Atlı-Konar-Göçer Türk Kültürü ve Özellikleri
Türklerin anayurdu olarak kabul ettiğimiz Tükistan coğrafyası elverişsiz tabiat ve iklim şartlarından dolayı Türkleri sürekli mücadele etmek durumunda bırakmıştır. Bu durum Türklerin dini inançları, örf ve adetleri, yaşayış tarzları ve sanat anlayışları üzerinde derin izler bırakmıştır. Bu mücadele;
1- Tabiata hakim olabilmek için
2- Yaşayabilmek için
Olmak üzere iki yönlü olmuştur.
Bu zorluklardan dolayı Türkler tabiata uymak hatta bazı zamanlarda onun önüne geçebilmek için en az onun kadar güçlü olmak zorunda kalmışlardır. Zira aksi bir durumda hayatlarını idame ettirmeleri imkânsız olduğundan Türkler bu mücadeleyi çok iyi bir şekilde yaparak başarılı olmuşlardır. Tabiata gerektiğinde meydan okumuşlar, gerektiğinde de onunla uyum içinde olmuşlardır. Bunun için gerekli olan demir gibi bir irade, maddi ve manevi dayanıklılık, kendine güvenmek, disiplinli olmak, ileri görüşlülük, kararlılık, kanaatkârlık Türklerin başlıca karakter özellikleri olmuştur. Aynı zamanda fedakârlık, bağlılık, dostluk, minnettarlık, vefa, mertlik, dürüstlük, cömertlik gibi pek çok meziyette Türklere çok erken zamanlarda yerleşmiş özelliklerdir.
Türkler tabiata hakim olmak için gerekli olan araçları da bulmuşlardır. Bu araçlar yasalar ve töreler ile düzenli işleyen devletler kurmaları ve tabiatın gerektirdiği hayat tarzını gerçekleştirmiş olmalarıdır. Türklerin tarih boyunca kurdukları devletlerin sayısı yüzelliye yakındır. Bu rakam diğer bütün milletlerin kurdukları devlet sayısından fazladır. Bunun yanında asıl olarak başardıkları şey de tabiata uygun bir yaşam tarzı geliştirmiş olmalarıdır. Bu yaşam tarzı atlı-konar-göçer yaşam tarzıdır.
Bu nedenle Türklerin bu yaşam tarzı ile kurdukları medeniyete de Atlı-Konar-Göçer Türk Kültürü ve Bozkır Kültürü denmiştir.
Andronovo Kültürü atlı-konar-göçer kültürün temelini oluşturur. At, konar-göçer hayatın temel unsurudur. Günlük hayat hep at üzerinde geçer. Büyük sürülerin idaresi, hayvanların bir arada tutulması ve korunması, otlakların seçilmesi gibi bozkır ekonomisinin temeli olan işlerde zamanın en hızlı vasıtası olan at büyük kolaylık sağlamıştır. Hatta devlet at üzerinde kurulmuş ve yönetilmiştir.
Atı evcilleştiren ve ondan bir savaş aracı olarak ilk yararlanan millet Türklerdir. Başta Çinliler olmak üzere Avrupa’daki bütün kavimler de ata binmeyi Türklerden öğrenmişlerdir.
Göç eden Türk boylarının hayatında atın yanında demirin de çok büyük bir önemi vardır. Demir, silah yapımında kullanılan başlıca madendir. Andronovo kültürünün son zamanlarında yavaş yavaş kullanılmaya başlanan demir, M.Ö. 1000 yıllarından itibaren artık Tükistan’da yaygın bir şekilde kullanılır olmuştur. Türklere ait destanlara baktığımızda da demir işlemenin Türklerin ȃdeta milli sanatı olduğunu görebiliriz.
Atlı-konar- göçer Türk kültürünün konar-göçer olma özelliği amaçsızca yapılmış bir gezgincilik arzusu değildir. Bu konar-göçerliğin amacı sürülere taze ot ve su bulmaktı. Bundan dolayı atlı-konar-göçer kültürünün insanlarının hayatı yaylak ve kışlak arasında düzenli olarak gidip gelme şeklinde geçiyordu. Yazlık otlaklar bütün oymağın ortak malı olduğu halde kışlaklar bireyin kendi mülkü sayılıyordu. Tarım ise ancak tabiatın izin verdiği ölçüde gerçekleşebiliyordu.
Atlı-konar-göçer hayat tarzı birçok bakımdan üstün yetenek gerektiren bir hayat tarzıdır. Hayvanları evcilleştirmek, büyük sürüleri sevk ve idare etmek, değişken iklim ve çevre şartları içinde durmadan onlara yeni otlaklar bulmak büyük emek ve tecrübe isteyen işlerdir. Ancak Türkler hem fiziki hem de ruhsal yapılarının sağlamlığı sayesinde tüm bu işlerin üstesinden kolayca gelebiliyorlardı. Ayrıca bu yaşam tarzı onların teşkilatçılık ve askeri kabiliyetlerinin gelişmesine de yardım ediyordu. Öte yandan Tükistan’nın sert iklim şartları ve zor yaşam koşulları, malını, ailesini, canını korumak isteyen herkesi asker olarak yetişmek zorunda bırakıyordu. Bundan dolayı eski Türklerde halk ordu, ordu da halk idi.
Bozkır Kültürü
İnsanın tabiat kuvvetlerinin gücünün nasıl meydana geldiğine dair olan bilgilere vakıf olamadığı eski çağlarda coğrafyanın beşerî hayat üzerindeki tesirleri düşünüldüğünde, bozkır ikliminin çeşitli bakımlardan eski Türklerin yaşayışlarına, düşünce tarzlarına, inanç ve dünya görüşünlerine, örf ve geleneklerine, kısaca kültürüne tesir yapacağı kolayca anlaşılabilir. Yeryüzünde insanlar, yaşadıkları coğrafî çevrenin başlıca üç doğal kaynağı olan orman, hayvan yetiştirme ve tarım imkânlarını değerlendirmişler ve hayatlarını ancak bu şekilde sürdürebilmişlerdir.
Eski çağlarda ilk kültürler de kendi bölgelerinin şartları içinde bir kültür ortaya koyduklarından orman kavimleri “asalak” kültürünü, ziraate elverişli yerlerde oturanlar “köylü” kültürünü, bozkırdakiler ise “çoban” kültürünü meydana getirmişlerdir. Ancak bir kültürün gelişmesinde sadece coğrafi imkânların göz önünde bulundurulması yeterli değildir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar bireylerin kültür değerleri yaratmak ve geliştirmekte başlıca unsur olduğunu göstermiştir. Bunun yanında, belirli ruhi karaktere sahip toplulukların ortaya konan çeşitli kültür değerlerini kontrol edebilme kabiliyetleri de unutulmamalıdır. Yani topluluk kendi içinde görülen her kültür belirtisini kabul etmemekte, ancak düşünce tarzı ve yaşayışına uygun düşenleri kabul etmektedir. Şu halde her kültürün üç temel dayanağı bulunmaktadır: coğrafi çevre, insan unsuru, topluluk (cemiyet). Bu durum başka başka coğrafi çevrelerde yaşayan ayrı karakterlere sahip insan gruplarına mahsus olmak üzere birbirlerinden farklı kültürler doğacağını gösterir. Böylece 3500 yıllık hayatı bozkır şartları içinde geçiren Türklerin de kendilerine mahsus bir kültür tipine sahip olacakları açıktır. Bu kültür tipine Türklerin yaşadığı coğrafyadan dolayı “Bozkır kültürü” denmiştir.
Bozkır coğrafyasında binlerce yıl hayatını devam ettiren, Çin, Hint, Akdeniz ve Avrupa kavimleri gibi yerleşik kültür topluluklarının kendilerini yüzyıllarca tesir ve baskı altında hissettikleri bu kültür eskiden beri ilim adamlarınca az çok tanınmakta idi. Bazıları buna eksik olarak “Atlı kültür”, bazıları yanlış olarak “Göçebe kültür” adını vermişler, bazıları da “Atlı göçebe kültürü” demekte bir sakınca görmemişlerdir. Halbuki Bozkır kültürü “at” üzerine kurulmuş olsa da prensipleri yalnız “at”tan ibaret değildi. Bozkır kültürünün ikinci temel unsuru olan demir eski Yunan’da olduğu gibi sadece bir mitoloji unsuru değil, bozkır devletlerinin kuruluş ve gelişmesinde rol oynayan etkili ve gerçek bir araçtı.
Ayrıca başlı başına bir kültür olduğu için din, yaşam tarzı, ahlak yönlerinden de kendini tamamlamış ve bir manevî değerler bütünlüğü meydana getirmiştir. Zaten her kültür için sadece ekonomik faaliyetler onu tanımlamada yetersiz kalacaktır. Bu, kültürün sadece tek bir yönünü oluşturur. Bu nedenle besiciliğe dayalı Bozkır Kültürü’nü dışarıdan bakarak sadece çoban kültürü olarak nitelemek yanlıştır. Bunun yanında meseleye bakacak olursak Batılı araştırmacıların üzerine tam anlamı ile eğilmeden göçebe kültür dedikleri bozkır kültürünün temel öğelerinden biri attır ve bu unsur göçebe kültürde bulunmaz. Sadece sonradan maddi bir imkân olarak kullanılmıştır. Yerleşik kültürde de atın bozkır kültüründe olduğu gibi mühim bir yeri yoktur. Bu nedenle Bozkır Kültürü göçebelik ya da çoban kültürü olarak değil kendi içinde manevi bütünlüğü olan tek başına bir kültür olarak ele alınmalıdır.
Yine göçebelik konusunu araştırırken yapılan iki hata vardır ki bu hatalar açıklama yollarını kapatmış durumdadırlar. Bunlardan ilki bozkır sahasında görülen bütün toplulukların aynı sosyal tarza sahip olduğu düşünülerek aralarındaki kültür farklarının gözden kaçırılmasıdır. İkincisi de bu toplulukların yalnızca birer ekonomik kuruluş olarak ele alınmalarıdır. Her topluluk gibi bozkır topluluklarının da ekonomik özellikleri yanında, ayrı ayrı sosyal, dini, idari ve siyasi cepheleri bulunmaktadır. Araştırma yapılırken bu hususa son derece dikkat edilmelidir. Yoksa bir Türk’ü Moğol’dan, bir Avrupalı kavmi bir diğerinden ayırmadıkça onların bozkırlı mı, göçebe mi ya da yerleşik mi oldukları konusu izah edilemeyecektir.
Bozkır Kültürünün Menşei Meselesi
İskit Nazariyesi
Bozkır kültürü diye ifade edilen kültür tipi İ. Zichy tarafından temsil edilen bir görüşe göre “atlı göçebelik”ten ibaret olup, merkezinde at yetiştiriciliği ve çobanlık yer almaktadır. Bu gibi faaliyetleri yürütebilmek için Karadeniz’in kuzey düzlüğü- Kuzey Türkistan arasındaki İskit sahası en elverişli bölge olarak görülmektedir. “İskit kültürü” ile aynı durumdaki Altay arkeolojik buluntuları arasındaki benzerlikte temelin Türkistan’da aranması gerektiği belirtilmiştir. Gerçekten İskit adı ile anılan topluluğun esas kütlesini İranlı kavimler meydana getirmekle beraber idareci tabakasının Türk olduğu ile onlar üzerindeki Türk tesirini belirleyen başka delillerin de olması. Mesela Türklerin bir kısmının M.Ö. 7.-6. yüzyıllardan itibaren İskit bölgesine girmesi, Andronovo kültürünün Tın Nehri kıyılarına kadar yayılması gibi… Bu nedenle M.Ö. 5.-4. yüzyıllarda Bozkır kültürünün İskitlerce benimsenmiş olmasına hayret edilmemelidir.
İndo-Germen Nazariyesi
Önce, İndo- Germen nazariyesine paralellik gösteren S. Gallus- T. Horvath’ın ortak görüşünü tanıtmakta fayda vardır. Bu araştırmacılar, araştırmalarında özellikle Macaristan kazılarında ele geçirilen bronz ve demir gemleri tiplere ayırarak Güney Rusya, Kafkaslar, İran ve Sibirya’daki benzerleri ile karşılaştırmışlar ve M.Ö. 8.-6. asırlarda Alpler-Kafkaslar arasındaki sahada bir nevi “atlı kültür”ün yaşadığı sonucuna varmışlardır. At konusundan ziyade gemler ve gemlerle birlikte bulunan diğer arkeolojik malzeme üzerinde duran bu iki araştırıcıya göre “atlı kültür” taşıyıcısı olan bu kavmin Kafkaslar’dan Orta Avrupa’ya göç etmiş olması muhtemeldir. Bu gemler arasından bulunan Minusinsk gemleri ise hem daha geçtir hem de Batı tesirleri taşımaktadır.
Batı’da çok yaygın eski “Aryanizm” görüşünün devamı sayılması mümkün görünen İndo-Germen nazariyesine gelince, buna göre, Hind-Avrupalıların çok erken devirlerde Çin’in Kansu bölgesine kadar bütün Türkisan’a yayıldıkları ve aslında “göçebe” oldukları, atın ilk defa onlar tarafından ehlîleştirildiği ve dünyanın ata binme sanatını onlardan öğrendiği kabul edilmektedir. Batılıların at üzerinde önemle durması, şüphesiz bu hayvanı evcilleştirip, binmenin insanlık kültür tarihinde çok ileri bir hamle yapmasından ileri gelir ki bozkırlarda geliştirilen kültürü de İndo-Germenlere bağlamak böylece mümkün olmaktadır. Teoride ehli atın menşei olarak kalıntıları Cungarya’da ortaya çıkarılan kısa kalın bacaklı, büyük ve öne doğru eğik başlı gösterilmiştir.
Esas olan atın binek hayvanı haline getirilmesidir. Bozkır kültüründe rol oynayan baş aksiyon da biniciliktir. Böyle bir ihtiyacın “yerleşik” kültürlerde değil, geniş otlaklar ve uzak su başlarını, süratle dolaşmak zorunluluğuna dayanan “Bozkır kültürü”nde hissedileceği açıktır ve dolayısıyla önce kalabalık sürüleri kollamak gibi bir ekonomik araç olan binicilik, kısa zamanda askeri değer kazanarak “Bozkır savaşçılığı”nın temeli olmuş ve at da savaş atı tipine doğru geliştirilmiştir. S. V. Kiselev’in tespitine göre Andronovo kültürünün sahibi olan savaşçı kavmin çevreye hâkim olmaya başlaması da bununla sağlanmış olmalıdır. Hunlar kendilerinden önce Çin sahasında henüz kimsenin atlı muharebeyi bilmediği çağlarda kendi tipik kültürlerinde var olan atı da beraberlerinde götürmüşlerdir. Böylece bozkırın savaş atları doğuya doğru uzanmış oluyordu. Çinlilerde ata binmeyi M.Ö. 300’lerde Asya Hunlarından öğrenmişlerdir.
Altaylı Nazariyesi
Andronovo kültürünün temellerine dayanan ve bu temeller üzerine gelişen Bozkır kültürünün Altay yaylalarında öncü Türkler tarafından ortaya konduğu hususu, arkeolojik ve antropolojik delillerin ortaya çıkışından çok daha önce yaptıkları çalışmalar ile bozkırlar üzerine dikkatleri çeken W. Schmidt, O. Menghin, W. Koppers, F. Flor gibi tanınmış kültür tarihçileri tarafından ileri sürülmüştür.
O. Menghin atı ehlileştirmek ve hayvan yetiştirmek gibi medeniyet tarihindeki çok mühim bir safhanın Türklerin ataları ile yakından ilgili olduğunu söylemiştir. Bozkırlar bölgesinde kemik kültürü, hayvan besleme kültürü, at yetiştirme kültürü olmak üzere üç kültür devresi tespit eden Menghin’e göre son aşama olarak merkezinde atın yer aldığı “ savaşçı çobanlar” kültürü doğmuştur ki, bu bozkırlar sahası kültürlerinde bilhassa eski Türkler için karakteristik olan en yüksek dereceyi göstermektedir.
W. Koppers’de “Atın ehlileştirilmesi ve atlı-çoban kültürünün ortaya konması ilk Türklere bağlanabilir. İnsanlık tarihinde ulaşılan bu başarı, kavimlerin ve diğer kültürlerin gelişmesinde mükemmel sonuçlar doğurmuştur: Tarihi bağlantıların gösterdiği gibi büyük devlet esası için gerekli şartlar ancak bu şekilde belirebilmiştir” demiştir.
Atın binek hayvanı olarak kullanılmasını dünya tarihinde çok önemli ve tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür aşaması olarak değerlendiren F. Flor’a göre hayvan terbiyesinde önce ren geyiği daha sonra da Türklerin ataları tarafından at ehlileştirilerek insanlık hizmetine sokulmuştur.
W. Schmidt de araştırmalarında aynı sonuca varmıştır: “Türkistan’da oturan ve çok eski bir zamanda avcılık hayatından hayvanları ehlileştirmeye geçen ilk millet Türkler olmuştur. At Türkler tarafından ehlileştirilmiştir ve Türkler ata binen ilk insanlar olarak görülmektedir.”
O. Menghin gelişen eski Türk kültürünün dünya tarihinde iki bakımdan tesirini tespit etmiştir. Bunlardan biri hayvan besleyiciliğini geliştirmek ve yaymak suretiyle ekonomik; ötekisi, yüksek teşkilatçılık yolu ile sosyalliktir. Birinci nokta önemlidir çünkü bu avcılık ve devşiricilik gibi yalnız kalarak karşılığında bir şey vermeyen parazit ekonomi yerine, insanları üretici duruma sokmak suretiyle çok faydalı bir iktisadi hamlenin işaretidir. Fakat ikinci nokta daha da önemlidir çünkü toplulukları basit yığınlar olmaktan çıkarıp sosyal düzene bağlamak gibi iktisadi faaliyetin de devamını mümkün kılan bir beşerî değer ancak bu yol ile mümkün olmuştur. İnsanların henüz teknik bilgiye sahip olmadığı ilk devirlerde yaşamlarını sürdürebilmek için bulundukları sahanın coğrafi şartlarına uymak zorunda kalan topluluklardan kendilerini toprağa bağlayan tarım bölgelerinde oturanlar, el yordamı ile çapa, orak icat etmek ve barınaklar yapmak suretiyle yerleşik kültürün temellerini atarlarken, bozkırda yaşayan topluluklar yine coğrafi imkânlar gereği besiciliğe sarılmışlar ve böylece kendi kültürlerini oluşturma ve geliştirme yolunda önemli adımlar atmışlardır. Bu iki kültür tipi arasında önemli farklılıklar vardır.
Yerleşik kültür, kuruluş evresinde yalnız dar manada bir ailenin ihtiyacını karşılayacak ölçüde belirli bir toprak parçasını işlemekle yetinmiş iken Bozkırlı’nın kültürü ailesinden başka yüz binlerce hayvanı ve geniş otlakları göz önünde tutmak zorunluluğu yüzünden daha başlangıçta yaygınlık vasfına bürünmüştür. Ekonomik vasıtayı değerlendirmek bakımından yerleşik insan daha çok oturmaya mahkûm iken Bozkırlı daima hareketli bir yaşayışın takipçisi olmak durumuna girmiştir.
Yerleşik insan, bir ailenin sınırlı menfaatleri dışında herhangi bir hak davası gütmeye ihtiyaç duymazken; Bozkırlı kalabalık sürülerini türlü manevralarla kışın ayrı, yazın ayrı ve birbirinden uzak mesafelere götürmek, otlakları ve suyu silahla muhafaza etmek, tedavi gibi işlere yatkınlık kazanmak, otlakların kullanılmasında çıkan anlaşmazlıkların halledilmesi için bir hakem heyeti ve başkanlığı tesis etmek gibi yollara başvurmak zorunda kalmıştır.
Böylece Bozkırlı topluluklar çobanlığın geliştirdiği sevk ve idare kabiliyeti, emir ve itaat alışkanlığını hayvan sürülerinden insan topluluklarına intikal ettirmişlerdir. Bu da onun başka bir dünya görüşü içine girmesine imkan sağlamıştır.
Türklerin yerleşik topluluklar üzerinde kolayca hâkimiyet kurmalarını sağlayan bir diğer unsur da demir idi. Çünkü demir çağı adını verdiğimiz çağ bu madenden bol miktarda alet ve silah yapılmaya başlanması ile başlamıştır. Bu da Altaylar ve Yenisey Nehrinin kaynak bölgelerinde görülmüştür. Bilindiği gibi Altaylılar çok eskiden beri usta demirciler olarak tanınmaktadırlar.
Bozkır kültürü Türk siyasi ve sosyal hayatında at’a kutluluk derecesinde değer verdiren ve destanlarında bağlılığını dile getirdiği demiri ve demirciliği de aynı kutsal mertebeye yükseltmiştir. Bu durum Türklerin atalarına diğer topluluklarınkinden çok farklı bir dünya görüşünün kapılarını açmıştır. Savaşçılık kabiliyetini iyice güçlendiren demirciliğinin yanında, otlak ve su için yaptığı mücadeleler ile sabrı artan bozkırlı aynı zamanda huzur içinde yaşayabilmek için insanların karşılıklı saygı ile donanması gerektiğini de öğrenmiş ve insan topluluklarını sürekli olarak barış halinde tutabilmek için herkes tarafından kabul görebilecek bir hukuk düşüncesine ulaşmıştır. İşte bu da devlet fikrinin doğuşudur. Tüm bunların yanında yine at sayesinde yerli toplulukları zihin durgunluğundan kurtararak insana sonsuz faaliyet ufukları açan sürat kavramı ve maddi araç olarak sahip oldukları demir aracılığı ile Türkler kendilerine bağladıkları toplulukları idare etmek üzere yeryüzünde ilk siyasi kadroları meydana getirmiş ve ilk kanun koyucu millet olmuştur. Tüm bu özelliklerini de cihan hâkimiyeti adı altındaki fetih ülküsüyle kullanarak tüm dünyaya nam salmıştır.
Bozkır Kültürünün Teşekkül Çağı
Bu kültürün menşei hakkındaki nazariyeler ve açıklamalar ona aşağı yukarı bir geçmiş tahmin etmek imkânını sağlamıştır. Viyana ekolüne göre bu tarih M.Ö. 2. bin başları olmalıdır. Şüphesiz binicilik temel unsur olmak üzere siyasi, iktisadi, dini vb. cepheleri ile kültür gelişinceye kadar belirli bir zamanın geçmesi gerekecektir. Bugün için, Andronovo kültürünü ortaya koyan savaşçı atlı kavmin M.Ö. 1700-1500’lerde etrafa tesirini göstermeye başladığı ifade edildiğine göre, Bozkır kültürünün söylenen tarihte oldukça belirgin bir vasıf kazanmış olduğu kabul edilebilir.
Bu tahmin, görüldüğü üzere, bir yandan “Viyana Ekolü”nün vardığı sonuçlara, bir yandan dil araştırmaları neticelerine, diğer yandan da arkeolojik vesikalara ve antropolojik malzemeye uygun düşmektedir.
Alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder