Dünyanın Yaradılışı (Kökeni)
Bir Moğol, evlilik duasında, ateşin; yer ve gök birbirinden ayrıldığında doğduğu bir başka kaynakta da takım yıldızların bu ayrılma hadisesini hatırlatmak üzere gökyüzünde oldukları anlatır. Banzarov’un belirtmiş olduğu gibi bu inanç, bize Moğolların bir zamanlar yeryüzü ve gökyüzünün birleşik olduklarına inandıklarını göstermektedir. Yeryüzü ve gökyüzünün birbirlerinden ayrılmaları efsanesine Moğolların komşuları olan Çinlilerde de rastlanır. Hâtta Japon mitolojisinde de yeryüzü ve gökyüzünün yumurta biçimli bir kaos oluşturduklarına ve bu kaosun içinde bütün varlıkların tohumunu barındırdığından bahsedilen efsanede, kaosun hafif ve aydınlık parçalarının yükselip, ağır ve karanlık olanların alçalmasıyla, yeryüzü ve gökyüzü meydana gelmiştir. Doğu Asya’da yaygın olan bu inancın kaynağı muhtemelen yeryüzü ve gökyüzünün “dünya yumurtası”nın yarılarından oluştuğu hakkındaki Hind efsanelerine dayanmaktadır.
Dünyanın yaradılışına ilişkin çoğu Asya efsanesinin temel çıkış noktası, kıyıları olmayan sonsuz “İlk deniz”dir (Urmeer). Daha önceki bölümlerde bahsi geçen bir efsanede, gökten gelen bir yaratığın demir bir çubukla bu denizi karıştırmasıyla, denizin sıvısının koyulaşıp katılaşmaya başlaması sonunda denizin ortasında yeryüzünün meydana geldiği inancını görmüştük. Buna benzer bir efsane Japon kültüründe; “İlahî bir yaratığın denizi karıştırırken kullandığı çubuğu havaya kaldırmasıyla, çubuktan köpüklü çamurların damladığı ve bu damlayan çamurların birikip katılaşmasıyla Japon adalarının oluştuğu” biçiminde geçer.
Moğollar bu “İlk deniz”in sularını “rüzgarın tereyağı gibi katılaştırdığı ve ateşte eriyen” süt benzeri bir sıvı olarak tasavvur etmişlerdir. Kalmuklarsa; “İlk denizin yüzeyinde, aynı sütün üzerinde oluşan kaymak gibi” bir tabaka oluştuğuna ve bu tabakanın üzerinde zaman içerisinde bitkiler, hayvanlar, insanlar ve tanrıların oluştuğuna inanırlar. Bu “İlk deniz” tasavvuru, Hind efsanelerindeki “Süt Denizi” tasavvurunu hatırlatır. Hind mitolojisine göre tanrılar ve şeytanlar, tereyağı yapılan bir yayığı sallarmışçasına dünya sütununu döndürürler ve böylece hayat meydana gelir. Moğol ve Japon efsanelerinde geçen çubuk tasavvurunun kökeni, muhtemelen Hind mitolojisindeki dönüşü ile denizlerin ortasında yeryüzünün oluşmasına sebep olan ve evrenin etrafında döndüğü dünya sütununa dayanır.
Yüzyıldan fazla bir zaman önce kayda geçirilmiş bir Tunguz efsanesinde Tanrının gökten yollamış olduğu bir ateş, “İlk deniz”in bir kısmını kurutmuş, sertleşmesine ve dolayısıyla, yeryüzüyle, gökyüzünün birbirinden ayrılmalarına sebep olmuştur. Bundan sonraki aşamada efsaneye, iki zıt varlığın mücadelesini konu alan tasavvur girer; Tanrı, yeryüzüne gelir ve burada yeryüzünü kendisi için isteyen şeytan Buninka ile karşılaşır. Birbirleriyle münakaşaya girmeleri kavgaya dönüşmesi üzerine şeytan, Tanrının yarattığı yeryüzünü yok etmek ister ve Tanrının on iki telli çalgısını kırar. Tanrı öfke ile; “Eğer bir emir ile denizden bir çam ağacının çıkmasını sağlayabilirsen, senin gücünü kabûl edeceğim, ama sen yapamayıp, ben yaparsam kudret sahibi olanın ben olduğumu sen kabûl edeceksin” der. Şeytanın bu teklifi kabûl etmesi üzerine yarış başlar; Tanrının emretmesiyle, denizden bir ağaç çıkıp, büyümeye başlar. Şeytanın ağacı ise düz durmadığı gibi, iki yana sallanır ve böylece şeytan, Tanrının kendisinden daha güçlü olduğunu kabûl eder.
Bu konuda sadece “İlk deniz” tasavvuru değil, aynı zamanda zıt güçlerin mücadelesi fikri de bu yaradılış efsanesinin kökeninin Tunguzlar olmadığını ortaya koymaktadır. Bu tasavvurun ilham kaynağını başka kültürlerde aramalıyız. Ağaç yaratmak üzerine girilen iddia bize Oçirvani (Hind mitolojisinde Vairapani) ve eşlikçisinin bir kazana su doldurup hangisinin bu suda bir bitki yaratabileceklerine dair iddiaya girmelerini anlatan Orta Asya efsanelerini hatırlatmaktadır. Ateşin yaradılış maddesi olarak görülmesini ise, Sabi ve Mani dininde karşılığı bulunabilir. Bu dinlerde “buhar ile beraber tozların havaya yükseldiği ve Ptahil canlı ateşten başörtüsü ile suya vurduğunda bu tozların yeryüzüne dönüştüğüne” inanılır.
Orta Asyada bazı kültürlerde gördüğümüz “ilk kaosun rüzgâr, ateş ve sudan oluştuğu” tasavvuru, kaynağını Doğudan almışa benzemektedir. Burkhan/Bakşi, bunları birbirinden ayırmış ve bu sırada oluşan tozlar, suyun yüzeyine yayılarak ağaç ve bitkilerin yaşadığı yeryüzünü oluşturmuştur. Burkhan, Buda anlamına gelmekte ve Bakşi de (Tunguzlarda Pakşi) usta, öğretmen anlamına gelmektedir. Bu tasavvurdaki Burkhan/Bakşi, Zurvanist dünya görüşündeki Zurvan’ın eşdeğeridir.
Bütün bu tasavvurlarla birlikte, zamanla büyüyen yeryüzünün ilk hâlinin gökten geldiği veya “İlk deniz”in dibinden şimdiki hâliyle çıkmış olduğuna ilişkin inanç şekilleri yanında, sadece Kuzey Sibirya’da yaşayan bazı halklar arasında yeryüzünün üzerindeki insanlarla beraber gökten inmiş olduğuna ilişkin efsaneler de vardır. Bu tür efsanelere sadece Batıdaki Vogullarda ve Doğudaki Kamçaladlarda rastlanmakla, her iki halkın efsanelerinde de Baş Tanrı yeryüzünü gökten “İlk deniz”in üzerine indirmiştir. Yeryüzünün gökten indirilmesi fikri, Türk kökenli halklarda “gökten bir şeylerin düşmesi” inancı ile de örtüşmektedir. Bahsi geçen bu son efsanelerin hepsinde yeryüzü yaratılırken; “İlk deniz”in zaten orada olduğu inancının hâkim olması dikkâte değerdir.
Yeryüzünü oluşturan maddenin “İlk deniz”in tabanından alınıp getirildiğini anlatan efsaneler ise, en yaygın inanç şekillerini teşkil eder.
Troşçanski, Yakutların yaradılış efsanelerinde yeryüzünün zaten en baştan beri var olduğuna inandıklarını, dolayısıyla nasıl meydana geldiği sorusu ile ilgilenmediklerini aktarır. Ama buna rağmen, Yakutlarda da yeryüzünün denizin üstünde nasıl ortaya çıktığını anlatan bazı efsaneler kaydedilmiştir. Bunlara ilişkin örneklerden bazıları aşağıda zikredilmektedir. Yüce Ürün Ayi Toyon (Yaradıcı Beyaz efendi) uçsuz bucaksız “İlk deniz”i seyrederken suyun üzerinde yüzen bir kabarcık görür ve “sen kimsin” diye sorar. Kabarcık, kendisinin şeytan olduğunu ve suyun altında bulunan bir başka yeryüzünde yaşadığını söyler. Tanrı; ”eğer gerçekten aşağıda bir yeryüzü varsa, bana ondan bir parça getir” dediğinde, şeytan suya dalar ve bir parça toprak ile geri döner. Tanrı, gelen toprağı alır, kutsar, suyun üzerine yayar ve kendisi de üzerinde durur. Bunun üzerine şeytan, Tanrıyı suda boğmaya karar verir ve toprağı yayıp genişletmeye ve bu sayede incelmesini sağlamaya çalışır. Ama şeytan toprağı yaydıkça toprak daha da sıkılaşıp, deniz yüzeyinin çoğunu kaplamaya başlar.
Bu efsanede yer alan iyi ve kötü güçlerin tasavvuru, gelişmiş bir dinin varlığını ortaya koymaktadır. Şeytana verilen isim (Satan) ve bu efsanenin aynı halk içinde şimdi tetkik edeceğimiz bir başka anlatım şekli, bize aynı zamanda ilgimizi hangi yöne çevirmemiz gerektiğini göstermektedir. Şeytan, Christi’nin Tanrının ağabeyidir. İki kardeşten Satan kötü, Tanrı Christi ise iyidir. Tanrı (Christi), yeryüzünü yaratmak istediğinde, ağabeyi Şeytana; “her şeye gücünün yettiğini ve benden daha kudretli olduğunu söyleyerek övünüyorsun, denizin dibinden kum getirebilir misin?” diye sorar. Şeytan hemen denize atlar ve denizin dibine dalar ama yukarı çıktığında avucundaki kumun sulara karışıp kayıp gitmiş olduğunu görür. Bunun üzerine yeniden suya dalan Şeytan, bu defasında da başarısız olması üzerine, üçüncü denemesinde kendisini bir kırlangıç suretine sokar ve böylece gagasında bir parça çamurla yukarı çıkar. Tanrı, bu çamur parçasını kutsar ve en başlarda bir tepsi gibi düz ve yayık olan yeryüzünü meydana getirir. Kendisine ait bir yeryüzü yaratma peşinde olan Şeytan, bu arada boğazında gizlice bir miktar toprak saklamıştır ama, bu hileyi fark eden Tanrı, Şeytanın ensesine vurarak bu çamur parçasını çıkartmasını sağlar. İlk yaratıldığında dümdüz olan yeryüzünün üzerindeki dağlar işte böyle oluşmuştur.
Bu Yakut efsanesini, Doğu Avrupa yaradılış efsaneleriyle mukayese ettiğimizde, sadece Şeytan ve Tanrı isimleri değil, aynı şekilde bütün detayların birbiriyle nasıl örtüştükleri dikkât çekmektedir. Bu ve benzeri efsanelerin Sibirya’ya göç eden Ruslar arasında yaygın olduğu ve Yakutların neredeyse tamamının hristiyan dinine mensup oldukları gözönüne alındığında, en azından yukarıda bahsi geçen bu efsanelerin Ruslardan alıntı olduğu anlaşılmaktadır. Bu efsanenin kökenini araştırmaya girişmeden önce, bu efsanelere ilâve olarak ilginç özellikler taşıyan bazı Orta Asya efsanelerine de bakmak gerekir.
Altay Tatarlarının yaradılış efsanelerinden biri; “Daha yeryüzü ve gökyüzü yaratılmadan ve sadece uçsuz bucaksız su varken” diye başlar. Yüce “Ülgen” yeryüzünü yaratmak üzere suya girip, uzun uzun düşünür, lâkin nasıl başlayacağını bir türlü bilemezken, o esnada yanına “insan” gelir. Ülgen, “sen kimsin” diye sorduğunda, insan; “ben de yeryüzünü yaratmak için geldim” diye cevaplar. Tanrı bu cevaba öfkelenir ve “ben bile bunu başaramazken, sen nasıl yapabilirisin” diye hiddetle sorar. İnsan, Tanrıya; “Ama ben bunun için gerekli yeryüzü maddesini nerede bulacağımı biliyorum” diye cevap verir. Tanrı, insana bu maddeden getirmesini emreder, insan da denize atlar. Denizin dibinde bir dağ bulur, bu dağdan bir avuç toprağı ağzına alarak, yukarı çıktığında bu toprağın bir kısmını Tanrıya verirken, geri kalanını ağzında saklı tutar. Daha sonra ağzında kalan toprağı kustuğunda, yeryüzü üzerindeki bataklıklar ve denizler oluşur.
Tanrıyla, Şeytanın uzlaşmaya vardıkları yaradılış efsanesine Alarsk bölgesinde yaşayan Buryatlar arasında da rastlanır. Yeryüzünü yaratmak üzere gökten inen Burkhan, Şeytan “Solmo” yanında belirir ve ona denizin dibindeki yeryüzü maddesinden nasıl yeryüzü yapabileceği konusunda tavsiyede bulunur ve denizin dibinden toprak getirmeyi teklif eder. Tanrı, şeytanın denizin dibinden getirdiği çamuru suyun üzerine yayar ve “Dünya olsun” diye emreder. Şeytan, göstermiş olduğu çabanın karşılığı olarak bir miktar toprak ister ve bunu kendisine verir, ama verilen miktar çok azdır, sadece değneğini saplayabileceği kadar bir miktardır. Şeytan, değneğiyle toprağa bir delik açar ve bu delikten yılanlar, çiyanlar ve diğer sürüngenler yeryüzüne çıkarlar, böylece bütün zararlı haşeratlar dünyaya gelmiş olurlar.
Yukarıda zikredilen bütün efsanelerin hepsinde biri iyi, diğeri kötü olan iki zıt varlığın yeryüzünün yaradılış öncesinde var olan çatışmalarına şahit oluruz. Düalist dünya görüşünün en gelişmiş hâline Zerdüşt öğretisinde rastlanır ki, bu öğretide ışığın ve gerçeğin tanrısı, iyiliğin ve mutluluğun koruyucusu Ahura Mazda (veya Ormuzd), şeytan Angro Mainjus (veya Ehriman) ise, Tanrının yarattığı bütün güzellikleri yıkmaya çalışan, kötülük ve felâketlerin yaratıcısı olarak görülür. Aktardığımız efsanelerdeki dualist bakışın Zerdüşt dünya görüşünden geçmiş olması muhtemeldir. Ancak bu efsanelerde geçen bütün unsurları Zerdüşt metinlerinde bir karşılık aramak boşuna bir çaba olacaktır.
Bu gibi zıt karakterli varlıkların çatışmasına, daha sonraki dönemlerde Mani öğretisiyle (ölümü M.S.227), Suriye, Filistin, Kafkasya bölgelerinde görülen ve dünya görüşlerinde İran ve eski Babil inanç bakiyelerini barındıran bazı yarı hristiyan mezheplerinde de rastlanacaktır.
Nasıl ki, Zerdüşt öğretisi efsanesindeki şeytanın “derinliklerden çıkıp gelmesi” örneğinde olduğu gibi, Yakut efsanelerindeki şeytan da Tanrı’ya “suların altında oturduğunu” söyler. Bazı Galiçya efsanelerinde su üzerindeki bir köpük, bazen de Yakut efsanelerinde olduğu gibi bir kabarcık suretinde göründüğü gibi, diğer birçok yaradılış efsanesinde şeytan suların içinden çıkagelir. Vogullara göre bu su kabarcığı, Tanrının öksürüp suya tükürmesi sonucu oluşmuştur. Tanrı, şeytanın bu kabarcığın içinden yükselen sesini duyana kadar bu kabarcık büyümeye devam eder. Şeytanın ortaya çıkışı, başka efsaneler dışında Beyaz Rus efsanelerinde de benzeri şekilde tasvir edilmektedir.
Yeryüzünün yaradılışına ilişkin bir başka Altay efsanesinde, Tanrı Ülgen’in denizin üzerinde insan özelliklerini taşıyan tabakayı fark etmesi anlatılır. Tanrı ona “Hayat”ı verdiğinde, o zamana kadar Tanrının en yakın dostu, sonrasında düşmanı olan şeytan Erlik buna karşı çıkar. Altay Tatarlarının mitolojisinde, dünyayı yaratırken Tanrıya yardım eden bu varlığa genelde “insan” veya “ilk insan” adı verilir, fakat bu varlık sonraki aşamalarda şeytana dönüşür. Gözden düşmesinin en büyük sebebi de zaten en önemli iki özelliği olan; kibir ve kendini beğenmişliğidir. Bu sebeple Tanrı onu hâlen yeraltının ruhu olarak yaşadığı derinliklere gönderir. Bu noktada, eski İran mitolojisindeki “yer altı dünyasının ilk ölü reisi”ne dönüşen, günaha bulanmış “ilk insan” tasavvurunu akla getirmektedir. Kafkas mitolojisinde ölülerin şeytana ait telâkki edilmesi, Bulgar yaradılış efsanelerinden birinde Şeytan, Tanrı ile konuşurken; “Yaşayanlar senin, ölüler ise benim” der.
11.yy’da Bulgaristanda ortaya çıkan Bogomil mezhebi inançlarına göre Tanrı’nın iki oğlu olmuştur; bunlardan büyük olanı Satanel, daha genç olanı da Christus’dur. Hatırlanacağı üzere, aslında daha önceki dönemlerdeki bazı mezheplerde bu inanç tarzı, bize Yakut efsanelerindeki Şeytan’ın, Tanrı’nın ağabeyi olduğunu hatırlatır. Bu efsanenin Votyak ve Çeremisler arasında geçerli olan anlatımına göre Tanrı, şeytanın (Keremet) kardeşi olarak geçer. Bu inancın ilk ortaya çıkış Batı İrandaki Zervanistler arasındadır. İsmi “Ebedi zaman” anlamına gelen Tanrı Zrvan bir oğlu olmasını diler ve sonrasında “Baş anne”nin rahminde (Urmutter-Ezeli anne) iki çocuk meydana gelir. Bunlardan biri inancın dölü Ormuzd, diğeriyse inkârın dölü Ehriman’dır. Zrvan, “Ana rahminde iki oğlan büyüyor, ilk doğanı dünyanın hâkimi yapacağım” der. Ormuzd, bunu kardeşi Ehriman’a söyler ve Ehriman bunu duyar duymaz, dışarı fırlayıp babasına görünür. Bu sebeple Ehriman’a “ağabey” adı verilir.
Burada bahsi geçen bütün yaradılış hikayelerinde şeytan insan suretinde görünmektedir. Sadece bir Yakut efsanesinde gagasında çamur taşıyabilmek için kırlangıç görünümüne bürünmüştür. Bir başka Altay efsanesinde de humuslu toprak taşıyan bir başka kırlangıç suretinde görünür. Aslında yaradılış efsanelerinin çoğunda şeytan bir su kuşu suretindedir. Bu suret, derinliklere dalmak ve denizin derinliklerinden toprak getirmek için uygun bir görünümdür. Doğu Avrupa yaradılış efsanelerinde de şeytan Tanrıya sadece insan suretinde değil, kimi zaman kızıl gerdanlı, kimi zaman kara gerdanlı, kimi zaman da bir kaz veya her hangi bir su kuşu suretinde yardımcı olur. Aşağıda geçen Altay efsanesinde, Tanrının kendisi kaz suretinde görünür.
Her şeyin en başında, her yer sadece su ile kaplıyken, Tanrı ve “ilk insan” kaz suretinde “İlk deniz”in üzerinde uçuyorlardı. Şeytan (insan), kendi kıskançlığını saklamayı başaramadığı için Tanrıdan daha yükseklerde uçmaya çalıştığından, sonunda dayanamayıp yoruldu ve aşağıdaki sonsuz denize düştü. Suyun içinde boğulmak üzereyken, Tanrıya yalvararak yardım istedi. Tanrı, sadece bir sözü ile onun havaya kalkmasını sağladı ve sonra da “Denizin dibinden bir taş yukarı çıksın” diye emretti. Taş su yüzünde görününce, “insan” (şeytan) onun üzerine çıktı ama Tanrı ona denizin dibine dalarak toprak getirmesini emretti. Şeytan, elinde çamurla tekrar su yüzüne çıktığında Tanrı bu çamuru “yeryüzü olsun” diyerek suyun üzerine serpti. Tanrı “ilk insanı” (şeytanı) toprak almak üzere tekrar aşağıya gönderdi ama biraz toprak da kendine ayırmaya karar vermiş olan şeytan, iki avucu çamur dolu olarak yukarı geri geldi. Getirdiği çamurun bir avucunu Tanrıya verirken, diğer avucundakini ileride kendisi için bir yeryüzü kurmak için ağzında sakladı. Tanrı, kendi çamurunu suyun üzerine yayınca, yeryüzü büyümeye ve sıkılaşmaya başladı. Bu arada, şeytanın ağzına sakladığı çamur parçası da büyüyerek onu boğacak hale getirdi ve şeytan tekrar Tanrıdan yardım istedi. Tanrı ona; “Senin maksadın ne, ağzında benden toprak saklayabileceğini mi sandın” diye sordu. Şeytan, Tanrının emri üzerine ağzındaki çamuru tükürdü ve gizli maksadını ona itiraf etti. Yeryüzündeki mooshöckerer de işte böylece oluştular
Tanrı ve şeytanın birer kuş suretinde ortaya çıkmaları Kuzey Rusya’da anlatılan bir başka yaradılış efsanesi ile benzerlik gösterir. Bu efsanede Tanrı beyaz, Şeytan siyah bir dalgıç kuşu olarak görünür ve aralarında bir anlaşma yaparlar.
Her ne kadar şeytan bir su kuşu suretine bürünse de, insana benzeyen fizikî özellikleri sık sık ortaya çıkar. Meselâ, bir Altay efsanesinde şeytanın ellerinden bahsedilir. Vogul efsanelerindeyse bazen şeytan, bazen de “Urmenş”in oğlu olarak görünen ve yeryüzünün yaradılışındaki ilk çamuru getiren varlık, nadiren de olsa bir su kuşu olarak tasvir edilir. Bu efsanenin muhtelif anlatımlarından birinde, önce yaban ördeği suretinde üç defa denizin dibine dalmayı deneyip, başarılı olamadığı, ancak sonrasında kaz suretine bürünüp, denizin dibinden toprak getirmeyi başardığı anlatılır. Orta Avrupa efsanelerinde olduğu gibi, Vogul efsanelerinde de dipten toprak getirmek üzere sıklıkla gerçek bir deniz kuşu görünür. Denizin dibinden toprak getirme işi için gerçek bir kuşun tasavvur edilmesi, insan görünümlü bir varlıktan çok daha akla yatkındır. Ama bu efsanelerdeki deniz kuşu, Tanrıyı kandırmaya çalışan ve ona rakip olmak isteyen bir şeytana dönüşür. Genellikle kuş gagasında bir miktar çamur saklayarak Tanrıyı kandırmaya çalışır. Tanrı, getirilen çamuru kutsadıktan sonra toprak çoğalmaya ve suyun yüzeyini kaplamaya başlar ve kuşun ağzındaki çamurun tehlikeli bir şekilde büyümeye başlamasıyla kuş (şeytan) çamuru dışarı çıkartmak zorunda kalır. Efsanenin bu şekilde devam etmesine bağlı olarak, kimi zaman dağlar ve tepeler, kimi zamanda bataklıklar veya yeryüzündeki diğer coğrafî şekiller meydana gelir.
Şeytanın tamamen insan suretinde ortaya çıktığı anlatımlarda, Tanrıdan kaçırılan toprağın, insanlara has şekillerde gizlendiği de görülür. Meselâ, aynı yaradılış efsanesinin Buryatlardaki şeklinde, şeytan kaçırdığı çamuru ayakkabısının topuğunun altına saklamıştır. İlk başlarda dümdüz olarak yaratılan yeryüzünde dağlar ortaya çıktığında Tanrı, Şeytana; “neden yeryüzünü değiştirmek istediğini” sorar. Şeytan bu soruya; “İnsanlar dağdan aşağıya inerken tedirgin olup, korkacaklar ve senin adını anacaklar, dağdan yukarı çıkarken ise lânet okuyacak ve benim adımı anacaklar, böylece her ikimizi de daima hatırlamak zorunda kalacaklar” der. Yaradılış hikayesinin Rusça ve Mordvin bölgesindeki anlatımlarında da şeytan aynı ifadelerle konuşmaktadır.
Yakut efsanesinde ise, insan kılığında bir yaratık olan şeytan, yeryüzünü değiştirmek için başka bir yol seçecektir. Efsaneye göre, Tanrı yeryüzünü en başta küçük, düz ve alçak olarak yaratmıştır, ama şeytan onu elleri ve ayaklarıyla vurup, kazıyarak bambaşka bir şekle büründürür. Tanrı buna karşılık yeryüzüne büyümesini emreder ve şeytanın yapmış olduğu darplarla oluşan şekiller dağları, vadileri ve denizleri oluşturur.
İlk nakledilen efsanede şeytan, suyun yüzeyinde oluşturmuş olduğu yeryüzünün üzerinde dinlenmekte olan Tanrıyı suda boğmaya çalışır. Bir Bulgar efsanesinde buna benzer şekilde şeytan, aynı hileye başvurarak, Tanrıyı yaratmış olduğu küçük yeryüzü üzerinde biraz dinlenmeye ikna etmeye çalışır. Maksadı, Tanrıyı denize atıp, sonra da yeryüzünün tek hâkimi olmaktır. Düşmanının bu niyetini ve hilelerini iyi bilmesine rağmen Tanrı, uzanıp uykuya dalar. Şeytan, Tanrıyı yakalar ve onu yeryüzünün sınırına doğru sürüklemeye başlar. Tanrıyı yeryüzünün sınırından aşağı denizin derinliklerine atmak için uğraşırken, tam bu esnada yeryüzü hızla büyümeye başlar ve şeytan bir türlü yeryüzünün kıyısına ulaşamadığı gibi, yolunu başka yönlere çevirip o yönlerde de deniz bulamayıp, dünyanın ucuna bir türlü ulaşamaz.
Aynı hikaye, Orta Asya’da anlatılan bir başka yaradılış efsanesine de girmiştir. Her ne kadar bu efsanede denizin dibinden toprak alınıp, “İlk deniz”in yüzeyine yerleştirilirse de, yeryüzünün yaradılışında şeytan herhangi bir rol oynamaz. Bu efsanede yaratıcı olarak Oçirvani ve yardımcısı Tsagan Şukuti görünürler. Bu iki kutsal varlık, gökten indiklerinde suya dalan bir kaplumbağa görürler ve Oçirvani’nin yardımcısı kaplumbağayı derinlerden çıkartarak suyun yüzeyine sırt üstü yatırır. Oçirvani, yardımcısına; ”ben, kaplumbağanın göğsünün üzerine yatacağım, sen de dibe dal ve orada eline ne geçerse alıp yukarıya getir” der. Tsagan Şukuti, iki defa derinliklere dalar ve ikinci dalışında bir parça toprak getirmeyi başarır. Oçirvaninin emri ile getirdiği toprağı kaplumbağa görünmeyecek şekilde kaplumbağanın karnı üzerine yayar, denizin üzerinde sadece toprak görülmektedir. Her iki Tanrı biraz dinlenmek için uzanıp uyuduklarında, şeytan “Sulmus” gelir ve yaradılmış olan kara parçasını görür. Yeryüzü o zaman henüz çok küçüktür ve üzerinde bir başkasına daha yer yoktur. Her iki Tanrının da uykuda olmasını, onları boğmak ve yaratılmış olan kara parçasını denizin derinliklerine batırmak için fırsat olarak gören şeytan, uyuyan iki Tanrıyı koltuğunun altına alarak yeryüzünün kıyısına doğru sürüklemeye başlar, ancak şeytan koşarken, yeryüzünün büyümeye başlamasıyla, maksadına ulaşamayacağını anlayarak Oçirvani uyanmadan onları yere bırakır ve kaçar. Oçirvani uyandığında, yardımcısına şeytanın onları nasıl öldürmeye çalıştığını ve yeryüzünün kendilerini nasıl kurtardığını anlatır.
Yukarıda naklettiğimiz efsanelerde şeytan, Tanrıyı boğmayı başaramamıştır, ama en azından yaratılan yeryüzünü değiştirmeyi, hâtta Buryat efsanelerinde görüldüğü üzere bütün zararlı hayvanları yeryüzüne getirmeyi başarmıştır. Bu husus, Sibirya’nın başka bölgelerindeki yaradılış efsanelerinde de yer alır. Vogullar arasında derlenmiş bir efsaneye göre şeytan, aynı şekilde toprağa değneği ile bir delik açar ve Tanrı alevden bir tıpa ile deliği tıkayana kadar, bu delikten kurbağalar, kertenkeleler, böcekler, sinekler, fareler ve diğer zararlı haşerat sürüler hâlinde çıkarak yeryüzüne yayılırlar. Doğu Avrupa yaratılış efsanelerinde de buna benzer hikayeler yer almaktadır.
Kuzey ve Orta Asya efsaneleri sıklıkla en ince teferruatına kadar Doğu Avrupa efsaneleri ile benzerlik gösterirler, dolayısıyla aynı tasavvur üzerine kurulu olan bir efsanenin değişik anlatım biçimlerini teşkil eder. Bu efsaneler, Avrupa’da Rusya sınırlarına kadar yayılmış, buralarda yerleşik halk kültürünün parçası olduktan sonra, gecikmeli olarak buralardan başka bölgelere yayılmıştır. Bu hususta Finlandiya’nın gerek Batıdan, gerekse Doğudan gelen kültür ceryanlarının Kuzeyde son ulaştığı nokta olduğu Fin efsanelerinde görebiliriz. Meselâ, Doğu Finlandiya’da şeytanın bir kara gerdanlı dalgıç kuşu suretinde denizin dibinden çamur getirdiği, bunun bir bölümünü ağzında sakladığı, ama yeryüzünün-ve ağzındaki toprağın- hızla büyümesi sonucu tükürmek zorunda kaldığında dağların, taşların ve kayalıkların oluştuğuna dair anlatılan efsaneler kayıtlara geçmiştir. Ancak, Suomussalmi bölgesinden derlenen bir varyant diğerlerinden farklılık gösterir; bu efsaneye göre Tanrı, denizin ortasındaki altın bir sütunun tepesinde oturmakta ve su yüzeyinde gördüğü kendi yansımasına yukarı çıkmasını emreder. Şeytanın dünyaya gelmesi böyle açıklanır. Bulgar efsanelerinde de şeytanın dünyaya, Tanrının kendi gölgesiyle konuşmaya başladığında geldiği anlatılır.
Vermiş olduğu geniş kapsamlı eserlerle Yunan ve Katolik kilise efsanelerini inceleyen Rus araştırmacı Weselovski, yukarıda bahsi geçen efsanenin kökeninin Bulgaristan’da ortaya çıkan Bogomil mezhebi tarafından yaratılmış olduğunu ileri sürer. Gerek Bogomil mezhebiyle ilgili kaynaklarda, gerekse bu mezhebin dualist dünya görüşüne ilham kaynağı olan Ermeni agnostiklerin eserlerinde bu efsaneye nadiren de olsa rastlanır. Bu efsanenin yazıya dökülmüş ilk hâline 16.yy’dan kalma Rus el yazmalarında rastlanır, ama o dönemde bile geniş bir çevreye yayılmış durumdadır. Weselovski’den önceki dönemlerde Schiefner, araştırmalarına dayanarak yaradılış efsanelerinin Rus göçmenler ve kaçaklar vasıtasıyla Avrupa’dan Kuzey ve Orta Asya’ya taşınmış olduklarını ileri sürmektedir. Sumtsov ise, Rus yerleşimcilerin bu kadar kısa sürede muhtelif boylar arasına bu kadar yakın ilişkiye girmiş olmalarına şüpheyle yaklaşır. Sumtsoz’a göre bu Sibirya efsanelerinin oluşumunda Nestoryen mezhebinin etkisi olmuştur. Bir Altay efsanesinde Tanrının “gerçek Kurbustan” (Ahura Mazda) olarak geçiyor olması, efsanelerin gelişimindeki Pers etkisine bir örnek teşkil edebilir. Her ne kadar efsanelerde şeytanın olması İran etkisinin bir emaresi gibi görünse de, Budizmin etkili olduğu bölgelerde bu dine ilişkin bazı unsurlar da (meselâ, Burkhan) dini tasavvurların arasına girmiştir.
Dähnhardt’a göre, yeryüzünün yaradılışına ilişkin bu dualist anlayışın ilk ortaya çıktığı yerler, İran öğretilerinden etkilenen Suriyeli ve Ermeni agnostik mezhepleridir. Zaman içinde buralardan Avrupa’ya ve İran üzerinden Orta Asya’ya ulaşmıştır. Ancak, araştırdığımız kaynaklarda bu varsayımı destekleyebilecek fazla bir örnek bulunmadığı için, bu iddianın doğruluğu hakkında bir şey söylemek zor olmasına rağmen, kesin olan bir şey varsa, o da bu efsanelerin Ruslar tarafından Uralların ötesine taşınmış olduğudur.
Efsanelerin nerede oluştuğu sorusu kadar, efsanenin bileşenlerinin çıkış noktaları üzerinde durulması gereken bir başka konudur. İlk toprak parçasını denizden çıkarmak için şeytanın bürünmüş olduğu kuş unsuru araştırılması gereken konulardan biridir. İran dinî tasavvurlarından mülhem bir efsaneye, bu kuş öğesi nasıl ve nereden girmiştir?
Rusya ve Kuzey Sibirya’da derlenen bazı efsanelerde “ilk toprağın getirilmesi”, “Tufan” hikayesi ile ilişkilendirilerek anlatılır. Turuhansk bölgesindeki Samoyedler arasında anlatılan bir efsaneye göre, tufan esnasında bir tekne içinde bulunan yedi kişi, suların devamlı olarak yükselmekte olduğunu ve kurtuluş çareleri kalmadığını anladıklarında, kızıl gerdanlı bir dalgıç kuşundan suyun dibine dalmasını ve onlara bir parça toprak getirmesini dilerler. Yedi gün sonra kızıl gerdanlı dalgıç kuşu gagasında, üzerinde otlar bulunan bir parça toprak ile geri döner ve Tanrı teknedeki insanların dileğini kabûl ederek, bu toprak parçasından yeryüzünü yaratır. Bu efsanenin Rus varyantına göre, Tufandan sonra Tanrı; insanlara bir yeryüzü yaratmak için şeytanı suların dibinden kum çıkartmaya yollar. Samoyedlerin Tufan efsanelerinde geçen kızıl gerdanlı dalgıç kuşu, bazı yönlerden Hristiyan Tufan efsanelerinde Nuh’un yolladığı ve suların çekildiğine dair işaretle dönen kuşu hatırlatır. Ne var ki, Tufan efsanesinde geçen güvercin veya kuzgunun su kuşu olmaması, dolayısıyla suların dibinden toprak getirme öğesi için örnek teşkil edemez.
Vogullar arasındaki bazı yaradılış efsanelerinde ise birden fazla kuş figürüne rastlanmakta olup, bunların ayrı ayrı görevleri vardır. Kara gerdanlı veya kızıl gerdanlı dalgıç kuşu suların altından toprak getirir ve bu toprak ile yeni bir yeryüzü yaratılır. Kuzgun ise yeryüzünün büyümesini gözlemek için uzaklara uçar. Kuzgun ilk uçtuğu gün kısa bir süre sonra geri gelir, ikinci gün öğle üzeri geri döner, üçüncü gün ise, geceleyin geri gelir. Kuzgun’un her gün daha da uzun süre uçuş yapmasından, yeryüzünün gün be gün büyüdüğünü anlayabiliyoruz. Burada kuzgunun üstlendiği vazife, İncil’de geçen Tufan efsanesindeki güvercinle belli ölçülerde benzerlik göstermektedir.
Ancak, yine de yeryüzünün yaradılış ve Tufan efsaneleri genelde çoğu halkın kültüründe birbirlerinden ayrı iki hikâye olarak karşımıza çıkar.
Toprak getiren varlıkla, Tanrının birbirlerine zıt ve düşman iki varlık olarak yer aldıkları dualist dünya görüşüne Asyadaki yaradılış efsanelerinde pek rastlanmaz. Bu efsanelerdeki yaratıcı, normal bir su kuşundan yardım alır. Meselâ, Yeniseylerin yaradılış efsanesine göre, yeryüzü sularla kaplıydı ve büyük şaman Doh, kuğular, kızıl ve kara gerdanlı dalgıç kuşlarıyla, diğer su kuşlarının bulunduğu bir sürü ile beraber biteviye suların üzerinde kanat çırpıyordu. Dinlenecek hiçbir yer olmadığı için, kızıl gerdanlı dalgıç kuşundan denizin dibinden bir parça toprak getirmesini rica ettiler. Kızıl gerdanlı dalgıç kuşu, ilk iki denemesinde başarılı olamayıp, üçüncüsünde gagasında bir parça çamur ile yukarı çıkmayı başarır. Bu çamur ile Doh, denizin üzerinde bir ada meydana getirir.
Lebed Tatarlarının efsanelerinde ise, her taraf sularla kaplı iken, Tanrının gagasında bir parça çamur getirmesi için beyaz bir kuğuyu yolladığı anlatılır. Kuğu, yukarı çıkarken gagasında bir miktar çamur kalmıştır ve bu çamuru suya üfler, bu üflediği çamurdan yavaş yavaş bu güzel yeryüzü oluşur, daha sonra şeytan ortaya çıkarak yeryüzünü ifsata düşürür.
Bir Buryat efsanesinde anlatıldığına göre ise; “İlk deniz”in dibinde, siyah toprak ve kırmızı balçık vardı. Burkhan yeryüzünü yaratmaya karar verdiğinde, beyaz kızıl gerdanlı dalgıç kuşuna bunlardan biraz yukarı çıkarmasını söyler. Kızıl gerdanlı dalgıç kuşu gagasında hem toprak, hem de balçıkla yukarı çıkar ve bunu denizin yüzeyine yayar. Böylece suyun üzerinde yüzen yeryüzü meydana gelir ve kısa süre sonra üzerinde bitki ve ağaçlar yetişmeye başlar.
Balagansk bölgesi Buryatlarında ise aynı efsane başka bir şekilde anlatılır: en başlarda, daha yeryüzü yokken, Sombol-Burkhan, suyun üzerinde durur ve bir su kuşu ve on iki yavrusunun yüzmekte olduklarını görür. Kuşa; “Su kuşu, derinliklere dal ve bana gaganla siyah toprak, ayaklarınla da kırmızı balçık getir” diye emreder. Kuşun getirdiği toprağı suyun üzerine yayar ve böylece yeryüzü meydana gelir, sonrasında bu yeryüzünün üzerinde kendiliğinden bitki örtüsü oluşur. Yardımlarına karşılık olarak da kuşa; “Bol bol yavruların olsun ve bundan sonra da dilediğin kadar bu sularda yüzüp dalabilirsin” der. O günden beri, bu kuşa muhteşem bir dalma ve uzun süre su altında kalma yeteneği bahşedilmiştir. Bazen aynı efsanede üç Tanrı birden ortaya çıkar. Şibegeni-Burhan, Madari-Burkhan ve Esege Burkhan hep birlikte bu ana kuşun yardımıyla yeryüzünü yaratırlar.
Tanrının rakibi veya onu aldatmaya çalışan varlık olan şeytan bu efsanelerde anılmaz. Aşağıda nakledeceğimiz Kuzey Yakutlarına ait kayda geçirilen bir efsanede olduğu gibi şeytan, sadece görünür ama ön plânda değildir, ancak bu efsanede aynı zamanda yaratıcı olarak “Tanrının anası” anılır. Efsaneye göre, “Tanrının anası” yeryüzünü yaratmaya karar verir. Bunun için gerekli malzemesi olmadığı için kızıl gerdan dalgıcıyla, yaban kazına denizin dibine dalıp toprak getirmeleri vazifesi verir. Önce yaban kazı yukarı çıkar ve gagasında bir parça toprakla, ardından yukarı çıkan kızıl gerdan dalgıcı ise suyun altında toprak bulamadığını söylemesi karşısında buna çok sinirlenir “Tanrının anası”; “seni kurnaz kuş.. ben sana yaban kazından daha uzun bir gaga ve daha fazla güç vermiştim, ama sen buna rağmen beni aldatmaya çalıştın. Bu sebeple kutsal yeryüzünde barınamayacaksın artık, bütün ömrün boyunca suya dalıp kendine yiyecek olarak artıkları arayacaksın” diyerek, onu cezalandırır. Daha sonra “Tanrının anası” yaban kazının getirdiği çamurdan yeryüzünü yaratır ve onu denizin üzerine yerleştirir. Yeryüzü suya batmaz, dalgalarla sürüklenmez veya zarar görmez, suyun üzerinde belirli bir yerde sabit olarak kalır ve gittikçe de büyür.
Bu efsanenin Buryatlar arasındaki bir başka anlatımına göre ise; Sombol-Burkhan’ın toprak getirmek üzere gönderdiği su kuşu derinliklerde bir yengece rastladığı ve yengecin kuşa nereye gittiğini sorduğunda, kuşun; “toprak getirmek için denizin dibine daldığı” cevabı karşısında yengeç öfkelenerek; “ben hep suda yaşadım, ben bile denizin dibini göremedim, çabuk geri dön, yoksa seni kıskaçlarım arasında ezerim” demesiyle, kuşun eli boş döndüğünü gören Sombol-Burkhan, kuşa neden toprak getirmemiş olduğunu sorup, öğrenmesiyle, kuşa denizin dibine ulaşmasını sağlayacak bir büyü verir.
Sarapul bölgesi Votyakları arasında toprağın getirilişi efsanesinin bir detayı olarak bu hikaye mevcuttur. Votyakların anlatımında, Tanrının yardımcısı suda bir yengeç ile karşılaşır. Tanrının yardımcısına nereye gittiğini soran yengeç; yüz yirmi yıldır denizde yaşadığını ama daha kendisinin bile toprak görmediğini anlatır. Efsanenin devamında toprağın su yüzeyine getirilişi, şeytanın (yâni Tanrının yardımcısı) bunun bir parçasını ağzında saklaması ve bundan dağların oluşması anlatılır.
Anlatılan son iki efsane mukayese edildiğinde, içlerinden hangisinin orijinal olduğu sorusu karşımıza çıkar. Bu kıyaslamada yengeç öğesi özellikle dikkât çekicidir. Buryat efsanesindeki kuşu korkutan yengeç, Votyakların dualist karakterli efsanesindeki şeytanı kovan yengeçten daha tabii görünmüyor mu? Acaba zaman içerisinde eski efsane değişim göstererek, kuşun yerini şeytan mı almıştır? Eski bir halk inanışı Doğu kilisesinin dualist mezheplerinin öğretileri ile harmanlanarak, bir Votyak efsanesi şeklinde karşımıza çıkmış olabilir mi?
Bu konuda kökeninde eski halk inançlarının olabileceğine dair deliller arasında meselâ, Kuzey Amerika Kızılderililerinin yaradılış efsanelerinde de sık sık bu tasavvurun (bir su kuşu, bir kaplumbağa veya suda yaşayan bir başka hayvanının dipten çamur getirmesi ve bu çamurdan yeryüzünün teşekkülüyle, insanlara barınak olması) geçtiğini göstermek mümkündür. Meselâ, Mandan Kızılderili efsanelerinde anlatıldığına göre daha yeryüzü yaratılmadan önce, “hayatın efendisi” ilk insanı yaratmıştır. İnsan bir gün kara gerdanlı dalgıç kuşuna rastladığında, ona “sen derinlere dalabiliyorsun, dalıp bana dipten biraz toprak getir” demesiyle, kuş denileni yapar ve insan gelen toprağı denizin üzerine yayarak, böylece dünya ilk insan tarafından yaratılmış olur.
“Dipten toprak getirilmesi” unsuru, Amerikan yerlileri arasında bazen Tufan efsanesi ile birleştirilmiş olarak karşımıza çıkar. Bu efsanelerde genellikle misk sıçanının, bazen bir sal, bazen bir kayıkta veya bir ağaç kütüğü üzerinde sürüklenmekte olan insanlara denizin dibinden çamur getirdiği ve bundan kısa süre sonra yeni yeryüzü oluştuğu anlatılır. Vogul efsanelerindeki kuzgunun görevini, Kızılderililerde tilki veya kurt gibi bir hayvan üstlenir ve yeryüzünün büyümesi hakkında bilgi verir. Vinnebago Kızılderili efsanelerine göre yeryüzünün büyümesi, artık göz ile takip edilemeyecek bir hâle geldiğinde Nanabozhu, yeryüzünün etrafında dolaşması için bir kurdu görevlendirir. İlk gidişinden kısa bir süre sonra geri dönen kurt, ikinci gidişinde iki yıl sonra, üçüncü gidişinde ise bir daha geri dönmeyecektir.
Birden fazla su kuşunun yeraldığı bazı efsanelerde, her bir kuş dibe ulaşmayı denerse de, içlerinden ancak bir tanesi bunu başarır, bazen de Sibirya efsanelerinde görmüş olduğumuz gibi ikisi beraberce toprak getirirler.
Aynı efsanenin Güney Amerika’da rastlanan varyantında; Brezilya’da bulunan Kainganglar, bir yaban kazının suyun dibinden toprak getirdiğini anlatırken, Are halkı arasında ise bunu yapanın Aynak kuşu olup, uzun gagasında o kadar çok toprak getirdiğinden, bununla sadece yeryüzünün değil, dağların da yaratılmış olduğu belirtilir.
Anlaşılacağı üzre bu efsane unsuru (derinlerden getirilen ilk toprak) Doğu Finlandiya’dan, Güney Amerika’ya kadar yayılmıştır. Peki bu efsanelerin birbirleriyle olan bağlantıları göz önüne alındığında bundan nasıl bir sonuç çıkartmak gerekiyor? Bogomil mezhebinin yaradılış efsanesinin Güney Amerika ormanlarına kadar yayılmış olamayacağı aşikar olmakla beraber, hem Asya, hem de Amerika efsanelerinde tamamen birbirleriyle örtüşen unsurlar bir arada nasıl bulunmaktadır. Bu durumda geriye iki ihtimâl kalıyor; birincisi, bu efsane hem yeni kıta Amerika’da, hem de Asya’nın kendi merkezlerinde birbirlerinden bağımsız olarak doğmuş, her kıta içerisinde kendine has anlatımlarıyla yayılmıştır. İkincisi ise; bu efsanenin ilk hâli ortak bir merkezden çıkmıştır. Her ne kadar buna dair bazı örneklere rastlansa da (meselâ, Koryakların “Büyük Kuzgun” tasavvuru muhtemelen Doğudan gelmiştir) efsanenin, Amerika’dan Asya’ya gelmiş olma ihtimâli yok gibi görünmektedir. Zira, Amerika’dan Asya’ya gelen kültür akımları sadece Sibirya’daki bazı boylarla sınırlı kalmış, buna mukabil Asya’dan Amerika’ya geçen efsaneler çok daha büyük bir yayılma alanı göstermişlerdir. Tabii bu konu hakkında fikir yürütürken şu gerçeği de göz önünde bulundurmak gerekir ki, yukarılarda sık sık atıfta bulunduğumuz “ilk toprağın getirilmesi” efsanesine, Asya’nın Amerika’ya en yakın yeri olan ve dolayısıyla en kolay geçilebilecek yer olan Kuzey Doğu Sibirya bölgelerinde rastlanılmamasıdır.
Coğrafi gerçekler göz önüne alındığında, her şeyin başlangıcında bir “İlk deniz”in olduğunu varsayan bir efsanenin Orta Asya’da değil de, büyük bir denizin yakınlarında doğmuş olduğu da kesindir. Hind efsanelerinde, denizin dibinden getirilen toprağın bir kaplumbağanın üzerine yayılıp, sonrasında büyüyüp yayıldığı anlatılır. Fakat, bu efsanelerde toprak getiren kuş unsuru yoktur. Buna mukabil Sumatra’daki Batakların efsanelerinde toprak getiren bir kırlangıça rastlanır. Ama burada ki kuş da, toprağı denizin dibinden değil, yukarılardan getirmektedir.
Her ne kadar “yeryüzünü kuşatan deniz” ve “büyüyen yeryüzü” tasavvuru, deniz kıyısında yaşayan halkların nesiller boyunca yaptıkları gözlemler sonucu ortaya çıkmış olması ihtimâl dairesinde ise de, kıtanın içlerinde yaşayan halkların bu şekilde bir tasavvur geliştirmiş olmaları da pek mümkün görünmemektedir. Altay halklarının göçebe kabileleri arasında yaygın olan bir tasavvur zaten tam bunun zıddını göstermektedir. Meselâ, Kırgızlar arasında ilk başta suyun hiç olmadığının anlatıldığı bir efsaneye göre, büyük bir öküzü güden iki insan, uzun süre hiçbir şey içmedikleri için susuzluktan ölmek üzeredirler ve o sırada öküz boynuzları ile toprağı kazıyarak onlar için su çıkartır. Kırgızlara göre o bölgede bulunan bazı göller, bu şekilde meydana gelmiştir.
Dolayısıyla yukarıda bahsi geçen “yeryüzünün yaradılışı” efsanelerinden hiç birini Altay ırkı halklarının kendi kültürlerinden doğma efsaneler olarak nitelendiremeyiz. Altay halklarının konuya bakışı, Yakutlarda gördüğümüz “yeryüzü hep vardı” inancını yansıtmaktadır. Tabii burada, meselâ, yukarıda naklettiğimiz Kırgız efsanesinde olduğu gibi bölgenin coğrafyasıyla açıklamayı hedefleyen mahallî inançları tartışmak gibi bir gayemiz yoktur. Bulundukları coğrafya sebebiyle, sık sık mamut iskeletleri bulan Tunguzlar ve Samoyedler gibi bazı Kuzey Sibirya halkları ise, dev bir mamutun dişleriyle yeryüzünü şekillendirmiş olduğunu tasavvur ederler. Özellikle uçurumlar ve tepeler bu şekilde oluşmuş, vadiler ve çukurlar da yeryüzünün üzerindeki dev hayvanın ağırlığı sebebiyle çökme sonucu meydana gelmiştir. Bu çukurların su ile dolması sonucunda göller ve nehirler oluşmuştur. Daha sonra bir gün Tanrı, mamuta öfkelenerek onu yer altına hapseder ve dev mamut o gün bugündür hâlâ orada yaşamaktadır.
Kuzey Sibirya’da kayda geçirilen bir başka mahallî efsanenin konusu da, dağların ve vadilerin meydana gelişiyle ilgili olup, efsaneye göre ilk başta Tanrı göklerde yaşamaktaydı, ama daha sonra yeryüzüne indi. Yeryüzünde kızakla dolaştığı için, bazı yerlerde ince yeryüzü taze buz gibi esneyip, kırıldı. Yeryüzünün engebeli görüntüsü buna dayanmaktadır.
Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.
Çeviren: Erol Cihangir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder