30 Kasım 2022 Çarşamba

DÎNİ SÖZLÜK “F”

 FÂCİR:

 

1. Açıktan günâh işleyen, haram ve günâha dalmış. Fâsık.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

 

Kıyâmet gününde nice yüzler vardır ki (dünyâda iken geceleri ibâdetle geçirmek veya alınan abdestler sebebiyle) parıl parıl parlar, (kavuştukları nîmetlerden dolayı) güler ve sevinir (bunlar mü'minlerdir). Nice yüzleri de o gün, toz-toprak, karanlık ve siyahlık kaplayacaktır. İşte bunlar, kâfirler ve fâcirlerdir. (Abese sûresi: 38-42)

 

Tüccârın, pazarcıların çoğu fâcirdir. Alış-verişleri helâl olmaz. Çünkü, çok yemin ederek günâha girerler ve yalan söylerler. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet, Zevâcir)

 

Allahü teâlâ bu dîni fâcir kimselerle de elbette kuvvetlendirir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

 

Âlimlerin dünyâyı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzlerine kara leke gibidir. Böyle olan ilim adamlarının insanlara faydası olur ise de kendilerine olmaz. Dîni kuvvetlendirmek, İslâmiyet'i yaymak şerefi bunlara âid ise de, bâzan kâfir ve fâcir de bu işi yapar. (İmâm-ı Rabbânî)

 

2. Kâfir.

 

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Fâcirlerin amel defterleri, Siccîn denilen yerdedir. (Mutaffifîn sûresi: 7)

 

FADÎLE:

 

Peygamber efendimizin âhiretteki makamlarından biri.

 

Muhammed aleyhisselâm, Peygamberlerin en üstünü, âlemlere rahmettir. Onsekiz bin âlem O'nun rahmet denizinden faydalanmaktadır... Âhirette kendisine; Makâm-ı Mahmûd, Şefâ'at-i kübrâ, Kevser havuzu, Vesîle ve Fadîle adındaki makamlar verilecektir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

 

FADL:

 

1. İhsân.

 

Allahü teâlâ, kullarına iyi olanı, faydalı olanı vermeğe, kimisine sevâb, kimisine azâb yapmağa mecbûr değildir. Âsîlerin, günâh işleyenlerin hepsini Cennet'e koysa, fadlına yakışır. İtâat, ibâdet edenlerin hepsini Cehennem'e atsa, adâletine uygun olur. Fakat müslümanları ve ibâdet edenleri Cennet'e sokacağını, bunlara sonsuz nîmetler, iyilikler vereceğini; kâfirlere ise, Cehennem'de sonsuz azâb edeceğini dilemiş ve bildirmiştir. O, sözünden dönmez. (Kemahlı Feyzullah Efendi)

 

Eğer ezelde beni kulluğa

 

Kabûl ettinse fadl senin, nîmet bana.

 

(Sinân Paşa)

 

2. Üstünlük, fazîlet.

 

Fadl-i Cüz'î:

 

Bir bakımdan üstünlük.

 

Fadl-i Küllî:

 

Her bakımdan üstünlük.

 

FÂHİŞ FİYAT:

 

Piyasa fiyatının üstündeki fiyat.

 

Esnâfın hepsi fiyatları, fâhiş olarak arttırdığı, millet zarar ve zulüm görür hâle geldiği zaman, hükûmetin, tüccârlara danışarak uygun bir narh yâni kâr haddi koyması câiz olur. (İbn-i Âbidîn)

 

FAHR-İ ÂLEM:

 

Âlemin kendisi ile övündüğü zât. Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan saygı ifâdesi.

 

Fahr-i âlem sallallahü aleyhi ve sellem insanların en cömerdi idi. Bir şey istenip de yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa cevâb vermezdi. (İmâm-ı Ahmed Kastalânî)

 

Fahr-i âlemin isimleri, hâlleri, Tevrât ve İncil'de yazılı idi. Yahûdî ve hıristiyanlar, teşrif etmesini, gelmesini bekliyordu. Fakat kendi kavimlerinden gelmeyip, Arablardan geldiği için kıskandılar ve O'na inanmadılar. (Kastalânî)

 

FAHR-İ ENÂM (Fahr-ül-enâm):

 

Yaratılmışların kendisiyle övündüğü zât. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan hürmet ve saygı ifâdesi.

 

Gece-gündüz dilimde, salât-ü selâm,

 

O mübârek rûhuna, ey Fahr-ül-enâm.

 

(Lâ edrî)

 

FAHR-İ KÂİNÂT:

 

Kâinâtın kendisi ile övündüğü zât. Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan saygı ifâdesi.

 

Fahr-i kâinâtın sallallahü aleyhi ve sellem mübârek yüzü ve bütün âzâları ve mübârek sesi, bütün insanların yüzlerinden ve âzâsından ve seslerinden güzel idi. Mübârek yüzü, bir miktâr yuvarlak idi. Neşeli olduğu zamanda, mübârek yüzü ay gibi nurlanırdı. Sevindiği mübârek alnından belli olurdu. (İmâm-ı Ahmed Kastalânî)

 

Bir kimse, her işinde Fahr-i kâinâta sallallahü aleyhi ve sellem tâbi olmazsa kâmil, olgun mü'min olmaz. O'nu kendi cânından çok sevmezse, îmânı tamâm olmaz. (İmâm-ı Rabbânî)

 

FAHŞÂ:

 

Çirkin. Dînin ve aklın beğenmediği şeyler.

 

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Doğru kılınan namaz, insanı fahşâdan ve münkerden herhâlde uzaklaştırır. (Ankebût sûresi: 45)

 

Muhakkak ki şeytan size fahşâyı emreder. (Bakara sûresi: 268)

 

Namazı doğru dürüst kılmakla şereflenen kimse, fahşâdan korunmuş olur. İnsanı kötülüklerden uzaklaştırmayan bir namaz, doğru namaz değildir; görünüşte namazdır. Bununla berâber, doğrusunu yapıncaya kadar, görünüşü yapmayı elden bırakmamalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

FÂİL-İ MUHTÂR:

 

İstediğini yapan.

 

Allahü teâlâ fâil-i muhtârdır. Hiçbir işi yapmaya mecbûr değildir. Yaptıkları şey için de kimse O'na bunu niçin yaptın diyemez. Eski Yunan felsefecileri, akılları ermediğinden, Allahü teâlânın fâil-i muhtâr olduğunu inkâr ettiler. (Muhammed Ma'sûm)

 

Ey müslüman! İyi bil ki gördüğün, işittiğin her şey, meydana gelen bütün şeyler madde ve cisim, bunların özellikleri, akıllar, fikirler, düşünceler, gökler, yıldızlar, elementler ve bileşik cisimler yok idi. Hepsi fâil-i muhtâr olan Allahü teâlânın istemesi ve yaratması ile var oldu. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Beled ve Şems sûresinin sekizinci âyetleri Allahü teâlânın insanlara maddî ve mânevî kuvvet verdiğini iyi ve fenâ yolları ayırdığını ve yaptığı işin mes'ûliyetinin (sorumluluğunun) insana âit olacağını açıkça anlatmaktadır. Görülüyor ki, insan bir yönden fâil-i muhtârdır. Bu sebeble her işinden dünyâda ve âhirette mes'ûldür. (Muhammed Ma'sûm)

 

FÂİTE:

 

Gaflet, uyku, unutmak, hastalık, düşman korkusu gibi bir özürle kaçırılan farz veya vâcib namaz.

 

Özürsüz, tenbellikle kılınmayan namazlara metrûkât denir. Namazı özürsüz vaktinde kılmamak büyük günâhdır. Kazâ etmekle bu günâh affolmaz. Ayrıca tövbe etmek lâzımdır. İslâm âlimleri, müslümanın namazını özürsüz aslâ terk etmeyeceğini, ancak dinde bildirilen bir özürle kaçırabileceğini nazar-ı îtibâra alarak, fıkıh kitablarında kazâ edilmesi gereken namazlara; metrûkât (terk edilen namazlar) demeyip, fâite (kaçırılan namazlar) tâbirini kullanmışlardır. (Alâüddîn Haskefî, S.Abdülhakîm Arvâsî)

 

Fâite namazları olan bir kimse, bunları kılacak güçte iken kılmamış ise, öleceği zaman, namaz borçlarının fidye (fakirlere belli miktârda para veya başka bir şey) verilerek iskât edilmesi (düşürülmesi) için vasiyyet etmesi lâzımdır. (İmâm-ı Birgivî)

 

FÂİZ:

 

Ödünç vermekte, rehnde (ipotek yâni ödenecek mal karşılığı olarak, bir malı, alacaklıda veya başka âdil bir kimsede emânet bırakmada) ve alış-verişte, alıcıdan veya vericiden birinin ötekine karşılıksız vermesi şart edilen fazla mal, para veya menfaat. Ribâ.

 

Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:

 

Fâiz yiyenler, kıyâmet günü mezarlarından, sar'a hastası gibi perişân kalkacaklardır. (Bekara sûresi: 275)

 

Allahü teâlâ, fâiz alan ve verenlerin mallarının hepsini yok eder. İzini, eserini de bırakmaz. Zekât verenlerin malını elbette artırır. (Bekara sûresi: 276)

 

Receb'in ilk Cumâ gecesini ihyâ edene (ibâdetle geçirene), Allahü teâlâ kabir azâbı yapmaz. Duâlarını kabûl eder. Yalnız yedi kimseyi affetmez ve duâlarını kabûl etmez: Fâiz alan veya veren, müslümanları aşağı gören, anasına-babasına eziyet eden, karşı gelen çocuk, müslüman olan ve dînin emirlerine uyan kocasını dinlemeyen kadın, şarkı ve çalgıcılığı san'at edinenler, livâta ve zinâ edenler, beş vakit namazı kılmayanlar. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-ün-Nâsihîn)

 

Daha fazlasını ödemesi şartı ile ödünç vermek fâizdir. Yâni böyle olan sözleşme haramdır. Haram anlaşma ile ele geçen malın hepsi haram olur. Meselâ on iki kile ödemesi şartı ile, on kile buğday ödünç verilse, alınan on iki kilenin hepsi haram olur. Fâiz ile ödünç vermek ve almak haram olduğu Kur'ân-ı kerîmde açık olarak bildirilmiştir... (İmâm-ı Rabbânî)

 

İsrâfın yâni malı, dînin uygun görmediği yerlere dağıtmanın kötülüğünü gösteren delillerden biri de, fâizin haram olmasıdır. Fâiz alıp vermek büyük günâhtır. Fâizin haram olmasının sebebi, insanların malını alış-veriş yaparken ziyân olmaktan korumaktır. (İmâm-ı Birgivî)

 

Son nefeste îmânsız gitmeye sebeb olan şeylerden biri de, fâiz alıp vermektir. (Hamzâ Efendi)

 

Fâiz, yalnız İslâmiyet'te değil, semâvî dinlerin yâni daha önce gönderilen hak dinlerin hepsinde haram idi. Fâizin azı da çoğu da haramdır. En büyük günâhlardandır. (Muhammed Rebhâmî)

 

Her menfaat getiren borç fâizdir. (Alâeddîn Haskefî)

 

FAKÎH:

 

1. Fıkıh âlimi. Dînin amelî (yapılacak işlerle ilgili) hükümlerinde mütehassıs âlim. Çoğulu fukahâdır.

 

2.   Müctehid. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmemiş olan hükümleri, açık ve geniş olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. İctihâd derecesine varmış âlim.

 

Allahü teâlâ bir kuluna iyilik etmek isterse, onu dinde fakîh yapar. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

 

Bir kimse fakîh olursa, Allahü teâlâ, onun özlediği şeyleri ve rızkını ummadığı yerlerden gönderir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

 

Şeytana karşı bir fakîh bin âbidden (çok ibâdet edenden) daha kuvvetlidir. (Hadîs-i şerîf-Hilye)

 

Fakihlerin başı İmâm-ı A'zam'dır ve fıkhın dörtte üçü ona âittir. (İbn-i Âbidîn)

 

FAKİR:

 

1. Aslî (temel) ihtiyâçlarından başka nisâb miktârı (dînen zengin sayılacak kadar) malı olmayan.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

... Artık ondan (kesilen kurbandan) hem kendiniz yiyin, hem de yoksula, fakîre yedirin. (Hac sûresi: 28)

 

Üç şeyi yapan müslümanın îmânı kâmildir: Âilesine hizmet etmek, fakirler arasında oturmak ve hizmetçisi ile birlikte yemek yemek. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)

 

Eshâbım için fakirlik seâdettir. Âhir zamandaki ümmetim için zenginlik seâdettir. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)

 

Fakir olduğu için bir kimseyi aşağı, zengin olduğu için bir kimseyi yüksek tutan mel'ûndur. (İbn-i Abbâs)

 

Bu ümmetin fakirlerinin, zenginlerinden yarım gün önce Cennet'e girecekleri bildirildi. Bu yarım gün, beş yüz dünyâ senesidir. Çünkü, Allahü teâlânın bildirdiği bir gün, bin dünyâ senesi kadar zamandır. Böyle olduğu Hac sûresinde açıkça bildirilmiştir. Cennet'e erken girecekleri bildirilen fakirler, İslâmiyet'e uyan, sabreden fakirlerdir. İslâmiyet'e uymak demek, İslâmiyet'in emirlerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmaktır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Fakir, nafakası olmayınca sabr ve kanâat eder. Allahü teâlânın kendisi hakkındaki muâmelesinden râzı olur. Allahü teâlâ emrettiği için rızık kazanmaya çalışır. Çalışırken, ibâdetlerini terk etmez, haram işlemez. Kazanırken de, harcarken de dînin emirlerine uyar. Böyle kimseye zenginlik de fakirlik de faydalı olur. (Hâdimî)

 

2.   Tasavvufta fakir: Derviş. Her zaman her işte yalnız Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilen, bütün ihtiyaçlarını hep Allahü teâlâya arz eden.

 

Fakirlik, nefsin isteklerini yaptırmaz. Onu dinlemez, burnunu kırar. (İmâm-ı Rabbânî)

 

FAKR:

 

Fakirlik. Tasavvufta her zaman her işte Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmek.

Fakr ile öğünürüm. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)

 

FAL:

 

Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve benzerlerine bakmak sûretiyle gaybdan, gelecekten haber verme işi.

 

Ümmetimden bir kısmını bana gösterdiler. Dağları, sahrâları doldurmuşlardı. Böyle çok olduklarına şaştım ve sevindim. Sevindin mi? dediler, evet dedim. Bunlardan ancak yetmiş bin adedi hesabsız Cennet'e girer dediler. Bunlar hangileridir diye sordum. İşlerine sihr, büyü, dağlamak, fal karıştırmayıp, Allahü teâlâdan başkasına tevekkül (güvenip) ve güvenmeyenlerdir denildi.(Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)

 

FALCI:

 

Fala bakan, gaybı bildiğini iddiâ eden. Gaybı anlamak için güyâ bir takım vâsıtalara mürâcaat eden kimse. Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve sâir şeylere bakıp bunlardan manâ çıkarır görünen; gaybden haber verdiğini iddiâ eden kimse.

 

Cebrâil (aleyhisselâm) bana geldi. Kalk namaz kıl ve duâ et! Bu gece, Şâban'ın on beşinci gecesidir dedi. Bu geceyi ihyâ edenleri Allahü teâlâ affeder. Yalnız kâfirleri, büyücüleri, falcıları, kendini beğenenleri, içki içenleri, fâiz yiyenleri ve zinâ yapanları affetmez. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)

 

Tevekkül edenler (sebeblere yapışıp Allahü teâlâya güvenenler), falcılık, efsûn ve dağlamak ile hastalığı tedâvî etmezler.(Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)

 

Kâhinlere, falcılara inanmamalıdır. Bilinmeyen şeyleri bunlara sormamalıdır. Bunları gaybleri (gizli şeyleri) bilir sanmamalıdır. (İsmâil Hakkı Bursevî)

 

FÂNÎ:

 

1. Yok olucu, geçici, devamlı olmayan.

 

Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

(Yer) üzerinde bulunan her canlı fânîdir.(Rahmân sûresi: 26)

 

Âhiret için lâzım olan şeyleri, bu fânî dünyâda hazırlamak lâzımdır. (Muhammed Hâdimî)

 

Fânî olanı ver ki, bâkî (sonsuz, devamlı) olanı alasın. (Erzurumlu İbrâhim Hakkı)

 

Âlemlerin hâdis olduğuna yâni sonradan yaratıldığına inanan, fânî olduklarına da inanır. Müslüman olmak için; maddelerin ve cisimlerin yâni her varlığın, yoktan var edilmiş olduklarına ve tekrar fânî olacaklarına inanmak lâzımdır. (Seyyid Şerîf Cürcânî)

 

Ey insanoğlu! Bu dünyâ fânîdir. Malı mülkü elde kalmaz. Ne kadar malın olsa murâd alamazsın. Âhiretten gâfil olma. Zîrâ gidişin dönüşü yoktur. Allahü teâlâdan başka işlere tutulmaktan kurtul. Devamlı kalacak işlerle meşgûl ol! (Akbıyık Sultan)

 

2. Tasavvufta Allahü teâlâdan başkasını unutan, bunların sevgisinden kurtulan kimse.

 

Dînin emirlerini en iyi şekilde yaparak süslenmek, ibâdetleri yapmakta ve yasaklardan kaçmakta kolaylık hâsıl olması; nefsin fânî olmasına bağlıdır. Bu da ancak, Ehl-i sünnet âlimlerini sevmek ve onların muhabbetini (sevgisini) kazanmakla olur. (İmâm-ı Rabbânî)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak