8 Mart 2023 Çarşamba

İslam Devletinde Ekonomi ve İdari Yapılanma-1


Uygarlığın Dış Görünümü ve Kapsamı



Bilindiği gibi lslam ülkesi zenginlik ve refahta en yüksek dereceye Abbasiler döneminde ulaşmıştır. Konumuz servetin açıklanması ve betimlenmesiyle sınırlı olsaydı, toplanan paralardan devlet hazinesine ne kadar girdiğini, gerek halifelerin gerek maiyetlerindeki idarecilerin nasıl zenginlik ve savurganlık içinde vakit geçirdiklerini, söz konusu servetin kaynağını belirtmekle yetinirdik. Ancak biz konuyu böyle üstünkörü geçmeyeceğiz. Gerekli araştırmaları yaparak her olayı sebep ve hikmetiyle göstermeye, nedenlerinin özünü bulmaya ve bunların zaman ve mekan açısından genel durumlar üzerinde yaptığı etkiyi açıklamaya çalışacağız.


Bununla beraber şurası iyi bilinmelidir: lslam idaresi veya lslami hükumet ile lslam ülkesi farklı kavramlardır. ldare veya devlet belli kişilerden oluşur. lslam ülkesi ise, bütün ülke ile halkından oluşur. Buna dayanarak söz konusu servet ve zenginliği; biri lslam hükumetinin serveti, diğeri lslam ülkesinin serveti olarak iki kısma ayırmak ve her döneme göre incelemek gerekir. lslam ülkelerinin her devrine göre zenginliğini ve refahını gösterebilmek için öncelikle Hz. peygamber zamanından başlayarak Raşid Halifeler, daha sonra Emevi ve Abbasiler devirlerine geçeceğiz. Her devri birtakım alt bölümlere ayıracağız. Bu bölümlerin, bir kısmı lslam hükumetinin veya devlet hazinesinin bir kısmı da hükumet adamlarının servetlerinden söz edecektir. Yine aynı şekilde söz konusu zenginliğin az veya çok olmasının nedenlerini de ortaya koyacağız. Haraç, cizye vs. vergilerin tarihsel gelişimi ve harcamaların çeşitlerinden söz edeceğiz.


lslam devletinin refah ve zenginliği beş devreye ayrılabilir: 1. Hazreti Peygamber Devri, 2. Raşid Halifeler Devri, 3. Emeviler Devri, 4. Abbasilerin Birinci veya Yükselme Devri, 5. Abbasilerin lkinci veya Duraklama ve Gerileme Devri.


Mısır, Endülüs ve diğer bölgelerde kurulan lslam idarelerinin refah ve zenginliği konusunda da bazı tesbitlerde bulunacağız. Değerlendirmelerimizde asıl göz önüne aldığımız dönem lslam'ın rönesansı olarak kabul edilen ünlü Abbasi dönemi ve uygarlığıdır.


İslam Devleti'nin Mali Durumu


1. Hz. Peygamber Zamam (H. 1-11/M. 622-632)


Devletin mali durumu veya servetiyle anlatılmak istenen, yapılan harcamalar toplam gelirlerden çıkarıldıktan sonra kalan fazlalık veya harcamalar ayrıldıktan sonra biriktirilen malların durumudur. lslam devletinin Hz. Peygamber zamanında bugünkü anlamda gerçek bir bütçesi yoktu. O tarihlerde bütçedeki yıllık fazlalık da saklanmazdı. Devlet Hazinesi denilen Beytülmal henüz kurulmamıştı. Toplanan gelirler ve ganimet hazinede bekletilmeden paylaşılır veya dağıtılırdı. Zekat ve sadakalarda da durum aynıydı. Buna rağmen artan bir şey olursa gerektiğinde kullanılmak için korunurdu. Tüm gelirler ve dağıtım işlerine bizzat Hz. Peygamber nezaret ediyordu. Sadakaların büyük çoğunluğu koyun, keçi, sığır, deve ve atlardan oluşuyordu. Peygamber bu hayvanların her çeşidini diğerlerinden ayıran bir damgayla damgalatıyordu.


Buna göre Hz. Peygamber zamanında lslam devletinin gelirleri zekatlardan artan deve, at, davar ve sığırdan oluşuyordu. Bu hayvanlar birtakım özel otlaklarla diğerlerinin hayvanlarından ayrı tutulurdu. Söz konusu hayvanlar Medine yakınında Baki' mevkiinde Hama adı verilen otlaklarda atlatılır ve bizzat Hz. Peygamber tarafından vurulan bir damgayı taşırlardı Hz. Peygamber zamanında bu mallar deve, at vs. olarak 40.000'e ulaşmıştı. Söz konusu mallar ile ona ilave edilen nakit sadakalardan savaş giderleri, zekat toplama giderleri ve yoksulların nafaka parası ödeniyordu.


Hulefa-i Raşidin Devri (H. 11- 41/M. 632- 661)


lslamiyet'in altın çağı işte bu dönemdir. Bu devir adalet ve takva devridir. lslam hükumeti bu devirde adalet, doğruluk, diyanetin gerçek kurallarına göre hareket ediyordu. Dünyanın basit ve çirkin çıkarını düşünmüyordu. Müslümanların her zaman örnek kabul ettiği dönem bu dönemdir. Bir devlet hak ve adaletten çıkarsa dönmek istedikleri, örnek almak istedikleri devir Raşid Halifelerin eseri olan bu yüce dönemdir. Bu tarihten sonra lslam idaresi yeni bir biçime, yani dini hilafetten dünyevi padişahlık haline dönüşmüştür. Gerek halifelerde gerek valilerde açgözlülük hırsı uyanmış, zengin olmak için, para toplamaya ve biriktirmeye başlamışlardır.



Beytülmalin Kurulması


Hz. Peygamber vefat etttiği zaman hükumet memurları ve askerler tamamen Müslümanlardan oluşuyordu. Yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı henüz Beytülmal yani devlet hazinesi yoktu. O devirde Müslümanlarda zorunlu ihtiyaçlardan fazla para biriktirme ve çıkar peşinde koşma hırsı yoktu. Müslümanların eline geçen mallar çoğunlukla sadakadan ve savaşlarda elde edilen ganimetlerden ibaretti. Nakit para çok az bulunuyordu. Daha sonra Şam, İran ve Mısır bölgeleri fethedilince gelirler arasına altın ve gümüş de eklendi. Bu şekilde gelen altın ve gümüş sikkelerin çokluğu ilk yıllarda Müslümanları hayrete düşürmüştür. Bu zamandan itibaren artık nakit paraya önem vermeye başladılar. Rivayete göre sahabeden Bahreyn Valisi Ebu Hureyre söz konusu kentten bir hayli fazla nakit parayla halife Hz. Ömer'in yanına çıkmıştı. Hz. Ömer'in "Ne getirdin?" diye sorması üzerine "500 bin dirhem" cevabını verdi. Hz. Ömer miktarı çok bularak "Ne söylediğinin farkında mısın?" diye sordu. Ebu Hureyre "Evet beş kere yüz bin" cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer minbere çıkarak "Ey ahali! bize pek çok para geldi. Ölçüyle almak isterseniz ölçüyle, sayıyla almak isterseniz sayıyla size veririz” demiştir. Paranın bu şekilde çoğalması Hz. Ömer tarafından divan (defterhane) teşkil olunmasına ve Müslümanların her birine lslamiyet'teki önceliğine ve Hz. Peygamber'e olan yakınlığına göre maaş verilmesine yol açmıştır. Bununla birlikte Hz. Ömer para biriktirilmesini yasaklamıştı. Kendisine "Ey müminlerin emiri ortaya çıkması muhtemel durumlara karşı hazırlık için hazinede birşeyler bıraksanız fena olmaz." şeklinde görüş belirten adamı azarlayan ve uyaran Hz. Ömer "Bu düşünce şeytanın vesvesesidir. Allah beni ondan korusun, bu sözler benden sonra gelecekler için bir fesat ortaya çıkarır. Ben olması muhtemel olaylara karşı Allah'a ve Rasulüne itaatten başka hiçbir şey hazırlamam. Bugünkü hale ulaşmamız işte bu inanç yüzündendir" cevabını vermiştir.


Hz. Ömer zamanında devletin gelirleri artınca bunun hesap ve kitabını yapabilmek için divan kurulmuştu. Onun zamanında Hz. Ömer valilere ve kadılara maaş bağlamış mal biriktirmelerini yasaklayarak Müslümanları çiftlik sahibi olmaktan, tarımla uğraşmaktan veya tarımla uğraşanlarla ortaklık yapmaktan men etmişti. Çünkü Müslümanların, ailelerinin, hatta köle ve azatlıların geçimleri devlet hazinesi tarafından karşılanıyordu. Hz. Ömer bu gibi yasaklarla Müslümanların sürekli asker kalmalarını, daima sefere hazır bulunmalarını, tarım mahsulünün veya refah ve eğlenceye düşkünlüğün hareketlerine engel teşkil etmemesini arzu etmişti. Ülkenin yerli halkından biri Müslüman olursa daha önce sahip olduğu arazi ve ev kendi köyü halkına kalarak aralarında pay edilirdi. Onlar da bu arazi için evvelce ödenen haracı ödemeye devam ederdi. Müslüman olan kimseye diğer malları, köleleri, hayvanları teslim olunur, diğer Müslümanlar gibi divandan kendisine maaş bağlanırdı.


Hz. Ömer'in bu kuralı koymaktaki gayesi cihadın yürütülmesi için gerekli olan gider ve malların gayr-i müslimlerce tedarik olunmasıydı. Böylece cihadla uğraşan Müslümanlar için sürekli bir gelir kaynağı oluşturulmuş oluyordu. Müslümanlar çiftlik satın aldıkları takdirde gelirlerinden yalnızca kendileri faydalanabilecekti ve bu çiftlikler bir iki yüzyıl geçmeden kendilerinin özel mülkleri haline gelecekti. Oysa Hz. Ömer, o köylerin henüz lslam hakimiyeti altına girmeyen yerlerin, lslam mücahitleri için bir gelir kaynağı olarak kalmasını, satılmamasını, miras yoluyla intikal etmemesini arzu ediyordu. Cihad her Müslüman üzerine farz kabul edilmişti. Emevi Halifelerinden Ömer b. Abdulaziz bu kuralı iyice güçlendirmek istedi. Her konuda Hz. Faruk'un (Hz. Ömer) yoluna göre hareket eden bu halife "Müslümanların ahd ve zimmeti altına girmiş herhangi bir gayr-i müslim Müslüman olursa Müslümanlığı onun nefsini, kendisini ve malını korur. Daha önce sahip olduğu arazi, geliri tüm Müslümanlara ait arazi hükmüne geçer. Cizye ödemek şartıyla barış imzalayan toplumlardan herhangi bir kişi Müslüman olursa sahip olduğu ev ile toprak mensup olduğu millet bireylerine kalır" demiştir. İşte bu ve benzeri durumlardan dolayı Müslümanlar ticaret, tarım vs. ile uğraşmaya tenezzül etmezlerdi.


Halife ve Valilerin Servetleri


Yukarıda verdiğimiz bilgilerden anlaşıldığı gibi Raşid Halifeler kendi nefisleri için servet ve zenginlik aramamışlardı. Hz. Ebu Bekir vefat ettiğinde, yanında hükümet parası olarak yalnız bir dinar bulunmuştur ki o da Beytülmal'e ait bir çuvaldan çıkmıştı. Ebu Bekir gelen paraları Müslümanlara eşit olarak dağıtır, kendi nefsini düşünmezdi. Hatta İslamiyet'ten önce sahip olduğu tüm mallarını da dağıtmıştı. Bunların yekünü kırk bin dirheme ulaşıyordu. Ticaret yoluyla kazanıp sarf ettiği mal ve mülk hesabımızın dışındadır. Ebu Bekir kendi nafakasını temin için ticaretle uğraşırdı. Daha sonra ticaretle meşgul olması Müslümanların işlerini görmeye engel olmasın diye kendisi ve ailesi için hazineden bir maaş tahsis olurdu. Vefatına yakın, sahip olduğu bir arazinin satılarak parasıyla Beytülmal'den aldığı maaşın geri ödenmesini vasiyet etmiştir. Vefat ettiğinde yalnızca iki parça elbisesi kalmıştı. Onlarla kefenlenip gömülmesini vasiyet etmiştir.


Hz. Ömer'in zühd ve nezahetle (dünyaya ra'bet etmemek nefsani zevk ve arzudan kendini çekerek ibadete vermek ve ahlak temizliği, incelik) ilgili rivayet olunan hayatı ve icraatı her türlü ününün üstündedir. Kısaca denilebilir ki, İslam devletini güçlü temeller üzerine inşa eden zat Hz. Ömer'di. O, bu devleti, adalet, takva, zühd, hak ve hakikati müdafa ve fedakarlık esasları üzerine kurmuştu. Bu kadar büyük meziyetin bir kişide toplanması pek az görüldüğünden, Hz. Ömer hakkında aktarılan bilgi ve özellikler ilk bakışta abartılı zannedilir. Ancak O yüce kişinin hayat hikayesini, tarihte eşi görülmeyen bir biçimde ortaya çıkan adil uygulamalarını göz önüne alacak olursak kolayca inanabiliriz. Hz. Ömer devrinde yapılan fetihleri Medine'deki hazineye, mal ve nakit paraların oluklardan yağmur boşanırcasına akmasını, buna rağmen Hz. Ömer kendinden önceki halifeyi örnek alarak kendine ayrılan maaşın dışında bir şey almamasını, almayı aklına bile getirmemesini düşünmek, Ömer'in diğer faziletlerini ve yaptıklarını anlamak için yeterlidir. Hz. Ömer kendi maaşından fazla paraya muhtaç olduğu zaman, Beytülmal idarecisinden borç alır, sonra maaşından kestirirdi. Hz. Ömer, suikaste uğrayıp yaralanınca ecelinin yaklaştığını anlayıp "Beytülmal'den 80 bin dirhem borç aldım. Çocuklarımın mallarından ödensin. Bu yetmezse geri kalan kısmı Hattab ailesi ödesin" sözüyle vasiyette bulunmuştu. Hz Ömer'in yemek ve giyim konusundaki tevazuu, dünya ve dünya nimetleri konusundaki tok gözlülüğü de çok iyi bilinmektedir.


Hz. Ömer'de bulunan bu üstün özellik ve yaşam felsefesi Hz. Ali'de de aynıydı. Hz. Ali de zühd ve adalet anlayışıyla ünlenmişti. "Fatıma ile evlendiğim zaman bir koç derisinden başka yatağım yok idi. Geceleyin onun üzerinde yatardık. Gündüz su taşıyan hayvanımıza yine onun üzerinde yem verirdik. Fatıma'dan başka bana hizmet edecek kimsem de yoktu" sözleri Hz. Ali'den gelen rivayetler arasındadır. Hz. Ali'nin halifeliği zamanında kendisine lsfehan'dan bazı mallar gelmişti. Hz. İmam söz konusu malları yedi kısma ayırdı. Taksimden sonra bir ekmek arttı. Hz. Ali bu ekmeği ·de yediye böldü ve her parçasını o yedi paydan birine ekledikten sonra emri altındaki yetkilileri çağırıp hangisine daha önce vereceğini kural ile belirledi. Hz. Ali bir tuğlayı diğer bir tuğla, bir taşı diğer bir taş, bir kamışı diğer bir kamış üzerine bina eylemedi. Medine'den hububatını bir dağarcık içinde getirirdi. Rivayete göre, bir gün pazara bir kılıç çıkararak sattıktan sonra "Çarşaf parası için dört dirhemim olsaydı bu kılıcı satmazdım" demiştir. Hz. Ali'nin tok gözlülüğü ve zühdü gösteren bu çeşit menkıbelerinin sayısı belli değildir.


Raşid Halifeler devrinde vali tayin olunan kişilerden çoğunun zühdü takva ve lslamiyet hakkında hüsnü itikat sahibi bulunmaları söz konusu halifelerin adalet ve doğruluğu yaymaları konusunda kendilerine yardım etmiştir. Hz. Ömer valilerden birinin belirli maaşının dışında, ticaret yoluyla veya başka bir yolla para kazanarak zenginleştiğini anlarsa o valinin elindeki servetin yarısını alıp Beytülmal'e teslim eder ve bunda bir haksızlık görmezdi. Nitekim Küfe valisi Sa'd b. Ebi Vakkas ve Mısır valisi Amr b. el 'As ve Bahreyn valisi Ebu Hureyre vs. hakkında bu şekilde muamelede bulunmuştu.


Hiç kuşkusuz idareciler; devletin başındaki halife veya başkanı, dünya nimetlerine karşı tok gözlü, hoşgörülü, barışsever, kişisel çıkarlardan uzak ve yalnızca halkını düşünen biri olarak görürse, onun yolundan gitmeyi bir zorunluluk olarak hisseder. Bununla birlikte halifeler kendi düşünce ve politikalarını takip etmeyenleri idari göreve getirmezlerdi. Özellikle Hz. Ömer vali tayini konusunda çok titiz davranırdı. Her yıl valiler hakkında teftişler yaptırır, en küçük bir ihmal veya suçtan dolayı görevden alırdı. Rivayet göre; Hz. Ömer Umeyr b. Sa'd adında bir kişiyi Hınıs şehrine vali olarak göndermişti. Bir yıl sonra bu valiye mektup gönderir ve "Yanımıza gel" diye yazar. Umeyr yayan, yalınayak ve elinde bir baston olduğu ve yolculuk gereçleri, dağarcık ve çömleği sırtında bulunduğu halde halifenin katına çıkar. Hz. Ömer onu bu halde görünce "Ey Umeyr bizi mi aldatmak istiyorsun yoksa bulunduğun memleket mi fenadır?" diye sorar. Umeyr "Ey müminlerin emiri fena söylemekten ve kötü zanda bulunmaktan sizi Cenab-ı Hakk men etmedi mi? Dünya mallarından her neye sahipsem onu beraber getirdim" cevabını verdi. Hz. Ömer'in "Peki ne getirdin?" sorusuna Umeyr "üzerine dayandığım ve bir düşmanla karşı karşıya geldiğimde kullanacağım bir değnekle, içine yemeğimi koyduğum dağarcık" der. Hz. Ömer'in "Şu halde valiliğin sırasında ne yaptın?" şeklindeki sorusuna da Umeyr "develeri, deve sahibi olanlardan, yani zekatı, zekat vermesi gerekenlerden, cizyeyi de gayr-i müslimlerden alarak fakirlere, miskinlere, yolculara dağıttım geriye bir şey kalmış olsaydı onu size getirecektim" cevabını verir. Bunun üzerine Hz. Ömer valiyi "Öyleyse tekrar valilik görevine dön" diyerek eski yerine gönderir.


Burada bir nokta üzerinde biraz düşünmemiz gerekir: Hz. Ömer'in mal ve servet toplamadığını, para biriktirmeyi de yasakladığını yukarıda açıklamıştık. Şu halde onun zamanında, Hz. Peygamber ve ondan sonra Hz. Ebu Bekir devirlerinde hazineye gelen mal ve ganimetler hakkında yapıldığı gibi Beytül­ mal'e gelen mallar eşit pay edilip dağıtılsaydı mal biriktirmek mümkün olamazdı. Halbuki Hz. Ömer zamanında bu şekilde paylaştırma ve dağıtma usulü kaldırılmış ve Müslümanlara yıllık maaşlar bağlanmıştı. Bunun dışında devletin geliri, fetihlerle genişleyen lslam topraklarından toplanan vergileri dolayısıyla daha önceki devirlere oranla çok fazla artmıştı. Ele geçirilen ülkeler haraç ve cizye ödüyordu. Ganimetlerden de çok miktarda mal geliyordu. Buna göre Hz. Ömer bu gelen mallardan maaşları ödedikten sonra artan bölümü ne yapıyordu? Tüm bunlardan çıkan sonuçtan anlaşılıyor ki Hz. Ömer bu artan kısmı ihtiyaç sahiplerine dağıtıyordu veya bu gibi sıkıntısı olanlara gerektiğinde dağıtmak için bekletiyordu. Bununla birlikte bu normal bir biriktirme anlamına gelmiyordu.


Müslümanların Servet Sahibi Olmaları



Gerektiğinde harcamak için hazinede para bırakmamak, devletlerin egemenliklerini sağlayan ve yönelimlerini sürdüren kurallara aykırıdır. Elde kuvvet olmak üzere ileriyi düşünerek para saklamak hükümranlığın yapılanması ve sürekliliği için - olmazsa olmaz- kurallardan biridir. Egemenlik metodları böyleyken hazine oluşturmamak nasıl doğru ve mantıklı kabül edilebilir? Bunun en önemli nedeni, ilk Müslümanların halifeliği, siyasal egemenlik kurumu olarak düşünmemiş olmalarıdır. Bu yüzden peygamberlik devri sona ermesine rağmen onun etkisi bir süre daha devam edebilmiştir. Bu devir geçince halk eski huylarına dönmüş, mal ve servet biriktirmeye, hakimiyet kurmak için birbirleriyle rekabete başlamışlardır.


Halk bu dünyevi yola, 3. Halife Osman b. Affan zamanında (H. 23-35) girmiştir. Çünkü Hz. Osman, Hz. Ömer gibi sert ve otoriter davranmıyordu. Bunun yanında kendisi Emevi ailesindendi. Halifenin bu yumuşak ve müsamahalı yönetiminden yararlanan Emeviler her geçen gün güçlerini artırdılar. Cahiliye döneminde ellerindeyken lslamiyet'ten sonra Hz. Peygamber'in ailesi olan Haşimilerin eline geçen iktidarı tekrar elde etmenin yollarını düşünmeye başladılar. Hz. Osman, daha kolay otorite kurabilmek düşüncesiyle valiliklere kendi akrabalarından adamlar tayin etmeye başladı. Bunlar arasında zoraki Müslüman olmuş kişiler de vardı. Ayrıca Hz. Osman zamanında fetihler iyice artmıştı. Her taraftan çok miktarda mal ve ganimet geliyordu. Hz. Osman bu ganimetlerden devlet memuriyetlerine tayin ettiği kendi yakınlarına diğer sahabelerden fazla verirdi. Nitekim H. 27 yılında Afrika'dan gelen ganimetlerde yaptığı gibi. Müslümanlar (Hz. Osman'ın süt kardeşi olan) Abdullah b. Sa'd'ın kumandası altında söz konusu bölgede savaşmışlar ve 2.500.000 dinar değerinde ganimet ele geçirmişlerdi. Hz. Osman bunun beşte birini (hums) Mervan b. el-Hakem'e vererek kızını onunla evlendirdi. Oysa bu hums, Beytül­mal'in hakkıydı. Hz. Osman valilerden hesap sorulması uygulamasını da kaldırdı. Çünkü valiler kendi akrabasındandı. Bunun üzerine valiler ve hükumet memurları hırs ve açgözlülüğe düşerek servet biriktirmeye başladılar. Özellikle Muaviye b. Ebu Süfyan -ki Şam Bölgesi valisiydi- hepsinden daha zeki ve geniş görüşlüydü. Bu yüzden Müslümanların tarımla uğraşmalarını, köy ve çiftlik vs. sahibi olmalarını engelleyen Hz. Ömer'in yasağını ortadan kaldırdı.


Müslümanlar Şam Bölgesi'ni ele geçirerek toprakları yerli sahipleri elinde bıraktıkları dönemde, bölgenin büyük kısmı Rum kumandanlarından Batarika'nın mülküydü. Rumlar yenilip de Batarika da kaçtıktan veya öldürüldükten sonra ellerinde bulunan köyler ve çiftlikler sahipsiz kalmıştı. Müslümanlar bu yerleri hazineye bıraktılar. Bir insan kendi köyünü nasıl kiraya verirse valiler de bu köyleri öylece kiraya verirlerdi ve gelen ürün hazineye teslim olurdu. Muaviye Şam valiliğine yerleşip, savurganlığa başlayarak, gereğinden çok memurlar istihdam edip, Rumlar'ı taklit etmeye başladığında aldığı maaş kendisine yetmez olmuştu. Hz. Osman'da da bu konuda bir müsamaha gördüğünden kendisine verilen maaşın ordu ve idarecilerine gelen özel heyet ve görevliler için yapılan masrafları karşılamadığını halifeye bildirdi. Bu mektupta adı geçen köy ve çiftliklerin varlığından söz ederek buraların sahipsiz olduklarından, haraca tabi olan araziler dışında olduğundan söz ederek bunların kendisine "ikta" edilmesini istedi. Hz. Ömer, Muaviye'ye yıllık bin dinar maaş tahsis etmişti. Bu miktar o dönemdeki diğer vali maaşlarından çoktu. Muaviye yukarda adı geçen köyleri de ikta olarak isteyince Hz. Osman bu talebi uygun gördü. Söz konusu çiftliklerin kontrolünü Muaviye'ye bırakarak gelirini kendi hanedanından muhtaç durumda olan bazı yakınlarına tahsis etti. Muaviye'nin bu konudaki başarısı, daha sonra halife olduğu zaman birçok arazi sahibi olup satmasına ve aynı yetkiyi tüm Müslümanlara vermesine zemin hazırlamıştır.


Muaviye'nin tuttuğu bu yola diğer vali ve bazı sahabeler de yönelmişti. Bunlardan Talha, Zübeyr, Sa'd ve Ya'la vs. gibi bazı büyük sahabeler de köy ve akar sahibi olarak hayli zengin hale gelmişlerdir. Hz. Osman da birçok köye sahip olmuş, çok mal biriktirmiştir. Kendisi vefat ettikten sonra hazinedarının yanında 150.000 dinar ve 1000 000 dirhem bulunmuştur. Hz. Osman'ın Vadi al-Kura ve Huneyn vs.'de bulunan köyleri 100 bin dinar değerindeydi. Bunların dışında at ve develer de bırakmıştı. Durumdan anlaşılıyor ki, Hz. Osman gelirlerin çok fazla artması üzerine, Müslümanların da servet sahibi olabilmeleri için birtakım kolaylıklar sağlamıştır. Çevresindekilerin, özellikle de Muaviye'nin teşvikleri bu düşünceyi kafasında şekillendirmiştir. Daha sonra akar sahibi olmak sıradan bir olay haline gelmiştir.


Hz. Osman ile kendisinden sonra gelen halifelerin, tam bilinmeyen bazı arazileri icar veya iltizam şeklinde, hazineye bir miktar para ödemek şartıyla mukataa şeklinde vermeleri de Müslümanlar arasında emlak ve arazi sahibi olma oranını çok yükseltmiştir. Hicri 82 yılında haricilerden Abdurrahman b. Eş'as fitnesi ortaya çıktığı zaman, Divan yakılmış ve bunun üzerine herkes elindeki arazinin gerçek sahibi olmuşlardır.


Bununla birlikte Müslümanlar, Muaviye'nin bu konudaki uygulamalarından memnun değillerdi. Bundan dolayı, -özellikle de fakihler ve zühd ü takva sahibi kişiler- Muaviye'ye çok kızıyorlardı. Sahabenin büyüklerinden Ebu Zer el-Gifari ile Muaviye arasındaki tartışma bunun en güzel örneklerindendir. Ebu Zer, Hz. Ömer tarafından konulan kurallara sıkı sıkıya bağlı bir şahsiyetti. Ona göre "Bir Müslümanın bir gün ve gece yiyecek ve içeceğinden veya Allah yolunda dağıtacağı miktardan fazla bir şeye sahip olması caiz değildir." Ebu Zer Şam'da bu düşüncesi doğrultusunda nasihatlerde bulunuyordu: "Ey zenginler takımı! Fakirlere eşit muamelede bulununuz. Altın ve gümüşü saklayıp da Allah yolunda harcamayanlar, kıyamet günü ateşten damgalarla alınlarının, yan taraflarının, bellerinin damgalanacağından emin olsunlar." Ebu Zer bu şekilde konuştukça fakirler kendisine yakınlık duymuş ve hayran kalmışlardı. Zenginlere karşı bir baskı grubu oluşturdular. Onlarda bu durumu Muaviye'ye haber vererek Ebu Zer'i şikayet ettiler. Aslında Muaviye onlardan daha çok kendisi de Ebu Zer'den rahatsızdı. Ebu Zer birkaç kez kendisini de mal biriktirmeme ve biriktirenlere fırsat vermeme konusunda uyarmış ve bazı ithamlarda bulunmuştu. Örneğin, Muaviye Şam'da el­ Hadra sarayını inşa ettirdiğinde Ebu Zer'e "Bunu nasıl görüyorsun?" diye sormuştu. O da Muaviye'ye "Eğer bu sarayı Allah'a ait mallardan yaptırdıysan Allah'a hiyanet etmişsin. Eğer kendi paranla yaptıysan o zaman da savurganlık yapmışsın demektir" demişti.

Muaviye Ebu Zer'in bu uyarılarından son derece rahatsız olduğundan kendisini muhame edecek bir fırsat kollamaya başlamıştı. Ona bir aracıyla bin dinar gönderdi. Amacı, Ebu Zer'i bu parayla tahrik edip aldatmak ve sonra da para biriktirmek suçuyla itham ve samimiyetsizliğini ispat etmekti. Ebu Zer paraları alır almaz fakirlere dağıttı. Oysa, paralar kendisine gece ulaşmıştı. Ertesi gün sabah erkenden Muaviye'nin gönderdiği bir adam Ebu Zer'in evine gelerek, paraları yanlışlıkla kendisine vermiş olduğunu söyleyerek geri istedi. Ebu Zer parayı alır almaz dağıttığını söyleyerek, parayı bulup iade için üç gün süre istemişti. Bunun üzerine Muaviye, Ebu Zer'i fitnecilikle suçlayacak hiçbir neden bulamayarak Hz. Osman'a "Ebu Zer ile Şam'ı kendi hakkında bir fitne ve fesad yuvası yaptık" diye yazar. Hz. Osman buna cevap olarak "Ebu Zer'i mindersiz, semerli bir deveye bindirerek yanıma gönder" emrini verir. Ebu Zer Medine'ye varınca halife Hz. Osman onu sorgular ve isteklerini sorar. Ebu Zer hiç korkmadan, Ümeyyeoğullarının hırs ve açgözlülükle çok ileri gittiklerini ve Hak yolundan saptıklarını açıkça söyler. Bunun üzerine Hz. Osman kuvvet kullanarak Ebu Zer'i Medine'den çıkartarak, kendi köyü olan Rebeze'ye gönderir. Ebu Zer köyünde vefat edinceye kadar yaşar. Ebu Zer'in bu şekilde sürgün bir şekilde yaşayıp vefat etmesi Hz. Osman aleyhindeki fitneyi iyice körüklemiş ve kendisine karşı olanların düşmanlığını artırmıştır.


Daha sonra H. 35/M. 657 de Hz. Osman'ın şehid edilmesiyle halifelik fitnesi ortaya çıkınca, kendi nefsi için halifelik arzusunda bulunan Muaviye, hilafeti isteyenler arasında gerek soy ve gerekse kıdem açısından kendisinden daha haklı birtakım kişiler olduğunu, bu nedenle amacına ulaşmak için para kullanılması gerektiğini görerek, taraftar kazanmak için, gereğinde dağıtıp harcamak gayesiyle para biriktirmeye gayret etmiştir. Gerçek şu ki; para öyle bir güçtür ki, hangi amaçla kullanılırsa o amaca göre bir silah halini alır. Ta eski devirlerden beri büyük plan ve teşebbüslerin kaynağı paradır. Bugün de uygar dünyanın çarkları bununla dönmektedir. Dünyada hiçbir savaş, barış, muahede, hiçbir fetih gerçekleştirilmemiştir ki, para onun itici gücü veya nedeni olmasın. Muaviye'de bu yolda hareket ederek deha, zeka veya kahramanlığıyla sivrilmiş Arap dahilerinden bazılarını paranın gücüyle kendi hizmetinde kullanmış ve bu sayede "Sıffin" Savaşı'ndan sonra hilafeti ele geçirme siyasetinde başarılı olmuştur. Bununla birlikte, aslında hilafet onun kontrolüne ancak H. 40. yılda Hz. Ali'nin şehadeti ve oğlu Hz. Hasan'ın halifelik hakkından feragat etmesi üzerine geçebilmiştir. Muaviye'nin para ve maddi çıkarlar temin etmek suretiyle hilafeti ele geçirdiğini halk biliyordu. Hatta Hz. Ali'nin torununun oğlu Zeynelabidin "Muaviye kendi altınının kuvvetiyle Hz. Ali ile savaşıyordu" demişti. Daha sonra diğer Emevi halifeleri Muaviye'nin izini takip ederek, parayı ve genel olarak maddi zenginliği muhaliflerine karşı sürekli bir silah olarak kullanmışlardır. Bu nedenle hangi biçim veya yolla olursa olsun zenginliklerini daha da artırmak zorunda kalmışlardır.


Bu duruma göre, Raşid Halifeler devrinde Müslümanların servet sahibi olmalarını yasaklayan kanunlar uzun süre devam etmemiş gözükmektedir. Bunun devamı edebilmesi Hz. Ömer'in veya onun felsefe ve yolunu takip edecek, onun karakterine sahip kişilerin yönetici makamında olmalarına bağlıydı. Bu ise umran ve uygarlık kurallarına aykırı bir durumdur. lşte bu sebepten Araplar, Rumlar ve İranlılarla karşılaşınca kısa süre içinde varlık ve rahatlık içine düştüler ve servet biriktirmeye başladılar. Emevilerin amaçlarına ulaşmak için paraya düşkünlükleri bu arzuyu iyice kamçılıyordu. Bu şekilde Raşid Halifeler devri sona ermiş oldu. Ancak Müslümanlar daha sonra hiçbir dönemde böyle harika bir devir göremediler. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in sözleri ve adaletli icraatları asırlardır Müslümanlar arasında dilden dile gönülden gönüle vecize, kıssa ve atasözü şeklinde aktarılmaya devam etmektedir. Her ne zaman bir halife veya idarecide bir eğrilik görülse Hz. Ebu Bekir ve Ömer'i örnek alması istenir. Özellikle Hz. Ömer'in adalet ve hakkaniyet konusundaki titizliği ve şiddeti her zaman örnek alınırdı. Hatta Emevi vali ve idarecilerinden bazıları da onların yolunda gitmeyi denemiş ancak becerememişler, devirleri zulüm ve karışıklıklarla geçmiştir.


Rivayete göre Ziyat b. Ebih valilik görevindeyken Hz. Ômer'in yolunu takip etmeye çalışmış, ancak ölçüyü aşmıştır. Daha sonra ünlü Haccac b. Yusuf Hz. Ömer'i kendine örnek almışsa da o da ölçüyü kaçırarak halka zulüm etmiştir.


Emeviler veya Ümeyye Oğulları Devri (H. 41-132/M. 661-749)


Ümeyyeoğulları veya kısaca Emeviler Devleti, Raşid Halifeler devrinden hakimiyetin dini hilafet şeklinden siyasal saltanat biçimine döndürmekle farklılık gösterir. Aynı şekilde Abbasilerden yalnızca bir Arap Devleti, başka unsurlara küçümseyici bir bakışla bakan ırkçı bir devlet olmasıyla ayrılır. İşte bu yüzden Müslümanların himayesi altına giren gayr-i müslimler ve diğer halk kesimleri Emevi idarecilerin dayanılmaz davranışlarıyla karşılaşmışlardır. Hatta Müslüman olanlar bile Araplarca köle muamelesini görüyorlardı. Araplar o devirde lslam'a girmiş o kişilere "Mevali" (azatlılar) adını verirler ve kendilerini bunlar üzerine velinimet kabul ederlerdi. Çünkü onları küfürden kurtarmışlardı. Mevali mescidlerde Arapların arkasında namaz kılacak olsalar, Araplar bu durumu Cenab-ı Hak'a karşı kendileri için bir alçak gönüllülük sayarlardı.


Araplardan biri önünden bir Müslüman cenazesinin geçtiğini görünce "Kimin cenazesi?" diye sorardı. "Kureyş'ten" derlerse "vah kavmim" derdi. "Araplardan" derlerse "vah hemşerim" derdi. "Mevaliden" derlerse "Allah'ın malıdır. İstediği zaman alır istediği zaman bırakır" derdi. Mevaliyi künye taşımaktan da men ederlerdi. Onları isim ve lakaptan başka bir şeyle çağırmazlardı. Onlarla bir safta, bir sırada yürümezlerdi. Mevaliye "Alüc" (Arap olmayan kafirler) adını verirlerdi. Ünlü Cahız'ın "Kitab al Mavali"sinde anlatıldığına göre; Haccac, İbn Eş'as ile savaşan mevaliyi ele geçirdiği zaman tekrar toplanmalarına meydan vermemek üzerine onları dağıtmak istedi. Her birinin eli üzerine gönderdiği şehrin ismini nakşetti. Bu nakış (Beni Id) kabilesinden biri tarafından yapılmıştı.


Emeviler, fethettikleri ülke halkı ile mallarını Arap ırkçısı olmaları ve diğer toplumları aşağı görmeleri sonucu olarak bunu bir zevk haline getirmişlerdi. Irak valisi Said b. el As'ın "lrak'ın zirai toprakları Kureyş'e ait bir bahçedir. İstediğimizi alır istediğimizi bırakırız" sözü bu durumu açıkça gösterir. İskenderiye bölgesindeki "Ahna" emiri cizye olmak üzere kendilerinden ne kadar para istendiğini Amr b. El As'tan sorduğunda Amr'ın "Siz ancak bizim bir hazinemizsiniz. Paraya çok ihtiyacımız olursa çok, az ihtiyacımız olursa az isteriz" demesi de bir başka delildir.


Emeviler bu durumları halkın mallarından istediklerine el koymak için bir vasıta biçimine sokmuşlardır. Muaviye'nin önceki icraatlarından cesaret alıyorlardı. Gerek Muaviye, gerek kendisinden sonra gelen Emevi halifeleri Haşimi taraftarlarıyla Hariciler vs. ile sürekli savaşmak mecburiyetinde kaldıklarından çok fazla paraya muhtaç oldular. Bu nedenle haraç ve cizye şeklinde halktan sürekli para toplamaktan başka bir yol bulamadılar. Bu vergilerin düzenli toplanması için de kendilerine yakın valiler görevlendirdiler. Bu valilerin en şiddetlisi ve dehşetlisi halife Abdülmelik'in Irak valisi Haccac b. Yusuf idi. Abdülmelik kendisine rakip olan kişilere özellikle de Mekke'de halifeliğini ilan eden Abdullah b. Zübeyr'e ve lrak'da Ehl-i Beyt'in intikamını almak üzere Muhammed b. al Hanefiyye adına hilafeti ele geçirmek için ayaklanan Muhtar b. Ehi Ubeyd vs. karşı durmaya mecbur oldu. Bu amaçla Haccac ve benzerlerini görevlendirdi. Bunlar halktan haklı haksız para toplamak için baskı ve zulüm yapıyorlardı.


Valilerin Eziyet ve Zulümleri


Emevi valileri lslam yönetimini kabul etmiş gayr-i müslim toprak sahiplerine gerek vergi toplamada gerekse diğer işlerde eziyet ve zulüm yapıyorlardı. Halkın elinde mahsulden bir şey kalıp kalmamasına önem vermezlerdi. Arazi ekilsin ekilmesin belirlenen haraç alınırdı. Bununla birlikte toprak sahibine bir felaket veya afet zamanında kullanabilmesi için bir miktar ürün bırakmak haracın şartlarındandı. Rivayete göre, Haccac bunu da toplamak için halife Abdülmelik'ten izin istemiş, o da "Aldığın paradan fazla bıraktığın parayı düşünme. Onlarda et bırak ki o et üzerine yağ bağlasınlar" cevabını yazdı. Anlaşıldığına göre bazı köylüler ve toprak sahipleri bu baskılardan kurtulmak için Müslüman olmuş ve mevali hükmüne girmişlerdi. Ancak bu da kendilerini haraç ve cizye ödemekten kurtaramadı. Haccac buna benzer kişilerden haraç ve cizye almaya devam etti. Halbuki bunlar o vergilerden kurtulmak için tarlalarını kendi akrabalarına terk ederek şehirlere yerleşmişlerdi. Haccac bunları tekrar köylerine göndererek haraç bedelini istedi. lslamlar o vakte kadar kendileri tarafından kurulmuş şehirlerden başka yerlerde oturmazlardı. Ülkenin asıl halkı ise tarımla uğraşmak üzere köylerde yaşarlardı. Halktan herhangi biri lslam olursa ondan haraç kaldırılır ve daha önce sahip olduğu arazi ve hane köy halkına kalırdı. Köylü o haracı vermekle mükellef tutulurdu. lslam'a girenler artık Küfe, Basra, Fustat gibi lslam şehirlerine gidip yerleşirlerdi. Haccac yukarıda da belirttiğimiz gibi bunu önlemeye çalışmış "Her kimin aslı köyden ise köyüne dönsün ondan cizye ve haraç alınacaktır" diye ilan ettirmişti. Haccac'ın bu hareketi lbn Eş'as'ın isyanı zamanında olmuştu. Bunun üzerine halk gözleri yaşla dolu olduğu ve "ya Muhammedah! ya Muhammedah!" diye bağırdıkları halde gruplar halinde toplanarak nereye başvuracaklarını, hangi tarafa gideceklerini şaşırmışlardı. Sonunda Haccac'ın aleyhine olarak lbn Eş'as'ın yanına geçtiler. Bu gibi davranışlar Emevi valilerinden yalnız Haccac'a mahsus bir şey değildi. 8. Emevi halifesi Yezit b. Abdülmelik Afrika'daki valisi Yezit b. Eba Müslim Ömer b. Abdülaziz devrinde Horasan'da vali bulunan Cerrah ve Maveraünnehir'de diğer bazı valiler de benzeri hareketlerde bulundular.


Müslümanların zimmet ve himayesi altına girip de dinlerini muhafaza eden Hıristiyanlar ve diğer din mensuplarına da zaman zaman eziyet ve sıkıntı çektirilmiştir. Bazı gayr-i müslimler lslam'a girmekle vergiden kurtulamayacaklarını anlayınca rahip elbisesi giyerek cizyeden muaf olmaya çalıştılar. Ancak çok geçmeden bu hile anlaşılınca papazlara da cizye ödeme zorunluluğu getirildi. Bunu ilk uygulayan Mısır valisi Abdülaziz b. Mervan'dı. Papazların sayısını tesbit ettirdi. Her biri üzerine bir dinar cizye yükledi.


Emeviler bunlarla da kalmayıp Raşid Halifeler zamanında takdir edilmiş olan haraç miktarını da yükselttiler. Muaviye haracı bir kırat artırmak istediğinden Mısır valisi Amr b. el­ As'ın azatlı kölesi Verdan'a "Kıptilerden adam başına bir kırat fazla koy" diye emr gönderdi. Fakat o Muaviye'ye "Ellerinde bulunan ahidnamelerde fazla istenmeyeceği kayıtlıdır. Fazlayı nasıl teklif edeyim?" cevabını vererek emri uygulamamıştır. Mısır, Amr b. el-As'a ekmeklik olarak verilmiş olduğu için bu emre uymamış olmalıdır. Ancak ondan sonra gelen Emevi valileri vergileri istedikleri şekilde artırmışlardır. Bunlardan birisi Emevi halifesi Hişam b. Abdülmelik (H. 105-125) zamanında haraç mütevellisi bulunan Ubeydullah b. Hahhah idi. Kıptilerin haracını bir kırat yükseltince Kıptiler ayaklandılar. Bunun üzerine Müslümanlarla Kıptiler arasında savaş çıktı. Birçok kişi bu savaşta telef oldu. Daha sonraki bazı valilerde de benzeri suistimaller olduğunu görüyoruz. Üsame b. Zeyd'in zamanında papazlığa yönelenlerin sayısı çok artmıştı. Haraç ve cizye gelirlerindeki eksikliği önlemek için Üsame bütün manastırları ve görevli papazların listesini hazırlattı. Papazların ellerine demir bir bilezikle bir işaret koydurdu. Bileziğin içinde papazın ismi, görev yeri ve damga tarihi yazılıydı. Herhangi bir rahipte bu damga görülmezse o rahibin eli kesilirdi. Her Hıristiyan vergisini ödediğini gösteren bir koçan veya makbuz taşımaya mecbur edildi. Koçan taşımayanlardan 10 dinar nakit ceza alınmasını emretti. Daha sonra manastırları kontrol ettirerek damgasız papazlardan bazılarını şiddetli şekilde cezalandırdı. Ancak Üsame'nin bu eylem ve zulümleri halifenin rızasına ve politikasına aykırıydı. Halife Hişam bu durumu işitince valisine bir mektup yazarak Hıristiyanları incitmemesini, ellerinde bulunan ahidnamelere aykırı fazla bir talepte bulunulmamasını emretti. Ancak bu emrin hükmü uzun sürmedi. Hanzala b. Safvan gibi bazı valiler tekrar zulüme başladılar. Haracın miktarını artırdıktan sonra hayvanları da kaydettirmiş her Hıristiyanı bir aslan resmiyle damgalamıştı. Bu işareti taşımayan her kimi yakalarsa onun elini kestirirdi. Emevi valilerinin gayr-i müslimler ve Arap olmayan Müslümanlar (mevali) hakkında gösterdikleri baskı ve zulümle ilgili örnekler çoktur.



Emevilerin haraç ve cizye gelirini artırmak için uyguladıkları baskıcı siyasetin bir örneği olarak Irak halkının yıllık cizyeleri bir dinar, iki müd buğday, ikişer kıst zeytinyağı ve sirkeden ibaretti. Abdülmelik b. Mervan hilafet makamına geçince bu miktarı az gördü. Valisine yazdığı emirle tüm halkın nüfus sayımını yaptırdı. Herkes işçi statüsünde sayılarak yıllık kazancı hesap edildi. Toplamdan yıllık nafakası çıkarıldıktan sonra her adamın elinde yıllık dört dinar kalacağı hesaplandı. Abdülmelik böylece Cezire bölgesinde adam başına dört dinar cizye vermeyi kanun haline getirdi. Bütün cizye verenler tek sınıf olarak kabul edildi.


Bununla birlikte Emeviler döneminde bu vergi ve baskılar yalnızca gayr-ı müslim olanlara ve mevaliye yapılmıyordu. Müslümanlar da çeşitli baskı ve eziyet altındaydı. Haccac b. Yusuf'un kardeşi Muhammed Yemen'e vali olunca kötü bir yönetim sergilemiş halka zulüm ve eziyet ederek, ellerinden yurtlarını ve yerlerini almış, "üzerlerine vazife adıyla haraç bile koymuştur" daha sonra Ömer b. Abdülaziz halife olunca bu vergiyi kaldırtmış öşür ile yetinilmesini emretmiştir. lran'daki Emevi valileri meyveleri önceden tahmin üzerine gerçek değerinden daha aşağı bir fiyata götürü şeklinde kendileri alırdı.


Boş ve verimsiz araziye vergi koymak da yine o valilerin para toplama hırsından kaynaklanıyordu. Bunun dışında halk üzerine niruz (nevruz) bayramında hediye adıyla bir vergi daha koymuşlardı ki bunun yıllık toplamı Muaviye zamanında 10 milyon dirheme ulaşmıştı. Evlenenler ile arzuhal yazanlar üzerine de bir vergi konmuştu.


Vali için başka çiftçi için başka kileler kullanılıyordu. Memurların yiyecek, içecek, kağıt ve mürekkep parası, kile ve kilecilerin ücreti ve erzakı hepsi halk üzerindeydi. Halktan biri haraçdan borcuna karşılık para getirdiği zaman, tahsildar o paranın bir kısmını kendisi için ayırırdı.


Emevi valileri ve memurları tüm bunları her zaman kendileri doğrudan doğruya yapmazlardı. Emirleri altındaki adamları aracılığıyla da yaparlardı. Gerek Muaviye gerekse sonraki Emevi halifeleri, özellikle Abdülmelik bu yolu devam ettirdiler. Yukarıda sık sık adı geçen Haccac gibi bir zalim onun döneminde yetişti. Emevi halifeleri bu baskı ve zulümleri önlemek gücüne sahiplerdi. Ama bu güçlerini kullanmadılar. Hz. Ömer zamanında bir vali böyle bir zulme bulaşırsa hemen şiddetle cezalandırılıyorlardı. Ahvaz valileri bunun örneğidir. Haklarında şikayet gelir gelmez Hz. Ömer onların servetlerinin yarısını Beytülmal adına musadere ettikten sonra kardeşlerinin servetlerinden bir kısmını da musadere ettirmişti. Hz. Ömer'in bu uygulaması Muaviye için de örnek oldu. Valiler öldükçe bıraktıkları servetin yarısı Muaviye tarafından mirasçılarından alınırdı. Ve bu musadereyi yaparken "Bu Hz. Ömer tarafından konmuş bir usuldür" derdi. Muaviye zamanla sıradan insanların mallarını da musadere etmeye başladı.


Her şeyde iyilik ve düzen baştan başlar. Yukarda sıraladığımız olaylardan da anlaşılacağı üzere Emeviler en baştan beri hakimiyetlerini sürdürebilmeleri için zengin bir hazineye ihtiyaçları vardı. Bu nedenle valilerine büyük yetki ve imkanlar vererek kendi yollarına soktular. Valiler hem halifeler hem de kendileri için mal mülk ve servet biriktirmeye başladılar. Daha alttaki memurlar da onları takip etti. Toprak sahiplerinin şikayetleri zamanla o derece arttı ki vergi toplama görevi Arapların elinden alınarak mevaliye özellikle de lrak'ta köy sahipleri olan "dehhak"lara verildi. Bunu ilk uygulayan kişi H. 64 yılında lrak'ta haraç mütevellisi bulunan lbn Ziyat idi. Bazıları bundan dolayı kendisini ayıplayınca lbn Ziyat şu cevabı vermişti: "Haraç toplama işinde ne zaman bir Arap görevlendirmiş isem haraçta eksiklik olduğunu gördüm. Bu eksikliği o memurlardan veya aşiretlerinden tahsil etmeye kalkışsam o aşiretleri gücendireceğim, vazgeçsem, bile bile devlet hazinesine zarar vermiş olacağım. Bu köy sahiplerini cibayet-i emvalde (mal ve vergi toplama) sizden becerikli, daha güvenilir ve halka daha yumuşak ve merhametli davranır gördüm. Bununla birlikte kimseye zulüm ve haksızlıkta bulunmalarına fırsat vermemek için siz de onları kollayınız.


Kadı Ebu Yusuf'un haraç memurları hakkında halife Harunürreşid'e sunduğu vasiyetnamesindeki açıklamalar o küçük memurların o çağda halktan ne şekilde para topladıklarını gösterir: "Aldığım malumata göre bazen valilerin maiyetlerinde öyle adamlar bulunur ki bunlardan bir kısmı valinin yakın çevresinden, diğerleri de bir vesileyle onlara bağlananlardandır. Bunlar doğru ve ahlaklı kimselerden olmadıkları halde valiler bunları hükumet işlerinde kullanarak işlerinin düzeni için ve tahsilat için şuraya buraya gönderirler. Bu gibi adamlar kendilerine verilen görevi gereğince yapmadıkları gibi halka da hoşgörülü davranmazlar. Amaçları her ne şekilde olursa olsun ellerine para ve mal geçirmektir. Hem bence bu parayı ve malı zulüm ve baskıyla topluyorlar. İşkence yapmak için haraç ehlini güneşte durduruyorlar. Son derece şiddetle onlara dayak atarlar. Boyunlarına testiler asarlar. Namaz kılmaya engel bukağı ile bukağılarlar. Bu ise Allah'ın yanında büyük bir suç, lslamiyet nazarında da çok çirkin bir durumdur. Emevilerle, valileri, memurları ve tahsildarları Ömer b. Abdülaziz halife oluncaya kadar yukarıda anlatılan zulüm ve eziyet üzere devam ettiler. Ömer b. Abdülaziz hilafet makamına geçince yaratılışında olan adalet, insaf ve zühd ü takvanın itmesiyle devlet işlerini adaşı olan ve annesi tarafından büyükbabası bulunan Ömer b. Hattab zamanındaki şekle döndürmek istedi. Bu yüzden tüm valilere emirnameler göndererek daha önce yapmış oldukları haksızlık ve zulmü teker teker belirterek bunların ortadan kaldırılmasını emretti. Minberler üzerinde Hz. Ali'ye lanet etmek adetini terk ettirdi. O zamana kadar akrabası olan Emeviler birçok köy ve çiftliklere sahip olmuşlar ve bunların birçoklarını gayr-i müslimlerden haksız olarak gasp ve musadere etmişlerdi. Ömer b. Abdülaziz kapılarını şikayetçilere açtı "Her kimin şikayeti varsa müracaat etsin" diye ilan ettirdi. Bunun üzerine şikayetçiler ve bunların arasında Hıristiyanlar, Museviler, mevali vs. hepsi bu adil halifeye müracaatta bulundular. Bazıları mal ve eşyalarının çalındığından bazıları da köylerinin ve tarlalarının gasp olunduğundan şikayet ediyorlardı. Ömer b. Abdülaziz bu şikayetlere karşı hak ve adalet neyse, kendi oğulları, kardeşleri, yakın akrabaları aleyhine olsa bile gereğini yapıyor, hakkı yerine getiriyor, zulmü ortadan kaldırıyordu. Bazıları Ömer b. Abdülaziz'e "Böyle hareket edersen çocuklarına bir şey kalmayacak. Onları ne yapacaksın?" diye sorunca kendisi kalbinin yumuşaklığı ve hassasiyetinden dolayı ağlayarak "onları Allah'ın yardım ve himayesine bırakıyorum" demiştir. Ömer b. Abdülaziz amcaları ve amca çocuklarının gaspettikleri malları ellerinden alarak bunlara "emval-i mezalim" adını vermiştir. Ömer b. Abdülaziz'in akraba ve yakınları olan Emeviler bu hali görünce hakimiyetin kendi ellerinden çıkmasından korkmaya başladılar. Ellerinde bulunan servet ve saman, emlak ve arazi giderse hakimiyeti de kaybedeceklerdi. Bu nedenle halifenin halası Mervan'ın kızı Fatıma'ya müracaat ve Ömer'in yaptığı şeylerden şikayet ettiler. Fatıma Hz. Ömer b. Abdülaziz'in yanına giderek aracı olmak istedi. Ömer, halasına dönerek "Cenab-ı Hakk Ekrem Nebi Hz. Muhammed (s.a.v)'i bütün insanlara rahmet olsun diye gönderdi. Azap olsun diye göndermedi." cevabını verdi.


Mevali (Arap Olmayan Müslümanlar)



Halifenin adalet ve takvasını görünce durumdan yararlanmak isteyen mevali de içinde bulundukları baskı ve aşağılanmadan dolayı durumlarını kendisine arz etti. Horasan valisi Cerrah b. Abdullah Hakemi, Şam'a Halife Ömer b. Abdülaziz'in yanına ikisi Araplardan, biri de mevaliden oluşan özel bir heyet göndermişti. Araplar halifenin huzurunda söz söylediler. Mevali hiç konuşmadı. Bunun üzerine halife mevaliye dönerek "Neden hiçbir şey söylemiyorsun?" diye sorunca mevali "Ey Müminlerin Emiri! Mevaliden 20 b. kişi maaşsız, yiyeceksiz olarak cihadla uğraşıyorlar. Bunlar ehl-i zimmetken lslam olmuşlardır. Ancak yine de bunlardan haraç alınıyor. Şimdiki valimiz adeta Haccac'ın kılıçlarından bir kılıç gibi baskı ve zulm ile hükmediyor." diyerek zulümden şikayette bulundu. Ömer b. Abdülaziz mevaliden olan kişiye dönerek "Özel görevli olarak senin gibi adam göndermek gerek!" dedikten sonra Cerrah'a "Arkanda kimin namaz kıldığını görürsen ondan cizye alma!" emrini verdi. Bunun üzerine halk süratle lslam'ı kabül etmeye başladı. lslamiyet hızlı bir şekilde yayılıyordu. Bu durumu hoş görmeyen bazıları Cerrah'a "Herkes cizyeden kurtulmak için Müslüman oluyor. Bunlar sünnet oluyorlar mı, olmuyorlar mı? Bir kere teftiş ve tahkik etseniz iyi ulur" şeklinde görüş bildirdiler. Cerrah durumu halifeye yazar. Halife Ömer b. Abdülaziz'de Cerrah'a "Cenab-ı Hakk; Hz. Muhammed'i (s.a.v), halkı kurtuluş yoluna döndürsün diye gönderdi, sünnetçi olarak değil" cevabını verir.


Ömer b. Abdülaziz aynı muameleyi Mısır valisi Hayyan b. Şerih hakkında da uygulamıştır. Hayyan halifeye "Halkın lslam olmaları cizye gelirlerini o derece düşürdü ki, divan memurlarının maaşlarını ödemek için Haris b. Sabite'den 20 bin dinar borç almaya mecbur oldum. lstikraz olunan paranın Emirü'l-Müminin tarafından ödenmesi için emir verilmesini istirham ederim" diye yazmıştı. Hayyan'a da şu cevabı göndermişti: "Yazını aldım. Zayıflığını, gelirlerin azlığını bile bile seni Mısır'a vali olarak gönderdim. Bu kez gönderdiğim adama başka yirmi değnek vurmasını emrettim. lslam olanlardan cizyeyi kaldır. Görüş ve tedbirin kabül edilmemiştir. Zira Cenab-ı Hak Hz. Muhammed'i hidayet edici olarak gönderdi. Para tahsildarı olarak göndermedi. Ömer için bütün alemin kendi aracılığı ile lslam'a girmesini görmek gibi yüce bir zafer, büyük bir bahtiyarlık nerde.

Halife Ömer b. Abdülaziz diğer valiler için de aynı şekilde hareket ediyordu. Ahlakına ve doğruluğuna güvenmediği valileri azletmiştir. Bu yüzden devlet adamlarının pek çoğu kendisine muhalefet etmeye başladılar. Halife, devlet işlerini birden ve süratli bir biçimde ıslah etmeye çalışıyordu. Halbuki o derece fena bir durumda olan bir devleti öyle birden düzene sokmak imkansız bir şeydi. Emevilerden bu durumdan memnun kimse kalmamıştı. Ömer b. Abdülaziz'in hilafetini üç yıldan fazla çekemediler. Sonunda halifeyi zehirleterek şehit ettiler. Tarih yazanlar Ömer b. Abdülaziz'i Raşid Halifelerden saymışlardır. "Ömereyn" (iki Ömer) dediklerinde kendisi ile Hz. Ömer b. Hattab 'ı kastederler.


Yukardan bu yana verdiğimiz malumatla lslamiyet'in üzerine bina edildiği asıl kuralların insaf ve müsamahayı emrettiğini gördük. Öyle ki, yönetimi ellerinde bulunduranların tuttukları yola göre durum şekillenmiştir. Ömer b. Abdülaziz lslam'ın kural ve esaslarını Raşid Halifeler devrindeki hale çevirebilseydi Emevilerin neden olduğu zulüm ve baskıcı yönetimin olumsuz etkilerini büsbütün ortadan kaldırabilecekti. Ne çare ki, uygun olmayan talihsiz bir zamanda başa geçti. Bu yüzden çabaları istenilen ve umulan olumlu sonuçları vermedi. Kendisinden sonra işler, aksülamel olarak eskisinden daha kötü bir hale döndü. Valiler daha katı ve baskıcı bir yönetim sergilemeye başladılar. Haraç miktarı zamanla çok fazla artırılınca, bazı toprak sahipleri sahip oldukları araziyi halife veya valilerin akrabalarından birinin adına kaydettirmeye, onun himayesi altında tarım etmeye mecbur kalmıştır.


Halifeler de savurganlıkta sınırı aşmışlardı. Bunun ilk örneği Yezid b. Abdülmelik'ti. Kendisini büsbütün zevkusafa ve içkiye verdi. Devlet işleriyle uğraşmak yerine Selame ve Habbabe adındaki iki cariyesiyle meşgul oluyordu. Yezid'in bunlarla geçen hayatı ve eğlenceleri çok ünlüdür. Yezid'den sonra kardeşi Hişam halife oldu. Hasis bir adamdı. Daha önce belirttiğimiz gibi, Mısır'da vergilerin artırılması bunun zamanında olmuştur. Hişam'dan sonra hilafete Velid b. Yezd b. Abdülmelik geçti. Bu da Yezid gibi zevkusafa ve işu işrete düşkündü. Hilafeti çok sürmedi. Yakınları tarafından öldürülerek H. 126 yılında Yezid b. Velid b. Abdülmelik hilafet makamına getirildi. Kendisine biat edilirken yaptığı konuşmadan da anlaşılacağı üzere Ömer b. Abdülaziz'in yoluna uyarak devlet işlerini düzeltme niyetinde bulunmuşsa da maalesef Ömer'in uğradığı başarısızlığa bu da uğramıştır. Durum ıslah olunamayacak derecede kötü bir hale gelmişti. Kendisinden sonra gelen Mervan bin Muhammed zamanında Abbasiler galib gelerek lslam hilafetini ellerine geçirmişlerdir.


O yıllarda Emeviler, yiyip içme, savurganlık, zevkusefaya, işu işrete dalmışlar bu nedenle hakimiyetlerini güçlendirecek önlemlerle uğraşmayı bırakmışlardı. Tayin ettikleri vali ve bürokratların seçimine dikkat etmemeye başladılar. Hatta bazen bir adamı bir cariyenin önerisi veya hediyeye karşılık olarak bir vilayete vali olarak gönderirlerdi. Nitekim 10. Emevi halifesi Hişam bin Abdülmelik, Cüneyd bin Abdurrahman'ı bu şekilde görevlendirmişti. Cüneyd, Hişam'ın karısına kıymetli taşlar ile değerli bir gerdanlık hediye etmişti. Hişam gerdanlığı çok beğenmişti. Cüneyd benzeri bir gerdanlık daha hediye edince Hişam kendisini H. 111/M. 719 yılında Horasan'a vali olarak tayin etmişti. Emeviler devrinde Zülefa adında bir cariyenin fiyatı bir milyon dirheme ulaşmıştı.


Valilerin bütün himmet ve gayretleri büyük bir servet toplamak, birçok adam, köle ve hizmetkara sahip olmaktı. Hakkaniyet ve adalet sahibi olan dürüst kişiler, valilerin hırs ve hırsızlıklarına alet olmamak için memuriyetten kaçıyorlardı. Nitekim yedinci halife Süleyman bin Abdülmelik, Irak valiliğini Yezid b. Mühelleb'e verdiğinde Yezid kendi kendine şöyle demişti "Haccac Irak'ı bir harabeliğe çevirdi. Şimdi o bölge halkı benden adalet ve dürüstlük bekler. Oralara gidip haracı Haccac'ın yaptığı gibi işkence ve zorla toplamaya kalkışsam halkın başına bir bela olacağım. Haccac'ın o dehşetli zamanlarını tekrar yaşatacağım. O durumda cihan beni lanetle anacak. Böyle yapmayıp da daha az haraç toplasam halife razı olmayacak." Adalet, rıfk ve mülayemet duygularıyla ahlaklanmış diğer ileri gelen kişiler de benzeri düşünceler içindeydi. Bu yüzden çıkarlarını her şeyden üstün tutan bencil insanlar dışında kimse memur olmak istemiyordu. Bunun dışında, halifeler de istediklerini kolayca yapabilmek için bu türlü memurların maaşlarını alabildiğine artırmışlardı. Emevilerin zon zamanlarında Irak valisi olan Yezid b. Ömer'in yıllık geliri 600 bin dirheme (Frank) ulaşmıştı. Valiler görevlerinin devamından emin olmadıkları için valilikleri her zaman de geçmez bir fırsat olarak görüyor ve kısa sürede büyük servet sahibi olmayı düşünüyorlardı. Bunlardan Hişam b. Abdülmelik'in Irak valisi bulunan Halid'in gailesi (geliri) 13 milyon dirheme ulaşmıştı. Bir başka deyişle yaklaşık bir milyon dinara varmıştı. Bu gibi hallerde, halifeler azlettikleri valilerden servetlerinin hesabını soruyorlar gerektiğinde mallarına hazine adına el koyuyorlardı. Yukarda adı geçen vali Halid'in malları da, şikayet üzerine yapılan inceleme sonunda halifenin emri üzerine musadere edilmiştir. "lstihrac" adı verilen bu uygulamada son derecede şiddet kullanılıyordu. Bu sebepten dolayı valiler ile halifeler arasında Emevi devletinin yıkılmasını hızlandıran bir nefret oluşmaya başlamıştır.


Emeviler devrinde devletin gelirlerine yani haraç, cizye vs.'den toplanan yekununa gelince, o dönemde ortaya çıkan fitne ve karışıklıklar arasında Emevilerin kaybolan diğer belgeleri arasında bunlar da kaybolmuştur. lslam ülkesi, Emeviler zamanında, daha sonra Abbasiler devrinde ulaştığı büyüklüğe yakın bir ölçüye ulaşmıştı. Bununla birlikte en büyük gelirler, Irak, Cezire, Şam ve Mısır'dan geliyordu. Diğer bölgelerden toplanan gelir ise ancak maaş ve giderleri karşılayabiliyordu. Emevilerin hakimiyetinin tam manasıyla oluşturulamadığı bazı yerler daha vardı ki oralardan kayda değer bir gelir elde edilemiyordu.


Irak, Şam, Mısır gelirleri yıllara ve valilerin uygulamalarına göre değişiyordu. Özetlemek gerekirse: Emeviler zamanında Irak bölgesinin yıllık ortalama geliri 130 milyon dirhem, Mısır'ın 3 milyon dinar/36 milyon dirhem, Şam bölgesinin geliri ise 1 milyon 700 dinar/20 bin dirhemdi. Bu durumda üç bölgenin yıllık toplam geliri 186 milyon dirheme ulaşıyordu.


Sözün özü; Emeviler devrinde gelirler çoktu, ancak buna servet veya zenginlik denilemezdi. Çünkü toplanan paralar Emevilerin hakimiyetlerini güçlendirmek için savaşlarda harcanıyordu. Emeviler Hz. Ali ile, oğlu Hz. Hüseyin ile, Muhtar b. Ebi Ubeyd Sakafi ile, Abdullah b. Zübeyr ile, Hariciler vs. ile savaşmışlardı. Yemen Arapları ile Hicaz ve Necd Arapları veya Araplar ile Arap asıllı olmayan Müslümanlar arasında da birçok fitne ve fesad çıkmıştı. Tüm bunları kontrol altına alabilmek için çok fazla harcama yapılıyordu. Bunun dışında halife ve diğer idarecilerin zevkusafalarına, savurganlıklarına da az para gitmiyordu.




Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak