26 Mart 2023 Pazar

ESMA-İ HUSNA-1

 


ALLAH (C. C.)


Allah ismi, bütün ilâhi isim ve sıfatları kendisinde toplayan özel bir isimdir. Bu isme İsm-i Cami' de denir. Esma-i Hüsnânın her biri Allah lafzının farklı yansımalarını ve boyutlarını ifade eder. Gerçekte Kur'an'ın tamamı da Allah ismini bütün yönleriyle bize tanıtmaktadır. Kur'an'daki 114 süre yani yaklaşık 6 bin küsur ayetin hepsi Allah'ın değişik özelliklerini, evrene ve insan hayatına müdahale etmesini anlatmaktadır. Allah ismini tam olarak tanımak ancak Kur'an'ın tamamını anlayarak okumakla mümkündür.


Lafza-i Celâl olarak da anılan Allah ismi Kur'an'da 2697 kez geçmektedir. Buna açık ve gizli zamirlerle kullanımı da ilave edersek bu rakam 6000 (altı bin)i bulur. Allah isminin ikil ve çoğul kullanımı yoktur. Bu isim mecaz yolu ile de olsa Allah'tan başkalarına verilemez. Şimdiye kadar Allah ismi ile hiçbir varlık adlandırılmamıştır, adlandırılması da doğru değildir.


Allah lafzı Kur'an'da ilk kez iniş sırasına göre beşinci süre olan Fatiha süresinde zikredilmiştir.


Fir'avn kendi ilahlığını iddia ederken  (Ben Allah'ım) diyerek Allah’ın ismini kullanmamış ( Ben sizin en üstün rabbinizim)  demiştir.


Mekkeli müşriklerin 360’dan fazla putları vardı. Hiçbirine Allah ismini vermemişlerdi.

Onlar da bu ismin sadece Allah'a ait olduğunu biliyorlardı.


"Hiç sen O'na bir adaş bilir misin?"


Allah lafzının kökü ve aslı hakkında birçok Arap dilbilimci ve müsteşrik çalışma yapmış ve 30’dan fazla görüş beyan etmişlerdir. Bu görüşlerin önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:


1-Allah ismi herhangi bir kelimeden türememiştir, camid bir isimdir. Hiçbir sözlük anlamı yoktur. Âlem yani zata delalet eden özel isimdir. Beyhâki, el-Halil ve Hattabî'nin bu görüşe sahip olduğunu söyler. Zeccâcî, Ebû Osman el-Mâzinî'nin de bunu savunduğunu söyler.

2-Allah ismi,  "Kulluk ve ibadet etmek" anlamına gelen (elehe- ye'lehu), veya "hayret ve şaşkınlık içinde kalmak,   gönülden bağlanıp sığınmak" anlamlarına gelen ( elihe- ye'lehu ) ve ( velihe-yevlehu ) köklerinden ism-i meful manasında bir mastar olan "ilâh" kelimesinden türemiştir.  İlâh kelimesinin başına azamet ve büyüklük ifade etmesi için harf-i ta'rif olan "el  " takısı eklenerek "  el-İlâh" şeklini almış, okunmasındaki güçlükten dolayı hemze düşürülmüş, ilâh kelimesinin aslındaki "lam" ile "el" takısının "lam"ı birleştirilmiş (idğam) ve kelime " Allah" Şeklinde okunmuştur. Bu görüş, Yûnus

İbn Habîb, el-Kisâî, el-Ferrâ, Kutrub ve el-Ahfeş'e aittir.

3-Allah ismi  "gizlenmek,  perdelenmek, beşeri kabiliyetlerin ihata sahasının dışında,

duygu ve idrakin ötesinde olmak,  yükselmek ve yüce olmak" anlamlarına gelen (lâhe - yelîhu ) kelimesinden türetilmiŞtir. Bu, Sibeveyh'in görüŞüdür. 

4-Allah isminin Arapça olmayıp muarreb bir kelime olduğunu söyleyenler de vardır. Bunlara göre Allah ismi, Süryanice "Lâhe", Aramice "Alâha" ve İbranice tanrılar anlamına gelen "Elohim" kelimelerinden türemiştir.

Müşrikler Allah lafzını kavram olarak biliyorlar ve bazı durumlarda kullanıyorlardı. Fakat bu ismi Kur'an'da taşıdığı mananın dışında farklı özelliklerle tanıyorlardı. Allah'ı en yüce ve en büyük olarak kabul etmekle beraber putları O'na ulaştırıcı olarak görüyorlardı.

a- Kur'an, onların Allah‟ın bazı özelliklerini kabul ettiklerini değişik sürelerde gündeme getirir:


1-Yaratma ve yoktan var etme özelliği sadece Allah'a aittir.


"Şayet onlara: 'Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı - kendi koyduğu yasalara -tâbi kılan kimdir?' diye sorulacak olsa hiç Şüphesiz "Allah'tır" derler. O halde zihinleri nasıl da tersyüz oluyor."


2-Rızkı veren, yaratan, artıran ve kısan Allah'tır.


3-İşitme görme yeteneği üzerinde mutlak egemen olan Allah'tır.


4-Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran Allah'tır.


5-Evrendeki bütün işleri evirip çeviren Allah'tır.


“De ki: ' Sizi göğün ve yerin ürünleri ile rızıklandıran kimdir? Yahut kimdir, işitme ve görme kabiliyeti üzerinde mutlak yetki sahibi olan? Kimdir, ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran? Ve yine kimdir var olan her şeyi çekip çeviren? şüphesiz, "Allah'tır" diyeceklerdir.”


6-Tabiat olaylarına sahip olan, yağmuru yağdıran, onunla yeryüzüne hayat veren ve ekinleri bitiren Allah'tır.


"Eğer onlara: "Gökten yağmuru boşaltıp ölü toprağa tekrar hayat veren kimdir?" diye sorarsan, hiç tereddüt etmeden "Allah'tır" derler."


7-Kâbe‟nin sahibi Allah'tır.


"Öyleyse bu evin ( Kâbe ) sahibine kulluk yapsınlar."


Ebrehe, Kabe'yi yıkmak için Mekke'ye geldiği zaman Abdu'l-Muttalib'in yüz devesine el koymuştu. Bunu öğrenen Abdu'l-Muttalib'in : " Ben develerin sahibiyim ve onları istiyorum. Kabe'nin sahibi ise Allah'tır, onu O korur." cevabını vermesi, Allah'ı Kabe'nin rabbi olarak kabul ettiklerinin en güzel delilidir.


8-Önemli konulardaki yeminler Allah adına yapılırdı.


"Eğer kendilerine bir mucize gösterilmiş olsaydı bu- ilâhi kelama- gerçekten inanacaklarına en emin ve kararlı bir şekilde ( cehde eymânihim ) yemin ediyorlardı."


b- Kur'an, müşriklerin Allah hakkındaki olumsuz düşüncelerine de yer verir:


1-Allah'a bazı ortaklar isnat edip onlara ibadet ediyor ve onlardan yardım bekliyorlardı.


"Hiçbir şey yaratmayan, kendileri yaratılan şeyleri Allah'a ortak mı koşuyorlar? O putlar onlara ne bir yardım edebilir, ne de kendilerine yardım ederler."


2-Putların kendilerini Allah'a yaklaştıracağına inanıyorlardı.


"Allah'tan başkasını dost ve koruyucu edinenler "Biz bunlara sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" derler."


3-Allah'a oğullar ve kızlar isnat ettiler.


"Cinleri Allah'a ortak yaptılar. Hâlbuki onları O yaratmıştır. Cehaletleri yüzünden O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar."


4-Allah'tan başkalarına dua ediyorlar, Allah'tan istenecek şeyleri tanrılardan istiyorlardı.


"De ki: Allah'a ortak koştuğunuz varlıkları ve güçleri ve Allah'tan başka yalvarıp yakardıklarınızı hiç düşündünüz mü? Bana onların yeryüzünde ne yarattıklarını gösterin; yoksa onların göklerin yönetiminde bir katkıları mı var sanıyorsunuz?"


5-Onların putlara tapmalarına Allah‟ın izin verdiğini iddia ediyorlardı.


"Allah'tan başka şeylere ilahlık yakıştırmaya şartlanmış olanlar: " Eğer Allah dileseydi O'ndan başkasına ilahlık yakıştırmazdık; atalarımız da ( öyle yapmazdı) ve O'nun izin verdiği hiçbir şeyi de yasaklamazdık." derler. Onlardan önce yaşamış olanlar da böyle yaparak hakikati yalanladılar, ta ki azabımızı tadıncaya kadar!


 

İlk inen ayetlerde Kur'an'ın Allah'ı tanıtma yöntemi:


Cahiliyye döneminde Allah'ın tek yaratıcı olduğu zaten müşrikler tarafından biliniyordu. Kur'an, ilk inen ayetlerde Allah'ı daha çok “rabb” ve “ilah” özelliği ile tanıtmaya çalışır. Böylece Allah ile “rabb” ve “ilah” isimlerini bütünleştirmeye çalışır. Allah'ın, önce müşriklerin tanıdıkları özellikleri gündeme getirilir. Daha sonra inen sûrelerde ise Allah bütün vasıfları ile zikredilir.


1-" Oku, yaratan Rabbin adına. Oku, çünkü Rabbin sonsuz kerem sahibidir."


2-" Sen Rabbinin nimeti sayesinde bir deli değilsin." "Rabbin kimin kendi yolundan saptığını bilir." 


3-" Rabbini büyükle !" " Rabbin için sabret." 


4-" Rabbinin adını an ve bütün varlığınla kendini O'na ada, O'dur doğunun ve batının Rabbi; O'ndan başka gerçek ilah yoktur."


5-"Bütün hamdler âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm ve din gününün Maliki olan Allah'a mahsustur." 


6-" Yüceler yücesi Rabbinin sınırsız şanını yücelt." 


7- “Malını temizlenmek için verenler sadece Rabbinin hoşnutluğunu kazanmak için harcarlar.” 


8-" Rabbin yeryüzünde azgınlık yapanları azap kırbacından geçirdi. Çünkü Rabbin, şüphesiz, her zaman gözetleyip durmaktadır."


9-" Rabbin seni ne unuttu ne de sana darıldı." " Rabbin sana verecek de böylece sen hoşnut olacaksın." " Ve her zaman Rabbinin nimetini an, gündeme getir. "


10-" Öyleyse (sıkıntılardan) kurtulduğun zaman sağlam dur ve yalnız Rabbine yönel."


11-" Gerçek Şu ki, insan Rabbine karşı çok nankördür." " Herkesin mezarlarından kalktığı gün Rabbleri, onların her halinden haberdâr olduğunu gösterecektir." 


12-" Biz sana kevseri verdik. O halde yalnız Rabbin için namaz kıl ve O'nun adına kurban kes." 


13-" Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? "

 

14-" De ki: Sığınırım ben yükselen şafağın Rabbine. " 


15-"De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine, Melikine, İlâhına. " 



GÜNÜMÜZDE ALLAH ANLAYIŞI


İnsanlığın, Allah anlayışı ve inancı, tarih boyunca çeşitli durumlar arz etmiştir. Tarihte ve günümüzde insanlığı, sahip olduğu Allah inancı ve anlayışına göre dört bölümde sınıflandırmak mümkündür:


a-Allah‟ın mülkünde yaşayıp O‟nun nimetleriyle nimetlenmelerine rağmen, Allah‟ın varlığını kabul etmeyenler. Bunların Kur‟an ölçüsünde “kâfirler”dir.


b-Allah‟ın bu kainatın yaratıcısı ve rızık veren olduğunu kabullenmekle birlikte, Allah ile beraber, bir takım varlıklara, sistemlere kulluk belirtisi göstererek çeşitli ilahlara tapanlar. Bunlar Kur‟an‟a göre “müşrik” olanlardır.


c-Allah‟a ve O‟nun bildirdiği gerçeklere inanmadığı halde inanmış görünenler. Kur‟an, bunları “münafıklar”olarak tanıtmaktadır.


d-Allah‟tan başka hiçbir ilah tanımayıp, O‟na tam olarak iman edip teslim olanlar.


Kur‟an ölçüsünde “mü‟min” olanlar da bunlardır.


Günümüzde Allah‟ın varlığı konusunda tartışmaya girenler pek azdır ve bunlar tarih boyunca azınlık halinde kalmışlardır. Ancak Allah hakkında esas sapma, hayatla ilgili konularda Allah‟ın emirlerinin yerine başkalarının emirlerine teslim olmada ortaya çıkmaktadır. İnsanlığın her devirde gösterdiği karakteristik şirk çeşidi budur. Bunun için Kur‟an-ı Kerim, insanların dikkatini bu konuda daha çok çekmektedir.


“İşte Rabbiniz Allah, O‟ndan başka hiçbir ilah yok. Her şeyi yaratan O‟dur. O‟na ibadetle kulluk edin. O her şeye Vekîldir.” (En‟am 102) mealindeki ayet bu konuya açıklık getirmektedir. İnsanların doğru yola yönelmeleri, ancak ilah olarak Allah‟ı tanımalarıyla mümkündür. Onların, Allah‟ın emirlerini hayatlarında uygulamaları, ilah olarak yalnız Allah‟ı tanımaları, hiçbir ortak koşmaksızın yalnız O‟na ibadet etmeleri hiç unutmayacakları hakikatler olmalıdır.


Allah‟ın hakimiyeti sadece insanlara ait değildir. Her şey O‟nun hakimiyeti altındadır. Çünkü O‟dur her şeyi yaratan... “Bu gerçeği kabul ediyorum ve buna inanıyorum.” demek bu hakikatin gereğini yerine getirmektir. Bu da Allah‟ın emirlerini kabullenmek, sadece O‟nun emirlerine teslim olmak ve bağlanmakla olur.


Müslümanlık, zahiren mü‟min görünmekten ibaret değildir. Dünyada ve ahirette kesin kurtuluş, hakkıyla iman edip Allah katında geçerli olan amel-i salih ile mümkün olur. İman olmadan yani Allah‟a inanılmadan yapılan işler görünürde iyi olsalar bile, ahirette geçerli değildir. Allah‟ın emrettiği şekilde iyi işler yapılmadan iman hakiki olgunluğa erişemez.


Allah‟ın kesin müjdesi, hakiki bir imanla, salih amel işleyerek dünyalarını değerlendiren gerçek mü‟minleredir. Allah‟a gerçek anlamda inanmak; Allah‟ın zat ve sıfatlarına, indirdiği ve gönderdiği her hükme, O‟nun gönderdiği ve istediği şekilde inanmakla mümkün olur. Yaptığımız tüm işlerin O‟nun katında geçerli olması da yine O‟nun rızası için yapılmasına bağlıdır.


Allah böyle bilinmeden ve O‟na bu şekilde inanılmadan hakiki imana ulaşılamaz. Şüphe yok ki, Allah‟a iman, O‟ndan gelen her hakkı tanıyıp kabul ve tasdik etmekle olur. Bu imana yakışan şuur da, iyi veya kötü her işin karşılığının verileceğini bilmek, ömür boyu Allah‟tan gelmiş olan ilahi kaideleri hakkıyla yerine getirmektir. Böyle olanlar her türlü korku ve kederden kurtulacaktır. Bu kanun, her zaman ve herkes için geçerli olan hak yasadır. Kur‟an‟da: “Her kim Allah‟a ve ahiret gününe iman edip imanının gereğine yaraşır iyi işler yaparsa bunlara ne bir korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar.” (Maide 69)mealindeki ayet bu gerçeği ifade eder.


İnsan dünyada gördüğü herhangi bir üstünlüğe bağlanıp kalmamalıdır, mükemmel gördüğü her şeye kul olmamalıdır. Yaratılmışlarda gördüğü üstünlük onu hemen Allah‟ın eşsiz ve sonsuz kemaline götürmeli ve insan böylece Allah‟a bağlanmalıdır.


İnsan ancak bu durumda “Allah‟tan başka ilah yoktur” demiş ve yaptığı işleriyle de sözünü doğrulamış olur. Çünkü gerçek tevhid, ilahlıkta şirki yok etmektir. İlahlığı sadece Allah‟a tahsis edip bu gerçeği ilan etmektir.


Kur‟an‟da belirtilen bu tevhid anlayışı günümüz insanlarının bir kısmı tarafından kabul edilmemekte veya yanlış anlaşılmaktadır. Allah‟ın insanlık için gönderdiği İslam dini insanın hayatının her yönünü düzenleyen bir hayat nizamıdır. Allah bu nizamı insanlar hayatlarının her bölümümde uygulasınlar diye göndermiştir. Kim Allah‟ın ve peygamberinin bildirdiği esaslara uymayan bir iş yapar veya bir görüşü benimserse Allah‟ın nizamına uymadığı için yanlış ve batıl içindedir. Kur‟an bu gerçeği çok açık bir şekilde şöyle belirtir: “ Ey insanlar! Rabbinizden size indirilene uyun. O‟ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.”(A‟raf 3)


İslam‟a ters düşen her şeyin haram olduğunu kabul ederek yaşayan insanlar, Allah‟ı ilahlıkta tek kabul etmiş, “Allah‟tan başka hiçbir ilah yoktur” gerçeğine uymuş olurlar. Her konuda gerçeği, Allah‟ın bildirdiği ilahi ölçü ile görmek ve Allah‟ın nizamını öylece kabullenmek Kur‟an‟a uygun bir Allah anlayışı olur. Bunun aksi bir iman ve anlayış İslam‟a uygun değildir. Nitekim Mekkeli müşrikler de Allah‟ı ve O‟nun yaratıcı olduğunu kabul ediyorlardı. Ama O‟nun ilahlıkta birliğini ve tekliğini tanımıyorlardı. “İlahları hep bir ilah mı yapmış? Doğrusu bu şaşılacak bir şeydir”(Sâd 5) diyorlardı.


Allah, Kur‟an‟da kendisinin hakkı olan ilahlığı kimseye vermediğini, O‟na eş ve ortak tanıyanların davalarının batıl olduğunu açıkça belirtmiştir. O halde Allah‟ın birliğini tanımak, O‟ndan şirk ve benzerlerini uzaklaştırmak ve O‟nun dışındakilerin tamamını ilah tanımamak demektir.


Günümüzde bazı insanlar Allah sevgisi konusunda da birtakım yanlışlıklar içindedirler. Gönülde O‟ndan daha sevimli hiçbir varlık olmamalıdır. Canlı-cansız, maddi-manevi Allah‟tan başka herhangi bir varlığın O‟nun sevgisine ortak edilmesi, herhangi bir sistem veya dünya görüşünün O‟nun nizamından üstün tutulması; “Allah‟tan başka hiçbir ilah yoktur.” gerçeğine aykırıdır.


“İnsanlardan bazıları, Allah‟tan başka eşler kabul eder, Allah‟ı sever gibi onları severler. Mü‟minler ise en çok Allah‟ı severler. Zulmedenler azabı gördükleri zaman bütün güç ve kuvvetin Allah‟a ait olduğunu ve Allah‟ın azabının çetin olduğunu anlayacaklarını keşke Şimdi bilselerdi.” (Bakara 165)


Davranışlarımızın ardındaki yaptırıcı güç Allah‟a iman ve O‟nun yüce emirleri değil de, başka varlıkların sevgisi ve tesiri ise amellerimiz Allah katında geçerli olamaz. Çünkü bu ameller Allah için yapılmamıştır.


Sevginin doğal sonucu itaattir, yani sevilen varlığın emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmaktır. Allah dışındaki varlıkları sevip onlara İslam‟a aykırı konularda itaat etmek, onları ma‟bud, ilah edinmek demektir. Ayetteki “ Allah‟tan başka denkler” cümlesinden maksat Allah‟a isyan konusunda itaat edilen efendiler, büyükler, reisler vb. kimselerdir. Gönülde Allah gibi sevilen varlıklar isterse peygamberler veya Allah‟ın veli kulları olsun durum değişmez. Çünkü Allah için sevmekle, Allah gibi sevmek aynı değildir. Allah‟ı sevenler peygamberleri ve mü‟minleri severler. Ancak Allah‟ı sever gibi değil, Allah emrettiği için severler. Gönüle doğan her duyguya, akla gelen her düşünceye itaat etmek, sevilen bir şeyi veya kimseyi ma‟but kabul etmek, onları ilahlık makamına yükseltmektir. Bu durum ise Allah‟ın hakkına bir zulümdür.


Allah ismi ile dua ve zikir yapmak:


Peygamber (s.a.v) zaman zaman Allah ismi ile dua yapardı. Ama daha çok duasına “Allahümme   “ veya “ Ya Rabbi   “ ile başlardı. Hadis kitaplarının dua ve zikir bölümleri “Allahümme   “ ile başlayan dualarla doludur. Kur‟an‟a da beş kez bu duaya başlama modeli kullanılmaktadır.


“Allahümme   “ terkibi hususunda Arap gramercilerinin farklı görüşleri vardır.

Halil, Sibeveyh ve bütün Basra ekolüne mensup nahivciler “Allahümme    “ kelimesinin aslının “Ya Allah   “ olduğunu söylerler. Bu kelime “Ya” nida harfi olmaksızın kullanılmaya başlayınca onun yerine sonundaki “mim”i koydular. Böylece iki harf olan şeddeli “mim”i “ya” ile “elif”ten ibaret olan iki harfin yerine kullandılar.


El-Ferrâ ve Kûfe ekolüne bağlı dilciler ise “Allahümme   “ kelimesinin aslının “    Ey Allah! Karşımıza hayır çıkar” şeklinde olduğunu ifade ediyorlar. Bu diğer kelimeler hazfedilerek, her iki kelime birbirine karıştırılarak “Allahümme   “ lafzı ortaya çıkmıştır.


Bazıları da Allah ismine “  Allâhî” şeklinde nisbet ya‟sının birleştirilmesi uygun olmadığı için “Allahumme” tabirinin kullanıldığını iddia etmişlerdir. Çünkü “benim Allah‟ım” şeklinde Allah‟ın herhangi bir kimseye izafe ve nisbet edilmesi uygun değildir. Allah alemlerin rabbidir. Her hangi bir şahıs, ırk ve kabileye nisbet edilmesi doğru değildir.


Peygamberimiz (s.a.v)‟in sadece “Allah Allah Allah” diyerek zikir yaptığı ile ilgili her hangi bir sahih rivayete rastlayamadık. Ayrıca rivayetlerde “hû hû hû” veya “hay hay hay” şeklinde Allah‟ın isimlerinden sadece biriyle yapılan bir zikir türü de geçmemektedir.


Peygamberimiz (s.a.v) tam bir anlamı olan cümlelerle zikir yapmıştır.” Lâ ilahe illallah”, “Sübhânallah”, “Elhamdulillah”, “Allahu ekber”,”Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh”,”Estağfirullah” gibi zikir çeşitleri kaynaklarda sık sık geçmektedir. Bazıları sadece Allah ismi ile zikir yapılabileceğini iddia edip şu hadisi delil gösterirler.


  “ Yeryüzünde Allah Allah denildikçe kıyamet kopmaz.” Bu hadis aşağıdaki benzer bir hadisle beraber değerlendirilirse daha iyi anlaşılır.


“Yeryüzünde Lâ ilâhe illallah denildikçe kıyamet kopmaz.” Bu hadisler Kıyametin müminlerin, tevhid ehlinin üzerine kopmayacağını ifade etmektedir. Kıyametin dehşetini Allah müminlere göstermeyecek, onların ruhlarını kıyamet kopmadan katına alacaktır.


Peygamber (s.a.v) sıkıntılı olduğu durumlarda Allah ismi ile şöyle dua ederdi:

“ Allah‟a sığınırım Allah‟a. O‟na hiçbir şeyi ortak koşmam.”

Hz. Ali‟den rivayet edilen, unutma anında okunması gereken duada Peygamber (s.a.v) Allah adı ile başlayarak şöyle dua ediyor:


“Ey Allah! Ey Rahmân! Celâlin ve cemâlinin nuru hakkı için senden kitabını bana öğrettiğin gibi hafızamda tutmamı ve razı olduğun şekilde okumamı nasip etmeni istiyorum.


Ey Allah! Ey Rahmân! Senden kitabınla gözlerimi aydınlatmanı, onunla dilimi açmanı, onunla kalbimden üzüntüyü gidermeni, göğsümü ferahlandırmanı ve bedenimi yıkamanı diliyorum. Zira hakkı bulmakta ancak Sen yardımcı olursun, onu bana ancak Sen verirsin. Güç, kuvvet ve hareket ancak Allah iledir.”


Peygamber (s.a.v) bir gün mescide girmişti. Namazını bitirmek üzere iken teşehhütte selamdan önce şöyle dua eden bir adam gördü:


“Allahım! Ey Allah! Sen birsin, teksin, Samed olan, doğurmayan, doğurulmayan Sensin. Hiçbir eşi ve benzeri olmayansın. Senden günahlarımı bağışlamanı istiyorum. Şüphesiz ki Sen çok bağışlayan ve çok acıyansın.”


Rasulullah (s.a.v): “Bu adam üç kere bağışlandı” buyurdu.



Dr. Ramazan SÖNMEZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak