuklara göre Marvo isimli merkez gölünün genişliği ve derinliği birbirine eşittir. Hayat Ağacı “Zambu” bu gölde yetişir ve gölün suyu muhtelif maddeler içerir. Merkez gölden dört ana yöne, dört tane büyük ırmak çıkar ve bu ırmaklar yedi kıvrım yaptıktan sonra tekrar merkezî göle dönerler. Akış yolları üzerinde her birinden 500 tane kol çıkmaktadır. Resimlerde bu göl, yüksek dağların tepesinde ve kayaların arasından kaynaklık ettiği ırmakların çağladığı şeklinde tasvir edilir. Dört değişik yöne dönük duran kayalıkların her biri bir başka hayvanı andırmaktadır. Doğuya doğru akan ırmağın çıktığı kayalıklar, bir filin çenesine, Güneye akan ırmağın doğduğu kayalıklar, sığırın, Batıya akan ırmağın doğduğu kayalıklar, atın ve son olarak da Kuzeye akan ırmağın doğduğu kayalıklar, aslan çenesine benzemektedir. Bu tasavvurda hayvanlar yönleri ifade etmekte olup, her ne kadar hayvanlar daha değişik olsalar da Asya’nın muhtelif bölgelerinde bu tarz tasavvurlara rastlanır. Meselâ, Çin mitolojisinde Doğuyu mavi bir ejderha, Güneyi kırmızı bir kuş, Batıyı beyaz bir kaplan ve Kuzeyi de siyah bir kaplumbağa temsil etmektedir. Moğollar, hastalıkları kovmak için eski bir Çin şehrinin harabeleri üzerine kurdukları bir tapınağın dört yanına muhtelif yönleri temsil eden ahşap oyma resimler yaparlar ki, bu resimlerdeki aslan, kaplan, kartal ve ejderhanın her biri bir yönü temsil etmektedir. Benzeri tasavvurlar, meselâ Amerika Kızılderilileri kabilelerinden Siyu efsanelerinde; “Tanrıların yalçın dağların tepesindeki evlerinin yeryüzünün dört yönüne açılan kapıları olduğu, her kapının önünde; Batı kapısında bir kelebek, Doğu kapısında bir ayı, Kuzey kapısında bir geyik, Güney kapısında da bir kunduzun nöbet beklediği, şeklinde görülür. Yönlerin hayvanlarla temsil edilmesi benzer biçimde İncil’de (Yuhanna, 4/6 ff), Tanrının tahtı; “Ve tahtının önünde kristal gibi ışıldayan bir denizle, onun etrafında dört hayvan vardı. Bunlardan ilki bir aslana, diğeri bir boğaya, üçüncüsü bir insan görünümünde ve dördüncüsü de uçan bir kartal gibiydi” tanımı, Doğu mitoloji terimleriyle ifade edilmektedir ki, İncil’de aynı şekilde, dört “dünya ırmağı” tasavvuru olarak geçmektedir (Yaradılış, 2/10). Dört bir yana akan bu cennet ırmaklarının çok yüksek bir yerlerde bulunuyor olmaları gerekliliği fikri, Suriyeli Efraim’in eserlerinde de görülür. Hıristiyan ve geç dönem Yahudi efsanelerinde sık sık cennet ırmaklarının kaynağının “Hayat Ağacı” olduğuna yapılan vurgu yanında, keza eski bir Pers dinî metninde ve İslâm inançlarında bu kaynağın nasıl tasvir edilmiş olduğunu göstermektedir. Kaynakta, Huma kuşunun yuvası olan cennet ağacı “Tuba”nın dibinde, suyu dört yana doğru akmaktadır. Eski Babil’den başlayıp, İncil’de iki Mezopotamya ırmağıyla, “Dünyanın merkezinden Doğup, dört ana yöne akan cennet ırmakları” inancı, Hind kozmografyasında da kendine yer bulur.
Budist Kalmuklar, bu dünya ırmaklarının akışı esnasında merkez dağının yamaçlarını oluşturan maddelerden bir miktar alıp taşıdıklarına inanırlar. Bu sebeple, Doğu nehrinin sularında gümüş kum, Güney nehrininkinde safir kum (mavi), Batı nehrinin sularında yakut kum (kırmızı), ve Kuzey nehrinin sularında altın kum bulunmaktadır” Eski Yunan’daki Orpheus kültünde dört ana elementi temsil eden ve dört ana istikamete akan dünya ırmakları tasavvuru yeralır ki, bütün bunlardan Türk kökenli halk inançlarının kökeninin dıştan geldiğini anlayabiliyoruz.
Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.
Çeviren: Erol Cihangir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder