3 Mart 2023 Cuma

ALPASLAN 1064 - 1072

 


Tahta Çıkışı:


  İç Oğuz'dan Türkmen beyleri küheylan atlar üzerinde bir kara bulut gibi Horasan iline aktılar. Merv şehri dolayları binlerce koç yiğitle dolup taştı. Her yöne tuğlar ve oymakların bayrakları dikildi. Meydanın tam ortasına bir otağ kuruldu. Önüne dokuz tuğ ile, Kınık boyunun ongunu olan üç kuşlu bayrağı ile, üzerinde ok ve yay bulunan kırmızı renkli Selçuk bayrağı da dikildi. Otağa yirmi dört boyun iç ve dış Oğuz beyleri gelerek, dernek kurdular. Salur, Bayındır, Kayı boyu beyleri, Selçuk Han'ın soyu olan Kınık boyuna oylarını verdiler. Bu soydan Alpaslan'ın hakan olmasına karar verdiler. Öğleye doğru Kınık boy beyi askerlere:


Ulu hakanımız Tuğrul Bey oğulsuz öldü. Onun yerine Çağrı Bey'in oğlu Alpaslan'ı saltanata layık gördük. Ehildir, yiğittir. Sizler ne dersiniz?


Meydanı dolduran koç yiğitler hep bir ağızdan:


- Başımız üstünde yeri var. Hakan eyledik!


Dediler. Başbuğlardan dört kişi, Horasan Valiliği yapmakta olan Alpaslan'a giderek, Türkmenlerin kararını bildirdiler. Alpaslan'ın yanında öğretmeni Nizam-ül- Mülk bulunuyordu. Alpaslan:


 Yirmi dört Oğuz beylerine teşekkür ederim. Sağ olsunlar.


Biata hazır mısınız? dedi. Başbuğlar:


Ordu sizi bekliyor!


Dediler. Alpaslan başında miğferi, üzerinde ince zırhlı elbisesi ve sağ elinde kılıncı olduğu halde, yanında Nizam-ül-Mülk ile konağından inerek, meydana kurulmuş olan otağın önüne gelip durdu. Başına Çetir denilen güneşlik tutuldu. Dokuz beyin tutmakta olduğu bir kalkana Alpaslan bindirilip, karargah dolaştırıldıktan sonra, dokuz defa havaya kaldırıldı ve dokuz kılıç altından geçirildi. Sonra huzurunda kımız içilip, and içildi. Dokuz tuğ açıldı, otağın tepesindeki altın güneş kursu da açıldı. Bu egemenliğin, cömertliğin sembolü idi.

Askerler:


- Hakanlığın Budunumuza kutlu olsun! diye bağırdılar. Alpaslan Selçuk ve Tuğrul Bey'lerden sonra Selçuklu Devletinin  üçüncü hükümdarı olmuştu. (27 Nisan 1064).


Derhal, dokuz kat mehter takımı güzel havalar çalmağa başladı. Yeni Hakan Darül - memleke sarayında beylere ve askere şölen verdi. Pilavlı et ve pekmezli un helvası yenildi. Ozanlar gelip, kopuzlariyle Oğuznameden parçalar okudular. Gün batarken biat töreni sona erdi. Nizam-ül-Mülk'ü başvezir tayin etti.

Alpaslan 1030 yılında Cend şehrinde doğmuştur. Dedesi Mikail Bey, Babası Çağrı Davud Bey'dir. Tahta geçtiği zaman 34 yaşında idi. Uzun boylu, iri vücutlu ve kıvrık bıyıklı, sert bakışlı idi.


Ordu Alpaslan'ı hakan seçti. Fakat Tuğrul'un üvey oğlu (Süleyman) hükümdarlığını ilan etti. Tuğrul'un veziri (Amid-ül-mülk Küntüri) de Süleyman'ı destekliyordu. Ordunun Alpaslan'ı hükümdar tanıdığını görünce, Alpaslan tarafını tuttu. Süleyman da tahtta kalamadı. Bunun üzerine Alpaslan kuvvetleriyle Kazvin şehrine gelerek adına hutbe okuttu, para basılmasını da emretti. Yengesini de Bağdat sarayında oturan Halifeye gönderdi. Halife de ona (Ada-üt-devle Ebu Şüca) ünvanını vererek hakanlığını tamamladı.



Alpaslan ilk günlerinde, Tuğrul'un amcasının oğlu Kutalmış'ın isyaniyle karşılaştı Kutalmış Selçukoğullarının en büyüğü idi. Tuğrul ölünce:


Hakanlık bize düşer, çünkü babamız bu yolda öldürülmüştür, diyerek, 50.000 atlı Türkmenle Selçukluların başkenti Rey şehrini kuşattı. Alpaslan Kutalmış'ın isyanını duyunca o da ordusu ile Rey'e hareket etti. Bunun üzerine Kutalmış, kuşatmayı bırakıp Alpaslan kuvvetlerinin karşısına çıktı. İsferyan denilen bir ovada iki ordu karşılaştı. Saltanat kavgası başladı. Kutalmış, birçok savaşlarda bulunmuş usta bir komutandı. Fakat karşısına çıkan Alpaslan ise tarihe ün salacak, yüce yiğitlerdendi. Kutalmış bir türlü Alpaslan'ı ele geçiremiyordu. Akşama doğru Kutalmış'ın kuvvetleri eridi, bozgun başladı. Kutalmış kaçarken yaralandı ve atının ayağı sürçtü. Yere yuvarlanan Kutalmış çok kan zayi ettiğinden öldü. Akşamın koyu lacivertliği içinde sararmış bir gül gibi yere serilmişti (25 Kasım 1064). Cesedi Rey şehrine getirildi. Eski Veziriazam Küntüri, Kutalmış'ın cesedini, hükümet konağının önüne koydurdu.


Alpaslan muzaffer olarak Rey'e girdi. Talih onun yüzüne gülmüştü. Selçuk sarayına geldi. Sonra Kutalmış'ın cesedini görmeğe gitti. Esirler arasında Kutalmış'ın oğulları da bulunmakta idi.


Alpaslan, Kutalmış'ın oğullarının öldürülmesini emretti. Fakat Veziri Nizam-ül Mülk dedi ki:

Hakanın akrabalarının kanına girmek doğru değildir. Uğursuzluk getirir. Devletiniz çabuk söner.


Alpaslan vezirinin bu öğüdünü doğru bularak onları affetti. Kutalmış'ın kardeşi Resultekin ile büyük oğlu Mansur ve küçük oğlu Süleyman ölümden kurtuldular. Kutalmış, Selçuk Han'ın oğlu Aslan Bey'in oğlu idi. Oğlu Süleyman sonradan Anadolu Selçuklu Devletini kurdu. Alpaslan bunları Emir unvaniyle Anadolu sınırlarında savaşlara memur etti. Kendisine kardeşi (Kavurd) isyan ettiyse de başarıya ulaşamadı. Alpaslan, bu isyanı bastırdıktan sonra Cend şehrine giderek dedesi Selçuk Han'ın mezarını ziyaret etti. Horasan'a giderek, oradaki İmam Ali Rıza'nın türbesini de ziyaret etti. Burada büyük bir kurultay toplayıp, oğlu Melikşah'ı veliaht tayin ettirdi. Alpaslan, büyük bir ordu ile Horasan'dan hareket ederek, Kafkasya'ya girdi. Hazer boylarında yaşayan Türkmen boyları Selçukluların egemenliğine girdiler.



ALPASLAN İŞ BAŞINDA


Alpaslan, Türk tarihinde gelip geçenlerin en büyüklerindendir. Uzun boylu, heybetli bir yiğitti. İyi bir devlet adamı olduğu kadar komutanlıkta da o derece yüksekti. Hele ahlakı pek üstündü.


Alpaslan, islamlarla iyi geçinmek için Bağdat Halifesine elli bin altın ve elli köle yolladı. Bu büyük hükümdar herkesin dikkat nazarını çekmeğe başladı. Onun kudretine ve büyüklüğüne hep inandılar.


Alpaslan alimleri çok severdi. Her zaman huzurunda tarih kitapları okuttururdu. İlim adamlarına iltifat ve ihsanlarda bulunurdu. Selçuk Devletinin en büyük şairi (Ömer Hayyam)ı sarayına aldırıp, onu huzur içinde yaşattı. Ömer Hayyam Selçuk sarayında meşhur (Rubaiyat) ını yazdı. Bu edebi esere dünya milletleri hayrandır.


Alpaslan, bir gün veziri Nizam-ül-Mülk ile Nişaburda gezerken bir caminin kapısı önünde toplanmış, perişan kıyafetli gençlere rastgeldi. Vezirine:


- Bu perişan kıyafetli gençler kimlerdir? diye sordu.


Vezir de :


Bunlar insanların en şereflileri olup, dünya zevkine kapılmayan ilim talibi öğrencilerdir dedi.


Bunun üzerine Alpaslan:


- Bu öğrencilere medrese yaptırın ve onlara maaş bağlayın diye emir verdi.


Hazineden bu işe binlerce altın hazırlandı. Nizam-ül-Mülk faaliyete geçti. Nişabur, Herat, İsfahan ve Bağdat şehirlerinde (Nizamiye medrese) si adiyle, üniversiteler açtı. Binaların en büyüğü Bağdat'da açıldı (1067). Bu medrese için 60.000 dinar sarfedildi. Medresenin yüzüne Nizam-ül-Mülk'ün adı yazıldı.


Medresenin etrafına çarşılar yaptırılıp, geliri bunlara bağlandı. Ayrıca hanlar, hamamlar ve çiftlikler vakfedildi. Devrin en büyük alimleri bu medresede ders verdiler. Öğrencilere yiyecek ve yatacak sağlandı.



Türk elinde yeryüzünün en büyük filozofu (Farabi) yetişti. Aristoya dünyanın birinci öğretmeni, Farabi'ye de ikinci öğretmeni unvanı verildi. Büyük dahilerden (İbni Sina) da yetişti. Bu iki Türk filozofu yüksek eserler meydana getirdiler.


Alpaslan Türk gençlerini askerlik alanında da yetiştirdi. Onlara ok atmak, kargı kullanmak öğretildi. Türk askerlerinden bütün milletler korkarlardı. Türkler talim yaparlarken, hiç kimse onlarla konuşmağa veya yanlarına yanaşmağa cesaret edemezdi. Alpaslan ordusunu yirmi dört oğuz boyu sayısınca yirmi dört tümen yaptı. Bunların sayısı iki yüz kırk bin idi, hepsi tımarlı sipahi idi. Diğer eyaletlerdeki askerleri ile ordusunun sayısı 500.000 er idi. Selçuklu ülkesinin yüz ölçümü 10 milyon kilometre kare olup, 150 milyon insan Selçuk sınırları içinde yaşıyordu. Yirmi dört devlet egemenliğine girmişti.


Nizamül -Mülk, bir gün Alpaslana, devleti tehlikelerden korumak için şu tedbiri söyledi:


- Hakanım Arap devletlerinde olduğu gibi, biz de gizli bir hafiye teşkilatı kuralım, tehlikeleri önlemiş oluruz.  


Ben böyle bir memur tayin etsem, bana içten sadık olanlar ona hiç önem vermezler. Çünkü doğruluklarına ve bana güvenirler. Düşmanlarım ise onu para ile satın alabilirler. Bu adam bana dostlarımdan fena, düşmanlarımdan iyi haberler getirebilir. İyi ve fena sözler ok gibidir. Hepsi isabet etmezse bile, biri isabet edebilir. Bu suretle elde olmadan dostlarım gözümden düşebilir. Buna karşılık düşmanlarıma sevgi besleyebilirim. Bunun sonucu olarak dostlarımdan mahrum ve düşmanlarıma sarılmış olurum. Bu sebeplerden dolayı ben hafiyelik teşkilatı istemem! dedi.


Bu işlere karşı nefretini belirtmişti. Alpaslanın zamanında Selçuklu imparatorluğu kültür, teşkilat bakımından pek ileri gitti. Türkler, İslam alemi içinde yüksek bir varlık gösterdiler.


GÜRCİSTAN SAVAŞI


Alpaslan, iç düzeni sağladıktan sonra fetihlere başladı. İlk savaş Kafkasya üzerine oldu. Gürcüler hiç rahat durmuyorlardı. Alpaslan bunlara bir ders vermek üzere, ordularını hazırladı. Öncü olarak oğlu Melikşah ile Nizamül-Mülk'ü bir ordu ile Gürcistana gönderdi. Alpaslan da bir ordu ile yola çıktı. Büyük bir kuvvetle (Ani) kalesini kuşattı. Bu kale çok kuvvetli surlarla kaplı, içi binlerce askerle dolu idi.


Alpaslan askerlerini kale önünde toplayarak, onlara şu sözleri söyledi:


Askerlerim! Sizin gibi cesur askerlerin hükümdarı bulunduğumdan dolayı iftihar ediyorum. Tahta çıktığım ilk günlerde, isyan bulutlarını, bir yıldırım gibi defettiniz.

Şu anda Türk Milleti düşmanları yok etmenizi beklemektedir. Düşman çokluk ise de, hücumlarınıza dayanamıyacaktır. Çünkü onlar vatanlarını değil, canlarını kurtarmaktan başka bir şey düşünmeyen bir takım korkak adamlardır .. Sizler ise, canını düşünen değil, asıl şerefin vatan uğrunda can vermek olduğuna inanan arslanlarsınız.




Şu kılıncı tutmakta olan elimde derman kalmayıncaya kadar çarpışacağım. Vatanını seven arkamdan gelsin! diyerek, atını kaleye doğru sürdü. Kahraman Selçuk ordusu bir sel gibi, Ani kalesine hücum etti. Hücumlar çok kanlı oldu. Kale müdafileri bir türlü kaleyi teslim etmiyorlardı. Bu savaşta kan gövdeyi götürdü. Nihayet bir deprem sonrasında surlar yıkıldı. Türk askerleri ilerlemeğe başladılar. Önlerindeki cesetleri zor aşarak şehre girebildiler. Gürcü Kıralı Kafkaslara doğru kaçarken yakalandı. Bütün Gürcistan Selçuk mülküne katıldı. Alpaslanın ilk zaferi Gürcistanı fethetmek oldu. Bu zafer üzerine ona (Fetih Babası) ünvanı verildi. Bu zaferden sonra Rey şehrine döndü. Alpaslanın şanı her yöne yayıldı. Türk ellerindeki hakanlar Alpaslan ile dostluklar sağladılar. Türkistan Hakanı kızını Melikşaha, Gazne Hakanı da kızını Alpaslanın diğer oğlu Aslanşaha verdi. Bu suretle iki Türk devleti Selçuklularla siyasi bir dostluk sağladılar.


Alpaslan Kafkas memleketlerini idaresine aldıktan sonra Cend üzerine yürüdü, buranın hakanı Alpaslana teslim oldu. Buradan Harzem tilkesine giderek buraları da aldı.

Bu geniş ülkenin idaresini değerli valilere verdi. Mazenderan tilkesini amcası İnanç Beyguya, Belh'i Süleymana, Harzemi oğlu Aslan Anğuna, Tuharistanı ise diğer bir oğluna verdi.


Alpaslanın hakimiyetini Kirman Hükümdarı (Karaaslan) tanımamıştı. Bunun üzerine bir kuvvetle giderek, bu mülkü de Selçuk sınırları içine aldı.


Alpaslanın şöhreti Arap alemine de yayıldı. Böyle büyük bir İslam komutanının bulunması Mekke Şerifinin iftiharını mucip olduğundan, Hilafet hutbesini Alpaslan adına okuttu.

Horasan ve İrana Selçuklu Türklerinin hakim olmaları, cihan tarihinde önemli oldu. Araplar müslümanlığı müdafaa edemiyorlardı. Bilhassa aralarındaki mezhep ayrılığı, Arap birliğini bozmuş, küçük küçük devletlere ayrılmışlardı. Şiilik ve Sünnilik kavgası sürüp gidiyordu. Buna mukabil Türkler, birliklerini kurup, muazzam bir imparatorluk haline gelmişlerdi. Büyük Selçuklu devletinin kuruluşunda Tuğrul ve bilhassa Alpaslanın rolü büyük olmuştur. Selçuklular yenilmez bir kuvvet haline geldiler.




ANADOLU'NUN ESKi KAVİMLERİ


İran'da Selçuklu devletini kuran Türkmenler, Anadolu ile komşu olmuşlardı. Bu kıta Doğu Roma İmparatorluğunun egemenliğinde bulunuyordu.


Anadolu Önasyaya dahil Küçük Asya kıtasıdır. Avrupa ile Asyanın bir köprüsü olan Anadoluyu Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz çevirmektedir. Üzerinde yedi iklimin hüküm sürdüğü bu kıta yeryüzünün bir cennetidir. Türkler Orta Asya'da Çinlilerin ve Moğolların tesirile ana yurtlarında yerleşip medeniyetlerini devam ettiremediklerinden, Avrupa ve Asya içlerinde at koşturduktan sonra Anadoluyu beğendiler. Bu kıtayı devamlı bir öz vatan olarak seçmeleri tarihi bir tesadüf değil, şuurlu bir şekilde seçmek oldu. Çünkü Anadolu, Türklerin ilk anayurdu olan Tanrı Dağına benziyordu. Türkler tabiat güzelliklerine aşık bir ulustur. Yaz ve kış güneş gören ve güzelliği bol olan Anadoluyu arayıp buldular. İran'a yerleşince gözlerini bu yurda diktiler. Bu ülkeyi Doğu Romalılar istila etmişler, fakat Anadolunun birliğini kuramamışlardı. Anadoluyu onsekize bölmüşlerdi. Bunlar Paflagonya, Pisidya, Likonya, Karya, Klikya, Kapadokya, Pamfilya gibi bölgelerdi.


Anadolunun tarihi ise pek eski idi. Anadolunun en eski halkı, Milattan önce 40 ıncı yüz yılda Orta Asya'dan Anadoluya gelen (Proto-Hitit)lerdir. Milattan önce 25 inci yüzyılda Ari kavimler gelerek, Hitit medeniyetine varis oldular. Tarihi eserlere göre Anadolu'da ilk medeni insanın Türk olduğu anlaşılmaktadır. Bunun en belli delili dillerinde Türkçe kelimeler bulunmasıdır. Anadolunun doğusuna yerleşen (Hurri)ler de Orta Asyalı Türklerdi. Hititler 15 asır Anadoluda şehirler kurarak bir medeniyet yarattılar. Milattan önce 1200 yılında boğazlar yolu ile (Trak) kavimleri gelerek Hititlerin yerine Anadoluya yerleştiler. Bu kavimler Tönler, Mizler, Bitinler, Lötler, Frikler, Muşkiler, Komagenlerdir. Anadolunun ikinci devre insanları bu kavimlerdir. Her tarafa yayılıp şehirler kurdular. Bu zamandan itibaren bu kıtaya (Anadolu) denildi. Anadolu, (Ana) adlı mabutlarla (dolu) memleket demektir. Sonradan Yunanlılar Anadolu kelimesinin (Doğu memleketi) anlamına geldiğini belirttilerse de, Anadolu - Ana ilahesile dolu (Tanrılar Ülkesi) manasına gelmektedir.

Daha sonra Anadolunun kıyılarına Yunanlılar yerleştiler. Sömürgeler kurdular, bunlar iç Anadoluya giremediler. Irki bir etkileri olmayıp kültür bakımından tesir edebildiler. Bunları takiben Anadoluyu İran'lılar istila ettiler. Bunların tesiri de yalnız siyasi kalmıştır. Romalıların istilası da siyasi bir mahiyet taşımaktadır. Bazı şehirlerde medeni eserler yapmışlardır. Üçüncü yüz yıldan itibaren Anadoluya Hıristiyanlık girmiştir. Bu zaman Anadoluyu Doğu Romalılar, yani Ortodoks mezhebine girmiş Bizanslılar istila etmişlerdir. Bizanslılar zamanında Anadoluya Şaman dininde olan Oğuzlar gelerek yerleştiler. Bunlara (Güneş Oğulları) denildi: Fakat bir kısmı hıristiyanlığa girdiler.


Miladi yedinci yüzyılda İran - Bizans, bundan sonra Bizans - Arap mücadelesi Anadoluyu perişan etti. İnsanların öldürülmesi, şehirlerin ve köylerin yıkılması, Anadolu medeniyetini yıktı. Arapların Anadolu Hıristiyanlarını öldürmeleri üç buçuk yüz yıl sürüp köy ve şehirleri harap bir hale getirdi, nüfusunu pek azalttı.


Bizanslılar da halktan ağır vergiler almaya başlayınca, Anadolu halkı bir kurtarıcı bekledi. Bu kurtarıcı, Anadoluya akınlara başlayan Türkler olmuştur. Anadolu halkı yüksek ahlaklı, adil olan Türklere mukavemet etmediler.


Türkmenlerin Anadoluyu istilalarına karşı koyan, Bizanslıların ileri karakolluk ödevini yapan Gürcüler ve Ermenilerdi. 1046 yılından 1071 yılına kadar Anadoluya Türkmen akını sürekli olarak devam etti.


Bizanslılar altıncı yüzyılın ortalarında boş kalmış Anadolu topraklarına müslüman olmamış Türkleri yerleştirdiler. 530 tarihinde Bulgar Türklerinden bir kısmını Trabzon ve yöresine yerleştirdiler. 577 tarihinde de Avar Türkleri Doğu Anadoluya iskan edildi. Sivas taraflarında da Hazar ve Ferganeli Türkleri bulunmakta idi. 1048 tarihinde de Peçenek Türkleri Doğu Anadoluya yerleştirilmişti. Peçenekler Bizans ordusuna alındılar. Bir kısmı da Anadoluya iskan edildi. Kayseri ve Ankara'ya yerleştirilmiş Oğuzları papazlar hıristiyan yapmışlardır. Bir kısmı ortodoks kilisesine, bir kısmı da Ermeni kilisesine bağlandılar. Hepsinin adları Aslan, Kılıç, Demirtaş, Sinan gibi Türk adı iken, Yorgi, Artin gibi Hıristiyan adı aldılar. Bunların pek çoğu Karakeçili Türk boyuna mensup idiler. Bir kısmı da Peçenek Türkleridir. Onuncu yüz yıldan itibaren Horasandan Anadoluya göçler olmuş, bunlar Bizans ordusunda hizmet etmişlerdir.

Anadolu, Türk yurdu olmağa namzetti. Birinci devir Hititleri, ikinci devir Trak kavimleri, üçüncü devir istilacılar İran ve Romalılar ile Bizanslılar Anadoludan çekilmiş ve erimişti Kıyı Anadoluda Rumlar, Orta ve Doğu Anadoluda Ermeniler ve Kürtler, azınlık olarak bulunuyorlardı. Dördüncü devreyi de Hıristiyan Türkler teşkil etmekte idi. Müslüman Türkler bu durumdaki Anadoluya akına başladılar.




TÜRKMENLERiN ANADOLU'YA AKINLARI


Horasan ve iranda Selçuklu imparatorluğunu kurmuş olan Oğuz Türklerinin önüne Anadolu serilmişti. Oğuzlar müslüman olunca (Türkmen) adıyla yadedildiler. İşte bu Türkler gözlerini Anadoluya diktiler. Burayı muhakkak öz yurd yapmaya karar verdiler.

Anadoluya ilk Türkmen akınını Selçuk Hanın torunu ve Mikailin oğlu (Çağrı Bey) yapmıştır. Çağrı Bey Türkmen akıncıları ile Bizans sınırına gelerek savaşa başladı. İlk savaşta Van Gölü civarında bulunan Ermenileri yendi. Bundan sonra küçük bir müslüman devleti olan (Şeddad Oğulları) arazisine girip Aras nehri dolaylarını ellerine geçirdiler. Çağrı Bey birçok ganimetlerle Horasana döndü: Bundan sonra da Musul taraflarına akınlarda bulundular. Murad suyu dolaylarında da Bizans kuvvetleri ile çarpıştılar.


Çağrı Beyden sonra Anadoluya Tuğrul beyin akınları olmuştur. Tuğrul Bay ilk defa Bizanslıların üzerine amcasının oğlu Kutalmış'ı göndermişti. O da birçok muvaffakiyetler kazanmıştı. Bundan sonra Türkmenler Diyarbakır ve Musul ülkelerine akınlara başladılar. Bura hükümdarları bu akınların durdurulması için Bizans imparatoru Tuğrul'a bir elçi gönderdi. Liparit'in teslimi için para teklifinde bulundu. Tuğrul'un buna cevabı şu oldu:


- Ben tüccar değilim paraya da ihtiyacım yok! Onu affediyorum!..

Tuğrul Beyden ricada bulundular. Akıncı komutanlarından Göktaş, Mansur, Buka, kuvvetlerini Diyarbakır bölgesinden çektiler.


Tuğrul Bey Selçuklu prenslerinden İbrahim Yinalı, Aslanın oğulları Kutalmış ve Resul Tekini, Maliki, Çağrı Bey'in oğlu Yakutiyi her yöne fetihlere gönderdi. Bunlar Türkmen Boy ve Oymaklariyle bir çok zaferler kazandılar.


Komutanlardan Hasan Alp, Aras nehri kenarında bir Bizans ordusuyla karşılaştı. Düşmanı yendiler. Fakat düşman ikinci defa taarruza geçince kanlı bir savaş oldu. Bu sırada Hasan Alp şehit düştü. Tuğrul Bey Hasan Alp'ın ölümünden acı duyarak, İbrahim Yinal ile Kutalmış'ı Anadolu seferine memur etti. İki Şehzade birleşerek Bizans ülkelerine yürüdüler. Yüz bin kişilik Türkmen akıncıları Anadoluya daldılar. Bizans imparatoru bir ordu hazırladı. Türkmen akıncılar Erzurum üzerine akın ederek bu şehre girdiler. Düşmanın geldiğini duyan Türk kuvvetleri akşama doğru Pasin ovasında kanlı bir savaşa tutuştular. Bu ilk büyük savaştı. Çarpışma bütün gece devam ederek düşmanlar bozguna uğradılar. Komutanları Liparit de esir düştü.

İbrahim Yinal, Lipariti Rey şehrinde bulunan Tuğrul Bey'e gönderdi.

Bizans imparatoru bu yenilgiden fena halde korkarak Tuğrul Beyle dostluğa karar verdi. Ona bir elçi ile para gönderdi. Fakat Tuğrul Bey elçiye:

İmparatorunuza selam söyleyin, ben tüccar değilim, paraya ihtiyacım yok! dedi.


Esir olan Lipariti İstanbul'a gönderdi. İmparator İstanbul'da yapılmış olan camiin tamirine söz verdi, aynı zamanda Tuğrul adına hutbe okutmağa da razı oldu. Bu camiin bir yerine de Selçuk arması yapıldı. Bu arma yay ile ok idi.


Tuğrul Bey Türkmen kuvvetlerinin başına geçerek 1054 tarihinde Anadolu içine daldı. Van Gölü havzasında ilerleyerek Malazgirt Kalesini kuşattı. Şehir mukavemet etti. Komutanlardan (Akhan) şehit düştü. Kışın bastırması üzerine kuşatmadan vaz geçildi. Bir kısım akıncılar da Bayburd ve Trabzon'a doğru akınlar yaptılar. Yakuti Bey de Anadolu içlerine müthiş akınlarda bulundu. Bunlar Malatya'yı aldılar. Bu savaşta (Emir Dinar) şehit düştü. Buradan Sivas'a kadar ilerlediler.

Selçuk Sultanı Tuğrul Bey zamanında Türkler Anadolu'ya bu akınları yapmışlardı. Bu akınlar Karsdan itibaren Anadolu ortalarına doğru olmuştu. Nihayet Kızılırmak kıyılarına kadar gelmişlerdi.


Tuğrul Bey zamanında Anadoluya yapılan akınların gayesi, şehirleri ve müstahkem kaleleri tahrip edip, Anadolunun kapılarını açmaktı. İlerde yapılacak akınlara başarı sağlamaktı. Bu suretle Türkmenleri Anadolu'ya yerleştirmekti. Tuğrul Bey ·eğer amcazadelerinin isyanları ile uğraşmamış olsaydı; Anadolunun fethi ona nasip olacaktı. Fakat o, yalnız akınlar yapmakla kaldı. Anadolunun mukavemet gücünü kırdı. Zafer yollarını açtı. Ölümünden sonra tahta geçen Alpaslana Anadolu fatihliği şerefini kazandırdı.



AFŞİN


Alpaslan, amcası Sultan Tuğrul Bey zamanında başlanmış olan Anadolu akınlarına hız verdi. Alpaslan büyük bir ordu hazırlıyarak, Bizans sınırına geldi. Anadoluya sık, sık akınlarda bulunmuş ve bütün yolları bilen, Türkmen başbuğlarından (Tuğtekin) le karşılaştı. Bu komutan kuvvetleri ile sultanın ordusuna katıldı. Tuğtekin Alpaslana:

Sultanım Anadolu kapıları Türklere açılmıştır. Muharebe alanlarına giden bütün yolları biliyorum, bu ödevi üzerime alıyorum. Anadolu üzerine akalım! dedi.


Bunun üzerine Alpaslan ordusunu iki kola ayırdı. Kendisi Gürcistanın fethine gitti. Oğlu Melikşah ile Vezir Nizamül-Mülk'ü Anadolu üzerine yolladı. Tuğtekin öncü oldu.


Ordu ilk defa önlerine çıkan bir şehri kuşattı. Melikşah, bir kale komutanını öldürerek şehri fethe muvaffak oldu. Selçuk ordusu ilerliyerek hıristiyanların kutlu bir şehri olan Marmarisi kuşattı. Burası müstahkem surlarla çevrili idi. Yanından büyük bir su akıyordu. Bu suyu geçmek için gemiler yaptılar. Fakat bir türlü kale alınamıyordu. Melikşah, bu kaleye tırmanırken suya düştü. Askerler kazmalarla kale duvarlarını yıkamadılar Bütün gece atlar üzerinde kaldılar. Fakat gece yarısı şiddetli bir deprem oldu, kalenin bir burcu yıkıldı. Güneş doğarken Türk askerleri kaleden içeri girdiler. Birçok papazlar esir düştüler. Alpaslan bu zaferden dolayı oğlunu tebrik etti.


Alpaslanın komutanlarından ( Gümüştekin), (Afşin) ve (Ahmet şah) Anadoluya akınlara devam ettiler. Gümüştekin Adıyaman ve Fırat bölgelerini zaptetti. On bin kişilik bir Bizans ordusunu perişan etti. Komutanlarını esir etti.

Gümüştekin aldığı ganimetlerle geri döndü. Fakat Afşin ile arası bozuldu. Aralarında çıkan kavgada Gümüştekin öldü. Bundan korkan Afşin kuvvetlerini alarak Suriye'ye indi. Afşin çok cesur ve çok kuvvetli bir komutandı. Onun önünde durmanın imkanı yoktu. Akıncı kuvvetleriyle Gaziantep yöresini fethetti. Buradan içeri dalarak Kayseriyi ele geçirdi (1067) . Kayseri Sümer Türklerinin kurduğu pek eski bir şehirdi. Buradan Adana'ya indi. Halebe gitti. Afşin buralardan aldığı paraları ve 70 bin esiri Alpaslana gönderdi. Artık Iraktan Kayseriye kadar Türk ülkesi olmuştu. Alpaslan Afşini affetti.

Alpaslan bu defa Anadoluya akınlar yapmak üzere Amcası oğlu (Kurtcu) ile kahramanlığıyla tanınmış (Sanduk) u gönderdi. Bu komutanlar Van civarındaki Ahlat şehrini üs yaparak akınlara başladılar. Türklerin bu akınları karşısında Bizans imparatorları Anadolu seferine çıkmıyorlar, İstanbuldaki Bizans sarayında zevklerine bakıyorlardı. Halktan ağır vergiler alıyorlar. Anadolu ise bakımsız, kendi kaderine bırakılmıştı. Bu kıta insanları ahlaklı, adil bir idareye susamıştı. Bizanslılar tüm olarak Anadolunun birliğini kuramamışlardı.

Bizanslılar Türk akınlarının devamını görünce Bizans tahtına geçirdikleri (Romanos Diojenes) i büyük bir ordu ile Anadolu seferine gönderdiler (1067). Geç de olsa Bizanslılar tehlikeyi anlamışlardı. Türkler Doğu Roma İmparatorluğunun varisi olmağa namzet olmuş bir durumda idiler. Bu kaderi değiştirmenin imkanı yoktu. Bir devlet sönecek, yerine yenisi gelecekti.

Romanos Diojenes 13 Mart 1068 tarihinde Anadolu seferine çıktı. Bu imparator Bizansı kurtaracaktı. Ordusuyla Güney Anadoluya yürüdüğü bir sırada, bir kuvveti Niksarı zabtetti. İmparator Sivasa doğru yollandı, burada bir Türk kuvvetini yendi. Buradan Suriye'ye giderek orayı da zaptetti.

Bu zaman Türk kahramanlarından Afşin, bir yıldırım gibi akına başlayıp Sakarya nehri dolaylarına kadar geldi. Amuriyeyi zaptetti. İmparator, kışın başlaması üzerine İstanbul'a döndü.


Ertesi yıl Afşin, Sanduk tekrar akınlara başladılar. Romanos Diojenes bu akınların merkezi olan Ahlat'ı almaya karar verdi. Bu suretle Türkleri Bizans sınırları dışına atmayı hedef tuttu. Bu maksatla Romanos Diojenes ordusuyla Harput'a geldi. Fakat Türk akıncı gazileri Malatya'ya akın ederek, bir Bizans kuvvetini yendiler. Türkler buradan Konya'ya giderek şehri vurdular. Komutan Sanduk da Halebe girdi (1070). Romanos Diojenes de İstanbul'a dönmeye mecbur oldu.

Bu sıralarda komutanlardan (Kurtçu) isyan etti. Bunu takibe Afşin memur edildi. Kurtçu Bizanslılar tarafına geçti. Afşin Kurtçuyu ele geçirmek üzere kuvvetleriyle Marmara kıyılarına kadar ilerledi. Alpaslan da bir ordu ile Anadoluya dalarak Malazgirt şehrini zabtetti (1070). Alpaslan buradan Halep üzerine yürüyüp, bu şehri de aldı (1071).


MALAZGİRT SAVAŞI


Türkmenlerin bir sel gibi Anadoluya akınlarından korkan Bizans imparatoru (Romanos Diojenes) bu işe bir son vermek azminde idi. Romanos Diojenes, İmparator (Konstantin Dükas) ın ölümü üzerine yerine eşi (Ödekia) Kraliçe olmuştu. Kraliçe Türklerle savaşacak bir komutan aradı. Nihayet Bizans asilzadelerinden Romanos Diojenes ile evlenerek, onu imparator ilan ettirmişti. Cesur ve kudretli bir asker olan Romanos, Anadolu seferi için bu defa büyük bir ordu hazırladı. Makedonya, Trakya ve Yunanistan'dan asker topladı. Bundan başka Rumelindeki Hıristiyan Oğuz ve Peçenek Türklerinden de erler topladığı gibi, Frikya, Kapadokya ve bütün orta ve batı Anadolu halkını da silah altına aldı. Ayrıca Almanlardan, Franklardan, İskandinavyanın Varnak denilen ahalisinden, İtalya Normanlarından paralı asker topladı. Bu haçlı ordusu 100.000 yaya bir o kadar da süvari olmak üzere 200.000 i bulmuştu. Büyük bir Avrupa haçlı ordusu Türkler'in üzerine gelmeye hazırlandı. Romanos, bu ordusuyla pek gururlanmıştı. Türkleri Anadoludan atmak değil, onların devletini yıkıp İrandan da atmaktı. Genç imparator bunda çok yanılıyordu. Selçuklular, kuvvetli bir devlet kurmuşlar, o nisbette de orduları talimli ve çok intizamlı idi. Bir de sönmeyen idealleri vardı. O da «Behemahal Anadoluya sahip olmak, bu kıtayı Türk'ün öz yurdu yapmaktı » Bu ideallerinden onları çevirecek bir kuvvet tanımıyorlardı.

Selçuk ordusunda, Türkmen oymaklarının başbuğu olan en kuvvetli akıncı komutanlar bulunuyordu. Bununla beraber Türkler, yaşadıkları devrin ahlakca en üstün insanları idiler. Hun ve Gök Türklerden tevarüs ettikleri medeniyet ise Romalılardan hiç te aşağı değildi. Önlerine denizin açıldığı bir kıt'aya yerleşirlerse, eşsiz bir Türk medeniyeti yaratmağa namzet idiler. Buna mukabil Bizans, içinden çürümüş, taht ve mezhep kavgaları yüzünden tarihlerini kapamak üzere bulunuyorlardı. Romanos da, ücretli ve çeşitli uluslardan müteşekkil ordusuna güveniyordu.


Alpaslan, ordusuyla Suriyede bulunurken Bizans ordusu İstanbuldan hareket etti. Romanos'un hedefi doğrudan doğruya Büyük Selçuk İmparatorluğunun hükümet merkezi olan (Rey) şehrini zapdedip, davayı bir anda halletmekti. Alpaslan'ı kandırmak maksadıyla ona bir elçi gönderdi. Alpaslan'a evvelce aldığı kaleleri geri verirse bir barış yapacağını bildirdi. Elçi Alpaslan ile görüşürken Romanos ordusuyla harekete geçti. Sivasa kadar ilerledi.

Buradan da Rey'e girmek üzere planını açıkladı. Fakat Rumeli komutanlarından (Nikefor) ve bazı generaller ileri gitmenin tehlikeli olduğunu söylediler. Savaşın Pasin ovasında kabul edilmesini doğru buldular. Fakat Romanos, Selçuk topraklarına gireceğini bildirdi. Komutanlarından Normandiyalı general (Ursel) i bir kuvvetle Ahlata doğru gönderdi. Kendisi de ordusu ile ilerleyip Malazgirt'i kuşattı. Kaledeki Türkler teslim oldukları halde, esirlerin hepsini öldürttü.


Alpaslan Mısırdaki karışıklığı bastırmak üzere Suriyeye gitmişti. Bizans ordusunun Malazgirt'i aldığını duyunca Halep'ten süratle harekete geçti. 27 - Nisan - 1071 de Fırat nehrini geçerken birçok hayvanları boğuldu. Musula geldiği zaman Malazgirtten kurtulanlar, düşmanın yaptıkları fenalıkları anlattılar. Alpaslan Horasana gelerek Hoy şehrini merkez yaptı. Süratle ordusunun hazırlığına başladı. Hatununu ve hazinesini Veziri Nizam-ül-Mülk'le Tebrize gönderdi.

Alpaslanın maiyetinde, ikişer yedek ata sahip, silahları mükemmel 40.000 Türk atlı kuvveti bulunuyordu. Kısa zamanda 10.000 Türkmen gönüllüsü de orduya katıldı. Bir miktar asker daha gelerek Türk ordusunun sayısı 60.000 i buldu. Düşman ise 200.000 kişilik muazzam bir Haçlı ordusu idi. Türk askerlerinin silahları mükemmel ve kendileri talimli idi. Manevi kuvvet bakımından ise pek kuvvetli idiler. Her Türk'ün kalbinde «Anadolu bizimdir.» ideali vardı.

Alpaslan ise Anadolunun fatihi olmak azim ve kararında idi. O bu büyük şerefe layık olmak istiyordu. Anadolunun fethine Türkler şuurlu bir idealle bağlanmışlardı. Anadolu Türk'ün istikbali hayatı ve mutluluğu idi.

Selçuk ordusunda dünya çapında büyük komutanlar vardı. Bunlar at koştururken attıkları naralarla yıldırımların sesini susturur, atlarının nallarından kıvılcımlar çıkarırdı. Hepsi sipahi idi. At, Türklerin kanadı idi. Türk süvarileri öyle çevik insanlardı ki, önlerinde durmanın imkanı yoktu. Bunlar serdengeçtiler, dalkılıçlardı.


Alpaslan'ın ordusunda Anadolu'da gaza ve cihad eden komutanlar şunlardı. Afşin, Sanduk, Savtekin, Ahmetşah, Atsız, Aksungur, Altıntah idi. Bunlarla beraber Alpaslan'ın kardeşi Yakuti Kutalmışın oğulları Süleyman ve Mansur bulunuyordu. Ayrıca Emir payesinde bulunan Emir Danişmend Gazi, Emir Artuk, Emir Saltuk, Emir Mengücük, Emir Çavlı, Emir Çavuldur bulunduğu gibi. Meşhur komutanlardan Aytekin cesareti ile ün almış olan Emir Porsuk ile Cevher Ayin de vardı: Bunların önünde kim durabilirdi. İşte güzel Anadolumuzu bize kanları ve canları pahasına armağan eden bu eşsiz kahramanlardı. Başta Alpaslan olmak üzere herbirinin adları mermer kitabelere yazılarak şehir meydanlarına asılması lazım gelmez mi?

Alpaslan vakit kazanmak, hem de düşmanın düşüncesini anlamak üzere Emir Savtekin ve Suvartekin'i elçi olarak Romanos Diojenes'e barış yapmak için gönderdi. Bizans ordusu bu zaman Erzurum'da bulunuyordu. Kuvvetine mağrur olan imparator müzakere etmeden barışı reddetti. Elçilere «Barış ancak Rey şehrinde olabilir.» dedi. Elçilerin canlarını korumak için ellerine birer haç vererek iade etti. Artık her iki taraf için kan dökmek mukadder oldu. Bu topraklar için nice canlara kıyılacak, seller gibi kanlar akacaktı. Fakat Türkler ölümü hiçe sayarak «Ya Anadolu, ya ölüm!» andını içmişlerdi. Biz torunlarına bu cennet vatanı bağışlamak için .. Onlar öldüler, lakin bizi yaşattılar. Bu ölüm ve dirim savaşı için Bağdat Halifesi, bütün camilerde Müslüman Türklerin muzafferiyeti için dua etmelerini emretti.

Alpaslan bir danışma kurulu topladı. Birisi dedi ki, «Yarın Cumadır. Bu kutlu günde bütün müslümanlar camidedirler. Onlar zaferimize dua ederlerken, bizler de dal kılınclı Muhammedi olalım.» Bunun üzerine Alpaslan taarruz kararını verdi. Kim bilir bu savaş ne kadar dehşetli olacak, ne derece kan dökülecekti.

 



 

ŞANLI ZAFER


Tarihin onbirinci yüzyılındayız. 26 - Ağustos - 1071 Cuma sabahı, güneş Van Gölünün ardından ışıklarını önce Süphan ve Nemrut Dağlarının doruklarına vurduktan sonra, gölü aydınlattı. Bu sabah Malazgirt'in önüne serilen Zaho veya (Rahva) ovasında, gökteki yıldızlar kadar çok Türk atlıları yerlerini alıyorlardı. Türk ordusu güneşin doğduğu yönden batıya gözlerini dikmiş. Türk'ün kaderine doğacak mutlu saatleri beklemekte idi. Tarihte vukua gelen meydan savaşları, çok kerre ulusların hayatında yeni bir çığır açmıştır. Bugünden itibaren Türkler Roma medeniyetine varis olma savaşına hazırlanmışlardı. Komutanlarından hücum emrini sabırsızlıkla bekliyorlardı. Düşmanın kuvveti 200.000 Türklerin ise 60.000 kişi idi. Düşman mağrur, Türk ise imanlı ve manevi kuvvette üstündü. Bu savaşa katılan her Türk'ün ruhunda ve vicdanında, Anadolu ya bizim olacak, ya Zaho ovası kan deryasına dönecekti. Alpaslan Anadolunun Fatihi olmağa and içmişti. O bir şehrin, bir ülkenin değil bir kıtanın Fatihi olmağa karar vermiş bulunuyordu. O küçük bir devleti değil, muazzam Doğu Roma imparatorluğunu yenmek azim ve kararında idi. Bu savaş tarihde benzeri az bulunan bir savaş olacaktı. Asyalı bir ulus, batı medeniyetinin varisi olacak, Anadoludan sonra İstanbulu, oradan da Avrupa ortalarına kadar ülkeleri egemenliği altına alacaktı. Bu savaş Asya ile Avrupanın bir çarpışması idi. Malazgirt Savaşının önemi bundan ileri geliyordu.


Tan yeri iyice ağarmıştı. Çadırlı ordugahı güzel sesli bir müezzinin ezanı uyandırdı. Çadırlarından çıkan erler abdest alıp saflar teşkil ettiler. Cemaatin arasında Sultan Alpaslan da bulunuyordu. Ordu saf saf olup imama uydular.


Ordu eratı sanki bir buğday tarlasına dönmüştü. Rüzgar eserken nasıl başaklar boyun eğerse, erler de böyle yatıyor ve kalkıyordu. Diz çöküp ellerini göğe kaldırıp Türk ulusunun muzaffer olmasını ulu tanrıdan niyaz ettiler. Duadan sonra bütün erler birer çelik yay gibi atlarına atladılar.


Alpaslan beyazlar giymişti. Kılıncını kuşandı. Atının kuyruğunu kendi bağladı. Yanındakilere:

Şayet bu savaşta şehit düşersem, beni öldüğüm yere gömünüz. Bu beyaz elbisem de kefenim olsun. Yerime oğlumu getirin!


Dedikten sonra askerlerine hitaben:

Kimin gönlü geri gitmek istiyorsa gitsin. Sizi zorlamıyorum. Kararınızda serbestsiniz. Ben şu dakikada emir vermeği değil, şehit olmağı düşünüyorum. İşte şehitlik kefenimi giydim. Bu toprak da bana mezar olsun! Bugün burada sultan yoktur. Ben de ancak sizlerden biriyim. Tanrı önümüze bir kapı açtı. İleri! ...

Dedikten sonra askerler:


Ey Sultan! Biz senin kullarınızız, hepimiz canlarımızı yoluna koyduk!


Dediği sırada, arka saflardan bir ses geldi. O tarafa baktı. Gönüllü olarak gelmiş olan bir çocuğu geri göndermek istiyorlardı. Alpaslan meseleyi anlayınca;


- Bırakın bu yavruyu belki Rum Kayserini o esir alabilir! dedi.


Öğle vakti olmuştu. Askerler sabırsızlıkla hücum emrini beklemekte idiler. Düşman da hazırlanmıştı. Bizans ordusunun sağ kanadında Anadolu kıtalarının komutanı Alyates, sol kanadın başında da Rumeli askerlerinin komutanı, Nikefor bulunuyordu. İmparator Romanos Diojenes Hassa askerlerile merkezlerde yer almıştı. İtalyanların başında ise general Andronik Dukas bulunuyordu. Sağ kanatta hıristiyan Türk Oğuzlar, Sol kanatta ise yine Türk soyundan olan Peçenekler bulunuyordu.



Alpaslan ise ordusunu iki büyük guruba ayırmıştı. Sağ kanat kuvvetlerinin komutasını Alpaslan aldı. Sol kanad grubunu da (Tırnak oğlu) adında Akıncı kuvvetlerine komutanlık etmiş tecrübeli bir komutana verdi. Diğer birliklerde ise Danişmend Gazi, Emir Mengüçük, Emir Çavlı, Emir Porsuk, Afşin, Savtekin ve Kutalmış oğulları, Adsız, Ahmetşah, Sanduk, Altıntekin bulunuyordu. Bunların maiyetlerinde Türkmen oymaklarının koç yiğitleri toplanmıştı. Düşmanı bir ay içine almak için akıncı kuvvetlerden önemli bir kısmını dörde böldü. Bunların her birisini bir tepenin arkasına gizledi. Ayrıca da keşif kolları teşkil edildi.


Artık kanlı savaş başlamak üzere idi. Ağustos sıcağı Zaho ovasını yakıyordu. Dağların kayaları, ovaları yanıyor, güneş de bu ovanın üzerinde bir ateş dairesi olarak ışık saçıyordu.


26 - Ağustos - 1071 Cuma, tam öğleüstü. Alpaslan, o, şahin gözlerini ordusuna dikti.


Aslanlarım, ileri! diye hücum emrini verdi Bütün asker oklarını çekerek düşmanı ok yağmuruna tuttu. Kartal kanatlarının yardımıyla uçan oklar her tarafa dehşet saçıyordu. Alpaslan da okunu çekmiş, atını ileri sürmüştü. Türk ordusu bir karabulut gibi aktı. Hep bir ağızdan:


Vurha! diye naralar atarak, gökteki yıldırımların sesini susturdular. Romanos, Türklerin akınlarını görünce, o da Türk yaya kıtalarını bulmak üzere ileri atıldı. Kanlı bir boğuşma başladı. Başlar uçuyor, kollar kopuyor, kanlı cesetler ovayı dolduruyordu. Bizans askerleri vuruşa vuruşa ilerliyordu. Düşmanın bir ay içine alındığını gören Alpaslan,  akıncılara kaçma gösterisi emrini verdi. Bu Türklerin bir harp tabyası idi. Ok ata ata geriye kaçmağa başladılar. Bu hali gören düşman, harbe iştahlanarak ilerlemeğe başladı.



Türk askerleri taarruzlarında usta olduğu gibi kaçarken de geriye isabetli ok atmasını biliyor, düşmanı kanlar içinde yere seriyordu. Düşmanın artık talihi kararmıştı. 


Akşam olmak üzere idi. dağlar karardı, ova morardı. Türkler geri çekiliyor, Bizans ordusu takip ediyordu. Bizans ordusundaki Türk Peçenekler ile Oğuzlar, soydaşlarıyla savaşmamak kararını vererek, sol kanattan ve topdan olmak üzere Selçuk ordusuna katılıverdiler. Komutanları «Tamış» adlı birisi idi. Bu olay düşman ordusunda bir karışıklık doğurdu. Düşmanın zafer sevdası yerine, can kaygusu, gözyaşları yer aldı. İmparator bir tereddüt geçirdi, geri çekilmek emrini verdiği sırada Alpaslan, düşman kuvvetlerinin tam kıvama girdiğini ve pusulara yaklaştığını görünce, ordusuna genel hücum emrini verdi. Akıncı Komutanı (Taranla) hücuma kalktı. Asıl savaş bu zaman başladı. Düşman ne olduğunu bilemedi. Bu usta ve talimli askerler karşısında şaşırdılar, pusulardan bir sel gibi akan askerler, Bizans ordusunu ikiye böldü. Alaylarında da muhtelif gedikler açıldı. Bizans ordusu birbirine girerek paniğe uğradı. Önce Ermeniler sonra Franklar, diğer Avrupa askerleri de dehşete düşerek kaçmağa başladılar. Güneş batarken düşman tarafında genel panik başladı. İmparatorun karargahına girildi. Romanos elinde kılıcı, savaşın sonuna kadar çarpıştı. Nihayet yaralandı. Gecenin karanlığından faydalanarak harp meydanından kaçtı. Etrafta «İmparator öldü!» sesleri duyuluyordu.


Türk askerleri kaçanları kovalıyor, onlara:


Ver elini! diye bağırıyorlardı. Düşman askeri elini uzatırsa, onu öldürmüyor, bir misafir gibi ona iyi muamele ediyordu. Bu iyi ruhluluk hiç bir milletin askerinde görülmemiştir. Yaralıları topluyorlar, onları kendi eşlerine göndererek yaralarını tedavi ettiriyorlardı. Evleri bir nevi Kızılay olmuş oluyordu. Türklerde esirlik müessesesi de yoktu. Esirler evde çalıştırılmazdı. Harp bitince geri gönderilir, hiç biri de dinimize girmeğe zorlanmazdı. Gecenin morluğu içinde yüzlerce ölü sarı güller gibi yerlere serilmişlerdi. Bizans ordusu Malazgirt'de perişan olmuş, Türk ulusu da tarihin en şanlı bir zaferini kazanmıştı. Türkün talihinde bir güneş parlamış, Anadolu bizim olmuştu. Alpaslan da «Anadolu Fatihi» ünvanını hakkile kazanmıştı.




ROMANOS DİOJENİN ESİRLİĞİ


  Malazgirt savaşı bitmiş Ruhlar dünyası bu harp alanında bir birinden ayrı düşmüş, cesedler yere serilmiş, ruhlar ise göğün boşluğuna yükselmişti. Dağların üstünden yükselen ay ise bu feci manzarayı görmemek için bulutlar içine gizleniyordu. Ölenler hep gençlerdi. Bunların gönülleri perişan aşıklar gibi, göğüsleri açık yerlere serilmişlerdi. Her iki taraf da çok zayiat vermiş, Zaho ovası kanlı cesedlerle dolmuştu. Harp meydanından kaçanların çıkardıkları toz bulutu, sabaha karşı gündüzün ak çehresini karanlık geceye döndürüyor, bu duman içinde ancak, kayan yıldızları andıran oklar ve kılıçlar parlıyordu. Kaçanlar da yıldırım saçan kılıçlarla yere serildiler. Nihayet, akan kanlardan bir derya haline gelen cenk meydanı düşmandan temizlendi. Ertesi gün kudretin ressamları güneşin altın renkli çehresini, mavi göğe işlerken, Alpaslan atından inerek güneşe döndü:


Yüce tanrım, bu büyük zaferi bize nasip ettiğinden dolayı huzurunda eğiliyorum. Senin ismi zülcelalini ta uzaklara kadar götürmeme müsaadeni niyaz ederim!


Tanrının mavi bostanında erguvani bir gonca açar gibi Sultan Alpaslanın otağı kuruldu. Her taraftan toplanan ganimetler otağın önüne dağlar gibi yığıldı. Komutanlar, gaziler saf saf dizilip Alpaslana zafer tebrikine geldiler. Saltanat çadırının içine taht kuruldu. Tahtın sağına Emirler, soluna Başbuğlar dizildiler.


Alpaslan bütün azametile tahtında oturuyordu. Türkün o büyük bakanı, zekası karanlık geceleri aydınlatan zühre yıldızı gibi parlak, ırmak kenarındaki servisleri imrendirecek boyu, ilk bahar güzelliğini süsleyen yüzü, can alıcı gözleri, ayı andıran keman kaşları, aslan gibi kuvvetli vücudu ile tahtına yakışan bir Alp ve bir, Aslandı. O Adıyla müsemma idi.


Hele yüksek ahlakı değme insanda yoktu. Cömertliği yağmur taneleri gibi sayısız, hele bütün alem üzerine rahmet saçan bulutların gölgesine benzeyen adaleti eşsizdi. İşte tarihin bu büyük adamını gaziler teker, teker gelerek tebrik ettiler. Bundan sonra çayırlara öbek öbek sofralar kuruldu. Gazilere kuzu eti, pilav ve gaziler helvası verildi. Bundan sonra ezanlar kopuzlarıyla Oğuznameden parçalar okudular. Yemekten sonra bir haber geldi.


«Rum Kayseri esir edilmiş ..» Gaziler bu haberden çok memnun oldular. Romanos akşama kadar savaştı. Fakat ordusundaki bütün yabancı erler savaş meydanını terk edip kaçmışlardı. Pek az bir kuvvetle kalan imparator da İstanbulun yolunu tutmuştu. Hem de yaralı idi. Geceyi bir vadide geçirdi. Fakat gün ışıyınca, gizlendiği yerden geçen Tosun adındaki gönüllü bir çocuk imparatoru görüp yanına yaklaştı:



Haydi bakalım karargaha! dediği sırada orada bulunan askerler, Tosun'un yanına geldiler. Tosun'un yakasına yapıştığı adamın imparator olduğunu anladılar. Alpaslanın, «Bu çocuk da savaşa karışsın, belki Rum Kayserini o esir eder!» demesini hatırladılar. Yaralı imparatoru alıp elleri bağlı olarak, ileri karakol çadırlarında yatırdılar. Ertesi gün de otağın bulunduğu yere getirdiler. imparator tanınmayacak bir halde idi. Esirler arasında bulunan general Basilasa imparator gösterildi. Basilas imparatorun ayaklarına kapanarak.



Bu zat, imparator Romanos Diojenes deyince inanıldı. Ayrıca Adi adlı bir subay da tanıdı. Romanos, Alpaslanın huzuruna getirildi. Alpaslan tahtı üzerinde oturuyordu. O kadar heybetli idi, yüzüne bakılamıyordu. İmparator elleri bağlı olarak ulu çadırdan içeri bir adım attığı sırada, orada bulunan Alay imamı imparatora ağır sözler söyledi. Bunu duyan Alpaslan kızdı ve dedi ki:


Bu adam, bugün elli bin atlıya komuta etmiş olan Rum Kayseridir. Ona bu türlü hakaret yapılamaz!


Deyince imam:


Amansızlığı kötülemek için söyledim! Alpaslan:



Zillete düşen kuvvetin büyüklerine merhamet etmek gerekir, dedi. Bu husus için bir ayet okudu. İmparatoru Alpaslanın huzuruna getirdiler. Alpaslan: Ellerini çırptı, sonra:


Ellerini çözünüz! diye emir verdi ve yanına oturttu. İmparatora:


Sizinle barış yapmağa talib olduğum halde niçin razı olmayıp, kendini bu felakete ve bunca insanın da kanının dökülmesine sebebiyet verdiniz?


İmparator:


Beni suçlandıracak sözleri bırakınız da, hakkımda yapacağınız muameleyi bir an önce tatbik ediniz. Her dakika ölüp dirilmiyeyim. Dediği zaman, Alpaslan hafif bir sesle:


Acayip, hakkınızda korkunç bir düşüncem mi var zannediyorsunuz. Hem bunu nasıl bilebiliyorsunuz? dedi. İmparator sustu. Sonra Alpaslan;


Demek siz beni esir etmiş olsanız kim bilir hakkımda neler yapacaktınız?


Deyince,


İmparator:


Şüphe yok ki, çok şey yapardım. Ya başını kestirirdim yahut idam ederdim!


O halde, şimdi ben size ne gibi bir muamelede bulunacağım.


Ya öldürteceksiniz, ya esir olarak bütün ülkende dolaştıracaksınız.


Alpaslan ayağa kalkarak;


Yalnız seni Affedeceğim! diyerek Türk ulusunun asil ruhunu tarihin huzurunda isbat etti. Bu söz üzerine imparator ağlayarak, 

Ey Türk hükümdarı, sen beni ordularınla değil, yüksek ahlakınla yendin, diyerek ayaklarına kapandı. İmparatoru otağdan çıkarttılar. Alpaslanın esir bir imparatora bu şekilde iyi muamelesinden bütün komutanlar hayrete düştüler, hem de memnun oldular. Pazar günü Romanos tekrar huzura davet edildi. Alpaslanın tahtının yanına ikinci bir taht kurulmuştu. Bu taht, imparatorun beraberinde getirdiği kendi tahtı idi. Çadırında bulunup getirilmişti. Romanos kendi tahtını Sultanın tahtı yanında kurulu görünce hayretler içinde kaldı. Alpaslan esir imparatorun elinden tutarak onu, Bizans tahtına oturttu. Sonra da kendi elile kürkünü giydirdi ve başına imparatorluk tacını koydu. İki hükümdar yanyana oturuyorlardı. Bu, tarihte görülmemiş bir sahne idi. Barbar, kan dökücü dedikleri Türk milleti bu derece asil ruhlu idi. 


Onu tanımıyanlar, her türlü iftiralarda bulunuyorlardı. Tarihi büyük olan bir milletten ancak bu asalet beklenirdi.


Alpaslan, yanındaki tahta oturan imparatora:


Seni dost edindim. Çünkü kahramansın, doğru sözlü ve itimada layıksın. Seni memleketine gönderip, tahtına iade ediyorum.


Bu sözlerinden ziyadesiyle memnun olan imparator tahtından inerek, yeri öptü. İki devlet arasında bir andlaşma yapıldı. Bu andlaşmanın esasları:


1- Roma İmparatorluğu, Abbasi Halifeleri zamanında İslamlara verilmekte olan vergiyi, bundan sonra Türkler'e verecektir.


2 - Anadolu'da vaktiyle Müslümanlar elinde bulunurken Bizanslılar tarafından zaptedilmiş ve şimdi tekrar fetholunmuş olan şehirler ve bölgeler Türk Sultanına terkedilecektir.


3 - Selçuk İmparatorluğuna her yıl 360.000 dinar vergi verilecektir.


-  Türklere askeri yardımda bulunulacaktır.


-  Kurtuluş akçesi olarak 1 500.000 dinar verilecektir.


Bu andlaşma 28 · Ağustos - 1071 de imza edildi. Ayrıca aralarında kızlarından birisini de, Alpaslan'ın oğullarından birisine vermeyi de sözleştiler. Bundan sonra kurulmuş olan sofraya oturup yemek yediler.


Alpaslan, İmparatorun memleketine dönmesine izin verdi. İkiyüz kişilik bir muhafızla yola çıkardı. Kendisi de imparatoru uğurladı. Bu zaman İmparator yaya yürümek istediyse de Alpaslan razı olmadı. Muhafızlar onu Sivasa kadar götürdüler. Esaretden bu şekilde kurtulan Romanos, hür olduğuna bir türlü inanamıyordu. Sevinç içinde idi. Fakat yolda iken, yerine (Yedinci Mihal)ın geçtiğini öğrendi. Sevinci yese döndü. İstanbul'a gelince taht kavgasına girişti ise de yakalanıp, gözlerine mil çekilerek kör edildi. Zindana atıldı. Ve bir yıl sonra öldü.


Alpaslan Romanos Diojenes'in öldürülmesinden dolayı fena halde canı sıkıldı. Çünkü andlaşma yerine getirilemedi. Bizanslılardan intikam almağa yemin etti. Derhal akıncı kollarını toplıyarak; 


Artık Anadolunun kapısı açılmıştır. Hedefimiz İstanbuldur ileri! emrini verdi. Kutalmışın oğulları dahil, bir çok komutan kuvvetlerile Marmaraya doğru ileri harekata devam ettiler. Artık karşılarına bir kuvvet çıkmadı Türkler iki yıl sonra Marmara Denizine ve Üsküdara kadar dayandılar.


  Malazgirt Zaferi cihan tarihinin önemli bir savaşı oldu. Asyada Hun, Göktürk imparatorluklarını kurmuş olan Oğuz Türkmenler, bu zaferle Anadoluda büyük bir imparatorluk kuracaklar, tarihin akışını değiştireceklerdi. Nitekim kısa bir devir içinde Avrupa ortalarına, Arabistana ve Kuzey Afrikaya sahip oldular. Selçukluların bir devamı olan Osmanlı İmparatorluğu Romadan sonra dünyanın en büyük ve ömrü en uzun bir imparatorluğu oldu. Türkün de öz yurdu Anadolu oldu. Türkmen oymakları oba, oba Anadoluya yerleşmeğe başladılar. Alpaslan İslam aleminin (Büyük Gazi) si ünvanını kazandı. İslam devletlerinden ona tebrikler geldi. Türk milleti de ona sonsuz bağlılık ve minnetle (Anadolu Fatihi) ünvanını verdi. O şehirler, kaleler, bölgeler değil bir kıtanın fatihi şerefini kazandı. Anadoluda onun hatırasını yadetmek üzere büyük bir heykelini dikmek, Türk gençliğine düşen bir ödevdir. Bu zaferin 900 üncü yılı da kutlanmalıdır. Avrupa hıristiyanlık alemi de telaşa düştü. Bu zaferden üç yıl sonra papa (Yedinci Gregoir) bütün hıristiyanları mukaddes cihada · davet etti. Haçlı seferi hazırlamağa çalıştı.


Alpaslan Malazgirt Savaşından sonra komutanlarını, Anadoluyu düşmanlardan temizlemeğe, fethedilmeyen yerlerin fethine memur etti. Emir Danişment Kayseri, Sivas, Tokat, Amasyayı, Emir Mengücük Erzincan, Kemah, Şarki Karahisar, Emir Artuk Bey Mardin, Malatya, Diyarbakır, Harputu, Emir Saltuk Erzurum ve Yöresini, Emir Çavuldur Maraşı aldılar. Kutalmış oğullarından Mansur ve Süleyman'a ileri harekata devam etmelerini emretti. Bizanslılar, bu akınlar karşısında kadere boyun eğdiler. Anadoluyu işgallerinde bulundurmuş olan Doğu Romalılar, Anadoluyu sahiplerine teslim etmişlerdir. Çünkü Anadolunun ilk medeni insanları Türklerdi. Şimdi Ata yurdunu yeniden feth etmişlerdi.



ALPASLAN'IN ÖLÜMÜ


Alpaslan Malazgirt Zaferini kazandıktan sonra hükümet merkezi olan (Rey)' şehrine döndü. Memleketin her yerinde zafer şenlikleri yapıldı. Veziri Nizam-ül-Mülk de Sultanı tebrik etti. İsfahan sarayında memleketin ıslahile meşgül oldu. Bir gün bir şahıs Nizam-ül-Mülk hakkında bir jurnal verdi. Alpaslan jurnalı aldıktan sonra, vezirini huzuruna, çağırıp:


Şu kağıdı okuyunuz, yazılan şeyler doğru ise tekrar yapmaktan çekininiz. Eğer iftira ise, bu jurnalı verenin kabahatini affederek, bu gibi adamlara bir iş bulunuz da kazancıyla meşgül olup fintecilik etmeğe vakit bulamasın dedi. Bu derece akıllı ve adil bir insandı. Bu nedenle ona (Adil sultan) ünvanı da verilmişti. Memleket işleriyle meşgul olduğu sıralarda Maveraünnehir hükümdarı (Şemsül-Melik Tekinhan) ın isyan ettiğini ve kalelerini aldığını duydu. Doğu illerinin asayişini sağlamak üzere maiyetine 200.000 kişilik bir ordu alarak batı Türk eline hareket etti (1072). Alpaslan ordusuyla Ceyhun nehrine bir köprü kurdurttu. Ordusu bu köprüyü yirmi günde durmadan geçti. Alpaslan da bu manzarayı bir gururla seyretti. Alpaslan bu nehrin karşı kıyısındaki (Berzem) kalesini kuşattı. Bu kaleyi Tekinhanın,  sadık adamlarından olan (Yusuf) adında birisi müdafaa ediyordu. Kaleyi bir türlü teslim etmiyor, her iki tarafın kanlarının dökülmesine sebebiyet veriyordu. Nihayet kale düştü. Yusuf da esir edildi. Pek hain ruhlu olan Yusuf, Alpaslanı öldürmeğe karar verdi. Yusufu Alpaslanın huzuruna getirdiler. Alpaslan:


Niçin kaleyi teslim etmedin? dediği zaman:


Velinimetim Tekinhan uğruna ölmeğe karar verdiğimden, teslim etmedim dedi. Sonra küstahca sözler de sarf etmeğe başlayınca Alpaslan hiddetlenerek :


Öldürün şu haini! dedi.


Bu zaman Yusuf, Benim gibi bir kahramanı öldürtmek korkaklıktır diye bağırdı.


Askerler üzerine yürüyünce Alpaslan:


Bırakın melunu, ben öldüreyim! diye okunu çekip attı. Fakat Yusuf eğilerek, birden bire ileri atılıp, Alpaslanın eteğinden çekerek düşürdü. Bu anda, kolunun yenine saklamış olduğu hançerini çekerek, Alpaslanın böğrüne sapladı. Alpaslan kanlar içinde Qtağın içine yığılıverdi; Askerlerden biri köşede duran altın bir havanın ·elini Yusufun başına vurarak onu cansız yere serdi. Fakat Alpaslanın yay ve oku feleğin kaza ve kader okunun amacını değiştiremedi.


Alpaslanın yarası pek derindi. Onu yatırdılar Gözyaşlı başlar, gözlerini bu eşsiz kahramana diktiler. Alpaslan.

- Gurur ne fena bir şeymiş! dedi,

Bir komutan:

Neden Sultanım? deyince:


Hayatım müddetince gurur ve kibir nedir bilmezken, şu seferde maiyetimdeki 200.000 askerime mağrur oldum. İşte bir kaç gün sonra o gururun neticesi olarak aciz bir adamın hançeriyle bu hale geldim.


Eyvah ki! Zaman küçük bir gurura karşı bile en dehşetli bir şekilde mukabele ediyormuş!


Bir müddet gözlerini kapadıktan sonra:


Çok akıllı bir ihtiyarın bana verdiği iki öğüdü hatırladım. Bu öğüdün birincisi (Kimseyi hakir görme! ) ikincisi ( Nefsine pek güvenme!) idi. Ben bu öğütleri hiçe saydım. Ben nişancılığıma güvendim, düşmanımın kollarını da bağlatmadım. Şimdi anlıyorum ki hükümdarların kuvvet ve meharetleri Tanrının takdirine karşı pek acizmiş!. Gururum yüzünden ölüyorum. Oğlum Melikşahı yerime getirin!


Alpaslan bir daha gözlerini açmamak üzere kapadı. Böylece bir güneş söndü (1072) . Yerine oğlu Melikşah hükümdar oldu.


Askerler gözyaşlarıyla, önünde el bağlayıp ağlaştılar. Büyük bir törenle cenazesini kaldırıp (Merv) şehrine getirip gömdüler. Mezar taşına da şunları yazdılar:


«Göklere kadar yükselen Alpaslan'ın azametini görmüş olanlar ... Geliniz, şimdi onun Mervde bir avuç toprak altında gömülü olduğunu görünüz!.»


Alpaslan 9 yıl 6 ay hükümdarlık ederek Türkün şan ve şerefini yükseltmişti. O, onbeş İslam ve Hiristiyan devletlerini egemenliğine almıştı. Çinliler bile onun adından ürkmüşlerdi. Dokuz yıllık saltanatında gördüğü işler akıllara durgunluk verir. Ülkesini Batı Türklerinden Şam’a ve Marmaraya kadar uzatmıştı.

Halktan gayet az vergi alır. Adalette biricik idi. Alimleri çok severdi. Her gece huzurunda Tarih kitapları okunurdu. Ahlak itibariyle pek yüksekti. Tarihimizin en şanlı bir hükümdarı ve Anadolu fatihidir.



SELÇUKLU İMPARATORLUĞU TARİHİ

Yazan: Enver Behnan ŞAPOLYO

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak