Yahudi halkının yaşamında somutlaşan ve tarihsel anlamda sürekliliğe sahip Siyonizmin, politik ifadesini bulması hayli yenidir. Yazımızın konusu politik Siyonizmin yalnızca doğuşu olduğuna göre; hareketin başarısını çok özel koşullara ve kökenlerini ulusun yaşamından ve bin yıllık geleneklerden almasına borçlu olduğunu belirtmeliyiz. Bireysel "özgürleşme"nin sonucu olan asimilasyon ideolojilerinin gevşetmeye, yoketmeye çalıştığı ve Siyonizmin ulusal hareketlerin etkisiyle doğan antisemitizme yanıt olarak 19. yüzyılın sonunda yeniden keşfettiği tarihsel miras; İsrail Halkı'nı, İsrail Töresini ve İsrail Toprağını birleştiren bağlardır.
I.Yahudi Halkının Dağılma İçindeki Sürekliliği
İ.S. 70'de II. Tapınağın (Süleyman Mabedi) yıkılması, Yahudilerin Filistin'deki politik özerkliğinin sonunu temsil ediyorsa da bu, ne 135 yılında Masada'nın düşüşüyle sona eren Bar Kohba ayaklanmasının gösterdiği üzere, bağımsızlık arayışlarının sona ermesi, ne Yahudilerin dünyaya yayılmasının başlaması (çünkü dağılma daha İ.Ö. 588'deki Babil sürgününde başlamıştı), ne de Yahudi halkının ulusal varlığının bitmesi anlamına geliyordu.
Yahudi halkı, tarih boyunca Tanrı'yla kurulan ilişki içerisinde oluşmuştu. Kimliği; Tanrı'nın Hz. İbrahim döneminde halkıyla akdettiği ve İsrail toprağının teminatı olan anlaşmada somutlanmıştı. Bu inanç; Mısır'daki sürgünden kurtuluş, göç (exode) ve Kenan ilinin Fethi, monarşinin kurulması, I. Tapınağın yıkılışı ve Babil sürgünü, geri dönüş ve Tapınağın yeniden inşaası, Makkabe'ler isyanı ve Hasmoni hanedanın egemenliği gibi başlıca tarihsel evreler boyunca biçimlenmiştir. Ama helenistik çağdan itibaren, diasporadaki nüfus İsrail Ülkesi'ndeki nüfusu geçmeye başlayacaktı. Babil'deki tutsaklık sona erdiğinde yalnızca küçük bir azınlık geri dönecek, çoğu Mezopotamyada kalacak ve Akdeniz havzasında yayılacaktı. Büyük bir canlılığa sahip olan Yahudilik, ayrıcalıklı bir konumda bulunduğu Roma dünyasında pek çok Paganı (çok tanrılı din mensubu ç.n.) saflarına çekecekti. İsrail'in ruhani yaşamdaki merkeziliğinden haberdar olan, katılabildikleri tüm hac bayramlarında Kudüs'ü ziyaret eden ve Museviliklerini Filistin'deki fiziki varlığın dışında yaşatmak durumunda kalan diaspora Yahudileri, Tapınağın yanı sıra sinagog kültünü yaratacaklardı. Dramatik - hatta sarsıcı- bir olay olan II. Tapınağın yıkılışı bile Yahudi halkının varlığını sona erdirememişti. Bu ulusal felaket, Yahudi ileri gelenleri tarafından; Tannsal bir ceza, pişmanlık ve Tanrı'ya dönüş (yeşuva) çağrısı, halkını eski durumuna getirecek, Tapınağı yeniden kuracak ve barış dolu saltanatını sürecek Mesih bekleyişinde safları sıklaştırma gerekliliğinin belirtisi olarak yorumlanmıştı.
Roma imparatorluğunda Hıristiyanlığın zafer kazanmasıyla Yahudiliğe geçişler duracaktı. Toplu din değiştirmeler, dönemin uygar dünyasının uzak köşeleri olan Kuzey Afrika'da ya da 8-12. yüzyıllar arasında Kafkasalar'dan Volga'ya dek uzanan Hazarlar'da gerçekleşebilecekti. Bundan böyle Yahudiler kimliklerine geri çekilecek; Töre hazinesinin üzerine titreyerek, kendilerini farklı kılan özellikleri korumaya çabalayacaklardı. Coğrafi dağılışın, her topluluğun başından geçen farklı deneyimlerin, dilsel çevrenin etkisiyle gelişen yerel dil kullanımının (Yidişçe, Ladino, Judeo-Arap vb.) sarstığı Yahudi halkının birliği; Töre'ye yapılan ortak göndermeyle, dinsel yaşamda ve ayinlerde İbranicenin kullanılmasıyla, Siyon'a bağlılığı, geçmişi anmaya ve eğitime verilen önemle korunmuştu.
Yahudi halkının, 'aşağı konumu'yla (abaisement) Hıristiyanlığın gerçeklerinin canlı tonluğu olduğu inancı ve "hoşgörü öğretimi", Hristiyan ülkelerinde olduğu kadar İslam dünyasında da "zımmilik" ile Yahudi halkına benimsetilen aşağı konum onların çoğunluktan 'ayrı' biçimde varolmalarına katkıda bulunmuştu. Dinler tarihinin parçası olan Yahudiler, zulümler ve dışlanmalardan sonra bile korunmuşlardı. Verilen şehitler birlikteliği pekiştiriyor, zulümler Yahudi 'farklılığı'nı (particularisme) kutsallaştırıyor ve ulusal değerlerin kabulünü güçlendiriyordu. Toplulukta, "Yahudi ulusu"na ait oluşuyla belirlenen birey, bu sayede geniş bir iç özerklik elde ediyor; ama aynı zamanda, her an geri alınabilecek olan 'ayrıcalık'ları gereğince tüm varlığını topluluğa adıyordu. Topluluğun birey üzerinde, sivil düzende olduğu kadar mali yaşamda da zorlayıcı gücü vardı. Teorik olarak, Yahudilik olgusundan din değiştirerek kurtulunabilirdi. Ama bu, bir gelir kaynağını yitirecek olan iktidarın işine gelmiyor, yeni din değiştiren kişi de, ruhban sınıfa dahil olmadıkça, toplumsal statüden ve geçim olanaklarından yoksun kalabiliyordu. Haçlı seferlerinden başlayarak, askeri ve yönetsel mevkiilerden, toprak sahipliğinden ve loncaların kontrol ettiği iş kollarından büyük ölçüde dışlanan Yahudiler, ekonomik açıdan vazgeçilmez olduğu kadar aynı zamanda itibarsız olan mesleklerde yoğunlaşmak zorunda kalacaklar; ama böylelikle, kendilerini kimi zaman bir "sınıf-halk" konumuna getirdiği ölçüde dayanışmaları güçlenecek ve yaşam tarzları benzeşecekti.
Ama Yahudi halkının tüm sarsıntılara karşın ayakta kalmasını, özellikle içsel güçler sağlamıştı. Yahudiler, inanmadan vaftiz olmaktansa, tanrının adını korumak uğruna ölümü yeğliyorlardı. Din değiştirme, aileyle olduğu kadar, toplulukla da ilişkiyi sona erdiren ruhani bir ölüm olarak algılanmaktaydı. 'İsrail'in sıkı, çözülmez birlikteliği, halkın, Tanrısına sadakatinin bir gereğiydi. Aralarında yaşadikları halkların putatapıcılıklarına karşı oluş ve dinsel buyruklara (mitzvot) uyma, İsrail'in en kara günlerinde bile ayakta kalıp umudun geleceğe bağlanmasını sağlıyordu.
II.Töre: Yahudi Halkını Birleştiren Öge
Yahudi dinselliği, Yahudi halkının dünyaya dağılışı sırasında İsrail'in birliğini korumak, .bağımsızlığın ve ülkenin yitirilmesini telafi etmek üzere ruhani bir yurt yaratma çabasına girişmiştir. Töre'nin sözlü, Talmud'un yazılı ifadesi, kutsal kitapların derlenmesi arzusunu karşılamıştır. Yeni durumları gözönüne almak ve diasporada, temellerini günlük yaşamdaki tüm davranış kurallarına (halakha) saygıdan alan canIı bir Yahudiliği ayakta tutmak gerekecekti.
Yahudi halkının birliği, Mesih umudu ve Siyon'a bağlılıkla korunmuştu. Yahudi halkının ruhani yurdunu temsil eden Töre, İsrail'de geçen anılarla doluydu. Töre'nin ibadetlerde, bayramlarda gündelik anlatılışı, Yahudi bireyi her an yurduna yaklaştırmaktaydı: O, Babil'deki Siyon tutsaklarının acılarını içselleştiriyordu: "Babil'de ırmağın kenarına oturduk ve Siyon'u andıkça ağladık. Yabancıların toprağında Rabbin ilahisini nasıl okuyabiliriz? Eğer seni unutursak ey Kudüs, sağ elim beni unutsun; eğer seni anmazsam, eğer Kudüs'ü en baş sevincimden üstün tutmazsam dilim damağıma yapışsın." (mezmurlar 137) Siyon'u mesken tutan Tanrı varlığı Şehina, halkıyla birlikte sürgüne gönderilmişti ve geri dönmeyi arzuyordu. Oysa ki Raşel kaybettiği çocuklarına ve ülkesine ağlıyordu. Her paskalya ve yeni yılda Yahudiler "gelecek yıl Kudüs'te ve yeniden kurulmuş Kudüs'te... " cümlesini tekrar ederek kurtuluşu düşlerlerdi. İsrail'in karakteristik ürünlerinin kullanıldığı çok sayıda bayram, Siyon'u hatırlatmalıydı. Hiçbir mutluluğun tamamlanmış sayılmayacağı inancını temsil eden Siyon yası ibadetleri, 9 Ay'da (Musevi takviminin II. ayı ç.n.) tutulan oruç gibi, "sürgün" nosyonunu (galut) ayakta tutmaya yanyordu. Dönüş arzusu tüm Yahudilerin belleklerinde canlıydı. İsrail'e dönüş (aliya), mitzvaya dayalı bir zorunluluktu; öte yandan, farklı mitzvot'lar ancak İsrail'de tamamlamış sayılabilirlerdi. Bu nedenle aliya zorunluluğu farklı yorumlara yol açıyordu. Örneğin 4. yüzyıldaki Haham Yehuda gibi kimi din adamları, Mesih'in gelişinin pasif olarak beklenmesi ve Yahudilerin birlikte yaşadıkları ulusların yasalarına boyun eğmeleri gerektiğini bildirirken; diğer bazıları, her Yahudinin İsrail ülkesine dönmesinin zorunlu olduğunu, çünkü dışarıda yaşamanın putatapıcılıkla uyuşmak anlamına geleceğini belirtiyorlardı. Ama tüm bu yorumcular, yeni durumları gözönüne almak ve Yahudi halkının Tanrıya bağlılığı çerçevesinde ayakta kalması için her şeyin seferber edilmesi konusunda uzlaşmışlardı. Yahudiler "sürgün"e yerleşecekler ve bu durum yalnızca Mesih'in son verebileceği bir ceza dönemi olarak algılanacaktı. Yine de halkın umudu, mesih zamanının çok yakın olduğunun müjdelenmesiyle ve Aziz Toprak'la sık sık kurulan ilişkilerle ayakta tutulmuştu.
Yahudi Halkının İsrail Ülkesi İle Bağlarının Sürekliliği
Genellikle Yahudilerin Tapınağının yıkılışı ve ayaklanmaların Romalılar tarafından bastırılmasından sonra, Filistin'den 19. yüzyılın sonuna dek yok oldukları düşünülmüştür. Oysa İsrail ülkesinde, tüm dalgalanmalar ve değişik güçlerin egemenlikleri boyunca aralıksız şekilde varlığını koruyan ve aliyot'larla sürekli yinelenen bir Yahudi nüfusu bulunmaktaydı.
Dindar Yahudiler kendilerini eğitmek ve yaşamlarını burada tamamlamak üzere Kutsal Topraklara yerleşmişler, Mesih'in dirilişi sırasında ilk dirilenlerden olmak için Zeytinlik Dağı'na gömülmeyi arzulamışlardı. Kimi zaman daha kalabalık topluluklarnFilistin'e göç etmişlerdi. 1211 yılında Fransa ve Ingiltere'den 300 kadar haham Kudüs'e yerleşmiş, 1665-66'da binlerce Yahudi Gazze'li Nathan tarafından Mesih olarak gösterilen Sabetay Sevi'yi izlemişlerdir. Yehuda Halevi gibi kimi Şairler yabancı topraklarında dile getirdikleri Siyon aşkını gerçeğe döndürmeye çabalamışlardı. Mesihçi ya da 18.yüzyılda gelişen Hassidi akımlar gibi Yahudilik içi uyanış hareketleri, İsrail Ülkesine yönelik yeniden canlanan bir ilgiyi ve yeni aliyotları doğuracaklardı.
Özellikle bazı dönemlerde, Yahudi ileri gelenlerinin çabalarıyla İsrail Ülkesi, Yahudi ruhani yaşamının merkezi olarak belleklerde canlılığını korumuştu. İ.S. 69 yılında kuşatmaya alınan Kudüs'ü terkeden Haham Yahonan Ben Zakay Filistin'deki topluluğu (yişuv) yeniden örgütlemiş, Il. Tapınağın yıkılışından sonra sinagog kültünü yaratmıştı. Ayrıca Yavne'de Töre eğitim merkezi yeşivayı kurmuş, yasaların hazırlanıp uygulanmasıyla uğraşan ve başkanı Romalılar tarafından resmi düzeyde Nassi -Yahudi halkının başkanı- olarak tanınan Sanedrin'i yeniden kuracaktı. Masada'nın düşüşünü ve Yahuda'daki son Yahudi ayaklanmasını izleyen kıyımlar, Yahudi merkezlerinin, 3. ve 4. yüzyıllarda Talmud (İbranice: öğreti, şeriat, geleneksel öğreti ve yorum derlernesi ç.n.) ve mişna (sözlü şeriat derlemesi ç.n.)'nın gerçekleştirileceği Galile'ye (Hagalı]) kaymasını gerçektirmişti. Filistin'in demografik ve ekonomik gerileyişi, başkanlığını geonimlerin yaptığı Mezopotamya'daki akademileri daha üstün duruma getirecekti. Bu nedenle çok geçmeden, Babil Talmud'u oylumuyla Kudüs'tekini geride bırakacaktı. Bölgeye Arapların egemen olması, merkezlerin batıya; öncelikle Maimonides'in (Arapça'da İbn Meymun. Ortaçağ'ın en önemli Yahudi düşünürü ç.n.) etkinlikte bulunacağı Müslüman İspanya'ya, daha sonra daha sonra da Fransa'ya (Champagne bölgesinde Rashi ve Provence'da çeşitli Yahudi hocaların önderliğinde) kaymasını ve Hassidi gizemcilerin çabalarıyla Ren ülkelerinde yayılmasını sağlayacaktır. Haçlı seferleri sırasındaki kıyımlar ve kara veba salgını, Yahudi topluluğunun, ileride önemli merkezlerin kurulacağı ve Bassidilik ya da Haskala gibi yenilikçi akımların gelişeceği Doğu Avrupa'ya yerleşmesine yol açacaktı.
Ama İsrail'deki ruhani yaşam da sona ermiş değildi: Hahmanid'in 1267'de yeniden kurduğu cemaat başta olmak üzere, Safed, Taberiye, ve Hebran'da yoğunlaşıyordu. Galile (Hagallı) bölgesi ise, Osmanlıların desteği, ekonomik ilerleme ve güvenlik sayesinde 16. yüzyılda gerçek bir bahar yaşıordu. Şehir, Yahudi gizemciliği Kabbala'nın merkezi haline gelecek, Joseph Caro, dinsel buyruk derlemesi olan Şul'han Aru'h'u Safed'de yazacaktı.
Filistin'in 18. yüzyılda içine düştüğü kargaşada, baskı ve haksız vergilendirmeler Yahudi halkının yaşam koşullarını oldukça kötüleştirdiyse de, nüfusları azalmamıştı. Buradaki cemaat, diaspora Yahudilerinin kendi aralarında zorunluluk esasına göre topladıkları halukayla ayakta tutuluyor, zengin topluluklar Kudüs'ün bu 'ulu' sayılan nüfusunu yaşatmak için seferber oluyorlardı. Aynı şekilde, Kutsal Topraklardan düzenli aralıklarla gelen görevliler, kitlelerdeki İsrail Ülkesi coşkusunu körüklüyordu.
Bu yazışmalar ve insani ilişkiler -yolculuğun tehlikesine karşın- İsrail Ülkesi ile en uzak topluluklar arasındaki bağı bile canlı tutuyordu. Yahudiler, Araplara oranla küçük azınlık konumlarına ve Hıristiyan azınlıklar gibi kendilerini Osmanlıların hakimiyetinden koruyacak büyük bir gücün vesayetinden yoksun olmalarına karşın; yine de 15. yüzyıldan itibaren özellikle kentlerde önemli bir insani öge haline geldiler. 1850'ye doğru Kudüs nüfusunun yarısından fazlasını Yahudiler oluşturuyordu. Batı Avrupalı yardımsever Yahudi insancılları (philanthropes) eski yişuvu modernleştirmeye ve Filistin'deki Yahudi nüfusun yaşam koşullarını düzeltmeye çabalıyorlardı; Sir Moses Montefiore, Yahudiler için yeni ve daha temiz mahalleler ve eski kent duvarları dışında etkinlik alanları yaratmaya çalışmaktaydı. Büyük güçler -özellikle de İngiltere- Yahudilere karşı sempatilerinden (philosemitisme) olduğu kadar, bölgede 'koruyucakları' topluluklar aradıklanndan ötürü, Yahudilerin yaşam koşullarıyla ilgilenmeye başlamışlardı. İşte Filistin'de varolan bu topluluk, gelenekçiliğine ve ülkeyi yeniden kurmak arzusuyla gelen 'yeni'lere duyduğu güvensizliğ'e rağmen; siyonist kolonizasyon girişiminin en önemli dayanak noktasını oluşturacaktır.
Tüm bunlara karşı yine de politik bir tasarıdan sözedilemezdi. İsrail Ülkesi'nin yaşamlarındaki merkeziliğ'ine, yişuvun sürekliliği ve dönüş umuduna karşın; 'coğrafi' İsrail dışında yaşamaya zorlanmış Yahudiler halen, bayramlarında sembolik olarak andıkları 'efsanevi' bir İsrail'i düşlüyorlardı.
Dönüş arzusu yaşamakla birlikte, insan etkinliği alanının dışında, eskatolojik bir düzeye hapsedilmişti. Tüm çabalar Yahudi halkının birlikteliğini ve Töre'ye bağlılığını ayakta tutmaya yönelikti; böylelikle Yahudi halkı, 'ulus' oluşun; devlet, toprak, dil ya da kültür gibi tüm alışılmış niteliklerini yitirmişse de, Yahudi dini tarafından pekiştirilmiş bir ulusal varoluş yaşıyordu. Yazgı ortaklığı bile farklı durumların çeşitliliğini örtemiyordu. Aliyotlar genelde bireysel düzeyde gerçekleşiyor; ülke topraklarının çalışarak değerlendirilmesi ve Yahudi halkının politik hakları için savaşılması yerine, eğitime adanan bir yaşam boyunca, mitzvot'ların gerçekleştirilmesi ve Mesih'in dönüşünün hızlandırılması amaçlanıyordu. Naxos Dükü Don Joseph Nassi'nin İspanya ve İtalya'dan sürülen Yahudileri Taberiye çevresinde Osmanlı İmparatorluğunun himayesindeki bir bölgede toplamayı teklifi hiçbir yankı bulamamıştı. Getto'ya alışmış ve böylelikle herhangi bir ·politik güçten yoksun olan Yahudilerin çoğu İsrail. Ülkesi'ne dönüşün ancak ruhani bir müdahaleyle mümkün olabileceği düşünmekteydi. Bu nedenle, insani amaçlarla yürütülecek bir Yahudilerin Filistin'e yerleştirilmesi tasarısı, başarısızlığa mahkum olan bir günahtan ibaretti.
Bu tavrı açıklamak pek de zor değldir: genellikle 'aşağı' bir konumda bulundukları her ülkede, Yahudi olmayan güçlerin yönetimi altında yaşayan Yahudi halkı kendi kaderini belirleyemiyor; her an, sürülme, alçaltıcı "ayncalıklar"la kuşatılma, getto duvarları ardında "korunma"ya alınma tehdidi altında bulunuyor, "hoşgörü öğretimi"nin kurbanı oluyordu. Çoğu meslekten dışlanmışlardı ve egemenlere haksız vergilerle gelir sağlayabildikleri sürece rahat bırakılıyorlardı. Büyük krizlerde katledilen ve Şeytan'la özdeşleştirilip günah keçisi yapılan halkın dini de zorla değiştiriliyordu. Bunu takiben, eski ibadetlerini gizlice sürdürdüklerinden kuşkulanan Engizisyon'un zulmüne de uğayacaklardı. Ayrı bir 'ulus' konumunda görülen Yahudiler geniş bir hukuksal ve mali özerklik elde etmişlerdi. Ama toplumun 'kıyı'sında yaşadıklarından ötürü, hiçbir güce de sahip değillerdi. Hıristiyan Avrupa'da olduğu gibi İslam ülkelerinde de iktidarla sürekli uyuşmak zorundaydılar; durumları her an için sallantıdaydı; "saray Yahudileri" örneğinde olduğu gibi, yetenekleri ya da hükümdarların lütufları sayesinde yüksek mevkileri elde edebildiklerinde bile bu konumları, gözden düşüp düşmemeye, kişisel hınç ve kıskançlıklara bağlıydı. Bu 'aşağı' konum, Yahudi halkına bir kanuni varlık, iç özerklik ve önemli hukuksal-mali ayrıcalıklar kazandırmıştı. "Yahudi halkının" birlikteliğini sağlayan bu durum, ulusal hareketlerin beklediği anlamda bir politik tasarıya, bir ulusal programı geliştirecek olgunluğa erişmemişti. Enerjiyi İsrail Ülkesi'nde bir Yahudi devleti kurulması fikrine yöneltecek bir ulusal hareket sözkonusu değildi; ortada yalnızca, ortaklaşa umudu boğmakta olan, Siyon nostaljisini besleyen mistik bir bağlılık vardı. Gettodan çıkışı ve "özgürleşme"yi izleyen 'politikaya açılış' süreci Siyonizmin, Yahudi halkının ulusal kurtuluş tasarısı olarak şekillenmesini mümkün kılabilecek tek gelişmeydi.
SİYONİZMİN KÖKENLERİ
ALAIN BOYER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder