Alpaslan'ın ölümü üzerine 1072 tarihinde oğlu Melikşah Selçuk tahtına geçti. Alpaslan'ın Melikşah'tan başka Aslanlı Argun, Borübars, Tutuş, Tökiş, Toğan, Arhun adlı altı oğlu daha vardı. Alpaslan oğulları içinde saltanat tahtına layık Melikşah'ı görmüş, onu sağlığında veliaht yapmıştı. Melikşah 1054 tarihinde Horasan'ın (İsfahan) şehrinde dünyaya gelmiştir. O zamanlar babası Alpaslan Horasan Valisi bulunuyordu. Babası saltanata geçince beraber (Rey) şehrine geldi. Bu zaman henüz sekiz yaşında idi. Alpaslan oğlunun eğitimi ile fazlaca meşgul oldu. Ona çok değerli öğretmenlerden ders aldırdı. Bu zeki çocuk kısa zamanda yetişti.
Aspaslan Harzemli Yusuf adlı bir hain tarafından hançerle şehit edildikten sonra Oğuz Beylerinin huzurunda Melikşah'a biat edildi. Tahta çıkış şenliği Oğuz töresince yapıldı. Bu töreye göre sağ ülke beylerbeyliği Kayı ve Bayat boyları Beylerine, sol ülke ise Bayındır ve Çavundur Boy Beylerine verildi. Oğuzların ozanları kopuzları ile ( Oğuzname) den şunu söylediler.
Hanlar atası Oğuz Han söyledi,
Böyle töre yol ve erkan eyledi
Bu böylece vasiyet kıldı ol,
Ta! ola oğullarına töre, yol.
diyerek devamında 24 Oğuz boylarının adını sayıp hepsine yurd idaresi ve ödevlerin verildiğini belirttiler. Kınık, Kayı, Salur, Bayındır, Çavundur, Çepni, Peçenek ve diğer Boy Beyleri Oğuz töresine göre yer alıp oturdular. Geleneğe göre kımız içtiler. Sonra Melikşah'ı Han Tanıdıklarına and içtiler. Melikşah tahta geçtiği zaman henüz 18 yaşında idi. Babası zamanında Vezir-i-azam bulunan (Nizam-ül-Mülk) ü vezirlikte bıraktı. Ayrıca kendisine (Atabey) ünvanını verdi.
Melikşah, parlak talihli bir hükümdardı. Alpaslan ona büyük bir devlet, zengin bir hazine, kuvvetli bir ordu bırakmıştı. Geniş ve engin ülkeler, büyük diyarlar, onun buyruğu altına girmişti. O, ne mutlu bir hükümdardı.
O tahta çıktığı sıralarda Abbasi Halifesi (Kaim·bin-Emrullah) öldü. Bunun yerine Melikşah (Muktedi Billah) ı tayin ettirdi. 50.000 altın, cihaz ve başka kadın; gözde olmamak şartıyla kızını yeni halifeye verdi. Bu kızdan (Ebülfazl Cafer) doğdu. Halifede ona (Celalüddevle Ebül Feth) ünvanını verdi.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu Melikşah zamanında en yüksek devrine ulaşmıştı. Devleti Tanrı Dağından itibaren Maverraünnehir, Harzem, Horasan ülkeleri, İran Anadolu, güneyden Kızıl Deniz, Umman denizi, Suriye ve Mısıra kadar uzanmıştı. Bağdat, Abbasi Halifeleri de tamamen Selçuk İmparatorluğu emri altına girmişti. Selçuklular büyük ve geniş bir devlete sahip oldular. Türk egemenliği altına Persler, Gürcüler, Ermeniler, Rumlar, Araplar, Kürtler, Müslüman Türklerden Saman Oğulları, Karahanlılar, Gazneliler, İran Azerileri, Büveyk Oğulları, Arap Fatimilerle birçok kavimler girdiler. Melikşah bu koca imparatorluğu, tam on iki defa, bir baştan o bir başa dolaşmıştı. Bağdat'a üç defa gitmişti. Bizans imparatoru ile Semerkant Hakanının damadı, Bağdat Halifesinin ise kayın pederi idi. Eşi (Türkan Hatun) dur. Ayrıca Bizans imparatorunun kızını ve Semerkant Hakanının da kızını almıştı. Altı oğlu, bir kızı vardı. Oğulları: Börkyaruk, Mehmet Tapan, Sancar, Ahmet, Mahmut, Davut idi.
Melikşah cesur, adaletli, o ilgili ve iyi bir devlet adamı idi. Onu halk (Adil Sultan) diye yad etmekte idi. Değerli alimleri sarayına toplayıp onlara altı maddelik bir kanunname yaptırmıştır. Alimleri çok severdi. Meşhur filozof (İmam Gazali) ye Bağdat'ta müderrislik vermiştir. Yine meşhur şair (Ömer Hayyam'ı) korumuştur. 1079 tarihinde devrinin bilginlerinden Ömer Hayyam'ı, Ebül-Muzaffer-ül-Esferariyi, Meynun Vasatı'yı, Mehmet Hazeriyi toplayıp bunlara bir güneş takvimi yaptırmıştır. Bu takvimin başı 467 hicri yıldır. Bu doğru ve sağlam takvim, Avrupa takvimi olan (Gregoryen) takviminden daha üstündü. Bu takvime (Tarihi Celali) denilmiştir.
Melikşah zamanında (İmamı Azam) ın mezarı üzerine kubbeli bir türbe yapılmıştır. Haç yolunu emniyet altına aldırmış, yolları gösterir trafik işaretleri koydurmuştur. Hacca giderek Mekke ve Medine halkına bol paralar ihsan etmiştir. Kendisi şairdi; birçok şiirler yazmıştır. Zamanında Nizam-ül-mülk meşhur (Siyasetname) adlı eserini yazıp, kendisine takdim etmiştir.
Selçuk devrinde devletin Kalem Teşkilatını kurmuştur. Memleketini bölümlere ayırıp askerlerine vermiştir. Yurdunun her tarafında birçok hayır müesseseleri açmıştır. Bilhassa (Nizamiye) Medreseleri) asrının üniversiteleri idi. Birçok kervansaraylar, imarethaneler, nehirler üzerine köprüler, suyolları ve birçok kaleler yaptırmıştır. İsfihan şehrini başkent yaparak; burada saraylar, birçok güzel bahçeler meydana getirmiştir. Kendisi ava meraklı idi. Pek de nişancı idi. Her vurduğu av için fakirlere para dağıtmayı adet edinmişti.
Melikşah iri vücutlu, fakat güzel yüzlü alim ve ahlaklı bir insan olduğundan onu bütün tebaası seviyordu. Başındaki kavuğun üzerindeki elmaslı sorgucu göze çarpmakta idi. Aynı zamanda cesur bir komutan idi. Alpaslan, oğlu Melikşah'ı Şehzadeliğinde savaşa alıştırmak maksadıyla Gürcistan seferine göndermişti. Melikşah, Nizam-ül-mülk ile Gürcülerin en önemli şehri (Ani) kalesini kuşatarak, almağa muvaffak olmuştu. Melikşah bu kanlı savaşta bir çok kahraman pirleri hayrette bırakacak derecede kahramanlık göstermişti. Bu yiğitliği ile babasının yerini tutacağını isbat etmişti. Melikşah her bakımdan değerli bir hükümdardı.
KAVURD'UN İSYANI
Melikşah tahta çıktığı zaman taht kavgalarıyla karşılaştı. Alpaslan'ın kardeşi (Kavurd) pek muhteris bir insandı. Hükümdar olmağa kararlı idi. Kavurd, Alpaslan'ın ölümünü duyar duymaz Kirmandan 6.000 kişilik bir kuvvetle Rey şehri üzerine yürüdü. Melikşah, Kavurd'un ilerlediğini duyar duymaz, babasının hazinesinden 500.000 dinar alarak, bu paraları Türkmen Oymaklarına dağıttı. Melikşah bu kuvvetlerle Hemedan'da Kavurd'un karşısına çıktı. Kavurd, Melikşah'ın ordusunun sağ kanadına ani bir taarruz etti. Bu yönü bozunca sol tarafa da saldırdı. Merkezde Melikşah bulunuyordu. Buraya gelince kayaya çarptı. Kavurd bozguna uğrıyarak kaçıp bir köy evine saklandı. Savtekin adındaki bir komutan Kavurd'u esir etti ( 1073 ) . Melikşah bir at üzerinde idi. Amcası Kavurd'u görünce, atından birdenbire atlayıp, elini öptü. Sonra amcasına:
«Bana karşı niçin isyan ettiniz?» dedi. O da:
«Size karşı koymağı düşünmemiştim, fakat Türkmenler beni bu isyana teşvik ettiler.»
Melikşah:
«Babam öldüğü zaman baş sağlığı dilemediğiniz gibi ölümü dolayısıyla şenlik yaptığını duydum. Kötülük düşündüğün için, Tanrı sana bu cezayı verdi.» diyerek onu Hemedan'da hapsetti. Bu olaydan sonra askerler şımardı, maaşlarının arttırılmasını istediler. Verilmez ise Kavurd'u tahta çıkaracaklarını söylediler. Bu durum devleti sarsacaktı. Bunun için Kavurd'un vücudunu ortadan kaldırmak lazımdı. Melikşah zindana bir cellad gönderdi. Kavurd başına geleceği anladığından iki rekat namaz kılıp boynunu cellada teslim etti. Kemend ile boğuldu ( 1073 ) . Askerler Kavurd'un niçin öldürüldüğünü sordukları zaman onun harpte iken parmağında bulunan bir yüzükteki zehiri içerek intihar ettiği bildirildi. Bu işe askerler diş bilediler.
Melikşah başkaldıran askerlerden 7.000 tanesini ordudan çıkardı. Bunlar Melikşah'ın kardeşi (Tökiş) in yanına giderek onu isyana teşvik ettiler. Tökiş Horasan'da isyan etti. İsyanı haber alan Melikşah, ordusunun başına geçerek asilerin üzerine yürüdü. Fakat Tökiş korkarak teslim oldu (1080 ). Bu iç mücadeleler sona erdiği bir sırada Melikşah çok sevdiği (Davut) adlı bir oğlunu kaybetti. Bu ölüm ona pek ağır gelmişti. Davut için günlerce ağladı. Bu esnada Tökiş hapisten kaçarak, tekrar isyan etti. Fakat yakalanıp gözlerine mil çekilerek kör edildi ( 1085 ) . Melikşah tahta çıktığının iİk yıllarında bu taht kavgaları ile meşgul oldu. Cesur bir asker olduğu için onunla kimse boy ölçüşemedi. Bütün rakiplerini yendi. Saltanat tahtında tek kaldı. Bu işleri başaramamış olsaydı, devlet parçalanırdı. O, kudreti ile devletin birliğini muhafaza etti.
MELİKŞAH'IN FETİHLERİ
Melikşah tahta çıkışının ilk yıllarında iç kavgalarla meşgul olmuştu. Bu tehlikeyi atlattıktan sonra fetihlere önem verdi. Melikşah Suriye'yi fethetmek üzere Şam'ı kuşattı Büyük bir ordu ile harekete geçti. Maiyetine veziri Nizam-ül-Mülk'ü de aldı. (1086 ) Selçuk ordusu bütün haşmetiyle Şam önlerine geldi Şam'lılar şehri teslim etmediler, fakat Selçuk askerlerinin hücumlarına dayanamıyarak şehri teslim etmeğe mecbur oldular. Melikşah muzaffer olarak Şam'a girdi.
Melikşah Şam'ı aldıktan sonra, ordusu ile Bağdat'a, gitti. Bağdat'a gelen Melikşah yanında veziri olduğu halde halifeyi ziyaret etti. Halife, Melikşah'i taht salonunda kabul ederek ona saygı gösterdi. Melikşah Bağdat civarında bulunan. (Bihişt Abad) da kaldıktan sonra ordusu ile İsfihan'a döndü. Melikşah iki yıl kadar İsfihan'da kalarak devlet işleriyle meşgul oldu.
Melikşah bu sefer Semerkant ve Buhara'yı fethe karar verdi (1089 ) . Hazırladığı ordu pek büyüktü. Bu ordunun miktarı her zamankinin üç misli idi.
Bizans imparatoru Selçuklulara vermekte olduğu vergiyi bir memuru ile gönderdi. Bu esnada Belçuk Ordusu Seyhun nehrini geçmekte idi. Bizanslı memur da buraya gelmişti. Elçi yıllık vergiyi Melikşah'a takdim etti. Melikşah zenginliğini Bizanslılara göstermek için vezirine, alınan bu paraları; askerleri karşı yakaya geçirmek için çalışan işçilere dağıtmasını emretti. Derhal bu parayı işçilere dağıttı. Sonra elçiye dedi ki:
- «Görülüyor ki, getirdiğiniz bu para hükümdarımızın askerlerinin yalnız karşı yakaya geçirme masrafına ancak kafi geldi. Şayet kralınız bu seferin masrafını karşılıyacak olsa, mülkünün dört beş senelik geliri bile kafi gelmez.» diyerek Türk ordusunun haşmetini göstermişti. Elçi, bu devirde eşi cihanda bulunmayan bu orduyu hayretle temaşa ederek geri döndü.
Melikşah ordusu ile Mavera-ün-nehir'e gelerek yerli hükümdarlarla çarpışa çarpışa Semerkant ve Buhara'yı fethetti. Birçok ganimetlerle geri döndü. Fethedilen ülkelere valiler tayin etti. Bir müddet sonra da tekrar Bağdat'a gitti.
NİZAM-ÜL-MÜLK
Nizam-ül-Mülk büyük Selçuklu İmparatorluğunun ünlü vezirlerinden biridir. Alpaslan ve Melikşah'a vezirlik hizmetinde bulunmuştur. Nizam-ül- Mülk Türk tarihinin ilk büyük vezirlerindendir. Büyük devlet adamı, alim ve siyasi bir şahsiyettir.
Nizam-ül-Mülk 10 Nisan 1018 tarihinde Horasan ilinin bir kültür merkezi olan (Tur) şehrinde dünyaya gelmiştir. Dedesi İshak, babası Nukan Dihkam'dır. Nizam-ül-Mülk'ün adı (Hasan) dır. Babası büyük arazi sahibi zengin bir adamdı. Babası tarafından iyi terbiye edilmiş, okumasına önem verilmişti. İlk defa Kur'an-ı Kerim'i ezberlemiş, sonra da fıkıh tahsil etmiştir. Edebiyata merak ederek, güzel yazmayı ve güzel söz söylemek kabiliyetini kazanmıştır. Genç yaşında idari işlere girişmiştir. İlk memuriyetini Horasan valisinin yanında yapmıştır. Bir aralık da Gazne şehrine gitmiştir. Bundan sonra Belh valisi Ebu Ali Şadan onu vilayet işlerini görmeğe memur etti. Kısa zamanda yüksek bir kabiliyet gösterince Ebu Ali onu şehzade Alpaslan'a tavsiye etti. O sıralarda Alpaslan Horasan valiliğine tayin edilince Nizam'ı da birlikte götürdü. Nizam-ül-Mülk bu zaman Alpaslan'a öğretmenlik etti (1064 ) . Ona halife Kaim - bi - Emrullah (Nizam-ül -Mülk) ünvanını verdi. Vezirliğinde yüksek bir kabiliyet gösterdi. En büyük vezirler payesine yükseldi.
Melikşah, veziri Nizam-ül-Mülk'ü devlet işlerini yürütmekle serbest bıraktı. Fakat onu çekemiyenler oldu. Kemal adında birisi Melikşah'a:
«Sultanım, veziriniz Nizam·ül-Mülk her taraftan rüşvet alıyor. O bir kötü adamdır.» diye söyledi Nizam-ül-Mülk bu şikayeti ve iftirayı duyar duymaz, derhal büyük bir ziyafet hazırlayıp Melikşah'ı ve bin kadar da Türk gulamını, yanı maiyeti askerlerini de davet etti. Ziyafetin sonunda ayağa kalkarak Melikşah'a:
«Benim için münafıktır rüşvet alıyor, devlet hazinesini soyuyor, demişler. Güya ben bütün memleket gelirinin onda birini alıyormuşum. Bu söz doğrudur. Fakat aldıklarımı hep bu askerlere sarf ederek devletinizi muhafaza ediyorum. İşte bütün mal ve mülküm elinizdedir. İstediğiniz gibi yapınız» dedi.
Bunun üzerine hakikati anlayan Melikşah müzevvirlik eden Kemal'in gözlerine mil çektirmek suretiyle bu adamı cezalandırdı.
Nizam-ül-Mülk'ün evi ülema ve şairlerle dolup taşardı. Fakirlere yardımı çok severdi. Hatta fakirlerle beraber oturup yemek yerdi. Nizam-ül-Mülk, Melikşah'ı çok seviyordu. Onun muvaffak olmasına çalışırdı. Hatta Melikşah kardeşine karşı mücadeleye hazırlandığı sırada, Nizam-ül-mülk ile beraber Hazreti Ali'nin kabrini ziyarete gitmişlerdi. Kabirden dönerlerken Melikşah vezirine sordu:
«Hazreti Ali'ye ne diye duada bulundun?» deyince Nizam-ül-Mülk:
«Padişahımın daima muzaffer olmasına dua ettim» cevabında· bulunmuştur.
Nizam-ül-Mülk'ü hiç sevmeyen Melikşah'ın eşi Türkan Hatundu. Onu cezalandırmak için fırsat aramakta idi. Bir aralık Nizamül-Mülk'ün tarunu Osman, hatalı bir iş görmüştü. Türkan Hatun bunu duyar duymaz Melikşah'a anlatmıştı. Melikşah kızarak:
- «Devletimize ortaklığı varsa bilelim de ona göre hareket edelim. Yoksa kendisinden vezirlik rütbesini alırım.» diye haber gönderdi. Nizam-ül-Mülk'ün fena halda canı sıkılarak:
«Vezirlik benden alınırsa, saltanat tacı perişan olur.» dedi. Nizam-ül-Mülk harp meydanlarında kahraman olduğu kadar, devlet işlerde de o nisbette muvaffakiyet gösteriyordu. Selçuklulu merkez teşkilatını kurmuştu. Mezhep mücadeleleriyle de uğraştı. Sünniliği kuvvetlendirmişti. Nizam-ül-Mülk (1066) yılında Bağdat'ta meşhur (Nizamiye Medresesi)ni kurdu. Burada büyük bir de kütüphane açtı. Aynı zamanda İsfehan, Nişapur, Belh, Herat, , Merv, Basra'da da Nizamiye Medreseleri açtı. Bu yüksekokullarda binlerce öğrenci yetiştirildi. En büyük öğretmenler bu medreselere tayin olundu. Toprak Kanunu olan (İktai) usulünü de kuvvetli bir şekle soktu.
Nizam- ül-Mülk bir de (Siyasetname) adıyla politikaya ait değerli bir eser yazmıştır. Bu eser idari, siyasi, askeri, mali, sosyal, kültürel bakımlardan pek büyük bir değer taşımaktadır. Bu eser dünya dillerine tercüme edilmiştir. Nizam-ül-Mülk Selçuk devletine uzun yıllar hizmet etmiştir. Fakat onun iki düşmanı vardı. Biri Türkan Hatun, diğeri de Batıni tarikatının şeyhi (Hasan Sabbah) idi.
Nizam-ül-Mülk'ün çok sevdiği bir musevi dostu vardı. Çok bilgili olan bu Yahudiye yapacağı işlerin bazılarını sorar ondan faydalanırdı. Bu adamdan şüphelenenler onu Melikşah'a bildirdiler. Bunun üzerine padişah buyruğu ile suya batırılıp öldürüldü.
Nizam-ül-Mülk bu olaydan acı duyarak evinden günlerce çıkmadı:
Meiikşah'ın Cafer adında bir dalkavuğu vardı. Bu adam padişahı eğlendirmek için Nizam-ül-Mülk'ün taklidini yaparak, maskaralıklar ederdi. Bunu duyan Nizam-ül-Mülk'ün oğlu (Cemal-ülMülk) bu adamı yakalayıp dilini koparttırmıştı. Buna hiddetlenen Melikşah, Cemal-ül-Mülk'ü Horasan valisine zehirletti. Nizam-ül-Mülk oğlunun ölümünden ziyadesiyle müteessir oldu. Bu olaydan sonra Melikşah ile beraber Bağdat'a gitti. Medrese-i Nizamiye'de bir hadis dersi vererek devrin ülemasını hayrete düşürdü. Nizam-ül-Mülk'ün her husustaki meziyetlerini çekemiyenler pek çoktu. Devlet büyüklerinden Cemil adında birisi Melikşah'a Nizam-ül-Mülk'ü ç,ekiştirdi. Melikşah kızarak:
- Nizam'ın uğrunda senin gibilerin bini feda olsun, diyerek bu adamı cezalandırdı. Bir gün Melikşah ile Nizam-ül-Mülk gezmeğe çıkmışlardı. Köylünün birisi padişahın önüne çıkarak;
«Memurların zulmünden yandık, yıkıldık,» diye şikayette bulundu. Bundan canı sıkılan Melikşah, atından atlıyarak köylüye:
«Yakama yapış beni sarayıma kadar götür,» dedi.
Adam ne kadar yalvardı ise padişah ısrar etti. Köylü padişahı yakasından tutarak şehrin ortasından saraya kadar getirdi.
Nizam-ül-Mülk hayretle padişaha:.
- «Sultanım bunu niçin yaptırdınız?» deyince Melikşah:
- Bu şikayetçi zulüm görmüş bir adamdır. Beni mahşerde Tanrının huzuruna bu suretle götürmek hakkına sahiptir. O zaman verecek cevap bulamıyacağımdan cezamı dünyada çekerek, hak kazanmak için yaptım, dedi. Nizam-ül-Mülk diyecek bir şey bulamadı. Nizam-ül-Mülk, Nihavend şehrinde iken öldürüldü (1092). Nizam-ül-Mülk tarihimizin yetiştirdiği büyük devlet adamlarından biridir. Oğlu ve torunları da büyük hizmetler etmişlerdir.
TÜRKAN HATUN
Türkan Hatun, Sultan eşlerinin en meşhurlarından biridir. Büyük Selçuklu imparatoru Melikşah'ın eşidir. Türkan Hatun'un babası Karahanlı Hükümdarı (Tangaç Han) dır. Melikşah'ın babası Alpaslan, Malazgirt savaşından sonra Semerkant'a gitmişti. O zaman oğlu Melikşah da yanında idi. Tangaç Hanın kızı Türkan Hatunu oğluna istedi. Handa razı oldu. Karahanlı sarayında emsali az görülmüş bir düğün yapıldı. Düğünden sonra gelin Rey Sarayına getirildi.
Alpaslan'ın ölümünden sonra yerine oğlu Melikşah geçince Türkan Hatun Sultan oldu. Bu zaman Melikşah eşini İsfihan Sarayına götürdü. Bu saray pek muhteşemdi. Türkan Hatun Melikşah'tan (Mahmut) adında bir oğlan doğurdu. Bu defa sarayda itibarı arttı. Oğlu büyüyünce onu veliaht yapmaya çalıştı. Fakat bu işe vezir Nizam-ül-Mülk mani oldu. O, büyük şehzade (Börk yaruk)u veliaht yaptırmak istiyordu. Bu yüzden Türkan Hatun, Nizam-ül-Mülk'e düşman kesildi. Onu durmadan kocasına çekiştiriyordu. Melikşah çok güzel ve sevimli eşinin tesirinden kurtulamıyordu. Türkan Hatun bir gün Nizam-ül-Mülk aleyhinde çok şey söyledi. Melikşah Nizam-ül-Mülk'e:
«Sen dilediğin adamlara memuriyetleri veriyormuşsun; bu halin devam ederse divit ile başından börkünü alırım» dedi. Selçuklularda sadrazamlık alameti bir latin divit idi. Bu divit kimde ise o sadrazam olurdu. Osmanlılarda ise Mührü - Hümayundu. Börk dediği de başındaki koca kavuktu. Nizam-ül-Mülk'ün bu alamet elinden çıkarsa sadrazamlık gidiyordu. Bundan hem korktu, hem de can sıkıntısından Padişaha:
«Devletlum, divit ve börk sadrazamlığa; taç ve taht ise sultanlığa delalet eder. Bu dört şeyin birbirinden ayrı kalması mümkün değildir. Müzevirin sözüne inanıp beni tehdit etmeyiniz,» diye cevap verince: Melikşah kızarak Nizam-ül-Mülk'ü derhal sadrazamlıktan attı. Yerine Türkan Hatunun kapı vekili ve Nizam-ül-Mlük'ün düşmanı (Tac-ül-Mülk Kami) yi tayin etti. Bu durum üzerine Nizam-ül-Mülk düşmanının eline düşmüş oldu.
Artık bu kuvvetli veziri ortadan kaldırmak lazımdı. O tekrar sadarete geçerse herkesten intikam alabilirdi. Artık padişahin gözünden de düşmüştü. Şimdi onun üç kuvvetli düşmanı vardı. Birincisi Türkan Hatun, ikincisi yeni sadrazam, üçüncü büyük düşmanı ise Batıni Tarikatının Şeyhi (Hasan Sabbah) idi. Bu üç kuvvet onun hayatını söndürecek planları hazırladı.
Yeni sadrazam Tac-ül-Mülk, batınilerle temasa geçti. Hasan Sabbah gözü pek bir fedaisini Nihavend şehrine gönderdi; Nizam-ül-Mülk sadrazamlıktan atılınca İsfihan'dan bu şehre gelmişti. Batıni fedaisi Deylemli (Ebu Tahir-ül-Edani) adındaki genç adam, Nizam-ül-Mülk'ün evine geldi. Elinde bir arzuhal vardı.
Onu verdi, Nizam-ül-Mülk bu verilen arzuhali okurken; fedai göğsünde saklamış olduğu hançeri birden bire çekerek, 74 yaşında bulunan bu pirin kalbine sapladı. Bu yaşlı vezir bir anda kanlar içinde yere seriliverdi. Katil elinde kanlı hançeriyle dışarı çıkarken yakalanıp parça parça edildi. Ne çıkar ki devrinin büyük adamı bu yalancı dünyadan göç etmişti. (15.Ekim.1090)
Onun ölümünden sonra Selçuk Devleti sarsıntı geçirip bir daha kendini toparlıyamadı. Nizam-ül-Mülk bir kadın parmağıyla yok edilmiş oldu. Sultan Melikşah da Bağdat'a üçüncü gidişinde sıtmaya tutularak 38 yaşında öldü. ( 19. Kasım. 1092) Melikşah 20 yıl saltanat sürmüştü. Türkan Hatun da kocasının ölümünden iki yıl sonra 1094 tarihinde öldü.
HASAN SABBAH
Melikşah devrinin en önemli olayı, batıni tarikatının her tarafa dehşet salması, devleti uğraştırmasıdır. Batınilere Avrupalılar (Haşşaşin) yani (Kan dökücü) adı vermişlerdi. Bunlar yağmacı dervişler çetesi halinde har tarafa dehşet salarak, soygunculuk yapmışlar, çok kan dökmüşlerdi. İslam aleminde bunlara
(Batıni) denilmiştir. Batıniliği kuran (Hasan Sabbah) adında birisi idi. Hasan Sabbah 1049 yılında Rey şehrinde doğmuştu. Babası (Ali Bin Mehmet) adında biridir. Hasan Sabbah'ı babası 4 yaşında okula gönderdi. On dört yaşına kadar dini ilimleri öğrendi. Daha sonra yüksek bilgiler veren bir medreseye gitti. Hasan
Sabbah çok zeki idi. Burada Astronomi ve Matematik öğrendi.
Hasan Sabbah'ın bu medresede seviştiği iki arkadaşı vardı.
Bunlardan biri (Ömer Hayyam), diğeri de (Nizam-ül-Mülk) idi.
Bunlardan Ömer Hayyam okuldan çıktıktan sonra cihan edebiyat tarihinin en meşhur bir şairi oldu: Rubaileri pek değerlidir. Aşk ve şarap şairi idi. Nizam-ül-Mülk ise Selçuklu Devletinin büyük bir veziri oldu. Hasan Sabbah ise batıni tarikatını kurup, Şeyhi oldu.
Bu üç arkadaş biribirlerini çok seviyorlardı. Bir gün Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ile Nizam-ül-Mülk'e şu teklifte bulundu.
"Arkadaşlar, biliyorsunuz ki üstadımızın feyziyle yetişenler büyük mertebelere, yüksek makamlara geçmişlerdir. Biz de aramızda biz de aramızda söz verelim ileride hangimiz büyük bir makama geçerse birbirimize yardım edelim.
Bu teklifi hepsi de kabul ettiler. Okuldan sonra her biri bir yere gitti.
Nizam-üI-Mülk, Alpaslan ve Melikşah'a vezir oldu. Ömer Hayyam da edebiyat aleminin meşhur Şairi oldu. Fakat Hasan Sabbah bir baltaya sap olamadı. Nizam-ül Mülk'ün vezir olduğunu duyunca okulda iken içtikleri andı hatırlıyarak, Nizam-ül-Mülk'ü ziyaret edip yeminlerini hatırlattı.
Selçuk imparatoru Melikşah idi. Nizam"ül-Mülk, Hasan Sabbahı Padişaha tanıttı. Kendisine sarayda önemli bir görev verildi Hasan Sabbah padişaha kendisini sevdirdi, başarılar gösterdi. Fakat muhteris bir adam olduğu için Nizam-ül-Mülk; Ayağını kaydırıp vezir olmayı kurdu. Melikşaha veziri çekiştirmeğe başladı: Hasan Sabbah padişaha bütçeyi verecekti. Fakat Nizam-ül-Mulk hazırlanan kağıdı çaldırttı. Hasan Sabbah bütçeyi takdim edemeyince Melikşah onu cezalandırmaya karar verdi. Bunu duyan Hasan Sabbah saraydan kaçtı. Bunun üzerine Nizam-ül-Mülk'e düşman oldu.
Hasan Sabbah, Mısıra gitti. Burada bulunan (Boğazlayıcılar) adı gizli bir tarikata girdi. Bunlardan ihtilalcilik usullerini öğrendi. Mısırdan Suriyeye ve oradan da Bağdat'a, nihayet Kavzin şehrinin kuzeyinde bulunan bir yerde (Kartal Yuvası) anlamına gelen (Alamut kalesine geldi. 1090 tarihinde bu kaleyi eline geçirdi. Bu kale kolay feth edilemezdi. Selçuk memurlarını da buradan kovdu. Hasan, Sabbah, buradan insanları tarikatına davet ediyordu, girmeyenleri öldürmeye başladı: Bir kısmını da kuyulara atıyorlardı. Batıniler zenginlerin mallarını yağma edip Alamut kalesine kaçıyorlardı. Bu defa hükümet batınileri yakalayıp ateşte yakıyordu. Bu sebeple bunlara (Kan Dökücüler) manasına (Haşşaşin) denilmişti.
Her tarafı yağma ediyorlar, kan döküyorlardı.
HASAN SABBAH'IN CENNETi
Hasan Sabbah Alamut kalesinde bir cennet kurmuştu. Bu cennet dillere destan olacak kadar güzeldi. Bu kartal yuvası kalede dünyanın en güzel bir parkını meydana getirmişti. Her taraf zümrüt gibi yemyeşildi. Burayı renk renk laleler, sümbüller ve karanfiller süslemekte idi. Bu bahçeye her çeşit meyva ağaçları da dikilmişti. Bu ağaçların gölgeleri altında berrak sular akıyordu. Birçok ta çağlayanlar yapılmış, burada köpüklü suların akışı pek hoş görünüyordu. Çiçeklerin çıkardığı burcu burcu kokular ruhlara ferahlık vermekte idi. En güzel kuşlar bu cennet bahçesinde yetiştirilmişti. Zümrüt yüzlü çayırlar üzerinde tavus kuşları dolaşıyor, papağanlar ve renk renk cennet kuşlarının cıvıltıları işitiliyordu.
Sabahları dağların arasından doğan, akşam batan güneş, bu cennete ayrı bir güzellik veriyordu. Bu cennette ayrıca mermer havuzlar yapılmış, bunların bazılarına süt, bir kısmına da şerbet doldurulmuştu. Cennetin birçok yerlerinde süslü köşkler yapılmıştı. Tavanları altın yaldızlı idi, yerlere ise ipek halılar serilmişti Bu köşklerde dünyanın her tarafından getirilmiş dünya güzeli kızlar dolu idi. Her zaman bu güzel kızlar, güzel sesleriyle türküler söylüyorlar, sazlar çalıyorlar batıni fedailerini eğlendiriyorlardı. Bunlar içiyorlar zevk ediyorlardı.
Hasan Sabbah ve fedaileri hurilerle dünyanın en mutlu günlerini yaşamıştı. Hasan Sabbah yeryüzünün bir cennetini yapmıştı. Bu cennetin bir benzeri tarihte görülmemişti. İnsanlık alemini hayrete düşürmüştü. Hasan Sabbah batıni fedailerini bu cenneti vasıtasıyla kendisine bağlamıştı. Bu cennete fedai rütbesine yükselenler girebiliyorlardı. Hasan Sabbah'ın en korkunç adamları bunlardı. Hasan Sabbah bunlara ne emir verirse derhal yaparlardı. Onlara öl dese derhal kendilerini feda ederlerdi. Bu cennete adamları şöyle alırdı. Hasan Sabbah'ın bir mağarası vardı. İçerisi karanlıktı. Buraya adamı oturturlar biraz sonra mağaranın içinden Hasan Sabbah gelirdi. Saçları arasına fosfor koyduğundan başı pırıl pırıl yanardı. Adama sorardı:
Şeyhin her dediğine inanacak, her emrini yapacak mısın? Adam:
Evet yapacağım.
O halde dünya ve ahret nimetlerinden faydalanabilirsin.
Adam ayaklarına kapanınca:
- Nimetlerime kavuştum, derdi.
Bu adamı bir odaya alırlar, orada ona birşeyler, sunarlardı. Bu şerbet afyonlu olduğundan adam içince bayılırdı. Bu baygın adamı alıp cennete bırakırlardı. Etrafını huriler sarar, onlarla yer içer zevk ederdi. Adam ölüp cennete geldiğini zannederdi. Bir hafta sonra yine bir şerbet içirerek onu bayıltırlar, mağaraya bırakırlardı. Adam ayıldıktan sonra ona Cenneti gördün mü, ölürsen sonsuz olarak şeyhin cennetinde yaşıyacaksın, derlerdi.
Adam da buna inanır, bir an önce ölmek isterdi. Bu adam fedai olur, her emri yapardı. Hasan Sabbah'ın bu korkunç fedailerinin yapmadıkları iş yoktur. Hasan Sabbah fedailerinden birini yanına çağırır ona :
Git, şu adamı öldür, diye bir emir verirdi.
Fedai 'bir an önce cennete gitmek için şeyhinin emrini yerine gatirirdi. Hasan Sabbahın ortalığı kasıp kavurduğunu duyan Selçuk Sultanı Melikşah bir memurunu göndererek, Alamut kalesinin teslimini istedi. Hasan Sabbah bu emre şöyle cevap verdi:
Memura:
“Burada gördüklerini sultana bildir” dedikten sonra -bir fedaisini çağırdı, ona: Kendini öldür.
Fedai hançerini çekerek derhal kendini öldürüverdi. Diğer birine· de:
«Kendini kaleden aşağı at.» derdemez bir fedai de kendisini kaleden aşağı atarak parça parça oldu. Hasan Sabbah memura dönerek:
«Bir işaretle canını feda edecek yirmi bin adamım var.
Sultanımıza cevabım budur.»
Memur geri dönerek gördüklerini Melikşaha anlattı. Artık Hasan Sabbah başa çıkılmaz bir hal almıştı.
Selçuk veziri Nizam-ül-Mülk, Hasan Sabbahın vücudunu ortadan kaldırmak için bir ordu hazırladı. Bu ordu Alamut kalesini kuşattı. Fakat kale alınamadı. Melikşah, Hasan Sabbah'a bir mektup gönderdi. Bu mektupta:
«Hasan Sabbah duyduğuma göre, sen yeni bir din ve millet çıkarmışsın, bu suretle insanları aldatıyormuşsun. Padişaha karşı isyan niyetindesin. Cahil dağlılar vastasiyle istediğin adamı öldürtüyormuşsun. Bu yanlış yolu bırakıp müslüman olmak gerekir. Yoksa üzerine gönderilmek üzere bir ordum hazırdır. Kendine ve adamlarına acıyorsan gel teslim ol. Yoksa Alamut'u yerle bir ederim.»
Hasan Sabbah Melikşah'a uzun bir cevap verdi. Bazı parçaları şunlardır
«Alamut kalesinde oturan evladına şöyle dersiniz ... Yani bir din ve millet çıkarmışsın buyuruyorsunuz. Ben ki Hasanım .. Yeni bir din ve millet çıkarmak mı? Allah esirgesin. Benim dinim, Dini İslamdır. Benim dünyaya karşı hırsım yoktur. Ben Abbasi Halifelerine düşmanım. Çünkü onlar (Ebu Müslimi Horasani)yi öldürmüşlerdi. Cahil dağlıları aldatıp, insanları öldürüyormuşsun diyorsunuz. Bir kimseyi aldatıp böyle işler yapmak ne mümkündür. Bu kayabaşı hakkındaki söze gelelim. Alamut kalesinin burçları göğün· burçlarında olsa dahi yere indiririm buyuruyorsunuz. Burada oturanların bu kaleyi uzun müddet ellerinden çıkarmıyacaklarına imanları vardır. Bana bu iftiraları yapan veziriniz Nizam-ül-Mülk'tür. Tanrıdan niyazım şudur ki: Sultan ve devlet büyüklerinin doğru yola gelmeleridir. Başa iyi bir insan gelirse, fenalıkları tanrı kulları üzerinden kalkacaktır. diye yazmıştır. Bu mektuplaşmadan sonra Melikşah öldü. Yerine (Börkyaruk) geçti. Bu devirde kardeş kavgaları başladı. Selçuklular zayıfladılar. Artık meydan Hasan Sabbaha kaldı. Börkyaruk'ta öldü. Yerine (Sultan Mehmet Tapan) geçti. Bu hükümdar batınilerin üzerine (Anuştekin) adlı bir komutanı gönderdi. Kaleyi kuşattı. Sultan Mehmet de ölünce yerine (Sultan Sancar) geçti. Bu da (Boz-kuş) adında bir komutanı Alamut'a gönderdi. Hasan Sabbah saraya bir kadın fedai gönderdi. Bu kadın Sancar'ın yastığına bir hançer sapladı. Bir de bir yazı bıraktı. Şunlar yazılı idi: “Bu hançer buraya saplandığı gibi daha yumuşak olan göğsünüze de saplanabilir.” Sancar korkarak mücadeleden vazgeçti. Nihayet Hasan Sabbah 1134 tarihinde öldü. Selçuklular da bu adamdan kurtuldu.
ANADOLU'NUN TÜRKLEŞTİRİLMESİ
Alpaslan zamanında Anadolunun doğusunu Türkmenler işgal etmişlerdi. Melikşah tahta çıktığı ilk yıllarda Türkmen boy ve urukları Selçuk şehzadelerinden Kutalmış Oğulları ve başbuğlardan (Tutuk) ve (Artuk) olduğu halde Kızılırmağı geçerek Orta Anadoluya yerleşmeğe başladılar. Bunun üzerine Bizans İmparatoru (Mihail Dukas) komutanlarından (İsak Kommenas) ile bir ordu gönderdi. Selçuk kuvvetleri Bizanslılarla Kayseride çarpışarak zafer kazandı. Kumandanları İsak da esir düştü. Kutalmış oğulları birçok yerleri fethettiler. Bu yerler kendilerine verildi. Bunlar (Mansur, Süleyman, Alp, Yuluk, Dolat) adlı beş kardeştiler. Bunlardan başka Melikşah'ın emriyle Afşin, Dilmaç oğlu Mehmet, Artuk, Tarank oğlu Tutuk, Dardanoğlu fetholunmayan yerleri işgal ediyorlardı. Türkler Sakaryayı geçmişlerdi. Türkler Ankara, Bolu, Eskişehir dolayları ile, güneyde Antakya'yı da ellerine geçirdiler. Yeşilırmak havzasını (Emir Artuk), Erzincan taraflarını (Emir Mengücük), Erzurumu da (Emir Abdülkasım) zapt etmişti. Ege bölgesini de (Melik Mansur) fethetmeğe muvaffak olmuştu. ( 1074)
Suriye'yi fetheden komutan da. (Urak oğlu Atsız) ile (Şökli) idi. Halep 1076 da alındı. Artuk Bey Basra taraflarının fethine giderek Karmati denilen asilerle savaştı. Komutanlardan (Emir Danişmend) Niksar, Tokat, Sivas, Elbistan şehirlerini fethetmiştir. Yine bu yöreyi fethedenler (Turan, Çavuldur, Çaka, Karatekin) adlı komutanlar kahramanlıklar göstermişlerdi. (Gümüştekin) de Urfa ve Nizip'i almıştır. ( 1077 ) 1079 yılında Türkler Akdeniz ve Ege Denizine kadar yerleri istila etmişlerdir. 1080 tarihinde İznik şehrini zapdederek Marmara Havzasını ellerine geçirdiler. Artık Türkler İstanbul'a yaklaşmışlardı.
Alpaslan'ın 1071 Malazgirt savaşıyla başlayan Anadolunun fethi 1080 de tamamlanmıştı. Ön Asya'dan olan Anadoluya (Küçük Asya) adı verilmişti. Geniş bir kıtanın bütün fiziki karakterini taşımaktadır. Anadolu'da yedi iklim hüküm sürmektedir. Bu vasıf hiç bir memlekette yoktur. Çevresini Karadeniz, Marmara, Ege Denizi ve Akdeniz sarmıştır. Üzerinde ulu dağlar, geniş ormanlar, göller ve büyük küçük nehirler vardır. Yer altı ve yer üstü servetleri ise eşsizdir. Ovalar, vadiler ve yaylaları pek boldur. Anadolu'nun yüz ölçümü 77.689.000 hektardır.
Yeryüzünün bir cenneti olan Anadolu fetholunca Sultan Melikşah ve veziri Nizam-ül-Mülk, Türk elinde ve Horasanda bulunan Türk oymaklarını oba oba alarak Anadolu'nun bütün bölgelerine yerleştirdi. Çiftçiler ovalara, tüccar ve esnaf şehirlere, sürü sahibi Türkmenler de yaylak ve kışlaklara yerleştirildi. Anadolu'ya büyük bir göç başlamış oldu. Anadolu bir Türkmenistan haline getirildi. Oymaklar, birbiriyle kavga etmemeleri için ayrı ayrı yerlere yerleştirildi. Anadolu'yu dolduran Türkmenler köylerine kendi boy adlarını koymuşlardır. Bunlar Hala bu adla yaşamaktadırlar.
Anadolu'ya on birinci yüzyılda en kalabalık Türkmen Oğuz kabileleri gelerek yerleşmiş, Anadolu'yu Türkleştirmişlerdir. Bu göç dünya göçlerinin sonuç olarak en önemlisi olmuştur. İkinci olarak Türkmenlerin büyük kütlelerle Anadolu'ya gelişleri on ikinci yüzyılda Haçlı seferleri sırasında olmuştur. Selçuk Sultanları, Horasandan Türkmenleri göndermiştir. Bunlar Anadolu Selçuklu Sultanlığı hizmetine girmişlerdi. Üçüncü göçte Moğol istilası önünden kaçarak Anadolu'ya gelenler olmuştur. Bu göç on üçüncü yüzyılda olmuştur. Bu devirde çok miktarda Türkmen oymakları Anadolu'ya gelmiştir. Harzemşahlar Devletini Cengiz Han yıkınca, Harzemşah'lı Türkmenlerin pek çoğu Anadolu'ya gelmişlerdi. Bir kısım Kıpçaklar da deniz yolu ile Anadolu'ya göç etmişlerdi. On dördüncü yüzyılda Rumeline Türkmen oymakları geçmişlerdi. Onbeşinci yüzyılda Timurlenk istilasıyla da Türklerin bir kısmı Rumeline göç etmişlerdi. Diğer yüzyıllar İran'dan bir kısım Türkler Anadoluya gelmişlerdir. On dokuzuncu yüzyılda Rusların Kafkasya'yı istilası üzerine birçok Türkler, Çerkez ve Güretiler'le de Anadolu'ya gelip yerleşmişlerdir. Anadolu'nun kuzey taraflarına Bozokların on iki boyları, Güney Anadoluya ise Üç Okların on iki boyları gelerek yerleşmişlerdir. Anadolu'yu 24 Oğuz boyları işgal etmişlerdir. En fazla Kınık, Bayındır, Kayı, Afşarlar; ikinci derecede ise Salur, Bayat, Çepni, Iğdır, Döğerler, üçüncü derecede Yuvalar gelmişlerdir. İlk çoğunluk Kızılırmak ve Sakarya yöresine yerleşmiştir. Bunlardan en fazla Kınıklar görülmektedir. Ayrıca Anadolu'ya Türklerden, Karluklar, Çiğiller, Kalaçlar, Uygurlar, Ağaçeri oymakları da gelmiştir. Bu Türkmenler içinde Göçerevli aşiretler muhtelif adlarla Anadolu'da dolaşmışlardır.
Melikşah zamanında Anadolu'ya ilk kafile olarak 100.000 kişi asker olarak gelip yerleşmiştir. Ayrıca Melikşah Kutalmış oğlu Süleyman ile 80.000 Türkmen eri göndermiş, bunlar da Anadolu'da kalmışlardır. Bu kuvvetlerin sayısı 200.000 e çıkmıştır. Melikşah'ın ordusunun sayısı ise 400.000 atlı idi. Anadolu'daki askerlerin sayısı da 150.000 kişi idi. Askerler Anadolu'ya gelirken davarları ile beraber aileleri de göç etmekte idi. Anadolu'ya ilk gelen Türkmenlerin sayısı bir milyonu geçmiştir. Bundan sonra da göçler devam etmiştir.
Askerlik eden gaziler Şehirlerin kalelerine ve kışlalara yerleşmişlerdir. Çiftçiler ise ovalara yerleşip ekici olmuşlardır. Tüccar ve sanatkarlar da şehirlere yerleştiler.
Roma medeniyetinin etkisi altında bulunan Anadoludaki kavimler, Türkler idaresinin adaleti; Türk kültürünün kuvveti karşısında bu kültürü zamanla kabul ettiler. Türk fatihlerine düşman olmadılar. Müslüman Türklerle kardeşçe yaşadılar. Esasen orta doğu Anadoluda hıristiyanların sayıları pek azdı. Anadolu köylerinin çoğunu Türkler kurdular. Türk dili Anadoluda yaygın bir hal almıştır. Yerli diller unutulmuştu. Türkler ve Müslümanlık Anadolu'ya yerleşmiştir. Selçuklular; Hıristiyanları dinlerinde ve geleneklerinde serbest bırakmışlardır. Bilhassa Melikşah Hıristiyanları korumuştur. Hiç bir Hıristiyan öldürtülmemiş, hepsi korunmuştur. Melikşah zamanında bütün Türk ülkesi en mutlu günlerini yaşamıştır, Türk medeniyette yüksek bir devre girmiştir:
Anadolunun yer adları, dağ nehir adları, köy adları Türkçe adlarla adlandırılmıştır.
İbadethaneler, türbeler, imarethaneler, kervansaraylar kurulmuş, Türk medeniyeti her tarafta yayılmıştır. Melikşah zamanında Anadolu'da 70 şehir yeniden imar edilmiş, bütün Şehirlerde minareleri bulunan Camiiler yaptırılmıştır. Anadolu bir İslam diyarı haline getirilmiştir.
Anadolu'da birlik sağlanmıştır. Anadolunun birliğini yalnız Türkler kurmuştur. Diğer istilacılar, Anadoluyu vatan yapamamışlar, bir koloni hayatı yaşamışlar, yerli halkı sömürmüşlerdir.
Anadolu'yu tüm olarak vatan yapan Türklerdir. Anadolu bu şekilde Türkleştirilmiştir. Anadolu'nun Türkleştirilmesi dünya tarihinin en önemli olaylarından biri olmuştur. Anadolunun fethi olayı İnsanlık tarihinin akışını değiştirmiştir. Türkler, Doğu Roma İmparatorluğunun varisi olmuştu.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu yıkılınca Anadolu'da (Anadolu Selçuklu Sultanlığı) kuruldu. Türkmenler kültürle medeni ve sosyal hayatlarını devam ettirdiler. Anadolu sonsuz olarak Türk'ün öz yurdu olmuştur.
SELÇUKLU İMPARATORLUĞU TARİHİ
Yazan: Enver Behnan ŞAPOLYO
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder