20 Mart 2023 Pazartesi

DÎNİ SÖZLÜK “I-İ”

 İLM (İlim):

 

Bir şeyi hakkıyla bilmek, anlamak. Cehlin zıddı.

 

1. Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Her şeyi bilmesi.

 

Allahü teâlânın sıfatları, işleri, kendi gibi akılla anlaşılmaz ve anlatılamaz. İnsanların sıfatlarına, işlerine hiç benzemez ve uymaz. On sekiz sıfatı vardır. Bunlara sıfat-ı sübûtiyye denir. Bunlardan biri İlim sıfatıdır. Bu sıfatı da kendi gibi kadîmdir, yâni sonradan olma değildir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

2.  Bir şeyin sûretinin, görünüşünün zihinde şekillenmesi, bilme, bilgi. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Kendilerine ilim ve hidâyet verdiğimiz kimseler, ilimlerini insanlardan saklarlarsa, Allah'ın ve lânet edenlerin lânetleri bunların üzerine olsun. (Nisâ sûresi: 30)

 

Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibâdet etmekten daha sevâbdır. (Hadîs-i şerîf-Dürr-ül-Muhtâr)

 

İlim, Çin'de de olsa onu alınız. Zîrâ ilim öğrenmek, kadın-erkek her müslümana farzdır. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)

 

İlmi ile amel edene, Allahü teâlâ bilmediklerini öğretir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

 

İlim maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen koruyacaksın, ilim ise seni korur. Mal sarf etmekle azalır, ilim sarf etmekle çoğalır. (Hazret-i Ali)

 

Hiçbir şey ilimden üstün değildir. Çünkü sultanlar, insanlara hükmederler. Âlimler ise, sultanlara hükmeder. (Ebü'l-Esved)

 

Ey oğlum! Dünyânın sevinç ve neş'elerini tecrübe ettim. İlimden lezzetli bir şey bulamadım. (Lokman Hakîm)

 

İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır.

 

Karanlık yollarda o, en aziz arkadaştır.

 

İlim, uçsuz bucaksız bir ummanı andırır.

 

İlimden başka her şey insanı usandırır.

 

(M. Sıddîk bin Saîd)

 

İlm-i Ahlâk:

 

İyi huylar edinme ve kötü huylardan sakınma yollarını öğreten ilim. (Ahlâk)

 

İlm-i Âlet:

 

Ulûm-i âliyye denilen sekiz yüksek din bilgisini öğrenebilmek için lâzım olan yardımcı ilimlerdir. Bunlara ulûm-i ibtidâiyye, başlangıç ilimleri de denir. Ulûm-i âliyye şunlardır: Tefsîr, usûl -i kelâm, kelâm, usûl-i hadîs, ilm-i hadîs, usûl-i fıkh, fıkh, ilm-i tasavvuf. Böylece din bilgileri yirmi olmaktadır.

 

İlm-i Bâtın:

 

Kalb ilmi, mânâ ilmi, tasavvuf ilmi.

 

İlm-i bâtın evliyânın yükseklerinin ilmidir. Bu ilim, kötü huylardan arınıldığında kalbe doğan bir nurdan ibârettir. Bu sâyede çok şeyler görülür, derin ve ince mânâlara vâkıf olunur. Geniş ufuklar açılır. (İmâm-ı Gazâlî)

 

İlm-i Bedî':

 

Lafz (söz) ve mânâ ile ilgili bâzı san'atlar yaparak sözün süslenmesini öğreten ilim.

 

İlm-i Belâgât:

 

Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten ilim.

 

İlm-i Beyân:

 

Belâgât ilminin hakîkat, mecaz, kinâye, teşbîh (benzetme) ve istiâre gibi konularından bahseden ilim.

 

İlm-i Ezelî:

 

Allahü teâlânın başlangıcı olmayan ilmi.

 

Allahü teâlânın kazâsı, taktîri ve levh-i mahfûza yazması ilm-i ezelîsine uygundur. Her şeyi ilerde ne zamanda ve nasıl olacak ise veya olmıyacak ise, ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) öylece bilmiştir. Bu şeyler zamanı gelince ilm-i ezelisine uygun olarak meydana gelmektedir. (Muhammed Akkermânî)

 

İlm-i Ferâiz:

 

Vefât eden kimsenin bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl taksim edileceğini öğreten ilim (Ferâiz).

 

İlm-i Fıkıh:

 

Dînimizin emir ve yasaklarını bildiren ilim. (Fıkıh)

 

İlm-i Hadîs:

 

Peygamber efendimizin mübârek sözlerini, işlerini ve görüp de mâni olmadığı şeylerden bahseden ilim. (Hadîs)

 

İlm-i Hâl (İlmihâl):

 

Her müslümanın îmân, ibâdet ve ahlâk ile ilgili bilmesi gereken şeyler veya bu bilgileri anlatan kitap.

 

Dînini bilen, seven ve kayıran mübârek insanların ilmihâl kitaplarını alıp, çoluk-çocuğuna öğretmesi, her müslümanın birinci vazîfesidir. Kendilerine din adamı ismini ve süsünü veren, câhil ve sapık bir kimsenin sözlerinden ve yazılarından din öğrenmeye kalkışmak, kendini Cehennem'e atmaktır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

 

Önce ilm-i hâli öğren, çocuğuna da öğret

Din bilgisi öğrenmezsen, olursun sonra pişman

 

(M. Sıddîk Gümüş)

 

İlm-i Hey'et:

 

Astronomi ilmi.

 

İlm-i Hudûrî (İlm-i Huzûrî):

 

Bir şeyi, zihinde onun sûreti (görüntüsü) meydana gelmeksizin bilmek.

 

Bir kimsenin kendi dışında bulunan bir şeyi bilmesi için o şeyin sûretinin, şeklinin görüntüsünün zihinde meydana gelmesi lâzımdır. Fakat ilm-i huzûrîde durum böyle değildir. İnsan kendisini ilm-i hudûrî ile bilir. Çünkü kendisi zâten zihninde vardır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

İlm-i Husûlî:

 

Bir şeyi onun sûreti, görüntüsü zihinde bulunduğu müddetçe bilmek. O şeyin zihindeki sûreti yok olunca, o şey unutulur. Bundan dolayı ilm-i husûlî devamlı değildir.

 

İlm-i İlâhî:

 

Allahü teâlânın ezelî ilmi.

 

İlm-i Kelâm:

 

Kelime-i şehâdeti ve buna bağlı olan îmânın altı temel bilgisini öğreten ilim.

 

İlm-i kelâm, inanılacak bilgileri, Ehl-i sünnet îtikâdına göre geniş olarak ve delilleriyle anlattığı gibi, îtikâdı bozuk olanlara karşı Ehl-i sünnet îtikâdını da müdâfaa eder. (İmâm-ı Gazâlî)

 

İlm-i Kesbî:

 

Çalışarak elde edilen ilim.

 

İlm-i Kırâat:

 

Kur'ân-ı kerîmin kelimelerinin doğru olarak okunuşundan bâzı kelimelerin ise, farklı okunmasından bahseden ilim.

 

İlm -i kırâat, Allahü teâlânın kelâmını bozulmak ve değişmekten korur. (Taşköprüzâde Ahmed Efendi)

 

İlm-i Ledünn:

 

Allahü teâlânın ihsânı olup, çalışmadan kavuşulan ilim.

 

İlm-i Ledünn verilmesinde Hızır aleyhisselâmın rûhâniyeti vâsıta olmaktadır. (Muhammed Pârisâ)

 

İlm-i Lügat:

 

Bir dilin kelimelerinin tamâmını inceleyen ilim.

 

İlm-i Meânî:

 

Sözün hâle uygunluğundan bahseden edebî ilim dallarından biri.

 

İlm-i Nâfi':

 

İnsana aczini, kusurunu, Rabbinin büyüklüğünü bildiren, kalbde Allah korkusunu ve mahluklara karşı tevâzû, alçak gönüllülüğü artıran, kul haklarına ehemmiyet vermeyi temin eden sonsuz seâdeti (mutluluğu) ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle olan ilim.

 

İlm-i Nahv:

 

Arabî cümle bilgisi. Kelimelerin cümle içindeki yerlerini ve buna göre sonlarının aldığı durumlardan (harekelerden) bahseden ilim.

 

İlimlerden bir kısmı diğer ilimlere bir mukaddime (başlangıç) olup, o ilimleri elde etmeğe birer âlet, vâsıta durumundadırlar. Lugat ve nahv ilimleri de böyledir. Bunlar aslında dînî ilimlerden değildir. Ancak Kur'ân-ı kerîm ve hadîs gibi dînî ilimlerin anlaşılmalarında lüzumludurlar. Çünkü kitab (Kur'ân-ı kerîm) ve hadîs-i şerîfler, Arabça olduğundan, dînimizi anlayabilmek için bu ilimlere ihtiyâc vardır. (İmâm-ı Gazâlî)

 

İlim öğrenirken, en mühim olanını öne almalıdır. İlmin en önemlisi sâhibine doğru yolu gösterendir. Bu sebeple akâid, fıkıh, tefsîr, hadîs ilimleri en önemli ilimlerdir. Arabî ilimlerden önemlileri de nahv ve meâni (edebiyât) ilimleridir. (Seyyid Alizâde)

 

İlm-i Sarf:

 

Kelime bilgisi. Arabîde kelimenin aldığı şekillerden bahseden ilim. Morfoloji.

 

İlm-i Sarfın konusu isim ve fiil çekimleridir. Bunların çekimlerinde alışkanlık kazandırarak hatâya düşmekten korur. (Taşköprüzâde Ahmed Efendi)

 

İlm-i Tefsîr:

 

Kur'ân-ı kerîmdeki murâd-ı ilâhîyi, Allahü teâlânın kastettiği mânâyı açıklayan ilim.

 

İlm-i Usûl-i Fıkıh:

 

Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.

 

İlm-i Usûl-i Hadîs:

 

Hadîs-i şerîflerin çeşitlerini anlatan ilim.

 

İlm-i usûl- i hadîsin ortaya koyduğu metodlar ile hadîs-i şerîflerin nev'ileri, çeşidleri ayırd edilir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

 

İlm-i Usûl-i Kelâm:

 

Kelâm ilminin, îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.

 

İlm-i Usûl-i Tefsîr:

 

Tefsîr ilminin metodlarından, kâidelerinden, müfessirde bulunması gereken şartlarından, âyet-i kerîmelerin; nâsih ve mensûhundan, hâss ve âmmından bahseden ilim.

 

İlm-i Vehbî:

 

Çalışmadan öğrenilen, Allahü teâlâ tarafından ihsân edilen ilim. (İlm-i Ledünnî)

 

İlm-ül-Yakîn:

 

Eserden müessire yol bulmak. İşi görüp yapanı tanımak, bilmek. Dumanı görüp, orada ateşin olduğunu anlamak böyledir.

 

İLTİCÂ:

 

Sığınma.

 

Teheccüd (gece namazı) ve sabah namazlarına uyanmak isteyen, yatsı namazını kılınca hemen yatmalı, gece, boş şeylerle uykusuz kalmamalıdır. Teheccüd zamânında tövbe istiğfâr etmek, Allahü teâlâya ilticâ etmek, yalvarmak, günâhlarını düşünmek, ayıplarını, kusurlarını hatırlamak, kıyâmetteki azâbları düşünüp korkmak, Cehennem'in sonsuz acılarından titremek lâzımdır. Afv ve mağfiret için çok yalvarmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Ey âsîlerin, günâhkârların sığınağı! Sana sığındım; sayısız hatâlar işledim. Şimdi sana ilticâ eyledim. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

 

Bu dünyâ bir köprüdür gelen bir bir geçer durmaz

Hani âba u ecdâdın ne oldu kimseler sormaz

Hani annen baban nerde bu dünyâ kimseye kalmaz

Gelenler hep sefer eyler muhakkak dâr-ı Bekâya 

Yüzün dön ilticâ eyle Cenâb-ı zât-ı Mevlâya

 

(Tâceddîn-i Velî)

 

İLYÂS ALEYHİSSELÂM:

 

Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden biri. Hârûn aleyhisselâmın neslindendir.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

İlyâs da, şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlerden idi. O vakit kavmine (şöyle) demişti; "Siz Allahü teâlânın azâbından korkmaz mısınız? Allahü teâlâ sizin de Rabbinizdir, evvelki atalarınızın da Rabbidir." Fakat onlar İlyâs'ı (aleyhisselâm) yalanladılar. Şüphesiz onlar hazırlanıp (Cehennem'e) götürüleceklerdir. Ancak Allah'ın ihlâs sâhibi (mü'min) kulları müstesnâdır. (Sâffât sûresi: 123-128)

 

Zekeriyyâ, Yahya, Îsâ ve İlyâs'a da (aleyhimüsselâm) hidâyet (peygamberlik) verdik. Onların hepsi sâlihlerden idiler. (En'âm sûresi: 85)

 

Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâmdan sonra İsrâiloğullarına Yûşâ aleyhisselâm ve Hazkîl aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiler. Onlara Tevrât'ın hükümlerini bildirdiler. Hazkîl aleyhisselâmdan sonra İlyâs aleyhisselâm peygamber olarak gönderildi. İsrâiloğullarından Ba'lbek'te yerleşen kabîleyi îmâna dâvet etti. Ba'lbek'te hüküm süren ve insanları Ba'l adındaki puta tapmaya zorlayan zâlim hükümdârı ve ona tâbi insanları, puta tapmaktan sakındırdı ve Allahü teâlâya îmân etmeye çağırdı. İnsanlar onu dinlemediler. İlyâs aleyhisselâm onları azâbla korkuttu ise de karşı gelip onu memleketlerinden çıkardılar. İsyânları sebebiyle Allahü teâlâ bereketi kaldırdı. Yağmurlar yağmaz oldu. Hayvanları susuzluktan kırıldı. Başlarına çeşitli musîbet ve belâlar geldi. İlyâs aleyhisselâmı Ba'lbek'ten çıkardıklarına pişman olan İsrâiloğulları, sonunda ondan af dilediler. Onların isteği üzerine, İlyâs aleyhisselâm Ba'lbek'e geri döndü. İsrâiloğullarını puta tapmaktan sakındırdı. Onlar, İlyâs aleyhisselâma îmân ettiler ve ona tâbi olacaklarına söz verdiler. İlyâs aleyhisselâm duâ etti. Allahü teâlâ kıtlık ve musîbetleri kaldırıp bolluk ve bereket ihsân etti. Bir müddet İlyâs aleyhisselâma tâbi oldular fakat sonunda isyân ederek eski sapıklıklarına döndüler. İlyâs aleyhisselâmın yaptığı nasîhatleri dinlemediler. Doğru yola gelmeyeceklerini iyice anlayıp, çok üzüldü ve bu azgın insanlardan ayrılması için Allahü teâlâya duâ etti. Allahü teâlâ onun duâsını kabûl buyurdu. İlyâs aleyhisselâm o beldeden hicret edip başka yerlere gitti. İsrâiloğullarına tekrar belâ ve musîbetler geldi. İlyâs aleyhisselâm gittiği beldelerden birinde ihtiyâr bir kadının evine misâfir oldu. Bu kadının Elyesâ' isimli hasta oğluna duâ etti. Onun duâsı bereketiyle Elyesa'nın hastalığı iyileşip, İlyâs aleyhisselâmın yanından ayrılmadı. Ondan Tevrât'ı öğrendi. İlyâs aleyhisselâmdan sonra İsrâiloğullarına peygamber olarak Elyesa' aleyhisselâm gönderildi. (Elyesa' Aleyhisselâm) (İbn-ül-Esîr, Sa'lebî, Nişâncızâde)

 

ÎMÂ:

 

İşâret etme. Bir özür sebebiyle başını yere koyamayan kimsenin rükû' için biraz, secde için rükû'dan daha çok eğilmesi.

 

Namazda rükû ve secdeleri yapamayan îmâ ile kılar. (Halebî)

 

Alnında yara olan, yalnız burnu ile, burnunda yara olan da yalnız alnı ile secde eder. Alnında ve burnunda birlikte yara olup, başını yere veya böyle sert bir şey üzerine koyamıyan, ayakta durabilse bile, yere oturarak îmâ ile kılar. (İbn-i Âbidîn)

 

Yatarak başı ile îmâ edemeyecek kadar ağır hastalığı yirmi dört saatten çok devâm eden kimseden, aklı başında olsa bile, namaz sâkıt olur (düşer, kılması lâzım gelmez). (Halebî)

 

Îmâ ile dahî kılması mümkün iken kılmadan ölüm hâline gelen kimsenin, namazlarının keffâreti için vasiyet etmesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn, İmâm-ı Birgivî)

 

İMÂM:

 

1. Câmi, mescid veya başka yerlerde cemâate namaz kıldıran kimse.


 

Cemâate, Kur'ân -ı kerîmi iyi okuyanınız imâm olsun. Bunda eşit olunca sünneti en iyi bileniniz, bunda da eşit olunca, en yaşlı olanınız imâm olsun! (Hadîs-i şerîf-Müslim, Sünen-i Tirmizî)


İmâm kalkan gibidir. Noksan kıldırırsa, sizin şerîf-Taberânî)


Namazı tam kıldırırsa; hem onun, hem sizin lehinize olur. namazınız yine tamdır. Noksanlık ondan sorulur. (Hadîs-i


 

İmâmın namaza dururken ve rüknden rükne geçerken ve selâm verirken, cemâat işitecek kadar sesini yükseltmesi sünnettir. Daha fazla yükseltmesi mekruhtur. Kırâeti güzel olan yâni Kur'an-ı kerîmin harflerini tanıyan, tecvid ile okumasını bilen imâm olur. Sesi güzel ve tegannî ile okuyan değil. (İbn-i Âbidîn)

 

2.   Hadîs, fıkıh, kelâm ve tefsîr ilminde ve tasavvuf gibi İslâmî ilimlerden birinde en yüksek mertebeye ulaşan âlim.

 

Dört büyük mezheb imâmına uymak, Kur'ân-ı kerîme ve sünnete (Peygamber efendimizin emirlerine) uymanın tâ kendisidir. (Abdurrahmân Silhetî)

 

3. Müslümanların devlet reîsi. (Halîfe)

 

Huzeyfe; "Yâ Resûlallah! Fitne devrine ulaşırsam ne yapmamı emredersiniz" deyince; "Müslümanların cemâatına ve imâmına tâbi ol!" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Buhârî ve Müslim)

 

İmâm-ı Müslimîn: Müslümanların imâmı, devlet reîsi, halîfe. (Halîfe)

 

İMÂME:

 

1. Eskiden müslümanların başlarına sardığı, bugün ise, sadece din görevlilerinin namaz kıldırırken ve dînî vazîfeleri yerine getirirken giydikleri başlık üzerine sarılan sarık.

 

İmâme ile kılınan iki rek'at namaz, imâmesiz kılınan yetmiş rek'at namazdan efdâldir, üstündür. (Hadîs-i şerif-Râmûz-ül-Ehâdîs)

 

Mescidlere imâmesiz olarak da imâmeli olarak da geliniz. Ancak imâmeli olmak mü'minlerin alâmetlerindendir. (Hadîs-i şerif-Râmûz-ül-Ehâdîs)

 

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem imâmeyi sarar ve ucunu arkadan iki kürek arasına sarkıtırdı. (Râmûz-ül-Ehâdîs)

 

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem hicretin sekizinci senesi Ramazan-ı şerîfin onuncu Pazartesi günü, on iki bin kahraman ile birlikte Medîne'den çıkarak, Ramazânın yirminci Perşembe günü Mekke-i mükerremeyi feth etti. Ertesi Cumâ günü hutbe okurken mübârek başında siyâh imâme sarılı idi. (İmâm-ı Kastalânî)

 

2. Tesbîhin ucundaki uzun tâne.

 

İMÂMET:

 

İmâmlık, reislik, başkanlık, rehberlik.

 

İmâmet-i Kübrâ:

 

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vekâleten bütün müslümanlara imamlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye (saldırı ve sataşmaya) cevap vermek vazîfesi, hilâfet. (Hilâfet)

 

İmâmet-i Suğra:

 

Namaz kıldırmak için imâm olmak. (İmâm)

 

İMÂMEYN:

 

İki imâm. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin ders ve sohbetlerinde yetişmiş olan İmâm-ı Ebû Yûsuf ile İmâm-ı Muhammed'e verilen lakab. İkisi de mezhebde müctehiddirler.

 

Müftî ve hâkim, İmâm-ı a'zâm Ebû Hanîfe'nin sözüne uygun olarak fetvâ verir. Aradığını


onun sözlerinde açıkça bulamazsa, İmâm-ı Ebû Yûsuf'un sözünü alır. Onun sözlerinde de bulamazsa, İmâm-ı Muhammed Şeybânî'nin sözünü alır. İmâmeyn'in sözü bir tarafta, İmâm-ı a'zam'ın sözü karşı tarafta ise, müftî her iki tarafa göre fetvâ verebilir. (İbn-i Âbidîn)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak