Halife Seçimi
Hz. Peygamber hayattayken Müslümanların devlet başkanı, savaşlarda komutanı, namazda imamları ve diğer işlerde kadılarıydı. Vefatından sonra erkek çocuk bırakmadığı gibi kendisinden sonra halifeliği veya devlet başkanlığını kimseye vasiyet etmediğinden bu durum halife seçiminde anlaşmazlık ve karışıklıklara neden oldu.
Hz. Peygamber'e halife olmak herkesten çok muhacir ve ensardan oluşan ashabın hakkıydı. Muhacirler "Hz. Peygamber'in akraba ve dostları olduğumuz, akraba ve yakınlarımızı, şehrimizi bırakarak kendisiyle hicret ettiğimiz için halifelik herkesten çok bizim hakkımızdır" dediler. Ensar ise "Biz Hz. Peygamber'i yanımıza aldık, ona kucak açtık kendisine sırt verdik. Halifelik daha çok bizim hakkımızdır" iddiasında bulundular. Aralarındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlık o kadar büyüdü ki neredeyse kavga ve savaş çıkacaktı. Hz. Ebu Bekir "İmamlar Kureyş'ten olur" anlamındaki hadis-i şerifi hatırlattı. Bu şekilde anlaşmazlığın önü alınmış oldu.
Ensar hadis-i şerifin hükmüne boyun eğerek iddialarından vazgeçtiler.
Ancak bununla tehlike henüz savuşturulamamıştı. Çünkü bu makama seçilecek kişi hakkında muhacirler arasında da anlaşmazlık vardı. Müslümanların en büyüklerinden biri olan Hz. Ömer bu tehlikeyi hemen hissetti. İslam’ın ancak birlikle güçlenip kuvvetlendiğini çok iyi biliyordu. Hemen Hz. Ebu-Bekir'e halkın içinde biat etti. Bunu izleyenler Hz. Ömer'in kendisi için hilafeti isteyeceğini zannediyorlardı. Onun şiddet ve sertliğinden korkuyorlardı. Hz. Faruk'un (yani Ömer) kendilerinden önce Ebu Bekir'e gidip biat ettiğini görünce derhal onlar da Ebu Bekir'e biat ettiler. Bu şekilde sorun çözülmüş oldu.
içlerinde Haşim Oğullarından ve Peygamberin Ehl-i Beyt'inden Peygamber'in amcası Abbas ve amcaoğlu Ali b. Ebu Talib vs. gibi kişiler olduğu halde diğer muhacirlere biat edilmeyip de Ebu Bekir'in halife seçilmesi dikkat çekicidir. Bu konuda gerek Hz. Ömer ve gerek diğer sahabeler tarafından çeşitli yerlerde yapılan açıklamalara göre; Haşimoğulları, Peygamberlik nuru kendi aralarından doğduğundan zaten büyük bir makam kazanmışlardı. Bu büyük ve seçkin konuma bir de halifelik makamını eklemek fazla olacaktı. Muhtemelen Müslümanlar bu konuda Hz. Peygamber'in izini ve sözünü takip etmişlerdi. Öyle ki, Peygamber'in amcası Abbas, bir gün Hz. Peygamber'den kendisine bir görev vermesini istediğinde, Hz. Peygamber onun memuriyet isteğini kabul etmemişti. Haşimoğulları bizzat bu durumu itiraf etmişlerdi. Bununla ilgili olarak yıllar sonra imam Hasan b. Ali, Muaviye'ye hilafeti bıraktığı zaman "Cenab-ı Hakk Peygamberlik ve halifeliğin ikisini birden bizde birleştirmeyi arzu etmemiştir" demişti. Hz. Ebu Bekir'in, Ömer, Osman, Talha, Zübeyr gibi Haşim Oğulları'ndan olmayan muhacirlerin önüne geçirilerek halifelik makamına seçilmesine yardım eden durumlardan biri de ilk Müslümanlardan olmasıydı. Çünkü Ebu Bekir, Haşim Oğulları'ndan olmayan bütün muhacirlerden önce İslam dairesine girmişti. Bundan başka Araplar arasında Cahiliye döneminden beri önemli sayılan diğer bir sebep daha vardı. O da yaş konusudur. "Şeyh" kelimesi Araplar arasında hem yaşlılık hem de başkanlık için kullanılır. Araplar kendilerince başkanlık makamına aday olanlarda gerekli özellikleri eşit bulurlarsa en yaşlı olanı -sahip olduğu manevi konumu da göz önüne alarak- tercih ederlerdi.
Nitekim Kureyş kabilesi II. Ficar Savaşı'nda böyle yapmıştı. Kureyş söz konusu savaş sırasında bütün boylar ve kabileleri toplayarak her boyun başında bir başkan varken bunların hepsinin üstünde Harb b. Ümeyye'yi genel başkan seçmişlerdi. İbnü'l-Esir diyor ki: "Abdimenaf soyundan, yaş ve yer bakımından ve konumundan dolayı" kendi üzerlerine başkan seçmişlerdir. Hz. Ebu Bekir de diğer Kureyşliler üzerine gerek ün, gerek itibar ve haysiyet, gerekse yaş açısından üstün konumdaydı. Artı olarak Hz. Peygamber hasta oldukları günlerde Müslümanlara namazda imamlık yapması görevini kendisinin yerine Ebu Bekir'e vermişti. Hz. Peygamber'in bu uygulaması imamlığın hukukuna ait bir durumdur.
Hz. Ebu Bekir'in, kendisine biat olunduktan sonra, İslamiyet’in hakikatini ve süratle yayılmasını, şan ve şevketinin desteklenmesinin nedenlerini açıklayan ünlü tarihi hutbesi şöyleydi: "Ey halk! İçinizde en layıkınız olmadığım halde üzerinize halife oldum. iyi işler yaparsam bana yardımcı olunuz. Kötü harekette bulunursam beni doğruluğa yönlendiriniz. Doğruluk emanettir. Yalancılık hıyanettir. Sizden her güçlü kişi, üzerinde bulunan başkasının hakkını ben ondan alıncaya kadar gözümde zayıftır. Her zayıf kişi de hakkını ben ona alıverinceye kadar gözümde kuvvetlidir. Sizden hiçbir kimse cihadı terk etmesin, çünkü herhangi bir kavim cihadı terk ederse mutlaka o kavim Cenab-ı Hakk tarafından alçaklık ve tembellikle cezalandırılır. Ben Allah ve Rasulü'ne itaat ettikçe siz de bana itaat ediniz. Allah ve Rasulü'ne karşı gelirsem o zaman sizin bana itaat etmeniz gerekmez."
Hz. Ebü Bekir hilafete geçince yukarıda işaret olunduğu üzere ortaya çıkan irtidat (dinden çıkma) olaylarından dolayı İslamiyet buhran ve ıstırap içinde bulunuyordu. Dinden çıkma olaylarının başlıca sebeplerinden biri şuydu: İslamiyet’e yeni boyun eğmiş ancak henüz aklen ve kalben sağlam bir bağ ile yeni inancını özümseyememiş bazı Arap kabileleri, Hz. Peygamber vefat eder etmez, peygamberliğin kolay bir şey olduğuna, kendilerinin de bu işi yapabileceklerine inanmaya başladılar. Kendileri tarafından ilan edilecek daveti, Kureyş'ten daha kalabalık olan kendi kabile adamlarıyla güçlendirmeyi başaracaklarını sandılar. Ayrıca Kureyş kabilesinin nüfus açısından kendilerinden daha az sayıda olmalarına rağmen, bütün Arap Yarımadası'nı kontrolleri altına almalarını da çekemediler. Bu nedenlerle, Araplardan bazı kişiler Peygamberlik iddiasında bulundular. Esedoğulları kabilesinden Tulayha, Temim kabilesinden Sucah, Yemame'de yaşayan Hanifeoğulları'ndan Müseyleme vs. bazı kişiler Peygamberlik iddiasında bulundular. Bunlardan her biri kendi kabilesinin destek ve yardımıyla hareket ediyordu. Bu durum diğer kabileler arasında da karışıklık çıkmasına sebep oldu. Kabilelerden bazıları İslamiyet’i terk ederek bu yalancı Peygamberlere tabi oldular. Bazıları da Müslümanlıkta devam edeceklerini, ancak zekat ödemeyi reddettiklerini bildirdiler.
Zekat İslam’ın en önde gelen şartlarından biridir. Devletin maliyesinde en büyük yeri işgal eder. Her zaman ve mekanda para devletlerin ayakta durması için zaruridir. Arap kabilelerinden diğer bazıları da İslamiyet’ten ayrılmak düşüncesiyle değil, zekat vermeyi Cahiliye döneminde ödedikleri haraç gibi düşündüklerinden dolayı ödemek istemiyorlardı.
Dinden dönme olayları oldukça şiddetli ve hararetli bir durum haline gelmişti. Dinden dönenlerin cüret ve eylemleri her geçen gün daha da artıyordu. Öyle ki, Müslümanların başkenti ve idare merkezi olan Medine'ye bile saldırdılar. Neredeyse şehri ele geçireceklerdi. Hz. Ebü Bekir bu son derece önemli ve nazik gelişmelere karşı çok akıllıca bir yöntem uygulamıştır. Yanında bulunan seçkin komutanlara, güçlü ve saygın kişilere sancaklar vererek, vakit geçirmeksizin mürtedlerle savaşmalarını emretmiştir. Kendisinin bu şekilde görevlendirip sancak verdiği komutanların sayısı 11'e ulaşmıştır. Halid b. Velid, İkrime b. Ebü Cehil ve Amr b. el-As bu komutanlar arasındaydı.
Bu olaylar üzerinden iki yıl geçmeden karışıklıklar ve dinden dönme olaylarının önü kesildi ve her şey kontrol altına alındı. Hilafet makamı veya devlet idaresi, Hz. Ebü Bekir'in yönetiminde olarak Hz. Peygamber'in zamanındaki gibi sakin ve huzurlu bir ortama dönüştü. Hz. Ebü Bekir kontrolü ele alarak ülke içinde huzur ve asayişi sağladıktan sonra, Peygamber'in arzu ve emelini yerine getirmek düşüncesiyle, onun izini takip ederek, Şam ve Irak yönüne iki ordu göndermiştir. Hicret'in 13. yılında (Mart 634) yapılan ünlü Yermük Savaşı sonunda Şam bölgesi Müslümanların eline geçmiştir. Büyük Bedir Savaşı Müslümanların güçlenip kuvvetlenmeleri açısından ne kadar önemli ve yararlı olmuşsa bu olay da öylece kuvvetlenmelerine hizmet etmiştir.
Hz. Ebü Bekir halifeliği Hz. Ömer b. el-Hattab'a vasiyet ettikten sonra aynı yıl ebedi aleme göç etti. Hz. Ömer muhacirlerin yaş bakımından en büyükleri değildi. Ancak Hz. Ebü Bekir hilafeti kendisine vasiyet ettikten sonra artık muhacirler Ömer'in halifeliğinde istek ve rey sahibi bulunmuyorlardı.
Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder