Coğrafi Yapı
Devletler bir coğrafi mekân üzerinde vücut bulurlar. Siyasi ve idari olarak nizamını gerçekleştiren devletler coğrafyanın kendisine sunduğu imkânlar ve sağladığı avantajlarla meydana getirdiği askeri, idari, iktisadi, dini, mimari ve kültürel varlığını geniş coğrafi alanlara taşıyan güçlü yapılar kurabilmişlerdir. Başlangıcı milattan önce 509 tarihine kadar uzanan Roma İmparatorluğu doğu ve batı olarak ayrılma süreciyle birlikte Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında nihayete erdi. İmparatorluğun Doğu bölümünü oluşturan Bizans ise Roma İmparatorluğunun devamı olarak 1453 yılındaki yıkılışına kadar 1000 yıl devam edecek varlık mücadelesi sürdürdü. Doğu Roma için sonraki dönemlerde kullanılan Bizans tabiri İmparatorluk süresince bilinmiyordu. Bizans kendini Roma İmparatorluğu olarak tanımlarken halk ise Romalı olarak ifade ediyordu. Bunu sağlayan siyasi, iktisadi, askeri, inançsal ve demografik faktörler üzerinde Doğu Roma İmparatorluğunun hüküm sürdüğü coğrafya önemli bir etken olmuştur. Bizans İmparatorluğu Doğu Akdeniz ülkelerinin tamamını Balkan coğrafyası ve Batı Avrupa ülkeleri üzerinde yıkılışına kadar etkisini kurmuş ve yaymıştır. Bu nedenle Bizans imparatorluğunun hüküm sürdüğü toprakların temel anlamda coğrafi özelliklerinin nelerden oluştuğunu bilmeye ihtiyaç vardır. Roma İmparatorluğu IV. Yüzyıl da geç Roma olarak adlandırılan döneminde 3,7 milyon km² lik bir alanı kaplayan topraklar üzerinde hâkimiyetini tahsis etmiş bir imparatorluk konumundaydı. IV. Yüzyıl sonlarında İmparatorluk sınırları bir taraftan Atlas dağlarından Atlas okyanusuna uzanırken diğer taraftan Kuzeybatıda Tyne-Solway’dan başlayarak Britanya Ren ve Tuna Nehirlerini geçip Karadeniz’e oradan Batum yakınlarından Kafkasya üzerinden Ermenistan’a ulaşıyor Fırat ve Dicle nehirlerinden inerek Mısır Libya ve Tunus’a ulaşıyordu. İmparatorluğun Sınırları toplamda 8000 mil olan uzunluğu ile oldukça geniş bir alanı kaplamaktaydı.
Bu geniş coğrafyanın demografik, ekonomik, tarımsal ve idari yönlerden şekillenmesini sağlayan kuşkusuz Akdeniz iklimi olmuştur. Akdeniz kıyılarını takip ederek batı doğu yönlü uzanan kıyılar boyunca iklim ve coğrafi özellikler bakımından pek değişikliklere rastlanılmadığı dar bir kıyı şeridine sahiptir. Akdeniz iklimi ortalamasının 28°C olduğu kurak ve sıcak yazları ile kış aylarının ılıman geçtiği (Ocak ayında ortalama 8°C), sahip olduğu düzensiz ve değişken rüzgârları ile sadece Egenin iki tarafında veya İyonya ve Adriyatik denizlerinde görülmektedir. Kış aylarında Kuzey Avrupa cepheli esen rüzgârlar soğuk hava taşırken, yaz ayları süresince çölden esen rüzgâr ise coğrafya ’ya sıcak havayı taşımaktadır. Mevsimlik rüzgârların zamanlarının gemiciler tarafından bilinmesi, onların düzenli bir yapısı olduğunu gösterir Akdeniz’de ticaret yapan gemicilerin mallarını doğudan ve batıdan istedikleri limanlara belirleye bildikleri zamanlarda mallarını ulaştırmalarına olanak sağlamıştır. Ancak yerel rüzgârlarda görülen düzensizlik özelikle adalar arasında faaliyet gösterecek gemilerin güvenlikleri için tehlike oluşturmuştur. Kıyılarının girintili çıkıntılı yapısı ve doğu bölümünde yer alan koylar ve körfezlerin varlığı ticaret için güvenilir ortamlar ve ulaşım imkânları oluşturduğundan kıyı çevrelerinin nüfuslanmasını ve buraların ekonomik yönden zenginleşmesine olanak sağlamıştır.
Bu iklimin bölgeleri, ocak ayında ortalama 30 izoterme karşı parsellenebilir ki buda zeytin kültürlenme limitidir. Bölgede yapılan paleoklimatik (Eski İklim) araştırmalar zaman içerisinde iklimde değişiklikler meydana geldiğini göstermektedir. Kış dönemi başlangıçta yaklaşık olarak (-1200’den +500’e) uzun bir süre sıcak geçmiştir. Bu iklim şartları zeytin tarımının yapılmasına imkân tanımıştır. VI. yüzyıl ortalarından itibaren sıcaklıklarda keskin düşüşler yaşanmıştır. Orta Bizans döneminde, aşırı kullanım neticesinde toprağın erozyona uğramadığı arazilerde tekrardan orman alanları oluşmaya başlamıştır. Ancak yeni oluşan bu orman alanları eskiye nazaran yetersiz durumdaydı. Bazı bölgeler yeniden oluşma imkânını hiç bulamadı. Bitki örtüsü ormanların bozulmuş yozlaşmış biçimi olan çalıklara ve makilere dönüştü. Kuraklık coğrafyanın en önemli sorunudur. Bu yağışların azlığından değil düzensizliğinden kaynaklanmaktadır. Sonbahar ve kış aylarında görülen yağış yaz sıcaklarıyla birlikte yerini kuraklığa bırakırken bu durum insanlar, toprak ve bitkiler için önemli bir sorun haline dönüşmektedir.
Balkanlarda, kuzey-batı-güney-doğu şeklinde (Dinarik Alpleri, Pindos, Mani, Suva Planina, Strymon ve Axios/Vardar nehirleri arasındaki Placovica) veya batı-doğu şeklinde (Rodop, Balkan/Stara Planina dağları) uzanan sıra dağlar bölgenin üçte ikisinde hâkim konumdadır. Dağlar deniz ikliminin içerilere sokulmasına engel olduğu gibi yağmurun daha iç bölgelere doğru ilerlemesini de kısıtlamaktadır.
Bu dağlık bölgelerde kışlar soğuk, yaz ayları ise aşırı sıcak geçen kıtasal bir iklime sahiptir. Doğu Balkanlarda, batı bölümlerine göre daha az yağış almaktadır. Tek büyük ovalar, en önemli nehirler Tuna veya Maritsa/Meriç etrafına merkezlenmiş olan Trakya ve Eflak’tır. Tuna nehri aynı zamanda sağladığı ulaşım ve taşıma imkânlarıyla bölgede oldukça etkili bir özelliğe sahiptir. Küçük kıyısal ovalar, Aksios/Vardar nehri veya Struma gibi nehirlerin ağızlarında konumlanmış ve daha küçük olanlar ise Epirus/Epir veya Mora bölgelerinde konumlanmıştır. Anadolu bölümü Ege, Akdeniz ve Karadeniz ile sınırlarını oluşturan iç bölgelerin ise dağ sıralarıyla ayrıldığı bir konumda bulunmaktadır. Dağlık yapı orta ve doğu bölümlerinde tarımsal faaliyetlerin yerine hayvancılığa imkânlar tanırken bu alanlar iskân bakımında uygun görülmediğinden nüfus bakımından düşük yerleşim yerlerinden oluşmuştu. Yüksek ve sarp dağ sıralarının yer aldığı doğu bölgelerinde dağlar kuzey yönünde Ermenistan ve Kafkaslara uzanırken güneyde ise Suriye ve Mezopotamya istikametinde uzanmaktadır. Bölgenin batı bölümünde uzanan dağlar arasında bulunan vadilerde kurulmuş olan Karya, Lidya, Frigya zenginlikleri ile dikkat çeken yerleşim yerleridir. Kapadokya ile Galatya istikametli uzanan yollar çevresinde şehir ve köy yerleşimleri kurulmuştur. Mısır ve Suriye sahip olduğu zengin ve verimli tarım alanlarıyla stratejik bir konumda bulunmaktaydılar.
Nil Nehrinin oluşturduğu vadi zengin toraklara uygun iklime ve zengin su kaynaklarına sahipti. Sahip olduğu zengin tahıl üretimi Mısır’ı İmparatorluğun en verimli ve en önemli tahıl tedarik merkezi konumuna getirmişti. Suriye, batısında Asi, doğusunda Fırat nehirleri arasında uzanan verimli kuzey platolarına sahipti. Suriye’de nüfus bakımından yoğun olan şehirler ve köyler bulunuyordu. Bu yoğun nüfusu ise sahip olduğu zenginliklere borçluydu. İyonya ve Ege Denizi üzerinde yer alan adaların çoğu dağlık bir yapıya sahiptir. Girit’te Kaz Dağı 2,456 metreye ve Kıbrıs’ta Olimpos 2,100 metreye ulaşmaktadır. Ovalar sadece büyük adalar üzerinde bulunmaktadır, örneğin Sicilya, Girit, Kıbrıs ve Eğriboz Adası. Daha küçük alana sahip olan, Semadirek, İstanköy ve Batnaz adaları su kaynaklarının yetersizliği ile dikkat çekmektedir. Genellikle, toprak istismarı köy çevresindeki eş merkezli bölgelerde gerçekleştirilmiştir. Sulama imkânına sahip sebze bahçeleri ve meyve bahçeleri, iskân edilen merkez etrafında işlenmiştir. Sulama imkânından mahrum olan kuru araziler ise tahıllar, asma bahçeleri veya haşhaş gibi tekstil bitkilerin yetiştirilmesi için sürülmüştür. Bu araziler iskân edilen yerlerden uzak alanlarda bulunuyorlardı. Bunun nedenini ise bazen öküzlerin bu bölgelere ulaşması üç saat kadar sürmesi, bu bölgelerin işlenmesinin daha az yoğun oluşu ve daha az sıklıkta kazma içermeleri olmuştur. Otlanma arazileri ve ağaçlık alanlar en uzak konumlarda yerleşmektedir. Pars Occidentalis’in düşüşü toplamda 1,3 milyon km²’lik bir azalma anlamına gelmiştir. Batıdaki şehirlerin tekrar fethedilmesi, Iustinian yönetimi altında sadece kısmi ve geçici olarak 2,7 milyon km² toparlanmaya olanak sağlamıştır.
Siyasi Gelişmeler
Bizans İmparatorluğu’nda iskân politikasının uygulanışı konusuna başlangıç noktası olarak belirlediğimiz IV. Yüzyıldan itibaren gelişen siyasi, iktisadi, askeri, sosyal ve dini gelişmelerin ve sorunların anlaşılması için bir önceki yüzyılda meydana gelen gelişmelerin bilinmesine ihtiyaç vardır.
Roma İmparatorluğunun kurumlarıyla yeniden yapılandırılması ve “yeniden canlanmasını” sağlayan gelişmeler, III. Yüzyılda meydana gelen olayların ve gelişmelerin diğer yüzyıllara etkisinin bir sonucudur. Bu dönemde meydana gelen olayları ve sorunları ortaya koymadan I.Costantinius’la başlayan süreci değerlendirmek mümkün değildir.
İmparator Alexander Severus’un 235 yılından ölümünden itibaren 284 yılına kadar geçen sürede imparatorluk tahtını elde etmek amacıyla 51 kişi mücadele vermiş ve bunlardan başarılı olup imparatorluk tahtına geçebilen ise sadece 22 kişi olmuştur İmparatorluğun başına geçecek kişinin belirlenmesinde bir yöntem veya kanun olmadığından krizlerinin yaşanmasına neden oluyordu. İmparatorluk tahtına geçmek isteyenler, giriştikleri kanlı mücadelelerde kendilerini destekleyen askerlerin gücüne dayanarak mücadele veriyorlardı. Olayların yaşandığı bu kriz döneminde isyancılar imparatorların çoğunun acı şekilde öldürülmelerinin baş aktörleri olmuşlardır. İmparator askerlerin kaprisleri veya ihtirasları doğrultusunda belirlenmiş ya da imparatorlar hem tahtından hem de canından olmuşlardı. Ancak mücadele eden tarafların hepsinin bir birine karşı kullandıkları güç, Romanın askeri gücü ve kaynağından oluşmaktaydı. İmparatorluk ordusunu güçsüz kılan ve zafiyet içine sokan bu durum kaçınılmaz olarak imparatorluğa düşmanlık besleyen devletlerin sayısının artmasına ortam hazırlarken sınırlar kuzeyden Alamanni topluklardan Gotlara, doğuda ise Perslere karşı toprakların savunmasız hale gelmesine neden oluyordu.
Yarım asır devam eden bu süreç içinde yönetim yapısından iktisadi sorunlara askeri yapıdan Roma İmparatorluk düşünce yapısına kadar çöküntünün yaşandığı bir süreç içindeydi. Yaşanan iktisadi sıkıntılar neticesinde artan fiyatlar ve yükselen enflasyon, ekonomiyi çökme noktasına getirmiştir. Çiftçiler topraklarını ağır vergiler nedeniyle terk ettiler. Vergilerin toplanması büyük bir sorun halini almıştı. Vergiler ve toplanma usulleri halkın tepkisiyle karşılandığından zengin ve güçlü aile bireyleri şehir meclislerinde üyelik ve memurluk görevlerine karşı isteksiz tutum takınıyorlardı.
Roma İmparatorluğunda III. yüzyılın ilk dönemlerine kadar taht idaresinde ailelerin hâkimiyetinin olduğu babadan oğula geçen hanedan idaresi mevcuttu. Roma İmparatorluğu Diocletianus’tan önce taht, Sevarus hanedanına mensup kişiler tarafından yönetilmekteydi. Sevarus Alexander’in askeri bir ayaklanma sonucu öldürülmesiyle birlikte bir dönem kapanmış oldu. Ordu tarafından imparator ilan edilen taşralı bir kumandan Maximinus senatonun desteğini almasıyla durumunu resmi olarak kabullendirmiş oldu. Bozulan iç düzeni tekrardan normalleştirmek için mücadele etti. Muhalif olan kesimleri kontrol altına aldı. Ordunun artan ihtiyaçlarını ve giderlerini karşılamak amacıyla vergilerin tam ve düzgün toplanmasını sağlamak için oldukça sert tutum sergiledi. Hoşnutsuzluklar neticesinde senatonun desteğini alan Afrika valisi Gordianus Maximinus yönetimine karşı harekete geçti. İsyan girişimi başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Gordianus ve oğlu öldürüldü. Senatonun kontrolü alma çabaları başarılı olamadı. III. Gordianus’un, Praetoria askerlerinin desteğiyle imparator ilan edilerek tatta geçmesi sağlandı. III. Gordianus yönetimiyle birlikte kaosa neden olacak iç savaş süreci başlamış oldu. İmparator kayınpederi olan Timistheus’un birinci kumandan olmasıyla birlikte senatonun etkisinden kurtulma imkânı buldu. Timistheus imparatorluktaki kargaşadan yararlanarak saldırıya geçen Sasani kralı I.Shapur’u yenilgiye uğrattı. Mezopotamya bu zafer sonucunda tamamen imparatorluk sınırlarına dâhil edildi. İmparator Gordianus 244 yılında isyan neticesinde öldürüldü. Senato desteğini alan Philippus yeni imparator oldu. İdari olarak oğlunu önce Caesar ardından Augustus ilan ederek kendinden sonra oğlunun yerine geçmesini sağlayacak düzenlemeleri gerçekleştirdi. Philippus Karpatlara sefer düzenledi. Ordu içinde oluşan memnuniyetsizlikleri önleyemedi. Tuna ve doğu bölgelerinde kendine karşı başlayan isyanı engelleyemedi. Tuna kumandanı olarak atadığı Decius ile girdiği mücadelede hayatını kaybetti. İmparatorluk tahtına geçen Decius iktidarının devamı için İtalya’ya gitti. Dacia bölgesinin korumasız bırakılması neticesinde, Alanların baskısıyla yerlerini terke zorlanan Gotlar, imparatorluk topraklarına girerek Balkanlar bölgesini yağmaladılar. Got istilacılara karşı mücadeleye girişen İmparator Decius, uğradığı yenilgiler üzerine ordu üzerindeki gücünü kaybedince 251’de öldürülmekten kurtulmadı.
Decius’un öldürülmesi üç yıl sürecek iç savaşın yaşandığı İmparatorluk tahtına geçme mücadelesinin verildiği bir sürecin yaşanmasına neden oldu. Valerianus, askerlerin desteğini alarak imparator oldu. İmparatorluğun iç çekişmeleri ve iktidar mücadeleleri imparatorluk sınırlarında oluşturduğu zafiyet Tuna’da Got ve Alamanların girişlerini engelleyemezken Frankların Ren sınırını geçmesini de engelleyemedi. Doğu sınırında ise Sasaniler harekete geçerek Anatakya’ya kadar ilerlediler. 259 yılında Valerianus’un anlaşma yapmak isteği Sasanilerin ihaneti sonucunda İmparatorun tutsak olmasına neden oldu. Babası tarafından Augustus ilan edilen ve tahtın eş sahibi olan Gallienus’u oldukça güç bir mücadele bekliyordu. Gallienus, sayısı dokuzdan az olmayan kişileri mağlup ederek İmparatorluk tahtına hâkim oldu. Gallienus, askeri yetkilerinin büyük bölümünü senatörlerden alarak senatonun gücünü azaltma yoluna gitti. Gallienus Sasani süvarilerine karşı koyabilmek amacıyla orduyu yeniden yapılandırma yoluna giderek ilk süvari birliklerini oluşturdu. Askeri alanda yaptığı yeni düzenlemeler, Got ve Heruller’in Balkanlara girmelerine ve Atina’nın yağmalanmasını durdurmada başarılı olamadı. Gallienus yakın adamlarının planladığı bir suikast sonucu öldürüldü. Gallienus öldürülmesinden sonra Claudius tahtın yeni sahibi oldu. İmparatorluğun Balkanlarda bulunan topraklarını işgal eden Gotları yenilgiye uğratarak Tuna bölgesinde güvenliği yeniden tahsis etmiş oldu. Gothicus ünvanlı İmparator vebadan hayatını kaybetti. Claudius’un ani ölümü nedeniyle yaşanan kargaşa ortamına Gallienus’un öldürülmesinde yer alanlardan biri olan Aurelianus son verdi. Balkanlarda Germen kavimlerinden olan Iuthungler (Juthungiler) mağlup edildi. Vandallar’a karşı kazandığı başarıyla Pannonia (Macaristan)’nın güvenliğini sağlamış oldu. Aurelianus M.S. 271 yılında iktisadi nedenlere dayanarak almış olduğu Dacia’dan çekilme kararı imparatorluğun parçalanmasını başlatacak siyasi sonuçlara neden oldu. Savunma giderlerinin fazlalığı düşüncesiyle Roma askeri gücünü ve vatandaşlarını bölgede bulunması uygulamasına son vererek Tuna sınırı yeniden düzenlemiştir. İmparatorluğun doğusunda Palmeyra Kraliçesi olan Zenobia ordusunun neden olduğu saldırı, Mısır’ın alınmasından sonra Anadolu yönünde ilerliyordu. İki ordunun Antiokheia (Antakya) yakınlarında karşılaştığı savaşı, Aurelianus’un taktiği sayesinde kazanıldı. Palmeyra’yı kuşatılması sonucunda direniş gösteremeyen Zenobia esir alınarak Roma’ya gönderildi.
İmparator Carus’un askerleri tarafından öldürülmesi sonucunda Doğu ordusu harekete geçerek askerlerinden biri olan Diocletianus’u imparator ilan etti. Ancak bu durumu kabullenmeyen Carus’un oğlu Carinus askerleri ile birlikte harekete geçti. Orduların Moesia’da yaptıkları savaşta Carinus’un ölümüyle sonuçlanan galibiyetin sahibi Diocletianus ortak imparator olarak ilan edildi. Diocletianus iktidarı ile birlikte III. yüzyılda anarşi dönemine son vererek istikrarlı bir ortamı tekrardan sağlayarak yeni bir siyasi başlangıç oluşturdu. Diocletianus yeni istikrar ortamını çok iyi bildiği askeri bir liderlik anlayışıyla gerçekleştirecektir. Yaşanan olaylar farklı milletlerin birlikte yaşadığı geniş İmparatorluk topraklarını ve onun güvenliğini sağlayan büyük sayıdaki orduyu bir kişinin yönetmesinin oldukça güç olduğunu göstermekteydi. Diocletianus düzeni sağlamak adına görevlerini paylaşacağı yeni bir idari düzenlemeyi hayata geçirdi.
Diocletianus’un ortaya koyduğu bu sisteme göre doğu ve batı olarak ayrılan imparatorluğu iki eşit Augustus tarafından yönetilecekti. Bunların her birine, görevlerinde yardımcı olmak ve emekliye ayrılıp görevlerinden ayrıldıklarında veya ölümleri halinde yerlerine geçecek konumda olacak Caesarlar görevlendirildi. İmparator Diocletianus, idari alanda yetki paylaşımı anlamına gelecek bu yeni yönetimin uygulanmasını sağlamak için imparatorluk ordusundan arkadaşı olan Maximanus’u uygun gördü. Yönetimi süresince imparatorluğun doğusuyla daha fazla ilgilendiğinden çok iyi bildiği bu coğrafyayı kendisine seçerek merkez olarak da Nikomediayı (İzmit) belirledi. Maximanus ise Batı Roma’ya Mediolanum’u seçti. İmparatorlara iki Caesar daha atanarak yönetim daha fazla bölünmüştü. Bunlar Augustus ünvanı taşıyan imparatorların astı olarak görev yapacaklardı. Bunlardan Diocletianus’un Caesar’ı olarak atanan Galerius Trakyalı olup acımasız bir askerdi ve kendisine Balkanlar idaresi tahsis edildi. Maximanus’un Caesar’ı ise Gallia’yı kendisine merkez olarak belirlemiş ancak Britanya’da Roma idaresini yeniden kurmakla görevlendirilen Constantius Chlorus’tu. İmparatorluğu yöneten dört güç yönetimde birliğin gereği ve göstergesi olarak imparatorluğun bütün alanlarında uygulanacak kanunlarda dört yöneticinin de isminin yer alması gerekiyordu. Stratejik açıdan önemli yönetim merkezlerinin seçildiği coğrafi bütünlük olarak adem-i merkeziyetçi yönetim uygulanmasına dayanan sistem uygulanmaya başlanıldı. Dört kişiden oluşan (Tetrarşi) yönetim şekliyle İmparatorluk otoritesinin geniş coğrafyaya yayarak bütünlüğü koruma esasına dayanmaktaydı. Sistemin özünde geçmiş dönemde yaşanan “Askeri Anarşi” dönemi olarak adlandırılan karanlık dönemlerin yaşanmaması içindi.
Kendinden önce imparatorlukta yaşanan başa geçme mücadelelerinin değerlendirmesini yapan Diocletianus devletin bütün idari mekanizmasını yeniden yapılandırma gereği görmüştü. İmparatorluğun bu yeni idare düzeni içinde artık senetoryal ve emperyal ayrımı olamayacaktı. Diocletianus sayıca az olmasına rağmen geniş coğrafi alanlara hükmeden ve bundan dolayı devletin zaafa uğradığı dönemlerde isyanlara ve İmparatorluk iddiasında bulunan geniş toprak sahiplerinin kalkışmalarına sahne olmuştu. Bu sorunun oluşumuna neden olan geniş arazilere sahip eyaletler küçültülerek bunların askeri bir güç oluşturup politik sorunların önüne geçilmeye çalışıldı. Bu idari düzenleme sonucunda 57 olan eyalet sayısı 96’yı geçmiştir.
İmparatorluğun idari yapısı şu şekilde ihdas edilmiştir;
1-Galya Eyaleti (Praefectura Galya) :Galya, İspanya ve Afrika’nın kuzeybatı kısmı,
2-İtalya Eyaleti (Praefectura İtalya):Afrika, İtalya, Tuna ve Alpler arasında kalan şehirler,
3-Balkan Eyaleti (Praefectura İllerricum) :Datça, Makedonya, Yunanistan ile birlikte bazı Ege adalarını da kapsar,
4-Doğu Eyaleti (Praefectura East) :Dört bölgeye ayrılmıştır. Trakya, Anadolu, Doğu(Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Sina Yarımadası) Mısır (Mısırın kuzeyi, Nil Vadisi ve Libya). Bu idari yapı 4. Yüzyıl sonlarından itibaren sınırları ile birlikte tam olarak şekillenmiştir.
İdari Taksimat Şekli ve Yöneticileri
İmparatorluk (bölümü):İmparator
Praefecturalar : Preator Praefectusları
Diocesisler: : Vicarius’lar
Eyaletler : Eyalet Yöneticileri
Şehirler : Şehir Meclisleri
Diocletianus, oluşturduğu bu idari teşkilat yapısındaki yeniliklerle amaçladığı imparatorluğun bütün yapısına Mutlak Monarşi yönetimini hâkim kılmaktı. Böylece karmaşık bir yapıya dönüşmüş olan yeni imparatorluk seçiminde (veya güçsüz imparatorlar dönemlerinde ortaya çıkan kriz ve yaşanılan buhran dönemlerinde) gücünü ve etkisini arttıran sivil ve askeri bürokrasi zayıflatılmış olacaktı. İmparatorlukta idari alanda yapılan değişiklikler sonucunda güçlü ve etkin bir yönetim meydana getirildi. İdari taksimat sonucunda sivil ve askeri bürokrasi birbirinden ayrılarak ortaya çıkan yönetim birimleri ve bunların sınırları belirlenmiş sivil yönetim anlayışıyla tahta karşı girişimlerin önü kesilmiş olacaktı. Roma İmparatorluğunun başkanlık sistemi, (Principatus) kriz ve anarşi dönemlerinin sorunları içinde mahvolmuş ve yerini Diocletianus’un hâkimiyet sistemi olan dominatio almıştır. Bu sistem Bizans otokrasisinin gelişim kaynağı olacaktır. Dörtlü iktidar yöntemiyle otoriteyi bölmeden katlanarak artmasını sağlamış oluyordu.
İmparatorluğun yönetim anlayışında yapılan bu yenilikler ile Preator Praefectusların sahip oldukları yetkinin gücüyle merkezi yönetimin organları güç yarışına girerken, gücün tek sahibi olan imparator bir yandan bunların etki alanlarını sınırlama yoluna gitmiş diğer yandan bunların vekili durumunda olan “Vicarius”ları da bunlara karşı kullanmıştır.
İmparator Diocletianus, askeri alanda imparatorluğun yeni idari yapılanmasına uygun düzenlemelere gitti. İmparatorluğun askeri güçlerinin ekseri büyük bir bölümü sınır ordusu şeklinde düzenlenmiş bir yapı şeklindeydi. Sadece sınırlar dâhilinde harekete hazır güç olarak Roma’da bulunan muhafız gücü “pretoriyen” mevcuttu. Bu sistemin gereksinimlerini karşılamada ve tehditleri önlemede yetersiz kalmaktaydı. Diocletianus bu amaçla sınır güçlerini takviye ederek güçlendirdi. İmparatorluk içinde ise dışarıdan gelen saldırılara karşı koymak ve imparatoru tahtından etmek amaçlı saldırılara karşı koyacak hareketli ve güçlü askeri birlikler oluşturuldu. Güney sınırında Perslerin saldırılarına karşı koymak amacıyla tahkimat ve güçlendirmeler yapıldığını Marcellinus şu cümleleriyle aktarmaktadır. “Diocletianus yüksek kaleler ve duvarlarla etrafını çevirinceye kadar eskiden o yer ( Kirkesium) küçük ve güvensiz bulunuyordu. Birkaç yıl öncesinde Syria eyaletine büyük zarar vermiş olan Perslerin Syria’yı istila etmesini önlemek amacıyla barbarlar topraklarının sınırları üstüne tam olarak sınır savunmaları düzenliyordu”.
Diocletianus’un tahtın yeni sahibi olarak İmparator ilan edilmesiyle birlikte 235 yılında Severus hanedanının son bulmasıyla başlayan ve devam eden düzensizliğin ve kaosun yaşandığı anarşi dönemini sona erdi.
Celal BİÇER
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder