9 Mart 2023 Perşembe

ÇİN'DEKİ DİNLER

 


Kinizm - Konfuçyanizm - Taoizm - Çin Budizmi



Çin' deki dinsel yaşamın başlangıç noktasına ilkel bir dini koymak gerekir; bu din Animizm'in öteki biçimlerine yakın olmakla birlikte Çinlilere özgüdür ve bu nedenle Kinizm diye adlandırılması ileri sürülmüştür.


Konfüçyüs'ün dini olan Konfüçyanizm, Kinizmin yavaş yavaş düzene sokulup arıtılması olarak ortaya çıkmaktadır.


Lao -Tseu'nun dini olan Taoizm asıl biçiminde Kinizm ile Konfüçyanizmin kimi eğilimleriyle çelişki halindedir.


Kinizm'i tanıma olanağını veren metinler özellikle, adına Kingler denen beş dinsel kitaptır ve bunların en eski bölümleri Konfüçyüs' ten çok önce, buna göre de M.Ö. VI. yüzyıldan kalmadır, fakat bunlar Konfüçyüs ve onun haleflerince elden geçirilmiştir.


Çinlilerin ilkel Animizmi, insanların yaşayışlarına karışan çok sayıda bir takım ruhların varlığını kabul etmektedir. En önde de ataların ruhları bulunmaktadır. Atalara tapınış Çinlilerin en eski dinidir.


Uzun süre, kendilerine böyle saygı gösterilen ilk ataların, baba tarafının ataları oldukları sanılmıştı. Fakat bugün, M.O. bin yıldan daha önceki eski Çin toplumunda ilk tapınışın, ana tarafının "ata"larına yapıldığı bilinmektedir. Bez dokuyan kadınların o zamanlarda büyük bir toplumsal önemleri vardı. Ev, kadının malıydı; koca, her şeyden önce, bir damattı. Yalnız ana tarafının "ata" Iarına ait ruhların başka kalıplara geçtiklerine inanılırdı.


Sonraları, demircilik yapan erkekler dokumacılık yapan kadınlara baskın çıkınca ve genel olarak da erkekler kadınlardan üstün olunca, temel tapınış, baba tarafının atalarına yapılan tapınış haline geldi. Atalar Mihrabı'nın üzerine yerleştirilen tabletlerde onların anıları anılmaktaydı. Bütün güç koşullarda onlara başvuruluyor, onlardan yardım isteniyordu; tüm neşeli toplantılarda da yine onlar anılıyordu. Ailenin en yaşlı üyesi onlara armağanlar sunuyordu: Bu eski dinde ne rahipler, ne de aile dışında yapılan törenler vardır. Hayattakilerin tüm yaşamını yöneten, etmesi gerekenler, atalardır. Bir insan başarılı bir iş yaptı mı, torunlarına değil de, atalarına soyluluk verilir.


Kinizm toprağın, suların, dağların, ormanların ruhları bulunduğunu da kabul etmektedir.


Kadınların üstünlükte oldukları eski çağlarda, kadın tarafının "ata"larına tapınışın yanıbaşında Toprak Ana da takdis edilirdi. Kadının malı olan evin içinde, erkekle birleşme yerde, ya da yerle temas halinde olan bir hasır üzerinde olup bitiyordu; Toprak- Ana dölleyici eylemini yapıyor, bunun üzerine de ana tarafının "ata" ları başka bir bedene giriyorlardı.


Kinizm'in kutsal yerleri vardı ki, evliliğe hazırlanan gençler buralarda şenlikler düzenliyorlardı. İlkbaharda, kış çalışmaları sona erince genç kızlar erkeklere karşı bir eğilim duyuyorlardı. Nişanlanmaların zamanı gelmişti artık. Güzün, yaz çalışmalarından sonra da delikanlılar genç kızlara karşı · bir eğilim duyuyorlardı: Bunun üzerine de çift, evleniyordu.


Gök'e tapınma gelişmeye başlayınca toprağın önemi azalmaya başladı. Toprak kadındı, Gök ise erkekti. Hükümdar bir takım dinsel yöntemleri Gök Tapınağı'nda yerine getirir, kendine Gök'ün oğlu adını verir, böylelikle emir vermeye, buyurmaya olan yetkisini haklı göstermiş olur. "Evrensel Düzenleyici" olmakla da ayrıca övünür.

Kimi metinlerde bir Gök Hakimi'nden, Yukarısının Hükümdarı'ndan (Çang-Ti) sözedilmektedir. Kimileri bunda kişisel bir tanrı görmüşlerdir. Granet bunun yerinde olmadığını kanıtlamaktadır. Bu yazarın "Çin Düşüncesi" adlı yapıtında da belirttiği gibi, "politik mitologyanın ustalıklı bir buluşu olan Yukarısı Hükümdarı, ancak edebi bir varlığa sahiptir." Aynı yazara göre zaten tanrı düşüncesinin yokluğu, Çin törelerinin en belirli niteliklerinden biridir.


Kişisel bir tanrının araya girmesi olmaksızın da ruhların ve gök'ün çalışkanlığı, iyiliği ödüllendirmek ve kötülüğü çezalandırmak bakımından anlaşma halindedir; bu da özellikle elverişli ya da elverişsiz olan, doğa olayları yoluyla olup biter. Doğal ürünlerin bolluğu, hükümdarın dinsel yöntemleri hakkıyla yerine getirdiğini gösterir; ozanlar haklı olarak kendisini överler. Tersine olarak, doğanın düzeninin bozulması demek, Devletin düzeninin de bozulmuş olması demektir. Böylece doğal yasalar ahlaksal ve toplumsal yasalarla içiçedir. Yine Granet'nin dediği gibi bir, "ritüalist ve lirik bir insani­ çincilik (anthropocentrisme)"dir.


Demek oluyor ki evrende bir düzen ilkesi vardır ki bunun adına Tao denir. Granet'ye göre: "Tao'nun tüm görüşlerinin temelinde Düzen, Topyekünlük, Sorumluluk, Etkinlik kavramlarına rastlanır. Tao, gerçekleşmelerin tümü demek olan Topyekün Düzen'in ifadesidir."


Granet haklı olarak, Tao düşüncesiyle Mana düşüncesini birbirine yakın görmektedir.


Evrende, insanlar da dahil tüm varlıkları birbirlerine sıkı sıkıya yaklaştıran temel birliğe karşın, Çin düşünce biçimi iki ilke arasında, yang ile yin arasında derin bir ayrılık gözetmektedir. Yang "eril" ilke, yin "dişil" ilkedir. Bu ayrılık toplumsal düzende açıkça ortaya çıkmaktadır. Çünkü ayrılığın temeli cinslerin karşıtlığı ve birleşmesidir: "Yang ile yin içkilerini karıştırdılar mı on bin varlık ortaya çıkıverir, Kimi formüller de ilkel şenliklerin formüllerini canlandırmaktadır. "Yang çağırdı mı yin yanıt verir."

Bu ayrılık yalnız insanların ya da canlıların dünyasında uygulanmaz; tüm doğayı da kapsar. Yang dışarısıdır, sıcaklıktır, güneştir, güneşli bir yamaçtır, yazdır. Yin içersidir, soğukluktur, nemliliktir, gölgelik bir yamaçtır, kıştır.

Evrensel düzen, eril ilke ile dişil ilkenin birleşmesi sayesinde sağlanır: "Bir kez yin, bir kez yang, Tao işte budur."

Kinizmle keşfedilen en derin felsefi kavrayış bundan ibarettir.

Kinizm'in geleneklerinin bir bölümüne, kurallaşmış ve arıtılmış olarak, Konfüçyanizm'de de raslanır ve bu, Konfüçyüs'ün da felsefesidir.

Konfüçyüs(yani Kong Fu Tseu yada KongTseu) M.Ö.VI. yüzyılın sonunda Şantung eyaletinde yaşadı. Küçük yaşta öksüz kaldı ve sırasıyla valilik, mühendislik, bakanlık ve prens Lu'nun danışmanlığını yaptı. Fakat o asıl, eski geleneklerden çıkarılma ahlak düşüncelerini yayma amacını güden bir takım kitaplar yazdı. Bir de okul kurdu ki, bunun üyeleri kendisine çok bağlıydılar.

Konfüçyüs daha önceki kutsal kitaplardan kimilerini de yayınladı. Kendi başlıca yapıtı, yurdu hakkında yazmış olduğu bir "vekayiname"dir. Ayrıca İlkbaharla Güz, adlı bir yapıtı da vardır.

Konfüçyüs'ün tarihselliğine karşı çıkan olmamıştır.


Konfüçyüs'ün öğretisi insandaki akıla hitabeder. Bu öğretide hiçbir gizemcilik, doğaüstü kudretlere hiçbir çağrı yoktur. Ölümünden az önce müritlerinden birisi dua etme önerisinde bulunur. Üstad, şu yanıtı verir: "Benim duam, yaşamımdır.

Konfüçyanizm her türlü mefafiziğe karşı çıkar. Konfüçyüs mantığının büyük ilkesi şudur: "İnsan bildiği şeyi bildiğini bilmeli; bilmediği şeyi bilmediğini de bilmelidir; gerçek bilgi işte budur." insan, öbür dünya üzerinde hiçbir şey bilmediğini bilmektedir: "Sen zaten yaşam hakkında hiçbir şey bilmiyorsun; ölüm hakkında ne bilebilirsin ki?."Sonra,ölülerin gerçekten yaşamayı sürdürüp sürdürmeyecekleri gibi sorunları çözmemek daha iyidir.Ölülerin öbür dünyada yaşamadıkları kesin olarak bilinirse, kimi nankör evlatlar onlara saygı göstermezler. Ölülerin öbür dünyada yaşadıkları kesinse, bu kez de sevgiyle dolu evlatlar onlara kavuşmak için canlarına kıymaya kalkarlar.  En iyisi, gerçekten hiçbir şey bilmememektir._Konfüçyanizm, bir olgu (pozitivizm) dur: Konfüçyüs sadece insanla ve insani nesnelerle uğraşmıştır. Kendisine haklı olarak "Çin Sokrates'i" denmiştir. Konfüçyüs her türlü gizemciliğin dışında olarak: insanı muhakeme etmeye ve meramını iyi ifade etmeye yönelten bir mantık, iyi yaşamaya yönelten bir ahlak kurma amacını gütmüştür. Konuşmanın, örf ve adetlerin bir disiplinini kurmak istemektedir.

Onun fikrince iyi bir düzen, düzgün bir konuşma tarzına bağlıdır. Onun için tanımlamaları doğru düzgün hale sokmak gerekir. "Nankör evlat, gerçek evlat değildir; sadakatsiz evli kadın, gerçek eş değildir. Bunlar tanımlamalar üzerinde aldanmışlardır. "Babaysan baba ol! Evlatsan evlat ol! Prenssen prens ol!"


Konfüçyüs'ün tümüyle insani olan ahlakı, eski geleneklerin içinden herkes için kabule değer olan canlı ögeleri de bulup çıkarmaktadır. Granet'nin dediği gibi bu ahlak "disiplinli insanlar arasındaki dostça temaslardan doğan bir yaşama sanatıdır."Burada da Sokrates'le bir karşılaştırma yapmak gerekiyor. Konfüçyüs kendini öğütçüsü ve yayımcısı saydığı antik anlamdaki bilgeliğe, kendi dehasına göre biçim vermiştir.


İyicil insan bir bilgedir, okuyup öğrenerek yetişir. Konfüçyüs'e göre, "insanlar arasındaki ayrımlar bunların doğal bünye ve mizaçlarından çok, edindikleri kültürden ileri gelir. Tek değişmeyenler, birinci sınıf bilgelerle en aptal kimselerdir." Kişinin gelişmesinin özel bir önemi vardır. İnsan her türlü boş şeylerle uğraşmaktan, maddi çıkarlar peşinde miskince koşmaktan uzak durmalıdır. Namuslu insan ancak kendi kendini geçmeye uğraşır. Kötü giyinmiş, karnını iyice doyuramamış olmaktan utanmaz. Yaşamak için para kazanmak gerekir ama, para kazanmak için yaşamamak gerekir.


Ahlakın birinci kuralı atalara saygı göstermektir, insan onların minnet dolu anısını korumalı, ve onlara, geleneklere uygun biçimde saygı göstermelidir. Ataların temsilcileri olan ana-baba, yaşadıkları sürece, çocuklarından ve torunlarından tam bir itaat, sınırsız bir sevgi görmelidirler. Çocuklar da ana- babalarının kendilerine göstermiş oldukları sevecenliğin niteliğini iyice bilmelidirler. Konfüçyüs diyor ki: "Çocuklarının hastalıklarından gerçek üzüntü duyanlar, yalnız analarla babalarıdır."


En büyük ödev, evladın ana-babasına karşı göstereceği sevgidir. Konfüçyüs okulunun göklere çıkardığı kimi ana-baba sevgisi örnekleri vardır: Örneğin, teni çok duyarlı olan bir delikanlı, ana-­ babası rahat uyusun diye cibinliksiz yatar ve böylece evdeki tüm sivrisineklerin kendisi üzerine üşüşmelerini sağlar; yaşlı bir adam vardır, anasıyla babası sağ ve yüz yaşındadırlar, böylesine yaşlı oldukları için üzülüp dururlar, bunun üzerine yaşlı kişi, çocuk urbaları giyer ve bu denli küçük çocukları olduğuna göre sandıkları kadar yaşlı olmadıkları gibi bir düşünceyi onlara kanıtlamak ister; bir Mandarinin çok güzel bir kızı vardır, babasına hükümdar için çok mükemmel bir çan döktürmesi emredilmiştir: Mandarin çanı iki kez döktürür ama, bunlar mükemmel değildir, bunun üzerine hükümdar Mandarine: "Üçüncü çan mükemmel olmazsa seni öldürtürüm," diye haber yollar; o sırada güzel kız, erime halindeki madene insan eti karıştırmak gerektiğini bir falcıdan öğrenir ve kaldırdığı gibi kendini kızgın ateş halindeki erimiş madenin içine atar.


Küçüğün büyüğüne, karının kocasına, uyruğun hükümdarına karşı olan ödevi gibi tüm öteki ödevler de evladın ana-babaya karşı beslemesi gereken sevgiye göre yerine getirilir.

Uyruk bir evlat gibi davranıyorsa, hükümdar da baba gibi davranmak zorundadır. Ulusuna huzur, rahatlık, bilgi sağlaması gerekir. Konfüçyüs'ün ahlakı kesin olarak barışçıdır.  


Sadık bir dost olmak gerekir: Evladın ana-babaya beslediği sevgiden farklı olarak dostluk, bir eşitlik ilişkisidir. Dostların seçilmesi kadar önemli hiçbir şey yoktur.


Son olarak tüm insanların birbirleri arasında iyi geçinmelerinin sağlanması gerekir. Bu, ilkin adaletle sağlanır. "iyiliğe iyilikle, adaletsizliğe adaletle karşılık vermek gerekir." Size yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkalarına kesinlikle yapmamanız gerekir. "Kendinizden yüksek olanlarda hoş görmediğiniz şeyi, kendinizden aşağı olanlara yapmayınız; kendinizde naşağı olanlarda hoşgörmediğiniz şeyi de kendinizden yüksek olanlara yapmayınız," vb.


Sonra namuslu bir insanın soydaşlarını sevmesi gerekir. Böyle bir insan, "herkese karşı eşit bir iyicillik," evrensel bir iyicillik duygusu beslemelidir. Bu duyguyu da nezaket dolu bir terbiye ile açığa vurmalıdır.


İşte Konfüçyüs'ün öğütlediği -aslında kolay ve bir bakıma da doğal olan- erdem budur. Bu öğretiye en uygun gelecek olan hümanizm'dir.


Pekin'deki görkemli ve ciddi yüzlü bir Konfüçyüs tapınağı, "on bin kuşağın üstadı ve örneği" olan bu büyük insanın anısını sonsuzlaştırmış bulunmaktadır.

M.Ö. IV. yüzyılın sonu ile III. yüzyılın başında Konfüçyüs'ün en ünlü müritlerinden biri, Mençyus (Men Tseu) olmuştur.


Ona göre, hükümeti yönetmenin ilkesi, iyicillik olmalıdır. Halk tabakasından kimselere güvenilir geçim araçları sağlayarak, onların "yüreklerini soylu kılmak" gerekir.


Mençyus Devletin bireysel mülkiyetle vergiyi kaldırmasını, zaman zaman toprağı herkes arasında pay etmesini, uyruklardan ancak bir ondalık ya da angaryalar istemesini ileri sürmektedir.

Mençyus en çok hükümdarın barışı korumak bakımından olan ödevi üzerinde ısrarla durmaktadır. Kralın oğlu'Mençyus'a sorar: "İmparatorluğu sağlamlaştırmak için ne yapmalı?" Mençyus şu karşılığı verir:


"İmparatorluğa birlik sayesinde istikrar verilir. İnsanları öldürmekten zevk duymayan kimse, imparatorluğa bu birliği verebilir. Şimdiyse tüm bu büyük İmparatorlukta kendilerini insanların çobanları ilan edenler arasındaki bir teki yoktur ki adam öldürtmekten hoşlanmasın. Bunlar arasında adam öldürtmekten hoşlanmayan bir tek tanesi bulunsaydı, o zaman imparatorluğun bütün halkı kollarını ona doğru uzatacak ve umutlarını ancak onda bulacaktı."


Gelenekçi Kinizm'le bunun sistemleşmiş ve arıtılmış bir biçmi olan Konfüçyanizmin karşısında Taoizm vardır.

Nükteden hoşlanan çağdaş bir Çinlinin, Lin-Yu-Tang'ın yazdığına göre Konfüçyüs'ün disiplini saçları dağınık olarak gezmekten hoşlanan bireysellikçilerin hoşuna gitmemiştir. Nasıl ki Upanişadlar Veda'nın, Rousseau Voltaire'in, romantikler klasiklerin karşıtlarıysa, Taoizm de Konfüçyanizmin karşıtıdır.

Söylentiye göreTaoizm, M.Ö. VI. yüzyılda yaşamış olan büyük bir düşünürün, Lao-Treu (Bilge Yaşlı) nın felsefesidir. Anlatıldığına göre kendisi, Konfüçyüs'ten biraz önce doğmuştur, efsaneye göre onunla ilişki kurmuş ve Batıya gitmek üzere Çin'den ayrılmıştır. Lao Tseu hakkında tarihsel bakımdan kesin olarak hiçbir şey bilinmemektedir.

Ondan sonra da öğretinin büyük temsilcisinin, M.Ö. IV. yüzyıla doğru, Çung Tseu olduğu söylenmektedir.

Kesin olan şudur ki, Taoizmin başlıca metni Çuang Tseu adıyla gösterilen yapıttır.

Taoizm üzerinde pek az bilgi vardır. Bununla birlikte Taoizmin halk arasında yaygın bir din haline gelmeden önce derin bir metafizik olduğu yadsınmaz bir olay gibi görünmektedir.

Tao, dünyanın düzeni'dir, tüm olayların kendisinden çıktığı sonsuz özdür. (Ayrıca Tao, yol, iz, mevsim de demektir). Birlik, çokluğa üstündür. Dünya varolanla yani yang'la varolmayanın yani yin'in bileşmesinden oluşmuştur. Olaylar sadece dış görünüşlerden ibarettir. Ve her şey görecelidir. ÇuangTseu bir kelebek olduğunu düşler; acaba o, Çuang Tseu olduğunu düşleyen bir kelebek değil midir?


Çuang Tseu suda oynaşan balıkları görünce: "İşte balıkların eğlencesi!" der. Karşısındaki ise buna şöyle karşı gelir: "Sen balık değilsin ki balığın neyle eğlendiğini bilesin!" Çuang Tseu da şöyle der: "Sen de ben değilsin, benim balıkların neyle eğlendiklerini bilmediğimi nerden biliyorsun?" Eskiden Varoluş'un birliği içinde başka varlıklarla kaynaşmış olduğumuza göre, bu varlıkları da anlayabiliriz belki.


Bu birliği yine bulmak için okumaktan, ortak yaşayıştan vazgeçmek, "zekayı kusmak", sezi'yle hareket etmek, dağılınacak yerde toplanmak, yalınlaşmak gereklidir. Hiçbir şeye aldırmamak gereklidir. Granet'nin yazdığı gibi: "Sırf yaşamak için yaşamak gibi yalın ve neşeli bir sanatı çocuklardan, hayvanlardan, bitkilerden öğrenmek gerekir." İnsan her şeye gülümseyen, amaçsız olarak gidip gelen bir bebek gibi olmalıdır; yeni doğmuş bir buzağıya, hatta daha iyisi suya benzemeye çalışmalıdır. Çünkü su her biçime girer, her şeye kucağını açar, her şeyi yansıtır.

Dans ve sarhoşlukla insan, vecde erişebilir.

Başlıca üç erdem şunlardır: Tutumlu olmak, yalın bir yaşam sürmek; sonra alçak gönüllü, gösterişsiz olmak: Kendinden iz bırakan hiç kimse, gerçekten büyük değildir ve merhametli olmak: İnsan kendisine kötülük edenlere bile iyilik yapmalıdır.


Politika insanlara Tao'yu araştırmalarına olanak veren, sakin bir yaşam sağlamalıdır. Konfüçyanizm'den böylesine başka olan Taoizm savaşı mahkum etmek bakımından onunla birleşmektedir.

Taoizm'de belki de, Tao'ya erişen bilge insanın sonsuzluğa kavuştuğu, dolayısıyla ölümden bağışık kaldığı gibi bir düşüncede vardır.


Kesin olan şu ki "Taoist doğacılık" yiyeceğe, beslenmeye, soluk almaya ve cinsel işlere ilişkin belirli sayıda bir takım usulleri içine alan sağlığı koruma yöntemleriyle ölümü geciktirme amacını gütmekteydi. Bunlar, kimi zaman oruç tutmak, kimi zaman da bol bol yiyip içmek, tüm bedeniyle soluk almak, kızoğlankızlar arasında ya da bunlardan birinin üzerinde "rengi değişmeksizin" yatmak vb. gibi şeylerdi.

Bu sonuncu düşünceler yüksek bir felsefeden halkın tuttuğu bir dine geçişin nasıl olduğunu anlamaya olanak vermektedirler. Bu din, her şeyden önce, ölümü geciktirmek amacını gütmektedir. Eski çağ üstatlarının metafizik kurgularının yerini bir uzun yaşama iksiri araştırmak, kahinlik, büyücülük, geomancie (yani yere bir avuç toprak atarak ona bakıp evler ve özellikle ataların mezarları için en uygun yeri seçmek üzere yapılan falcılık) gibi şeyler almıştır.


Taoist mezhep, birkaç yüzyıl sonra, Budizm'in kendisine verdiği örneğe uyarak, Kilise halinde örgütlenmiştir:

Hristiyanlık çağının başlangıcında Mahayana Budizmi deniz ya da Orta Asya'nın kervan yollarıyla Çin'e girdi.

Gerçekte hacılar ve Hindu terimlerini Çince anlatmak bakımından çok güçlük çeken çeviriler yüzünden Mahayana Budizmi biçim değiştirdi. Bunlar yani çevirmenler Taoist söz dağarcığından yararlandılar. Bazen karma düşüncesini atalara tapınışa uyguladılar, çünkü iki öğreti de insanı geçmişe doğru yöneltmekteydi.


Budizmin kimi Çin çevrelerine yeni bir acıma zihniyetini sokmak gibi bir değeri vardır. Halkın en çok tuttuğu Bodhisatva (geleceğin Buda'sı) lardan birisi de Avalokitesvara'dır ki bu, prenses Kuanin kılığına sokularak kadınlaştırılmıştır. Çok güzel ve çok iyi yürekli olan bu prenses geçici Budist cehennemlerinde acı çekmekte olan cehennemliklere özellikle acımaktaydı: Günün birinde de cehenneme inmeyi başardı. Fakat o öyle güzel, öyle iyi yürekliydi ki, bir işkence yeri olan Cehennem, bir zevk ve eğlence yeri haline geldi. Cehennemin asıl görevini değiştirmemesi için de güzel ve iyi yürekli prensesi oradan kovmak gerekti.


Çinliler çok dindar bir ulus değillerdir. Bunlardan biraz da şakacı olan birisi, Lin Yu Tang son zamanlarda şunları yazmaktaydı: "Bizim dünyada, ciddiye alacağımız bir şey varsa o da din ya da bilgi değil, iyi yiyip içmektir."

Bu gibi sorunlara derin bir ilgi duymadıklarından, Çinliler pek hoşgörür insanlardır. İçlerinden çoğu, daha önce incelemiş olduğumuz üç öğretiyi birbirine karıştıran bir dine bağlıdır. Bunlar Konfüçyüs ahlakına bağlı kalmakla birlikte, Taoist rahiplerinden büyü bozma işlemleri, Budist keşişlerden de ölüler için ayinler yapmalarını isteyebilirler.


Çin Sitesi'ne biçim veren bu yüksek uygarlığın içine kendi ruhuyla işleyen, özellikle Konfüçyanizm olmuştur. Gelenekçi Çin toplumunda okumuş insanlar hep en büyük rolü oynamışlardır; ana tapınış ise hep atalara tapınış olagelmiştir.

Bu tapınış XX. yüzyıla değin Çin'in hareketsiz kalmasına, gözlerini özellikle geçmişe doğru çevirmesine neden olmuştur.

Zekanın o denli yaygın olmasına ve bir takım bireysel buluşlara karşın bilimin Çin'de yayılamamasının nedeni, ataların bilmedikleri buluşlara hiçbir önem verilmeyişindendi.

Bununla birlikte atalara tapınışta doğru ve derin bir düşünce vardı ki şuydu: Biz neysek ve nemiz varsa bunların hemen hemen hepsini ölülere borçlu bulunmaktayız.

Minnet dolu bir bilgelik ve nazik bir alçakgönüllülük doğuran bu düşünce, Çin'in evrensel uygarlığa verdiği başlıca armağan olmuştur.



Felicien Challaye dinler tarihi

Çeviren: Samih Tiryakioğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak