Şintoizm - Japon Konfüçyanizm'i - Japon Budizm'i
Japonya'nın yerli dini olan Şintoizm de tıpkı Kinizmin Çin'de olduğu gibi, aslında Animizmin bir biçimiydi. Kimi çevrelerde eskiden kalma bir Totemizmin izlerine de raslanır. Şintoizme Çin'den ve Kore'den gelen iki din, Konfüçyanizmle Budizm de katılmıştır.
Totemik kalıntılara özellikle ülkenin ilk halkları olan Aino'larda raslanır ki şimdi bunlar Kuzey'deki Hokkaido (ya da Yezo) adasına sürülmüş durumdadırlar. Aino'ların totemi ayıdır: Dünyanın en gür sakallı ve kıllı insanlarından oluşan bu kavim, bir efsaneye göre, bir kadınla bir ayının birleşmesinden oluşmuştur. Başlıca bayramı da ayı bayramıdır: Bayram dolayısıyla görkemli bir tören yapılarak bir ayı yavrusu kurban edilir. Bu yavru küçük yaşta anasının kucağından alınıp bir Aino kadınınca emzirilir, sonra dinsel yönteme uygun olarak, kadınların karşı çıkışları arasında bir erkek tarafından boğulur, parçalanıp yenir.
Kimi Japon halk çevrelerinde tilkiyle ilgili bir takım acayip boş inançlara raslanır: Tilki de herhalde eskiden kutsal bir hayvandı. Bu hayvan pirinç tanrısı İnari ile eş tutulur, Tanrıya özgü tüm tapınaklarda tilkinin tasviri bulunur. Kendine telkin yüzünden oluşan ve halk kadınlarının kimi zaman tutuldukları acayip bir akıl hastalığı vardır ki buna tilki basmış da denir. Sanıldığına göre hayvan insanın içine göğsünden ya da etle tırnak arasındaki boşluktan girer ve bu kimsenin içinde, kendisininkinden bağımsız bir yaşam sürer.
Japonya'da büyük din, Şintoizm'dir. Bu yerli dinin uzun zaman bir adı olmamıştır. M.S. VI. yüzyılda Buda'nın Yolu anlamına gelen Butsudo terimine karşılık olarak, Tanrılar Yolu, Tanrısa! Yol anlamına gelen Şinto sözü icat edilmiştir.
Japonlar yazı yazmayı bilmediklerinden ve yazı da onlara ancak M.S. V. yüzyılda Çinlilerden gelmiş olduğundan, dinle ilgili gelenekleri saptamak yüzyıllar boyu mümkün olamamıştır. Başlıca kutsal metin Kociki (Eski Nesneler Kitabı )dir, VIII. yüzyılda yazılmış olmakla birlikte çok daha eski görüşleri açıklamaktadır. Aynı sıralarda, başka bir kutsal kitap olan Nihongi, Çince olarak yazılmıştır.
Şintoizm özellikle Kami'lere, yani ölülerin ruhlarına tapmıştır. Japoncada Kami sözü genel olarak konuşanın üzerinde olan her şey anlamına gelir.
Ölülerin ruhları tanrılaşarak yaşayanlar arasında dolaşmayı sürdürürler, mezarlarında kalırlar, eski evlerde, kendilerinden sonraki çocuklarının konutlarında kalırlar. Çocukları ile torunlarının sevinçlerine kederlerine ortak, onların hal ve gidişlerine göz-kulak olurlar. Ölerek doğaüstü bir takım güçlere sahip olmuşlardır. XIII-XIX. yüzyıllarda Şintoizmin bir yorumcusu olan Hirata'nın da yazdığı gibi, "tüm ölüler tanrı haline gelirler." Doğa olaylarını yöneten onlardır: Dünyayı nüfuslandırırlar, tarlaları bereketlendirirler, mevsimlerin geri gelmelerini sağlarlar, ayrıca afetlerle kıtlıklara da neden olurlar. İyilikte olduğu kadar kötülükte de güçlü olduklarından, yaşayanlar onların anılarını koruyup armağanlar sunarlarsa iyicil, onları unutup ihmal ederlerse kötücül davranırlar. Ödül verdikleri gibi, ceza da verirler.
Böylece, ölülerle diriler arasında karşılıklı bir bağ oluşur. Ölülerin yaşayanlara gereksinimleri vardır. İlkel inanca göre ölülerin rahatlığı, dirilerin onlara karşı gösterdikleri iyi bakıma, mezarlarının üzerine koydukları yiyeceklere, içkilere, eşyaya bağlıdır: Buna göre bir savaşçıya kılıç, bir kadına da ayna vermek gerekir. Sonradan bu düşünce tinselleşir: Ölüler saygıya, minnete muhtaçtırlar. Yaşayanlar ölülerin egemenliği altındadır: Ölülerin korunması ya da düşman olması yüzünden, yaşayanlar da mutlu ya da mutsuz olurlar.
Birçok Kami çeşitleri bu arada ailenin Kami'leri, köyün Kami'leri, klanın Kami'leri; sonra ulusun Kami'leri, yani özellikle İmparatorun atalarının ruhları vardır; son olarak da kimi Kami'ler doğaya, göke, ağaçlara, taşlara, hatta aletlere ve mutfak kap -kacağına kadar her şeye can verirler. Japon hayal gücü dünyayı iyi ya da kötü ruhlarla doldurmuştur. Görünenle görünmeyen, gizemli ilişkilerle birleşmiş haldedirler.
Kimi metinlere göre, "sekiz milyon Kami" vardır.
Daha güçlü olan kimi ruhlar gerçek tanrılar haline gelmişlerdir ve bunlarla ilgili çok eski efsanelere rastlanır.
Birbirleriyle kardeş, aynı zamanda sevenle sevilen olan iki tanrı vardır, birinin adı İdzanagi (davetkar erkek), ötekinin adı da İdzanami (davetkar dişi) dir. Öteki tanrılar bu ikisine dünyayı yaratma işini vermişlerdir. Kadın "ilk kez konuştuğundan", ilk zamanlarda çocukları eksik, düşük doğar. Örneğin bir seferinde de sülük biçiminde bir çocukları olur ki bunu (tıpkı Hz. Musa gibi) kamıştan yapılma küçük bir kayığa koyup suya salıverirler. Sonra, -erkek, gerektiği üzere, ilkin konuştuğundan- bunların kardeşçe ve tanrısal sevişmelerinden Japon adaları, son olarak da doğa tanrıları doğar.
İdzanami son çocuğu olan ateş tanrısını doğururken ölür. İdzanagi (Orpheus gibi) sevgilisini ve kardeşini bulmak için cehenneme iner. Yeraltı tanrılarına verdiği söze karşın İdzanami'yi görmek arzusuna dayanamadığından, cehennemden kovulur. Gidip bir nehirde arınır. Burnundan akan sudan Susanoo (Şanlı ve sert erkek) doğar, ki bu, Okyanus üzerinde hüküm süren fırtına tanrısıdır. İdzanagi'nin sağ gözünden düşen bir damladan, ay tanrısı olan Tsukino kami doğar. Sol gözünden düşen bir damladan da güneş tanrıçası olan Amaterasu doğar.
O sırada fırtına tanrısı Susanoo göke çıkıp güneş tanrıçasını ziyarete gider, fakat güneş tanrıçası onun sertliklerinden kurtulmak için bir mağaraya çekilir. Tanrılar onu çıkarmaya uğraşarak mağaranın kapısına kocaman bir ayna, mücevherlerden bir gerdanlık, sonra kumaşlar koyarlar. Udzume'ye de erotik danslar yaptırırlar ve bu, herkesi güldürür. Amaterasu (yani güneş tanrıçası) bunları işitince mağaranın kapısını aralar, kendisini aynadan görür, ilerler; arkasına samandan örülmüş bir ip gererler. Böylece de dünya yeniden ışığa kavuşur.
Fırtına tanrısı susanoo yeryüzüne inince, bir genç kızı yemek üzere olan bir canavarı öldürür: Bu ejderhanın bedeninde de "otları dize getiren büyük kılıç"ı bulur.
Güneş tanrıçası Amaterasu Japon adalarının yazgısını kendi torunlarından birine emanet etmeye karar verir ve bu da temıo, ya da hikado'ların birincisi olur. İktidarın belirtisi olan üç tanrısal hazineyi alır; bunlar ayna, mücevher gerdanlık, otları dize getiren büyük kılıçtır ...
XVIIl. Yüzyılda Şintoizm'in bir yorumcusu olan Motoori bu hoş efsanelerin anlamsızlığından, bu öykülerin doğruluğunu saptayan bir kanıt çıkararak: "Bu öykü gerçek olmasaydı böylesine gülünç, böylesine inanılmaz bir şeyi kim uydurdu?" diyor.
Şintoizm'in yorumcuları kendi dinlerinde ne ahlak yasası, ne de "On Buyruk" bulunduğunu, çünkü Japonların böyle şeye hiçbir zaman gereksinimleri olmadığını ileri sürmüşlerdir. Çünkü tanrısal bir ırk olduklarından, kendi doğalarına uymaktan başka yapacakları şey yoktur. Motoori'ye göre, izlenecek yol olmadığını bilmek, tanrılar yolunu bilmek ve izlemek demektir."
Bununla birlikte eski geleneklerden bir düşünce topluluğu da çıkarmak mümkündür ki bu, kamuoyu ya da yasa tarafından kısıtlandırılmış, neyi yapmanın, neyi yapmamanın gerektiği açıklanmıştır.
Bir aile ahlakı vardır. Yunan-İrlanda aslından olup Japon yurttaşlığına geçen büyük yazar Lafcadio Hearn'e göre - ki Japon dinleri hakkında ilgi çeken görüşler ileri sürmüştür- "aile bir dindir, aile ocağı ise bir tapınaktır". Ataların tabletleri önünde dua etmek, onlara armağanlar sunmak gerekir. Sonra, Lafcadio Hearn'in yazdığı gibi, "ölüler geçmişin manevi deneyimini, yazılı olmayan yasayı temsil ederler." Namusa, onura aykırı bir tutumla onları üzmek, büyük suçtur. Hirata'ya göre, "ataların anısına bağlılık, tüm erdemlerin kaynağıdır." Ayrıca, "ölülere karşı ödevlerini iyice yerine getiren insan, yaşayanlara karşı olan ödevlerini de iyice yerine getirecektir. Çocukların ana-babaya, kadınların erkeklere boyun eğmeleri gerekmektedir. Evlenip çocuk yetiştirerek aileyi sürdürmek de ana bir ödevdir; insan erkek bir çocuğa sahip olmalı, olamazsa böylesini evlat edinmelidir. O da atalara saygı göstermeye devam edecektir."
Kamun ahlakı ise klanın atalarına tapınmayı ve tüm köy halkının birbirleriyle iyi geçinmelerini emreder.
Ulusal ahlak özellikle ana-babaya saygı ve sevgiyi yurtseverlik ve rejime bağlılık halinde genişletmiştir. Japon adaları, İdzanagi ile İdzanami tarafından yaratılmıştır, Japonya tanrılar ülkesidir; Japon ırkı, tanrısal kökten, ayrıcalıklı bir ırktır. Mikado güneş Tanrıçasının soyundan gelmelidir, kral ve başrahiptir, tanrısal nesnenin cisimlenmiş halidir. Yakın zamanlara dek mikadonun ölümlülerle hiçbir temasta bulunmaması gerekiyordu, çünkü bu ölümlüler tanrısal özle dolu bu varlıkla temastan acı duyabilirlerdi. Bir Japon bütün hallerde mikadonun iradesine uymak zorundadır. Hükümdar ve ulus uğrunda her şeyini, malını mülkünü, özgürlüğünü, canını, hatta ailesini fedaya hep hazır olmak zorundadır.
Ve son olarak, hangileri olursa olsun tüm Kami'lere saygı göstermiş olmak için, Şintoizm, üyülerine yüreğini ve bedenini temiz tutmayı da emretmektedir. Yüreğini temiz tutmak, ruhları hatta farkında olmaksızın bile incitmiş olmaktan ötürü kendi kendine takaza gerekmektedir. Sonra da en yakın tapınağa, ya da aile tapınağına badeni temiz olduğu halde gitmek gerekmektedir. Beden temizliği dinsel bir ödevdir.
Japonya bugün bile ibadet evleri ve Şinto tapınakları ile doludur. Rahiplerin bekar kalmaları zorunlu değildir, hatta bunlar başka bir zanaat da yapabilirler.
Tapınma, çok eski zamanlardan kalma birtakım duaları ya da büyülü bir takım formülleri ezbere okumaktan ve tanrılara pirinç, sebze, yemiş, balık gibi armağanlar sunmaktan ibarettir. Bu tapınışta genç kızlar tarafından yapılan danslar da vardır ve papazlar gibi genç kızlar da tanrıya karşı herhangi bir ahitte bulunmak zorunda değildirler. Bu danslar Udzume'nin güneş tanrıçasının mağarası önünde yapmış olduğu dansları ve ışığın yeryüzüne dönüşünü anıp kutlamak için yapılır.
Büyük dinsel merkez İse'dir ki Amaterasu'nun en çok gidilen tapınağı burada bulunmaktadır.
Japonya'ya sokulan ilk yabancı din, Konfüçyanizm olmuştur. Bu din Japonya'ya Çin uygarlığının başka ürünleriyle birlikte, Hristiyanlık çağının başlangıcında girmiştir. XVII. yüzyıla dek de etkisi ancak aydın kimi çevrelere özgü bulunmaktaydı. Konfüçyüs'ün klasik yapıtları o sırada yayınlanıp geniş ölçüde dağıtıldı; eğitim üzerinde bunlar büyük bir etki yaptılar.
Japon ulusunun çok sevdiği bir ahlak kitabı da Ana-baba sevgisinin yimi dört örneği adlı Konfüçyüs efsaneleri dergisidir.
Aileye dayanan ve tutucu olan Konfüçyüs ahlakı, Şintoizm'in aile sevgisi ve geçmişe saygı ilkeleriyle yetiştirdiği Japon ruhuna pek uygun düşmekteydi.
M.S.VI. yüzyılda Koreliler, Çinlilerden almış oldukları Mahayana Budizmini Japonya'ya getirdiler.
Şintoizm'in içine işlemiş olduğu Japon ruhu ile bu din, birçok noktalarda çatışma halindeydi. Şintoizm birçok tanrıların bulunabileceğini kabul etmektedir, Budizm ise katkısız biçiminde hiçbir tanrı kabul etmemektedir. Şintoizm ruhların ödülsüz ve cezasız, sürekli olarak yaşadıklarını ilan etmektedir; bu görüş karşısında Budizm ruh göçünü kabul etmektedir.
Japon bilincine uyabilmek için Budizm kendini değiştirmek zorunda kalmıştır. IX. yüzyılın başlangıcında, daha çok Kobodaişi ismi altında tanınan Kukai adında zeki bir bağdaştırıcı, Budizmi Şintoizme yaklaştırmıştır. Bu adam, Şintoizmin büyük tanrılarını Buda'nın cisimlenmiş biçimleri saymak önerisinde bulunmuştur. Budizm dinindeki Bodhisatva (geleceğin Buda'sı) düşüncesi, (Japoncada buna Bosatsu denir) bu bağdaştırmaya olanak vermiştir. Sonra da Japon Budizmi Şintoizme şöyle bir ödünde bulunmuştur: Ölülerin ruhları yüzyıl kadar canlıların yanlarında yaşarlar; ancak ondan sonradır ki yeni bir yaşama başlamak için başka bir bedene geçerler.
Son olarak da Japon Budistleri dinlerini, kendi ırklarının daha iyimser olan anlayışına uydurmuşlardır. Budizm nesnelerle varlıkların geçici olduklarını gözleyip saptamış, Buda da evrensel acının bu geçicilikten doğduğunu ileri sürmüştü. Estetik duygulu Japon ise, tersine, evrenin kendi hayranlığına boyuna değişen görünümler sunmasından sevinç duymaktadır; bunlar, erik ve kiraz çiçeklerinin gözalıcı sevimliliği, ay ışığının tatlı parıltıları, isfendan ağaçlarının kızarmış yapraklarının görkemi, karın büyülü güzelliğidir. XVJII. yüzyılda ozan İssa çok hoş bir Haikai'de çok yaygın bir Budizm formülünü ele alıp bundan hiç beklenmedik bir sonuç çıkarmaktadır (Haikai, on yedi hecelik küçük bir şiirdir. Yaygın olduğunu söylediğimiz Budizm formülü, bir şebnem alemi'nden sözetmektedir; burada şebnem, geçiciliği simgelemektedir):
Bu hayal dünyası
Bir hayal dünyasından ibarettir;
Ama yine def..
Ama yine de bu hayal dünyasında yaşamak çok tatlı bir şeydir!..
Bu Mahayana Budizmi en mutsuz kimselere Amida'nın Cennetinin avutucu umudunu sunmaktadır.
Halk tarafından en sevilen tanrı, Kuannon'dur ve Çinliler buna Kuanin derler: Merhamet tanrısıdır ve bütün acıların üzerine eğilmiş olarak tasvir edilir: "Tüm avuntuları, tüm yardımları, tüm sevgileri getiren odur: Onun dininin, merhametin esrarlı panteizmiymiş gibi bir hali vardır.
Halkın sevdiği bir başka tanrı da çocukların dostu olan Cizo' dur. Dişlerin çıkması için onlara yardım eder, ağladıklarında gelip beşiklerini sallar, öldüklerinde de gidip öbür dünyada onlarla oynar.
Halk çevrelerinde Kuannon ve Cizo ile birlikte, ayrıca Buda azizlerinden biri olan Bindzuru da sevilmektedir. Bu Bindzuru güzel bir kadına fazla alıcı gözle baktığı için gözden düşmüşse de, hastalıkları iyileştirmek gibi bir özelliği vardır.
Budist tapınakları boyalı ya da lake, oymalı tahtadan, sanat yapıtlarıyla süslenmiş yapılardır. Bunların en güzelleri Kyoto ile dolaylarında bulunur.
Tapınış, halka ahlak eğitimi vermeye yarayan vaızlarla, katolik ayinlerini andıran törenlerden ibarettir: Rahipler dualar ve ilahiler okurlar, diz çökerler, tören küçük çan sesleriyle ayarlanır; mumlar yakılır; tutuşturulan buhurlar havaya kokular saçar; İnananlar dua ederler, ya da "Namu Amida Butsu!" türünden kısa sureler mırıldanarak Buda Amida'nın kendilerini korumasını dilerler.
Japonların çoğu yüzyıllar boyunca önlerine çıkan büyük dinler arasında bir seçim yapmaya kendilerini zorunlu saymadılar: Bunlar, içine bazen Konfüçyüs'ün ahlaki düşüncelerinin de karıştığı, Şinto gelenekleriyle Budist görüşlerden oluşan bir karışımı kabul etmiş bulunuyorlardı.
XVIII. yüzyılla XIX. yüzyılın ilk yarısında kimi düşünürler -bunların en ünlüleri Motoori ile Hirata'dır- gerçekten ulusal, yerli din olan Şintoizmi, yabancı dinler olan Konfüçyanizm ve Budizmin karşısına çıkarıp göklere yükselttiler. 1868'de, güneş tanrıçasının soyundan gelme olan mikadonya gerçek iktidarın geri verilişi sırasında eski Şintoizm resmi din ilan edildi ve Budist kilise devletten ayrıldı.
Bu geçici rekabetlere karşın, özellikle halk ve köylü çevrelerindeki birçok Japonlar her iki dini de benimsemiş bulunmaktadırlar.
Dinsel bir yurtseverliğin göklere çıkarılması Japonları, başka ulusların haklarını hor gören ve dolayısıyla insanlığın gerçek çıkarlarına aykırı olan bir emperyalizme götürdü. Nitekim Japon emperyalistlerinin ilkesi olan Nihon İçi (Önce Japonya), tümüyle Şintoizm'den gelmedir.
Bununla birlikte Japonların evrensel uygarlığa, atalara karşı minnet duygusunu, ince terbiyelerini ve gülümser neşelerini yaratan doğa sevgilerini getirdikleri kabul edilebilir.
Felicien Challaye dinler tarihi
Çeviren: Samih Tiryakioğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder