KARMATİLERİN İNANÇ ESASLARI
İnanç Esasları ve ibadet Anlayışları. Allah inancı
İslam düşüncesinde uluhiyet inancının temeli tevhid inancıdır. Tevhid, bir kılmak, birlemek Allah'nın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek ve benzersiz olduğu anlamına gelmektedir. Tarihi süreç içerisinde bütün İslam dünyasındaki ekoller temelde tevhidi benimsemekle birlikte anlaşılıp yorumlanmasında farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bu farklı yorumları ta'til ve teşbih terimleriyle ifade edilen karşılıklı iki aşırı noktanın sınırlarına kadar ulaşmıştır. Yaratıcıyı her türlü yaratılmışlık belirtilerinden tenzih etmeyi amaçlayan gruplar ise O'na herhangi bir kavramla yeni sıfat nispet etmeyi istememişlerdir. Böylece sıfatlardan tecrit edilmiş bir uluhiyet tasavvuruna ulaşmışlardır. Büyük bir ihtimalle bu anlayışa bir tepki olarak yaratıcıya cömertçe sıfat nispet etmeyi hedef almış diğer bir aşırı grup ortaya çıkmıştır. Bunlar Kur'an-ı Kerim'de yer almış bulunan sıfatları herhangi bir te'vile başvurmaksızın zahiri manalarıyla Allah'a izafe ettikleri gibi hadis olarak naklettikleri muhtelif metinlerde yer alan bir çok kavramı da Allah'ın zatını niteleyen kavramlar olarak benimsemişlerdir. Massignon, Karmatiler'in, Cehmiyye'nin ta'til ' inden daha sert olan tenzih'i bütün ilahi sıfatlarını inkar eder, cezri (köktenci, köke ait) bir zihniyeciliğin mutlak bir tevhidini zaruri gördüklerini belirtir. Buna göre Allah, kemal, noksan, birlik ve çokluk gibi bütün mertebelerin üzerindedir.
Tanrı'ya herhangi bir sıfat nispet etmek mümkün değildir. Dinsel öğretinin metinleri ve yasalarının te'vili ile Karmatilerin ayırt edici özelliği olmuştur. Uluhiyet, inancı da tevil inancı çerçevesinde yer almış, onu kendi dışında hiçbir şey mevcut olmayan zat ve künh-i ilahi, yalnız bir fikrin vüzuh ve bedahetinden ve tefavütsüz makuliyetin tevsikinden ibaret ve mütevadan ari olduğuna inanmakta idiler. Yeni Pisagorculuğun etkisiyle, yaratıcı tekamül nazariyesiyle de sudur nazariyesini öğretilerinin esası haline getirmişlerdir. Buna göre başlangıç ve sonda yalnız olan zati ilahi yani ulvi nur vardır. Önce Nur-ı Şa'şani (kıvılcım saçan) ve Kahir ( muzaffer nur) sudur eder. Bu da sonra külli aklı (akıl-ı külli) ve alemin nefsini (nefs) çıkarır. Bunların muhtelif tavırlar alarak beşeri akılları (peygamberlerin, imamların ve iyi kulların akılları; diğerleri yokluğundan ibarettir) meydana getirir. Nur-ı Şaşani'den ikinci derecede bir nur (karanlık nur) ortaya çıkar. Bu münfail, makhur ve sonunda fena bulacak olan maddedir; göklerde yıldızlar ve yeryüzünde fani vücut şeklinde tezahür eder. Malati, Karmatilerin, Allah'ın ulvi "bir" olduğunu iddia ettiklerini belirtir. Bundan "Nur-ı Şa'şa'ni" dedikleri başka bir nur ortaya çıkmış olduğunu ve bu nurdan da enbiya ve imamların yaratılmış olduğunu belirtir. Tabiat, ahlak ve amel bakımından diğer insanlardan ayrılan enbiya ve imamların menşei olan ''Nur-ı Şa'şa'ni"den güneş, ay ve yıldızlarda görülen nur yaratılmıştır ki bunun adı Nur'r Zalami'dir. Bazı Karmati grupları bu konuda farklı düşünmekte idiler. Friedlaender, Ebu Said el-Hasan b. Bahram el-Cannabi'nin ilah olarak kabul eden ve sonrada onun çocuklarına inanan bir kitlenin varlığından bahseder. Daha sonra Yemen'de Benü Hamdan ve Mansur olarak isimlendirilen bölgede ortaya çıkan Ebu 'I-Kasım en-Neccar' ın ilahlığını kabul ettiğini belirtmektedir. Bu anlayış tarzı;. Karmati grupları içinde en uç nokta olarak düşünülebilir.
Peygamberlik
Peygamberlik, İslam dininin inanç prensipleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Aynı şekilde diğer ilahi dinlerde de aynı önemi taşıdığı tartışılmaz bir gerçektir. Çünkü, bireyi, kutsi alemi yönlendiren ve onu Tanrı'ya bağlayan peygamberlerdir. İlahi hitabın tebliğ edicisi de peygamberler olduğu için din ve dini hayatın peygamberlerle başladığını söylemek yanlış olmaz.
İsma'ili-Karmatiler'e göre de dinsel yasalar peygamberlerce ilan edilir, ancak bu yasaların gerçek anlamının olgunlaşmış ve imamı kabul etmiş değerli bir azınlık için yorumlanması ve açıklanması peygamberlerin vasisi olan imamların işidir. Batında olan değişmez gerçekler, Tanrı'nın yol gösterdiği günahsız ve yanılmaz isma'ili imamlarının ve onun tarafından görevlendirilen öğreticiler hiyerarşisinin özel bilgisindedir. Öyle ki bu gerçekler, resmi ve aşamalı bir olgunlaşma sürecinden geçenler dışında hiç kimseye açıklanamaz. Bu yüzden davanın en yüce başkanı imamı ile mezhebi yeni kabul eden sıradan inananlar kitlesi arasında aracılık eden dinsel kişiliklerin oluşturduğu bir hiyerarşi gereklidir. Bu hiyerarşide Natık, Esas ve İmam İsma'ili-Karmati düşüncesinin merkezinde yer alan kavramlardır. Bu kavramlardan "Kaim" veya "Sahibu'z-Zaman" diye isimlendirilen İmamın yeri ve derecesi İsma'ili düşüncesinde ilgi çekicidir. Buna göre, imam "natık peygamberlerden" "Ulu'l-Azm" denilen grup içinde addedilir. Natık Peygamberler, Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ve Kaim (Muhammed b. İsmail) olmak üzere yedidir. Ayrıca her peygamber için bir "esas", yani peygamberliği tebliğ ederken istinat ettiği bir dayanak olduğunu ileri sürerler. Bu dayanaklar Adem için Şit, Nuh için Sam, İbrahim için İsmail, Musa için Harun, İsa için Şe'mun, Muhammed için de Ali'dir. Yedinci olan Kaim'in dayanağı gizlilik prensibiyle saklı tutulmaktadır. Karmatiler Muhammed b. İsmail'in yeni bir nizamı getirmeyen ve "esas"'ı olmayan Natık olarak kabul etmektedirler.
Karmatilerin peygamberlikle ilgili bu görüşlerinde birtakım felsefi akımların etkisinde kaldığı muhakkaktır. Karmatilere göre külli akıl ile külli nefs ulvi alemin iki sınırını teşkil ettiği gibi nebi ve imam da süfli alemin iki boyutunu oluşturur. Nebi ''Natık" (konuşan), imam ise "samit" (susan)'tir. Samit'e bazen "sabit" de denilir. Nebi külli akıldan taşan manaları kutsi gücü sayesinde alarak zahiri bir kelama dönüştürür ve inananlara bildirir. Sanıldığı gibi nebi melek vasıtasıyla kendisine vahiy gelen ve mucizeler gösteren biri değildir. Peygamberlere atfedilen mucizeler ya tamamen asılsızdır veya Batıni manalara işaret eden sembollerdir. Kainatın bağlı bulunduğunu iddia ettikleri yedili sistem peygamberler ve imamlar için de geçerlidir. Bir peygamberin dönemi kendisi ve daha sonra gelen altı imamla birlikte yedi devir devam eder, sonra yeni bir peygamber gelir.
Malati, (öl. 377/982) Karmatiler'in peygamberler ve imamların görmüş oldukları bu işleri dikkate alarak peygamberlerin ve imamların ilahi bir nurdan doğuş olduğuna inandıklarını belirtir. Onlara göre, her ikisi de gaybı bilirler, her şeye kadirdir ve suretleri, tabiatları, ahlakları ve amelleri bakımından diğer insanlara benzemezler. Çünkü onlara göre peygamber, imam ve taraftarlarının akılları, "karanlık nurun" yani her gayr-ı şeri maddenin sinesinde sülük nurlarının devri nöbetlerini takiben aynalardaki akisler gibi ani olarak parıldayan Nur-ı Şaşa'ni'nin kıvılcımlarıdır. Bu kıvılcımlar parlar, o zaman bütün ferdiyetin kaybolduğu kurtarıcı bir yaratma içinde Allah ile bir olduklarının şuuruna vararak şu beş musibetten kurtuldular. Beş musibet, arzular ve nedamet veren tabiat gece ile gündüzü takip ettiren gök, emr ve nehyden kanun, murakabe ve tecziye eden devlet ve günlük çalışmayı zorlayan zaruret olarak açıklanabilir.
Hakaik-Zaman-Tarih Öğretisi
İsma'ililer-Karmatiler için hakaik, bir gnostik sistem oluşturuyordu. Bu gnostiki sistemin temel iki unsuru, çevrimsel bir dinsel tarih yorumu ve evren bilim idi. İlk dönem İsma'ili-Karmatiler, tarih ve peygamberlik anlayışlarıyla yakından bağlantılı özel bir zaman ve sonsuzluk anlayışı geliştirmişlerdi. Zaman hakkındaki eklektik kavrayışları, erken Şii grupların bu dünya ötesi görüşleriyle imamın evrimi hakkındaki torik anlayışlarının yanı sıra onları eski Yunan, Yahudi-Hıristiyan ve Gnostik etkileri de yansıtır. Zamanı, bir başlangıç ve bir son olan birbirini izleyen çevrimlerin sıralaması olarak kavrıyorlardı. Bu çevrimsel yapı, yarı çizgisel özel zaman kavrayışlarının sonucu olarak çevrimsel ve zorunlu olarak teolojik bir tarih, daha doğrusu dinsel tarih anlayışına götürdü. Bu anlayışlarına göre, tarih Kur'an'da adı geçen büyük peygamberlerle özdeşleşen çağların sıralanışıdır. Bu tarih anlayışında, imamiye'den miras aldıkları imamlık anlayışının yapısal bir rolü vardır.
İsma'ililere göre tarihin Kur'an'da adı geçen büyük peygamberlerle özdeşleştirilerek çağların ard arda sıralanışı; insanlık tarihinin yasalarının da şekillendirmesine neden olmuştur. İsma'ililere göre, insanlığın dinsel tarihi, her biri dışsal olarak farklı bir yasaya dayanan ve kutsal bir mesaj ilan eden konuşan bir peygamber yani natık tarafından başlatılan farklı uzunluklarda yedi çağda tamamlanacaktır. İsma'ili tarihin ilk altı çağı sırasıyla kitaplı peygamberler ya da Ulu'l Azm denilen Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa, ve Muhammed tarafından başlatılmıştır. Nevbahti ile Kumroi'ye göre Karmatiler başlangıçta Adem'i dışarıda bırakarak, yeni bir mesaj getiren peygamberler listesine Ali'yi almışlardır. Daha sonra kendisine kitap verilen peygamberler listesine Adem'in alınıp, Ali'nin peygamberlikten Hz. Muhammed (sav)'in ardılı durumuna indirilmesi İsma'ililiğin farklı bir konuma geçmesinin işareti olarak görülebilir. İlk dönem İsma'ilileri kendi dönemlerinin düşüncelerini geçmişe yansıtmak suretiyle bu ilk altı natıkın her birinin mesajlarının yerine getirilmesinden sorumlu bir manevi mirasçı ya da vasi tarafından izlendiğini savunuyorlardı. Seçkinler için getirilmiş mesajın batıni anlamını açıklamakla görevli olan vasiye kurucu temel (esas) ya da suskun (samit) peygamberler de deniliyordu. Bu vasiler Adem için Şit, Nuh için Sam, İbrahim için İsmail, Musa için Harun ya da Yuşa, İsa için Şem'un el Sefa (Havari Petrus Simun) ve Hz. Muhammed (sav) için Ali olmuştu. Her vasi samit ya da esası da kutsal metinlerin şeriatın gerçek açıklamalarını hem zahir hem batın yönleriyle korumakla görevli, etimma (tamamlayıcı) denen yedi imam izliyordu. Her peygamberlik çağının yedinci imamı önceki natıkın şeriatını yürürlükten kaldırarak bir sonraki çağı başlatan natık oluyordu. Bu kalıp ancak tarihin yedinci ve son çağı için değişecekti.
Hz. Peygamber tarafından açılan altıncı çağın yedinci imamı gizliliğe geçen Muhammed b. İsmail idi. Yeniden ortaya çıktığında yedinci natık olacak ve Mehdi ve Kaim sıfatıyla tarihin son çağına hükmedecekti. Yalnızca o, son imam olarak natık ve esas vasıflarını kendisinde birleştirecekti. Muhammed b. İsmail İslam'ın yasalarını yürürlükten kaldıracak ve dünyanın son çağını başlatacaktı. Ancak yeni bir din getirmeyecek bunun yerine kendisinden önce gelen tüm mesajların gerisinde gizlenen ve o zamana kadar ancak kısmen ve yalnızca insanlığın küçük bir seçkin grubuna açıklanmış batın açıklamalarını tüm olarak açıklayacaktı. Böylece son çağda dünyanın sona ermesinden önce, hakaik bütün sembollerinden sıyrılarak bütünüyle anlaşılır hale gelecek ve saf bir manevi bilgi çağı başlayacaktı. Muhammed b. İsmail dünyayı adaletle yönetecek ve mehdi dünyanın sona ermesiyle insanlığın yargıcı olacaktı. Onun Kaim'ul Kıyame yani Kıyamet Günü'nün imamı oluşuyla zamanın ve insanlık tarihinin sonu gelmiş olacaktı. Karmatilere göre Peygamberler insanlara farklı emir ve yasaklar getirerek birbirleriyle çelişmişlerdi Güzel olan bazı hususları insanlara yasaklamışlardır. Buna karşılık zor olan bazı hususların yapılmasını emrederek de gereksiz yükümlülükler altına insanları sokmuşlardı. Muhammed b. İsmail'in Kaim ve son resul olduğunu iddia etmektedirler. Karmatilerin en uç noktasını temsil eden gruplara göre, Onun tekrar görünmesiyle peygamber Muhammed tarafından ilan edilenleri yürürlükten kaldırarak yeni bir dirlik getirecektir. Karmatiler en büyük peygamberler veya Ulu'l azm olarak kanun vazeden Peygamberleri yedili bir sıralamaya tabii tuttuklarını yukarda ifade etmiştik.
Buna göre Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed, Ali ve sıralamanın son imamı olarak Muhammed b. İsmail'i kabul ettiler. Ali'nin bu sıralamaya alınmamış olması kolayca anlaşılabilecek bir şey değildir. İlk dönem İsma'ilileri dinin kutsal kitaplarının iç ve dış görüşleri arasında fark gözetmeye dikkat etmişlerdir. Bu dahil etme Hz. Muhammed'in yerine geçen kendi dini kanunu resmen ilan etmesinden ziyade Hz. Muhammed tarafından verilen ayetlerin önemli bazı manalarını açığa çıkaran Ali için düşünülen rol yüzünden olabilir. Daha sonraki rol Kaim Muhammed b. İsmail için açıkça tahsis edildi. Aslında Muhammed b. İsmail'in Mehdiliğinden söz edenler Karmatilerden bir grup olduğundan şüphe yoktur. İmami mezhepler tarihçileri bir tarafa bırakırsak başlangıç dönemindeki hala mevcut olan birkaç İsma'ili kaynak kadar ilk Fatımi Halifesinin mektubundaki ifadesiyle de bu durum doğrulanmaktadır. Örneğin Kitab el-Rüşd, yedinci imamın natık ve ismi Muhammed olan sekizinci imamın Mehdi olarak tekrar görüneceği fikri çerçevesinde odaklandı. Fatımi öncesi, ayrı yazılmış 6 kısa bilimsel eserin bir toplamı olan başta bir isma'ili kitap olan Kaitap el-Keşf vardı. Bu çalışmada Mehdi ve Kaim olarak yedinci konuşan Peygamber'in (natık) geri döneceğine inanan, sıklıkla gösterilen Sahip el Zaman önemli bir yer oynar. İlk dönem İsma'ililerin fikirlerindeki yakın benzerlik Umm el-Kitab'ın son bölümünde yedi peygamber dizisine (devir) kısa referanslar içermektedir. İsimleri Adem'den başlar, Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ve Peygamberlerin en sonu olarak Kaim yedinci ve son dizi (devir) tekrar başa dönmeyi esas almaktadır.
İmam ve İmamet
İmamet düşüncesinin Mehdilik kavramıyla yakından ilgisi vardır. İslam toplumundaki fırkaların çoğunun doğuşunda imamet konusundaki ihtilafın büyük etkisi vardır. imamet nazariyesi, özellikle Şia'nın en belirgin vasfı olmuştur. İmametin Hz. Peygamberden başlayarak toplumun X. asra kadar geldiği süreci konumuzla ilgili yönlerini incelemek konunun anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
İslam dini Mekke'nin medeni ortamında doğdu. Bedeviliğe karşı kabileleri yönetenlere karşı koymaya çalıştı. Gelenek ve kabile düşüncesinin yerini tutması için devlet ve kanun düşüncesi İslam dini aracılığıyla yerleştirmeye çalıştı. Kabile dışındaki otorite bedevilere yabancı bir düşüncede Peygamber'in oluşturmuş olduğu sistem sosyo-politik bir oluşum idi. Bu oluşum genişledikçe ülke de büyümekte idi. Peygamber dini otoriteyle dünyevi otoriteyi şahsında toplamıştı. Böylelikle dini alanla siyasi alan birbirinden ayrılmamıştı. Aksine bunlar birbirini gerektiren unsurlar olarak görülmüştü. Arap yarımadasındaki otoriteyle ilgili yukarıda bahsetmeye çalıştığımız arka plan imamet düşüncesine de etki etmiştir. İmamet düşüncesinin Mehdilik kavramıyla paralellikleri olması, İslam toplumundaki fırkaların İslam dinini farklı algılamalarından kaynaklanmaktır. Sosyal problemlere eğilmiş toplumdaki tabakalaşmaları önleyerek bir kavram üzerinde durulmuştur. Takva olarak adlandırılan bu kavram Müslümanlar arasındaki eşitliğin de sigortası olmuştur. Bu da sosyal gelişime etki eden ilkelerden biri olmuştur. Bu kavramlarla zayıflar olarak adlandırılan çocuklar ve kadınların karşılaştıkları haksızlık ve adaletsizliklere karşılık durumları düzeltilmeye çalışılmıştır. Hz. Peygamber'in seslendiği kitlede karşılaştıkları siyasi, sosyal problemleri peygambere devretmiştir. Peygamber dönemi ve sonrası Müslüman toplumlar İslam inancını özümseme açısından aynı ölçüde İslam'ı hazmedememişti. Hz. Peygamber'in vefatından sonra ortaya çıkan rahatsızlıklar da bunu açıkça ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber sonrasında ilk olarak ortaya çıkan sorun otorite sorunu oldu. Hz. Muhammed, Kur'an'da yeni olan veya ima edilen formlara uygun yaşayan bir cemaatin oluşturulmasını örgütlemişti. Ama toplumun nasıl bir otoriteye sahip olması gerektiğini vurgulamamıştı. Bu sorun İslam dünyasında anlaşmazlıkların ve çatışmaların da temel ilkelerinden birini oluşturdu. Hz. Muhammed (sav)'in halefliği halifelik ya da imamlık denen işlem bütün Müslümanların mı, yoksa sadece sahabeye ya da sadece onun ailesine mi açık olmalıydı, halife nasıl seçilmeli, imamın otorite olarak durumu nasıldı?
İslam toplumu bu soruna farklı açıklamalar getirmeye çalışmıştır. İmam kavramının tarihi gelişimi, İsma'ili ve Karmatilerde İmamlık düşüncesine geçmeden önce bu kavramın etimolojisini ele almamız gerekmektedir. Arapça bir kelime olan imam, yönetici lider manasındadır. Sadece kullanım olarak bir toplumun lideri için veya bir fikir veya mezhep, akımın önde gelen lideri için kullanılır. İmamın görmüş olduğu görevi ifade etmek için imamet kavramı kullanılır.
Şia kültüründe ise iki anlamı taşır:
Örnek, ideal tip, şahit, kisve, simge, yolun işareti, hüccet, kılavuz, üstün insan, İslam'ın ayni tecessümü, dinin zihinsel kavramlar şeklinde tebliğ ettiği ahlaki faziletler, akideler toplamını kelimelerle beyan eden kimsedir. İmam, varoluşu yaşaması ve ölümüyle kendini gösterir. İmam gözle görülen ve hissedilen bir İslam'dır. İnsan şekline dönüşmüş bir imamdır. Bu anlamda imam daima yaşayan imamdır. Her zaman imamdır. İster ölümden önce, ister ölümden sonra, ister hakim, ister muzaffer, ister yenik olsun yine de imamdır.
Rehber, önder, kurucu, ümmetin hidayetinin sorumlusu, ekole göre hayatın rehberliğini üstlenen, tekamül yolundan halkın imamlığını yapan kimsedir.
Ehl-i Sünnet, İmam dini nass veya tayin ile değil icma ile sabit ve belli olur açıklamaları mehdi imamın dini konuları ve dünyayı yönetmek üzere -nübüvvetin yerine- hilafet için konulmuş olduğunu belirtir. Bu tanımlardan imametin üç boyutu ortaya çıkmaktadır. Birincisi nübüvvetin hilafetidir. İkincisi, imametin görevi, dinin korunmasıdır. Üçüncüsü dünyanın yönetilmesidir. Dünya işlerinin yürütülmesi nübüvvetin yetki kapsamına alınmış olması imametin de aynı görev ve yetkinlikle yükümlendirmiş ve donatılmış olması anlamına gelir. Mutezile ise, imamet dinin esaslarındandır; Peygamberin bu hususu bilmemiş olmasının mümkün olmadığı görüşündedir. O şahsın ismet ve keramet sahibi olması gerekir. Bu da ancak nass ve tayin ile olur. Muhtariye Fırkası, imamın naklen ve zorunlu olduğunu söyleyenlere muhalefet olarak dünyada hiçbir imamın bulunmamasını mümkün görmüştür. İmamiye fırkası, Hz. Peygamber'den sonra araya hiçbir kesinti girmeksizin Hz. Ali'dir. Zeydiye fırkasına göre, imamet Fatımi olanların, yani Ali'nin Fatıma'dan olan çocuklarından, başkaları için asla caiz değildir.
Görüldüğü gibi Sünni İslam ile Şia arasındaki imamet anlayışındaki farkı Şia'nın İmam'ın gücüne inanmayışı ve onun yerine otoriteyi koymuş olması noktasında odaklanmaktadır. Fazlur Rahman'a göre, Sünni İslam icma; Şii İslam ise otorite inancını temsil etmektedir. İki anlayışın referanslarını ortaya koymaya çalışmıştır. Bu manada İmam düşüncesi Batınilik-İsma'ililik ve Karmatilikle teşkilatın başıdır. Nübüvvet, Mehdi inanışıyla yakın ilgisi vardır. Külli akıl ile külli nefs ulvi alemin iki sırrını teşkil ettiği gibi Nebi ve İmam da Süfli alemin belirtisini temsil eder. Nebi natık (konuşan), imam ise Samit (susan)'dır. Nebi zahiri amellerle imam batıni tevillerle lafızların gerçek manasını ortaya koyar. Bu mana Allah tarafından imamlara öğretilmiştir. Böylece Şia imamları insanlara açıklanmamış "özel" manasını bilmekte, ona göre batıni konuşmakta, hükmetmekte ve davranmakta olduğuna inanır. Kainatın bağlı bulunduğu Yedili sistem peygamberler ve imamlar için de geçerlidir. Bir peygamberin dönemi kendisi ve daha sonra gelen altı imamla birlikte yedi devir devam eder. Bu anlayışa göre Hz. Muhammed (sav)[ natıktır, Hz. Ali ile başlayan Samitler Hasan, Hüseyin, Ali (Zeynelabidin), Muhammed Bakır ve Cafer es Sadık ile biter. İkinci devir, İsmail b. Cafer - bazı düşüncelere göre Muhammed b. İsmail b. Cafer es Sadık - ile başlar. Bunlar natıktır. Masum olan imamlar peygamberlerin getirdiği nassları tevil ederek onların gerçek manalarını açıklamaktadırlar. Bu da onları emir ve yasakları değiştirebilen kutsi varlık statüsüne koymaktadır. İmamlar, "Esas" ve "Vasi' lakaplarıyla anılmıştır. "Yedullah" ve "Vechullah" gibi unvanları taşıyan İmamlar aslında Uluhiyetin beden kalıbına girdiği şahsiyetler olarak anlaşılır. Bu anlayış tarzı Weber'in otorite tipleri için de en ilginç olarak nitelediği karizmatik otorite veya karizmatik tip (insan) ile örtüşmektedir. Weber "Karizma" terimini kendisinde doğaüstü yeteneklerin olduğuna inanılan ve sıradan insanlardan belli niteliklere sahip olan ve toplumu bunalımdan kurtaran insan olarak tanımlamak için kullanmıştır. İsma'ili-Karmati düşüncesindeki imamet anlayışı bu karizmatik lider veya imam tanımlamasıyla açıklanabilir. W. Montgomery Watt, "Karizmatik Anlayışı" ilk Şia anlayışının asgari şekli Hz. Ali'nin şahsi değerine olan inançtır. Böyle bir inanışın özel karizma unsuru büyük ihtimalle yoktur. M. Watt, Haşimi kabilesinde veya bu kabileye mensup olan bazı kimselerde karizmatik vasıfların bulunduğunu kabul eden inanç şeklini, bu askeri inançtan ayırmak gerektiğini belirtir. Hatta 750'Ierde bile Haşim oğullarından Hz. Ali'nin kardeşi Cafer ve Hz. Muhammed (sav)'in amcası Abbas'ta kayda değer bir karizma bulunduğu ileri sürülebilir. Ancak karizmanın geniş şümulü ilk Şiiliğin mümeyyiz bir vasfı olduğunu belirtmektir. Aslında Şiiler için Hz. Ali karizmatik bir liderdir. Hüseyin'in şehid edilmesinden sonra kabul edilen imamların aynı kategoride değerlendirildiğini görmekteyiz. Gulat-ı Şia'nın Hz. Ali'yi peygamber derecesine hatta ilah derecesine çıkaran propagandası Güney kabilelerinde İslam'dan önceki "Yarı Tanrı kral" veya "İlahi Hükümdar" gibi karizmatik mistik lider anlayışıyla da uyuşmaktadır.
286/899 yılında, Ubeydullah kendisinin ve Muhammed b. İsmail'den sonra gelen atalarının da İmam olduğunu iddia etti. Bu reformu tam olarak anlayabilmek için orijinal inancın Muhammed b. İsmail 'den sonra başka bir imam için yer bırakmadığını göz önünde tutarak merkezi liderliğin bu iddiaya dek İsma'ili hareket içinde sahip olduğu otoritenin doğasını incelemek gerekir. Aslında Ubeydullah kendisini İmam ve Mehdi olarak ilan etmiş olması, İsma'ili dailerin imam adına toplamış oldukları vergileri eskisi gibi özgür kullanamayacağı anlamını taşımaktadır. Alınan vergileri istedikleri gibi kullanamamalarının, İsma'ili-Karmati ayrışmasında önemli bir etken olduğu düşünülebilir. Bu olgu imamet hakkında yeni değerlendirmelere yol açmıştır. Şia'nın imamet anlayışına göre, ilk imam Ali 'nin yerine oğlu Hasan ve ondan sonra da diğer bir oğlu Hüseyin'dir. Hüseyin'in nesebinden gelenlerin oluşturduğu nesil daha çok itibar görmüştür. İsna Aşeriyyenin on iki imamın son dokuzu Hz. Hüseyin'in soyundan gelmektedir. İmam terimiyle kastedilen anlam açık degildir. "Natık ve Vasi"ye en yakın takip eden yedi imamlardan biri olarak Fatımi-İsma'ili terminolojide imamlık düşüncesini ifade etmeye yarar. İmam için "el-imamu'l Mutimm" gibi bir ifade kullanılır. (misyonu peygamberin işini tamamlamaktır). Sözlük anlamıyla "Mutimm" (tamamlayıcı) 'dır. imam kelimesi yalnız başına sıklıkla kullanılır. Fakat ya lider insanların şefi ya da tekrardan kaçınmak için basitçe stilistik bir amaç tanımlamaksızın kullanılır.
Resul'den risalet, Vasi'den vesayet açıkça kullanılırken İsna aşere kaynaklarında imamet terimi kullanılır. Fatımi dönemi lsma'ili çalışmalarının zıddına İmam teriminin kullanılmasındaki belirsizlik nedeni oldukça farklı fikirleri ifade eden İmamu'z Ahir İmamu'l Batın veya İmamu'l-lah en-Natık veya İmamu'l-hak et batın ifadeler genelde kullanılmakta idi. Ali, el-İmam ba'd Muhammed fi asri'z zulmat, yani karanlık dönemde Muhammed'den sonra İmam olan Ali'nin imamlığını ifade etmektedir.
Karmatilere göre süfli alemin iki boyutunu oluşturan Peygamber "natık" (konuşan), imam ise Samit (susan), esas vasi'dir. Kainat nasıl akıl ile nefsin tahriki neticesinde hareket ederse, insanlar da natık ile esas tarafından vazedilen şeriatın tahriki ile hareket ederler. Kainattaki yedi felek gibi bunlar da yedişer yedişer devredirler. Nebi ile İmamın icra etmiş olduğu görev Karmatilerin dinsel öğetilerinin temeli batınla alakalıdır. Buna göre peygamber külli akıldan taşan manaları kutsi gücü sayesinde alarak zahiri bir kelama dönüştürür ve insanlara bildirir. İmam ise, yaptığı te'villerle bu lafızların gerçek manalarını ortaya koyar. Peygamberlerin getirdiği, nassları tevil ederek onların gerçek manalarını açıklayan böylece dini emir ve yasakları değiştirebilen kutsi varlıklardır. "Esas" ve "Vasi" gibi lakaplarla da anılan “yedullah" ve "vechullah" gibi unvanlar taşıyan imamlar aslında Uluhiyetin beden kalıbına girdiği şahsiyetlerdir. İmamlar silsilesi yedi devre halinde devam eder, biri sona erince yeni bir yedili devre başlar. Buna göre bazı Karmati grupların geliştirmiş olduğu düşünce Hz. Peygamber' den sora yedi imam ilah gelmiş olmasını esas olarak kabul edilmiştir.
Kummi ve Nevbahti'ye göre Mubarekiyye'den türeyen Karmatiler İmamlarının, sayısını yediyle sınırlamışlardır. Bu harekete İsma'iliyye adı yanı sıra Seb'iyye ya da Yediciler de denilmesinin nedeni budur. Yedi imam, imam olduğu kadar mesaj getiren bir peygamber de (resul) olan Ali b. Ebu Talib, Hasan, Hüseyin, Ali b. Hüseyin (Zeynel Abidin), Muhammed b. Ali (Bakır) Cafer b. Muhammed ve son olarak hem Mehdi hem de resul olan Muhammed b. İsmail b. Cafer'den oluşur. Dikkat çekici nokta her iki yazar da yedi sayısını tutturabilmek için Karmatilerin Ali'yle başlayan imamlar listesinde İsmail b. Cafer'i dahil etmeyişleridir. Böylece Muhammed b. İsmail yedinci ve son imam olur. Bu yazarlara göre Karmatilerin imamlığın, tıpkı Allah'ın elçiliği görevinin Gadir Hum'da Muhammed peygamber tarafından kendi sağlığında Ali 'ye devrettiği gibi İmamlığında Cafer'in sağlığında oğlu İsmail'e geçtiğini kabul ettiklerini söyleyerek çelişkiye düşmektedirler. Bu durumda İsmail yedinci, oğlu Muhammed sekizinci imam olmaktadır. Muhtemelen batıni Karmatiler yada erken İsma'ililer, İsma'ili imamlar listesine dahil edenlerden bazıları II/IX. yüzyılın ortalarına doğru Karmatiler olarak adlandırılan ilk İsma'ililer Muhammed'den başka imam kabul etmiyorlardı. Hamdan hareketten koparan Muhamed el-Mehdi'nin İmamlık düşüncesiyle ilgili reformu İsma'ili-Karmati tarihinde Mehdi-İmam-İmamet kavramlarının yeniden yorumlamasına neden olmuştur.
DİNSEL SİSTEM
Batın-Zabir ve Tarih Öğretisi
Karmati-İsma'ili hareketin Abbasi baskısının etkisiyle ilk dönem İsma'ili tarihini devr el setr yani gizlilik dönemi olarak adlandırılmıştır. Ubeydullah'ın Kuzey Afrika'da (bugünkü Tunus) Fatımi halifeliğini kurması, imamın açıkça toplumun başında olması, devr el setr döneminin sona erip Devr-i Zuhur/Keşfin yani ortaya çıkma, açığa çıkma dönemi olarak ifade edilebileceğimiz dönem başlamıştır.
Bu iki dönemin öğretileri içinde bulundukları coğrafi, idari, sosyal ve ekonomik şartlarının gereği bazı farklılıkları içermektedir. Devr el-Setr dönemiyle ilgili o dönemde yazılmış kaynaklar az olduğundan Fatımi öncesi İsma'ililerin öğretileri hakkında ancak daha sonraki İsma'ili metinlerden ve İsma'ililere muhalif kaynaklardan az da olsa bilgi sahibi olmaktayız. Aslında ilk dönem İsma'ili-Karmati dini doktrini üzerinde Fatımiler tarafından bazı değişiklikler yapmışlar. Fatımilerin iktidara gelişleriyle Fatımi idarecileri Sünni Müslümanları da kucaklamak adına öğretilerinde bazı düzeltmeler yapmak zorunda kalmışlardır. Çünkü artık İsma'ili Karmati doktrini İsma'ili-Karmati olmayan kitlelere de idaresi altına almıştır. Fatımi idarecileri doktrinin bazı hususlarının değiştirilip düzeltilmesini İslam dünyasının en azından kendilerinin idaresi altında bulunan kısmının bütünlüğü için zorunlu görmüştür.
Fatımi Devletinin öğretideki bu değişikliği yapması devlet otoritesinin her şeyin üstünde olduğunun da bir göstergesidir. Ulema otoritesi veya İmam-Mehdi-Dai üçgeninde oluşan dini otorite daha alttadır. Toplumun problemleri devlet otoritesi kullanılarak çözülmesi gerekir. Devlet otoritesi bu problemi çözerken birtakım unsurları kullanmaktadır. Siyasi, askeri, eğitim unsurlarının tümünü kapsamaktadır. Bir taraftan İslam'ın kutsal metinleri ve ibadet biçimlerinin batın (iç) ve zahir (dış) yönleri ve boyutları arasında, diğer taraftan ise Kur'an ve Sünnet'in iç ve dış anlamları arasında temel bir ayırım yapılmıştır. Onlara göre, her görünüşün ardında içsel bir öz, bir gerçek (hakaik) vardır. Bu nedenle kutsal metinlerin ve bu metinlerin ortaya koyduğu zahiri mananın (lafzi mananın) yanı sıra bir de gizli ve gerçek anlamları vardır. Yeni bir öğretiyi başlatan her yasa koyucu peygamberle zahir değişikliğe uğrar ya da hükümsüz kalır. Buna karşılık batın gerçekleri ya da hakaiki temsil etmektedir. Ezeli ve ebedidir, değişiklikten münezzehtir.
Batın-Zahir felsefesi, imamet düşüncesine, dai erkanı kabul edilen unsurlar üzerine uygulanmıştır. Taharet, namaz, zekat, oruç, hac, cihad, velayet gibi dinin temel hususları batın-zahir felsefesine göre yorumlanmıştır. İsma'ililikteki hakaik; gizli, bir gerçekliğin içerik dünyasını temsil eden bir gnostik sistem oluşturur. Bu gizli manevi gerçeklik dünyasını temsil eden bilgiyi normal bilgiden (zahir) ayırt etmek gerekmektedir. Bu bilgi, daha sonraları genellikle "Marifet" olarak da anılmıştır. Bu yönüyle ilmi bilgiden ayrıdır. Arifane bilgi "dini sırların yüce bilgisi veya "gizli ve vahiy ilham edilmiş" bilgi devamlı ve daha isabetli olur. Çünkü bu şahsi ve mistik bir bilgidir. Daha çok seçkin ve mistik tabiatlı insanlara aittir. Dolayısıyla, bu nitelikteki insanlar tabiatüstüdür. Bu düşünce tarzı, I. ve Il. Yüzyıl Yunan felsefesinin, bilhassa Eflatun ve Yeni Eflatuncu felsefesinin etkisiyle yani felsefi cereyan olan İsfaniye mezhebi denen Gnostizm'den etkilenmiştir.
Batın içerdiği hakaiki yüceltmekle ilk dönem İsma'ilileri, batıniyye arasında ön plana çıkarak gizli ve gerçek mana olarak adlandırılan exoterizmin ve gnostizmin İslamiyet içindeki en önemli temsilcisi olmuşlardır. Zaten imamın ve hudud denilen isma'ili-Karmati dini hiyerarşisinin önemi de burada yatmaktadır. Karmatilerdeki bu düşünce tarzı yani batın-zahir ayırımı dinsel öğretinin diğer alanlarına da uygulanmıştır.
Te'vil-Tenzil
Nassların zahiri manalarını muhtemelen bir başka manaya yorumlamak anlamına gelen te'vil İsma'iliyye-Karmatilerin tarih boyunca uyguladığı bir metottur. Zira onlara göre hakikate ulaşmanın tek yolu zahiri mananın batıni manaya te'vil edilmesidir. Bu tarzı inanç esaslarının tümüne uygulayan Karmatiler, Peygamberlik ve imamet bahislerinde Natık olarak peygamberlerin zahiri manayı insanlara aktardıklarını imamların ise asıl anlaşılması gereken batın anlamı hakaiki, teblil ettiklerini daha önce belirtmiştik. İsma'ili-Karmati grupları zahir-batın ayrımını islam'ın kutsal metinleri ibadet biçimi ve inanç akidelerine de uygulanılmıştır. Bu ayrım, bu düşünce tarzının temellerini oluşturmuştur.
Yapmış oldukları te'viller filozofların, tasavvuf erbabının ve kelamcıların te'vil tarzlarından farklıdır. Çünkü te'vile tabi tuttukları lafza vermiş oldukları batıni manaya lafız ne hakikat ne de mecaz yoluyla dalalet etmediği gibi hiçbir akli ve nakli ölçüyle de ulaşılamaz. Bu yüzden bu te'viller tamamen indi ve keyfidir. Herhangi bir dini, ilmi ve mantıki kayıtla mukayyet değildir. Bu te'vil tarzıyla daha çok dini hükümleri hükümsüz kılmayı ve kendi hükümlerini sürdürmeyi hedeflemişlerdir. Onlara göre itikadi ve ameli sahada varolan nasslar zahiri manalarıyla bir remizdir, gerçek manaları kendilerine verilen batıni manalardır. Mesela nasların haber verdiği şekilde kıyamet kopmayacaktır. Kıyametin kopması demek yedili devirlerdeki yedinci imamın gelmesi demektir. Cünüp olmak teşkilata bağlanmamış bir kimseye herhangi bir sır ifşa etmektir, yıkanmak ise bu sırrı ifşa eden kimse ile muahedeyi terk etmektir. Abdest almak, ilim-i batın vasıtasıyla ehl-i zahirin cehlini izale etmektir. Yalnız İslam'ın itikadi ve ameli konuları tevile tabi tutulmamıştır. Kur'an-ı Kerim'deki huruf-ı mukattaalar da tevile tabi tutulmuştur.
Karmatilerce oluşturulan te'vil yer yer İslam'ın temel öğretilerini tanınmaz hale getirmiştir. Bu yolda Karmati veliliğin peygamberliğe feda edildiği bir gerçek olmakla birlikte, üstünlük kendisine verilen nübüvvetin tebliğ ettiği vahyi veriler, te'viller sonunda tanınmaz hale gelmekte idi. Karmati te'vil anlayışına göre batıni mana ve bu manayı yalnızca imamların bileceği anlayışı, sergilemiş oldukları çarpıklıklardan kabul edilmektedir. Te'vil anlayışı onlar için ikinci kutsal bir kitap vazifesi görmüştür. Dinsel metinlerin ve yasaların gerisindeki gerçekler, te'vil İsma'ililiğin ayırt edici özelliği haline gelen sembolik, alegorik ya da (batıni) içkin yorumlamayla ortaya çıkabilir. Kelime anlamı geri dönmek ya da batını zahirden çıkarmak demek olan tevil, bir yorumlama biçimi olarak kutsal metinlerin açık anlamını açıklamak ve yorumlamak olan tefsir ve dinsel yazıların melek aracılığıyla peygambere öğretilmesi anlamındaki tenzilden farklıdır. İlk dönem İsma'ililer tenzili genellikle Kabbalistik biçimde yani harflerin ve rakamlarının mistik özelliklerine uygulamıştır. İlk Yahudi-Hıristiyanlarla gnostikler arasında da benzer bir yorum ve bir tür manevi pratikleri varsa da, İsma'ili tevilin doğrudan kaynakları İslamiyet içindedir. Bu anlayış II/VIII. yüzyılın Şii çevrelerinde görülmekte idi. İsma'ililik tarafından geniş ölçüde yararlanılan batıni tevilin amacı gerçek manevi hakikati ortaya çıkartmak için gizli olanı aşikar kılmaktır. Tevil zahir ya da dış görünüşten batın da gizlenen orijinal düşüncelere doğru yapılan bir yolculuktur. Bu yolculuk kelimelerin gerçek anlamlarına, hakikatlere kavuşmaya neden olur. Özetlemek gerekirse zahirden batına, şeriatten hakikate ya da tenzilden tevile geçiş görünüşten hakiki gerçekliğe, peygamberin getirdiği kitabın lafzından gerçek anlamına ve sembolden sembolize edilenin kendisine geçişi gerektirir. Bu yolculuk fenomenler dünyasından numenler dünyasına geçiştir. Te'vil ya da batıni tevil yoluyla hakikat bilgisine ulaşma, İsma'ililer için bir ruhsal yeniden doğuştur. Manevi yorumlama ya da yorumlayıcı açıklama olarak da açıklanabilen te'vil, İslam'ın ileri sürdüğü dünya görüşü hızla bir entelektüel sisteme dönüşen daha incelikli bir görüşle tamamlanmıştır. İlk İsma'ililer böylelikle hızlı bir sonraki dinsel sisteminin olduğu kadar, inananların şeriat, tarih vb. zahir bilimlerinden kalkarak anlam-bilim, te'vil ve iman edinimlerinin nihai hedefi olan sonuç-bilim hakaike götüren batın bilimlerin ulaşılmasına öngören entelektüel bilimlerin de temelini attıklarını iddia etmişlerdir.
Ahiret
Karmatilere göre, Ahiret alem hem ezeli hem de ebedi olup onun nizamı hiçbir zaman değişmeye maruz kalmayacaktır. Kıyametin kopması, zamanın imamının ortaya çıkıp yeni bir şeriat getirmesi manasına gelir. Ölen insanın bedeni toprağa karışıp aslına döner, ruhu ise durumuna göre ya devamlı şekilde başka bir hedefe girerek cismani alemde kalır veya iyi ruhlarla beraber olur. Kıyametin kopması bir bakıma yedili devrin sonu yani yedinci imamın gelmesi olarak açıklanmıştır.
Ahiret telakkisi, İslam inancının temel prensiplerinden biri olarak kabul edilir. Diğer ilahi dinlerin de benimsediği bu ikinci hayat bir taraftan insanı ebedileştirirken diğer yönden ceza ile mükafat konularını gündeme getirmekte sorumluluk faktörünü hatırlatmaktadır. Karmatiler cennet dünyada mutlu olarak yaşamayı, cehennem ise sıkıntı ve ıstırap dolu bir hayat sürmeyi ifade eder. Cehennem azabı batın ilmini bilmeyen cahillere yükletilen şer'i vazifelerdir. Aynı şekilde Malati ve Hammadi, Karmatilerin ahiret ahvali'nin vuku bulmayacağını inandıklarını, cennet ve cehennem'in dünyada yaşanan mutlu veya meşakkatlerle dolu bir hayattan ibaret olduğuna inandıklarını belirtmektedirler.
Melekler
Karmatilere göre, Melek, Arapça'da olan "haberci" manasına gelmektedir. Kur'an-ı Kerim'de de geçen kavram genel olarak İsma'iliyye'ye göre, bir kısmı feleki alemde bulunan çeşitli sınıflara ayrılmış sadece görevlendikleri vazifeleri yerine getiren ve cevherleri aynı olan varlıklar için kullanılan bir isimdir. isma'ililer bu varlıkları melekler olarak adlandırılmaktadırlar.
İsma'ili kaynaklarında meleklere iman etmek imanın bir esası kabul edilirken daha sonraları bu hususun bir iman esası olup olmadığı kesin bir şekilde ortaya konulmamıştır.
Takiyye
Takiyye, Karmati gruplarının inanç prensiplerinden birisi olarak kabul edilmemekle birlikte, bu gruplarca benimsenmeleri ve merkezi otoritenin baskısından kurtulmak için takip etmiş oldukları yol olması açısından önemlidir. Arapça vikaye (korunmak) kökünden gelen takiyyenin terim manası "açık veya muhtemel tehlikeden korunmak maksadıyla inananın saklanması ve gizlenmesi" şeklinde özetlenebilir. Ayrıca takiyye; ihtiyat, korku veya kitman "gizlemek" manasında olup, mecburiyet veya zarar tehdidi karşısında dinin icaplarında muafiyet için kullanılan veyahut mensup olduğu zümrenin malını, canını, inancını zarardan korumak manalarına gelir. Takiyyenin taraftarlar için anlamı; dailerin imamı tehdit eden bir durum ile karşılaştıklarında, onu korumak için, bulunduğu bölgedeki resmi inancın zahiri görüntüsü altında imamını gizlemesine izin verilmesi hatta böyle davranılmasının istenmesidir.
Takiyye, Şia fırkasında önemli bir yer tutmaktadır. Şiiler tarih boyunca takibe, en çok maruz kalan topluluklardan olduğu için takiyyeyi benimsemişlerdir. Zamanla takiyye Şia'nın önemli bir prensibi haline gelmiştir. Bilhassa İsma'ili-Karmati gruplar takiyyeyi en aşırı şekilleriyle bir prensip olarak kullanılmıştır. Takiyye sayesinde, gizlilik döneminde, teşkilatlarını disiplinli bir şekilde yürütme imkanını bulmuşlardır. İsma' ililer Şiiliğin takiyye ilkesine yeni bir yorum getirmiştir. Bu kavram inananlara tehlike karşısında olduklarında başka türlü görünme görevinin yanı sıra hareketin batın sırlarını, hareket dışından kimseye açıklamama yükümlülüğü de getirmiştir.
ORTADOĞU'DA MARJİNAL BİR HAREKET: KARMATİLER
(Ortadoğu'da İlk Sosyalist Yapılanma)
Yrd. Doç. Dr. Abdullah EKİNCİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder