Bir fıkıh terimi olarak nikâh kelimesiyle ifade edilen evlenme akdi, birbirleriyle evlenmelerine hukuken bir engel bulunmayan bir erkek ile bir kadının sürekli bir hayat ortaklığı kurmak üzere aralarını birleştiren ve bunun için karşılıklı hak ve görevler belirleyen bağdır.
Şu halde bir evlenme akdinin meydana gelebilmesi için şu unsurlar gerekmektedir:
Cinsiyetleri ayrı iki taraf. Yani evlenme, nikâh ehliyeti taşıyan ve evlenmelerine herhangi bir engel bulunmayan bir erkek ile kadın arasında olur.
Hayat beraberliği için ortak rıza. Tarafların böyle bir akde gönülden razı olmaları, onları sadece cinsel ilişkide değil, hayatın acı-tatlı her anında ortak yapmaktadır. Zaten evlilik akdinin esas konusu da budur.
İlke olarak devamlılık. Daha sonra başgösterecek bazı sebeplerle evliliğin sona ermesi de mümkün olmakla beraber, evlilik akdinde devamlılık esastır. Belli bir süre devam ettirilmek veya bir tecrübe devresi geçirmek maksadıyla geçici evlilikler yapılamaz.
Hukukîlik. Yukarıdaki unsurların mevcudiyetine rağmen bu akit, ayrıca hukuk tarafından da tanınan bir akit olmalıdır. Bu sebeple mesela metreslik anlayışına "evlilik" denmez. Evlilik akdinin taraflara sağladığı haklar ve karşılıklı sorumluluklar, hukuk nazarında geçerli olan bir nikâhta sözkonusu olabilir.
Yukarıdaki esasları taşıyan ideal bir evlilik akdinin acaba hukukî mahiyeti nedir? Bir başka ifadeyle evlilik, iki iradenin bir noktada birleşmesinden ibaret bir medenî hukuk akdi midir; yoksa bundan daha fazla bir şey midir?
Günümüz hukukları evlenmeyi, bu akit nişanlıların evlenmelerine yönelik isteklerinin karşılıklı olarak ortaya konulması ile meydana geldiği için bir medenî hukuk sözleşmesi olarak nitelendirmektedirler, İslâm hukukçuları da nikâhı "milk-i müt'a, yani eşlerin birbirlerinden istifade etmesi üzerine yapılan bir sözleşmedir" diye tarif ederken onun akit niteliğini öne çıkarmışlardır.
Bununla birlikte îslâmın nikâha bakışı ve fakihlerin eserlerinin ilerleyen sayfalarında görülen yaklaşımları, nikâhın basit bir akitten daha fazla bir şey olduğu izlenimi vermektedir.
Kur'ân nikâh akdini mîsâk-ı ğalîz=çok büyük sorumluluğu olan bir söz olarak nitelemiştir, yüze yakın âyetini aile hukuku meselelerine ayırmış; Hz. Peygamber de (s.a.s.) onu kendisinin sünneti olarak takdim etmiştir. "Şu nikâhı etrafa duyurun, onu mescidlerde yapın ve nikâh dolayısıyla tefler çalın" hadisi nikâhta, basit bir akitte rastlanmayan bazı niteliklerin bulunduğunu göstermektedir.
Bu bilgilerden hareketle biz, nikâhın ne sırf bir medenî muamele, ne de hukukî yönü olmayan sırf bir ibadet değil, aksine, iki niteliğin de içinde bulunduğu özel bir akit olduğunu söyleyebiliriz. Bunun içindir ki bazı fakihler, aile hukuku meselelerinin incelendiği "Kitabu'n-Nikâh" bölümünü ibadet bahisleriyle hukuk bahisleri arasına yerleştirmişlerdir.
Evliliğin hükmü konusuna gelince: Bütün bir toplumu düşünerek insan neslinin devamını sağlamak amacıyla evlenmenin bir toplumsal görev (farz-ı kifâye) olduğunu söyleyebiliriz. Tek tek bireylere göre ise bazı detaylar bulunmaktadır. Şöyle ki:
Cinsel yönden iradesine sahip olup zinaya düşme tehlikesi bulunmayan kimseler için sünnettir
Yaşlılıktan veya bedenî kusur ve hastalıktan dolayı cinsel gücünü kaybetmiş kimseler için mubahtır Böyle kimseler evlenmekle, aile kurumunun cinsellik dışında kalan diğer faydalarından istifade ederler.
Evlenmediği takdirde zina yapacağı korkusu taşıyanlara farz ya da vaciptir
Eşine eziyet çektirme ve haksızlık yapma ihtimali bulunan kimselerin evlenmesi mekruhtur. Sözkonusu zulüm ihtimali kesinlik taşıyorsa o takdirde de haramdır.
"İçinizdeki bekârları, köleleriniz ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin... Evlenemeyenler, Allah kendilerini lütfü ile zenginleştirene kadar iffetli davransınlar..."
...(Kendileriyle evlenilmeleri haram olanların dışındakileri) zinadan kaçınıp iffetli olarak mallarınızla istemeniz size helâl kılındı... "Ey gençler! Sizden evlilik yükümlülüğüne gücü yetenleriniz hemen evlensin. Çünkü evlilik, gözü ve ırzı harama karşı daha fazla korur. Kimin evlenmeye gücü yetmezse oruca devam etsin. Çünkü oruç onun için kalkandır." mealindeki nasslar, fukahayı böyle bir sınıflandırma yapmaya sevketmiştir.
EVLENME ÖNCESİ İLİŞKİLER
Evlenmenin tarifi ve hükmünü belirledikten sonra burada, görüşme, nişanlanma ve düğün merasimi başlıklarıyla evlilik öncesi ilişkilere değineceğiz.
A - GÖRÜŞME
Hayat boyu beraberlik hedefiyle biraraya gelecek olan kişilerin birbirlerini görmeden, tanımadan evlenmeleri düşünülemez. Tarafların birbirlerini tanımadan yapacakları bir evlilik, aile kurumunun esas maksatlarını da gerçekleştiremez.
Evlilik ilişkisini daha sağlam bir zemine oturtmak için İslâm, önceden görmeyi ve bir dereceye kadar görüşmeyi önermiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), bir kadınla evlenmek isteyen Muğîra b. Şu'be'ya onu görüp görmediğini sormuş, görmediğini öğrenince "Git onu gör. Çünkü bu, ileride mutlu olabilme ve birbirinize ısınabilmeniz için en iyisidir" buyurmuştur. Yine bir mübarek sözünde daha belirgin bir biçimde şöyle buyurmuştur: "Bir kadınla evlenmek istediğiniz zaman onun kadınsı niteliklerine bakabilirseniz bakın."
Hadislerin erkeklere hitap etmesi, görmenin sadece erkek tarafında olduğu anlamında algılanmamalıdır. Evlilik rızaya dayanan bir akit olduğuna göre, kadının da neye razı olduğunu bilmesi tabiî hakkıdır.
Evlilik niyeti taşımayan normal durumlarda, birbirleriyle evlenmeleri hukuken mümkün olan karşı cinslerin birbirlerinin mahrem yerlerine bakmaları, ilgili naslar ile haram kılınmışken, samimi evlenme niyeti bulununca belli sınırlamalarla buna izin verilmiştir.
Fukahanın, sadece el ve yüze bakılabilir şeklindeki dar içtihadı ile bütün bedenine bakabilir şeklindeki geniş içtihadı arasında, evlenilmesi planlanan karşı cinse bakmanın ve onunla görüşmenin ölçüsü hakkında özetle şunlar söylenebilir: Taraflar birbirlerinin fizikleri hakkında fikir verecek yerlere bakabilirler. Evliliğin asıl maksadı cinsellik olmadığına göre, görme konusunda haddi aşmak da doğru değildir.
Evlilik öncesi görüşme konusuna eklenecek bir önemli nokta da, bu görme veya görüşmenin, tarafları rencide etmeyecek tarzda olması ve bir de tarafların yalnız başlarına bırakılmamalarıdır. Bu iş, yakınlarında üçüncü kişilerin bulunduğu ortamlarda yapılmalıdır. Bu hassasiyete dikkat edilmesi şartıyla tarafların görüşüp konuşmaları caiz olacaktır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), "Sizden kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, yanında mahremi (kendi yakını) olmayan bir kadınla başbaşa kalmasın. Çünkü bunu yaparsa üçüncü kişileri şeytan olur." buyurmuştur.
B - NİŞANLANMA
Nikâh akdinden önce geçirilen bir evre olan nişanlanma, birbirlerini gören iki tarafın karşılıklı olarak evlenme vaadinde bulunmasıdır. Bir erkekle bir hatunun, ileride birbirleriyle evleneceklerine dönük niyetlerini dile getirince nişanlanmış olurlar. Böylece nikâh anına kadar sürecek olan nişanlılık hali de hukuken başlamış olur.
Nikâhtan önce böyle bir ara dönemin meşru kılınmasındaki maksat, ileride bir yuva kuracak olan iki tarafın yekdiğerini tanıması ve doğru karar verebilmek için bir düşünme fırsatını kullanmalarıdır. Bu maksat, ailenin daha sağlam temellerle kurulmasına fayda sağlayacaktır.
Nişanlanma, daha sonraki bir zamanda gerçekleşecek olan evliliğe dönük bir vaad yani söz verme olduğu için onu bizzat evlenme demek olan nikâh ile karıştırmamak gerekir. Zira her ikisi de ayrı hükümlere sahip ayrı süreçlerdir. Bu sebepledir ki, nişanlanmış kişiler nikâh kıyılıncaya kadar birbirlerine yabancıdırlar. Sadece nişanlanmakla nikâh meydana gelmeyeceğinden kız ve erkek, nişanlılık devresinde iken birbirlerine helâl olmazlar.
Düğün merasimine kadar geçecek zaman diliminde kız ve erkeğin günaha girmeden görüşmelerini sağlamak amacıyla günümüzde nişanın hemen arkasından nikâh da kıyılmaktadır. Bir mahzurdan kurtulmak için yapılan bu muamele, telafisi çok güç zararlara sebep olduğundan doğru bir uygulama değildir. Çünkü nişanlılık, İslâm hukukuna göre taraflara evlenme mecburiyeti yüklemediğinden her an bozulma ihtimaline açıktır. Dolayısıyla şu veya bu sebeple nişan bozulduğunda, nişanla beraber yapılan nikâh, genellikle resmî kaydı olmadığından aileler ve taraflar arasında husumete ve inatlaşmaya kurban verilmektedir. Bu sebeple nişan ve nikâh birbirinden bağımsız düşünülmeli ve nikâh ilerideki merasime kadar ertelenmelidir.
Söz kesme, şerbet içme, mehir üzerinde konuşup tesbit etme vs. gibi örfe dayanan hususlar dışında nişanlanma konusunda İslâm hukuku iki noktada düzenleme getirmiştir. Birisi kimlerle nişanlanabileceği, diğeri ise nişanın bozulmasından doğan neticelerdir.
Birinci meseleyle ilgili olarak kısaca, evlenmelerinde hukuken sakınca bulunmayan kimselerin nişanlanabileceklerini söyleyebiliriz. İleride ele alınacak olan evlenme mânilerinden/engellerinden birine sahip olan taraflar birbirleriyle nişanlanamazlar da. Buna bir de Hz. Peygamber'in (s.a.s.), "...Sizden biriniz kardeşinin söz kesip nişanlanmasının üzerine nişan yapmasın!" buyruğuyla nişanlanmış kız veya kadınların istenmeyeceğini eklemeliyiz.
İkinci meseleye gelince, ulvî bir gayeye sebep olduğundan nişanın gerekçesiz olarak bozulması doğru bir davranış değildir. Bununla beraber her iki taraf da nişanı bozma hakkına sahiptir. Nişan bozulduğu anda taraflar birbirlerinden bağımsız hale gelirler ve nişan süresinde alınan-verilen hediyeleri aynen iade ederler. Verildikten sonra değişikliğe uğramış hediyeler, değişikliğe uğramış şekliyle iade edilirken, harcanmak veya yenmek suretiyle elden çıkan hediyeler var ise, onların iade sorumluluğu da düşer.
Bu arada mehir olmak üzere nişanlılık devresinde kıza verilen şeyler de erkeğe aynı biçimiyle iade edilir. Kullanılmış veya elden çıkarılmışsa bedeli ödenir.
Nişanlılardan birinin ölümü halinde de mehir hakkında aynı hükümler geçerlidir; fakat hediyeler kabzedildikten sonra iade edilmez.
C - DÜĞÜN MERASİMİ
Yuvanın kuruluşunu adeta bir bayram olarak telakki eden İslâm Peygamberi, bunun bir merasimle kutlanmasını istemiştir. Böylece herkes bu sevince ortak olacaktır.
Günümüzdeki zevksiz, renksiz ve donuk anlayışa karşı Asr-ı Saadet düğünleri çok şenlikli ve canlı icra edilirdi. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) aşağıda vereceğimiz tatbikatı, günümüzün bir uçta matem havası estiren mevlidli, ağdalı; diğer uçta kimliğimizle hiç ilgisi olmayan danslı, balolu düğün anlayışının nasıl olması gerektiğine ışık tutacaktır.
Yetim kalmış bir kızı himaye edip büyüten Hz. Aişe (r.a.) daha sonra onu evlendirmiş ve kendi eliyle gelin gittiği eve yerleştirmişti. Döndüğünde merasimin nasıl yapıldığını Hz. Peygamber'e anlatınca Efendimiz farklı rivayetlere şöyle buyurmuştur:
"— Ey Aişe! Sizin eğlenceniz yok mu? Çünkü Ensar eğlenceden hoşlanır."
"—Gelinle birlikte tef çalıp şarkı söyleyecek bir cariye göndermediniz mi?
Ma'bed el-Kays'ın düğününde Hz. Peygamber (s.a.s.) damadın yanına gelerek "Bir eğlence var mı?" diye sormuştu.
Rubeyyi' isminde bir sahâbî hanımı anlatıyor:
"Zifafa gireceğim zaman Rasulullah gelip içeri girdi ve sedirimin üstüne oturdu. Genç kızlar tef çalıp Bedir'de öldürülen atalarımın iyiliklerini dile getiren şeyler söylemeye başladılar. O arada birisi 'İçimizde yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var' diye ikaz edince, Rasulullah 'O konuyu bırak, söylemekte olduğunu söylemeye devam et' buyurdu."
Şunu da Muâz b. Cebel anlatıyor:
"Hz. Peygamber (s.a.s.) Ensardan birisinin düğünündeydi. Kısa bir konuşma yapıp nikâhı kıydı ve "Ülfet, hayır, bereket ve uğur üzere arkadaşınızın başı üzerinde tef çalın buyurdu. Onun üzerine tef çalındı. Genç kızlar, içinde badem ve şeker bulunan kaplarla gelip onların üzerine saçtılar. Oradakiler geri durup ellerini tabaklara uzatmayınca Hz. Peygamber "kapışmıyor musunuz?' buyurdu."
Bu nakiller düğünün neşe içinde eğlence ile geçirilmesinin işaretini vermektedir. Tabiatıyla bunlar, bağlayıcı şekiller değil, sadece örnek konumunda bilgilerdir. Her toplum kendi eğlence örfü ve düğün âdetlerini meşru çerçevede yaşatacak, mahallî zevkler ve canlılıklar muhafaza edilecektir. Hz. Peygamber'in günlerce düğün yemeği vermesi, Sudan'dan gelen halk oyunları ekibini eşi Hz. Aişe ile seyredip tempo tutması, O'nun bu noktalara gösterdiği yaklaşımı yeterince belirlemektedir.
İSLÂM AİLE HUKUKU
Y. Doç. Dr. Ahmet YAMAN
Konya S.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder