Evrenin ve Japonya'nın Yaratılışı: Sunuş
Japonlar, şu anda Japonya'yı oluşturan adaların ilk yerli halkı değildirler. Moğol ırkından kavimler Kore Boğazı'nı geçerek, MÖ birinci ve ikinci yüzyıllarda bu adaları İşgal etmişler ve Şinto dinini buraya getirmişlerdir. Bu din doğaya, atalara ve kahramanlara tapmayı İçerir. Doğanın her görünümünde ilahi bir ruh olduğuna inanılır.
Japonlar yüzyıllar boyunca dinsel inanışlarını hiç kaydetmemişlerdir; o sıralar Çin'in Japon kültürüne etkisi çok büyüktür. MS 552 yılı Çin'in din, edebiyat ve sanat alanlarında Japonların üzerindeki büyük etkisinin başladığı dönemdir. Ancak Japonlar 8. yüzyılın başlarına kadar dinleri konusunda hiçbir şey kaydetmemişlerdir.
MS 712'de yazılan Kojiki (Eski Olayların Kayıtları) ve MS 720'de yazılan Nihongi (Eski Zamanlardan MS 697'ye Kadar Japon Kayıtları), Japon mitolojisinin en önemli iki kaynağıdır. Bunlar Japonların geleneksel söylenceleri gerçek olarak kabul ettikleri bir dönemde yazılmıştır. Bunları yazanlar, en eski dinsel inançlarındaki Çin ve Hint etkilerini azaltmak istemişlerdir.
Yaratılış efsanesi daha çok Japon kökenlidir. Çünkü dünyanın yaratılışından, Japonya'yı oluşturan adaların nasıl yaratıldığına bir geçiş yapılır. Yaratıcıların kadın ve erkek tanrılar olması, burada bir Çin etkisi olabileceğini göstermektedir.
Çoğu kültürde görüldüğü üzere, Japon tanrıları da insani özellikler taşırlar. Görünüşleri, düşünceleri, konuşmaları ve davranışları insana özgüdür. Söylence, ada, dağ, orman, ırmak gibi doğal görüngülerin kökenlerinin açıklanmasında iki temel tanrının yaşamlarındaki doğum, evlenme ve ölüm örüntüsünü kullanır ve bu örüntü insanların yaşam örüntülerini yansıtır.
Bu söylence kadına biçtiği köle rolüyle oldukça kışkırtıcıdır. Pek çok değişik versiyonunun tamamında, ilk Önce erkeğin konuşmasının uygunluğu anlatılır. Kadının önce konuşması, yalnızca toplumsal olarak kabul görmeyen bir davranış biçimi değildir; aynı zamanda anormal çocukların doğumu gibi korkunç sonuçlara da yol açabilir. Ancak en önemli Japon tanrısı kadındır. Güneş tanrısı Amaterasu Omikami bütün tanrıları ve evreni yönetir. O ayrıca Ulu Tanrıça veya Ana Tanrıça figürüdür, çünkü verimlilikten sorumludur.
Kadının kölemsi rolü, Japonların ilk toplum yapısı göz önüne alındığında garip görünmektedir. Japon topraklarında yaşayan en eski halklardan olan Aynuların sözlü gelenekleri, kadınların toplumda çok güçlü kişilikler olduğunu göstermektedir; ya şaman ya da kâhindiler. Savaş alanında soyluların en önemlileriyle omuz omuza savaşırlar, onlara eşit bir cesaret, güç ve beceri sergilerler.
Yüzyılın sonlarına kadar kadınlar sık sık küçük devletleri yönetmişlerdir. 16. Yüzyıla kadar erkeklere tamamen boyun eğmemişlerdir. Bu nedenle, 8. yüzyılın başlarında kaydedilmiş bir söylencede erkeğin daha ön planda olduğunu görmek özellikle şaşırtıcı olmaktadır.
Evrenin ve Japonya'nın Yaratılışı
Başlangıçta gökler ve yeryüzü şekilsiz bir kütleydi ve biçimsiz bir yumurtaya benziyordu. Daha hafif ve açık kısmı yukarıda kaldı ve zaman içinde gökleri oluşturdu. Daha ağır, yoğun bölümü, daha yavaş bir biçimde çökerek yeryüzü oldu. İlk önce kara parçaları, bir balığın denizin yüzeyinde yüzdüğü gibi boşlukta yüzüyordu. Çamurdan henüz çıkmış bir kamış sürgününe benzeyen tuhaf bir cisim, gök ve yer arasında, bir bulutun denizin üstünde gezinmesi gibi boşlukta hareket ediyordu. Bu, ilk tanrıyı oluşturdu. Sonra diğer tanrılar bunu izlediler ve aralarında İzanagi no Mikoto ve İzanami no Mikoto adlarında en genç iki tanrı da vardı.
İzanagi ve İzanami bizim gökkuşağı dediğimiz, göklerin yüzen köprüsünde yan yana durdular ve yükseklerden aşağı baktılar. "Aşağıda bir şey görebiliyor musun?" diye sordu İzanagi.
"Yalnızca su" diye yanıt verdi İzanami: "Hiç kara var mı diye merak ediyorum."
"Bunu anlayabiliriz" dedi İzanagi. "Göklerin mücevher mızrağını alalım ve derinlere doğru fırlatalım. Eğer kara varsa mızrak bunu mutlaka gösterecektir."
İki tanrı derinliklerde mızrağı gezdirdiler ve çekip çıkarınca ucunda herhangi bir madde birikmiş mi diye baktılar. Mızrağın ucundan tuzlu su damladı ve daha sonra tuzlu bir kütle olarak aşağıdaki denize düştü; bir ada meydana getirdi.
"Artık aşağıdaki sularda yaşayabiliriz" diye bağırdı İzanami. "Kalacak toprağımız oldu."
Böylece İzanagi ve İzanami göklerden ayrıldılar ve denizin ortasında yarattıkları adada yaşamaya başladılar. Orada büyük bir saray inşa ettiler ve mücevher mızrağı, taşıyıcı sütun olarak ortasına yerleştirdiler. Sonra da evlendiler. Pek çok ada-çocukları olsun istiyorlardı, böylece bir araya gelip bir ülke yaratacaklardı.
İzanagi evlerini kurduktan sonra İzanami’ye şöyle dedi: "Ayrılıp adamızı araştıralım. Sen bir yöne, ben de diğerine giderim, sonra buluşuruz."
İzanagi sarayın soluna, İzanami ise sağına doğru gitti ve adanın çevresini dolaştılar. Tekrar buluştuklarında İzanami coşkuya şöyle dedi: "Ne kadar muhteşem. Genç ve yakışıklı bir erkeğe rastladım."
Bir zaman sonra Izanami ilk çocuklarını doğurdu. Bir ada çocuğundan çok, iğrenç bir sülüğe benziyordu; üç yaşına geldiğinde hâlâ ayakta duramıyordu. Böyle bir çocuğu yanlarında tutmak istemediler ve bir kamış sandalın içinde denize bıraktılar, artık onun kaderini rüzgâr belirleyecekti.
İki tanrı daha sonra göklere dönüp daha yaşlı tanrılara sordular: "Neden İzanami anormal bir çocuk doğurdu? Böyle bir olayla yeniden karşılaşmamak için yapabileceğimiz bir şey var mı?"
Tanrılar yanıt verdiler: "îzanami yararsız bir çocuk doğurdu, çünkü durması gereken yeri bilmez görünüyor. Bir kadın ilk önce erkeğin konuşmasına izin vermelidir. Çünkü bu onun hakkıdır. Eğer ilk konuşan kadın olursa kötü şans getirir. Eğer düzgün bir çocuğa sahip olmak istiyorsanız, her şeye yeniden başlamalısınız. Adanıza dönün, ayrı yönlerde yürüyün ve tekrar buluşmaya, birbirinizi selamlamaya çalışın."
İzanagi ve İzanami tanrıların bu önerisine uydular ve bu kez karşılaştıklarında İzanami, İzanagi'nin ilk konuşmasına izin verdi. "Ne muhteşem" diye coşkuyla bağırdı. "Harika, genç bir kadına rastladım."
Zamanla İzanami sekiz harika çocuk doğurdu ve her biri bir ada oldular. Bu sekiz ada birlikte bir ülke meydana getirdiler.
İzanagi sonra karısına şöyle dedi: "Yarattığımız bu ülke tatlı sabah sisleriyle kaplı, ama onları kimse göremezse bu adalar ne işe yarar? Bu sorunu, rüzgâr tanrısı olacak bir çocuk yaratarak çözebilirim."
Derin bir soluk aldı, verdiği soluğuyla bir çocuk yarattı. Yeni doğmuş tanrı büyük bir hava akımının içinde gizliydi. Sonra kız ve erkek kardeşlerinin üzerinden uçtu ve onları gizleyen sisleri dağıttı.
İzanami kocasına şöyle dedi: "Yarattığımız ülkeyi açığa çıkardığına göre, artık adalarımızı güzelleştirmeliyiz. Yüksek dağlar, sakin vadiler, serin ormanlar, sulak çayırlar, pırıltılı şelaleler ve köpüklü ırmaklar yaratmalıyız." Böylece İzanagi ve İzanami denizlerin, dağların, ırmakların ve ağaçların tanrılarını yarattılar.
Ülkelerinin gerçekten güzelleştiğini görünce İzanagi şöyle dedi: "Artık evreni yönetecek bir tanrı yaratmamız gerekli."
Birlikte güneş tanrıçası Amaterasu'yu yarattılar. Doğumundan itibaren Amaterasu, bütün evreni aydınlatan bir parlaklıkla ışımaya başladı. İzanagi ve İzanami, en küçük çocuklarına hayran olmuşlardı. "Pek çok çocuğumuz var, ama hiçbirisi bizim güzel Amaterasu'muzla karşılaştırılamaz" dedi İzanagi. "Bu büyük tanrıçaya bizim ülkemiz kesinlikle yetmez. O göklere ait, oradan bütün evreni aydınlatabilir. Büyüdüğü zaman onun göklerin merdivenlerine tırmanmasına izin vermeliyiz."
İzanami ay tanrısını doğurduğunda, Amaterasu göklerdeydi. Onun güzelliği ve parlaklığı da neredeyse Amaterasu kadardı. O da göklerin merdivenlerini tırmandı, orada Amaterasu' nun kocası olacak ve evreni onunla birlikte yönetecekti.
İzanagi ve İzanami'nin bir sonraki çocuğu Susano ono Mikato'nun (Sosa-no-wo) herkesi huzursuz eden bir mizacı vardı. Hiddet nöbetleriyle etrafı kırıp geçirmediği zamanlar ağlıyordu. Anne babası ona dünyayı yönetme gücünü verdi, ama o bu gücü kötüye kullandı. Ormanların kurumasına ve pek çok insanın erken ölümüne neden oldu.
Sonunda İzanagi ve İzanami ona şöyle dediler: "Senin yıkma isteğin, bize seni buradan sürgün etmekten başka seçenek bırakmıyor. Sen o kadar kötüsün ki, senin dünyayı yönetmene izin vermek haksızlık olur. Seni ölüler diyarını yönetmeye gönderiyoruz, orada daha az zarar verirsin."
İzanagi ve İzanami'nin bir sonraki çocuğu ateş tanrısıydı. Doğarken annesini yaktı ve İzanami öldü. Ölürken de yeryüzü tanrıçasını ve su tanrıçasını doğurdu. Ateş tanrısı yeryüzü tanrıçasıyla evlendi ve onların kızı, saçlarından dut ağacıyla ipek böceğini ve göbeğinden de beş çeşit tahıl üretti.
Bu arada İzanami ölüm döşeğindeyken, İzanagi şöyle haykırdı: "Ne kadar kederliyim!" Kızgınlık ve küskünlükle, kılıcını çekti ve ateş tanrısını üçe böldü, bunlardan her biri bir tanrı haline geldi.
Üzüntü ve yalnızlığa dayanamayan İzanagi, İzanami'nin peşinden gitti; Yomi'ye, ölümün karanlık diyarına doğru uzun bir yolculuğa çıktı. Onu bulduğunda şöyle dedi: "İzanami, bu korkunç yere senin için geldim. Çünkü seni seviyorum ve sensiz yaşamaya dayanamıyorum."
Ancak İzanami onun sözlerini sevinçle karşılamadı. "izanagi, kocam, efendim, neden bu kadar geç geldin?" diye şikâyet etti. "Yomi'nin aşını yedim. Artık seninle gelemem. Eğer beni seviyorsan, bırak, karanlık bir lütuf olsun ve bana bakma. Bunun yerine, geldiğin yoldan geri dön, çünkü benim ölümüm evliliğimize son verdi."
Ama İzanagi İzanami'yi gerçekten seviyordu. Sevgili karısını bu kadar kolay bırakamazdı ve ona son kez bakmaktan kendini alıkoyamadı. Gizlice saçında taşıdığı tarağın ucundaki dişi kırdı ve onu yakarak bir meşale elde etti. Sonra emin bir şekilde ışık saçan meşaleyi güzel karısına doğru tuttu.
Işık İzanami'nin bedenini aydınlatınca, İzanagi büyük bir şaşkınlıkla geri sıçradı. İzanami'nin bedeni çürümekteydi ve kurtlar doymak bilmez bir biçimde çürüyen etini kemiriyordu, "ölüler diyarı gerçekten korkunç bir yer" diye fısıldadı İzanagi.
İzanami bunu duydu ve Öfkeyle ayağa fırladı; "Niye senden dilediğim gibi beni terk etmedin?" diye sordu. "Beni utandırdın ve bunun için seni cezalandıracağım." İzanami, Yomi'nin sekiz çirkin kadınını çağırdı, onlar da acımasızca Izanagi'yi kovalamaya başladılar.
İzanagi, onları geciktirmek için, siyah başlığını çıkarıp yere fırlattı. Başlık birdenbire büyük bir salkım üzüme dönüştü ve kadınlar durup bunu yediler. Bitirir bitirmez de kovalamaya devam ettiler.
İzanagi, çok dişli tarağını saçından çıkarıp yere fırlattı. Bu da hemen bambu fidanlarına dönüştü ve kadınlar durup bunları da yediler. Bitirir bitirmez kovalamaca yine başladı.
İzanagi'ye yetiştiklerinde, o, ölülerin karanlık diyarıyla canlıların aydınlık diyarı arasındaki sınıra, Yomi Geçidi'ne varmıştı. Burayı ancak bin adamın yerinden oynatabileceği büyük bir kayayla kapattı. Kayanın arkasındaki güvenli yerinden, karısıyla konuşmak için bekledi.
"İzanagi" diye bağırdı İzanami; "beni o kadar utandırdın ki, senin halkından herkesi öldürmeye hazırım. Her gün bin kişiyi boğabilirim. Kısa zamanda boş bir krallığı yönetiyor olacaksın."
"Eğer bunu yaparsan" diye yanıt verdi îzanagi", her gün bin beş yüz insanın doğmasını sağlarım."
"İzanagi, kocam, efendim, benim ölümümü kabullenmelisin" dedi İzanami, yatıştırıcı bir sesle. "Biz birbirimizi uzun zaman çok sevdik. Birlikte güzel bir ülke ve pek çok tanrı yarattık. Bu yeterli değil mi? Benim dünyadaki zamanım sona erdi ve geri dönmek için artık çok geç. Artık aramızda barış yapalım."
"Peki izanami" diye karşılık verdi İzanagi. "Biliyorum, ölüler diyarına senin peşinden gelmek benim zayıflığımdı. Biliyorum, yaşam rüzgârı bedende eserken Yomi'nin diyarını ziyaret etmek kötü şans getirir. Evliliğimiz burada sona erdi. Dileğin üzerine, seni Yomi'nin korkunç diyarındaki yaşamına bırakacağım. Canlılar diyarına dönüp seni bir daha hiç rahatsız etmeyeceğim."
Sözüne sadık kalan izanagi, bunu bir daha hiç yapmadı.
Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder