İHRÂM:
Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye
niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye
getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram
kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kimseye muhrim denir. İhrâm
elbisesinin belden aşağı sarılan kısmına îzâr, omuzlara atılan kısmına da ridâ
denir. Kadınlar ihrâm elbisesi giymeyip, mestûre (örtülü) olarak hac ve umre
ibâdetini yapar.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Hac ayları bilinen, Şevval, Zilka'de ayları ile
Zilhicce'den on gündür. İşte kim o aylarda haccı, ihrâma girerek kendine farz
yaparsa artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz
ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. Bir de (hac yâhut âhiret için) azık edinin, muhakkak ki azığın hayırlısı
takvâdır ve ey aklı tam olanlar, benden korkun! (Bekara sûresi: 197)
İhrâma girerken temizlenmek ve gusül (boy abdesti)
almak ve iki rek'at namaz kılmak sünnettir. (M.
Zihni Efendi)
Hac için,
ömre için, ticâret için veya herhangi bir şey için uzaktan gelenlerin, mîkât denilen yerleri, ihrâmsız geçerek, Hareme yâni Mekke-i
mükerremeye girmeleri, haramdır (günahtır). Geçenin tekrar mîkâta gelip ihrâma
girmesi lâzımdır. İhrâma girmezse kurban kesmek lâzım olur. (İbn-i Âbidîn)
İhrâm giyen kimseye bâzı şeyler yasak olur. Meselâ
karadaki av hayvanlarını öldürmesi, dikişli elbise giymesi, bir yerini traş
etmesi, cimâ etmesi, kavga ve münâkaşa etmesi, koku sürünmesi, tırnak kesmesi,
erkeğin mest ayakkabı giymesi, başını örtmesi, hatmî çiçeği ile başını
yıkaması, eldiven çorap giymesi, kendiliğinden çıkan ot ve ağaçları koparması
v.s. Bunları bilerek veya bilmeyerek, unutarak yapanlara kurban ve sadaka
cezâları lâzım olur. (İbn-i Âbidîn)
İHSÂN:
1. İyilik
etmek.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
İhsân
edenlere elbette rahmetim çok yakındır. (A'râf sûresi: 55)
İnsanlara,
analarına - babalarına ihsân etmelerini söyledik. (Ahkâf sûresi: 15)
İhsânın
karşılığı ancak ihsândır. (Rahmân
sûresi: 60)
Ananıza-babanıza ihsân ederseniz, çocuklarınız da
size ihsân eder. Din kardeşinin özrünü kabûl etmeyen, Kevser havzından
içmeyecektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Resûl-i ekremin o kadar iyilikleri, o kadar
ihsânları vardır ki, Rum imparatorları, İran şahları, o kadar ihsân
yapamazlardı. Fakat kendisi sıkıntı ile yaşamağı severdi. (İmâm-ı Rabbânî)
İhsân her yerde övülmeye değer. Bilhassa akrabâya
ve komşulara olunca daha iyidir. (İmâm-ı
Rabbânî)
Hamd olsun, nîmetleri bol Allah'a,
Önce, varlık nîmeti verdi bana!
İhsânlarını saymaya güç yetmez,
Güç de, her üstünlük de lâyık
O'na!
(M. Sıddîk bin Saîd)
2. Allahü
teâlâyı görür gibi ibâdet etmek.
İhsân, Allahü teâlâya O'nu görür gibi ibâdet etmendir. Sen O'nu görmüyor
isen de, O seni hep görmektedir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
İHTİDÂ:
Doğru yola girme, müslüman olma, din olarak İslâmiyet'i seçme; hidâyete
erme. (Hidâyet)
İHTİKÂN:
Lavman
yapmak.
İhtikan yapmak, kulağına yağ damlatmak orucu bozar ise de keffâret lâzım
olmaz. (Abdullah Mûsulî)
İHTİKÂR:
İnsan ve hayvan için lüzumlu gıdâ maddelerini şehre girmeden yâhut
girince halka satılmadan toplayıp, stok edip, pahalandığı zaman satmak.
Bir kimse gıdâ maddelerini kırk gün ihtikâr ederse, Allahü teâlâ ona
darılır. O, Allahü teâlâyı saymamış olur. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Çalışıp kazanan rızıklanmıştır. İhtikâr yapan ise lânetlenmiştir. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
İhtikâr haram olup, yapan mel'ûndûr. İhtikârın
haramlığı müslümanlara zararlı olduğu içindir. Çünkü gıdâ maddeleri, insanların
ve hayvanların yaşayabilmesi için lâzımdır. (İmâm-ı
Gazâlî)
Köylü, tarlasından aldığı gıdâ maddesini istediği
zaman satabilir. Acele satması vâcib değildir. Fakat acele etmesi sevâbdır.
Pahalı olunca satmayı düşünmesi çirkindir. İlâçlarda ve gıdâ maddesi dışında
herkese lâzım olmayan şeylerde ihtikâr haram değildir. (İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe)
İHTİLÂF:
Farklılık, ayrılık. Aynı gâyeye ayrı ayrı yollardan
gitme. Müctehid denilen âlimlerin amelî (işle ilgili) mes'elelerdeki ictihad ayrılıkları.
Ümmetimin
ihtilâfı rahmettir. (Hadîs-i
şerîf-Beyhekî)
Halîfe Hârûn Reşîd, İmâm-ı Mâlik hazretlerine;
"Senin kitaplarını çoğaltıp her yere göndereceğim ve herkesin bunlara
uymasını emredeceğim" deyince; "Yâ Halîfe! Böyle yapma, âlimlerin
ihtilâfı, Allahü teâlânın rahmetidir. Hepsi hidâyet üzeredir. Her müslüman
dilediği âlime uyar" buyurdu. (Tahtâvî)
Bir kişi bir kişiye bedduâ ederek, Allahü teâlâ
senin canını küfürle alsın dese, âlimler böyle söyleyen kimsenin kâfir
olmasında ihtilâf ettiler. (Muhammed bin
Kutbüddîn İznikî)
Ehl-i sünnet ve cemâat âlimleri, usûl-i dinde
(inanılacak bilgilerde) ittifâk, ahkâm-ı ictihâdiyyede (iş ve ibâdetle ilgili
hükümlerde) ihtilâf ettiler. (Şehristânî)
İHTİLÂM:
Uykuda
cünüb olma. Çocuğun bülûğa, ergenlik çağına ulaştığının alâmeti, işâreti.
Bir kimse gece uykuda ihtilâm olup sabahlasa veya
gündüz uyuyup ihtilâm olsa orucu bozulmaz. (İbrâhim
Halebî)
İHTİRÂ':
Evvelce
olmayan bir şeyi ortaya çıkarma, îcâd etme, yaratma, yoktan var etme.
Allahü teâlâ her şeyi yaratırken kudret-i
ilâhiyyesi, kendinden başka hiçbir şeye bağlı olmadığından, O'nun işlerine
ihtirâ' denir. İnsan ise, böyle olmayıp, kudret ve irâdesi kendi elinde olmayan
başka sebeplere bağlı olduğundan ve işleri Allahü teâlânın işlerine benzemediğinden
insanın işlerine yaratma ve ihtirâ' denmez. (İmâm-ı
Gazâlî)
İHTİRÂS:
Şiddetli
arzu, aşırı heves, istek, gözün ve gönlün doymaması. (Hırs)
Âdemoğlu yaşlanır. Fakat onda iki haslet gençleşir:
Mala ve ömre (yaşamaya) ihtirâs. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i İbn-i Mâce)
Bu zamanda kendisinde şu beş sıfat bulunmayan
kimsede mal toplanmaz. Tûl-i emel (sonu gelmeyen istek), ihtirâs, şiddetli
cimrilik, korku azlığı, âhireti unutmak. (Süfyân-ı
Sevrî)
Para, mal ve mülk, kişinin zâhid olmasına (dünyâya
düşkün olmamasına) mâni değildir. Dünyâlığı bulunmayan da zâhid sayılmaz.
Dünyânın faydasız şeylerine ihtirâsı olup olmadığı araştırılıp, ona göre hüküm
verilir. Bir kimsenin elinde dünyâlığı vardır. Fakat zâhiddir. Bir kimsenin de
dünyâlığı yoktur. Lâkin zâhid değildir. Mal, insanın silâhı gibidir. İnsan
canını, sıhhatini, dînini ve şerefini mal ile korur. (Süfyân-ı Sevrî)
Âhirete
îmânı olanın, dünyâya ihtirâsı olmaz. Âhirette cezâ göreceğini kesin olarak
bilen kimse, dünyâyı âhirete tercîh etmez. (İmâm-ı Mâverdî)
İHTİSÂB:
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyulmasının,
ilim ve ehliyet sâhibi bir devlet me'muru olan muhtesib tarafından sağlanması
emr-i ma'rûf nehy-i münkerin yâni iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak
vazîfesinin el ile yapılması vazîfesi. (Hisbet)
İHTİYÂÇ:
Ruh ve nafaka (yeme, içme, barınma) için ve bedeni
sıkıntıdan korumak için lâzım olan şey.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Yerde
olan her şeyi sizin ihtiyâcınızı karşılamak için yarattım. (Bekara sûresi: 28)
Ümmetimden bir kardeşinin ihtiyâcını giderip, onu
sevindiren kimse, beni sevindirmiş olur. Kim beni sevindirirse, Allahü teâlâyı
sevindirmiş olur. Kim Allahü teâlâyı sevindirirse, Allahü teâlâ onu Cennet'e
koyar. (Hadîs-i şerîf-Firdevs-ül-Ahyâr)
Bir hastanın ihtiyâcını giderinceye kadar gayret
sarfeden kimsenin günâhlarını Allahü teâlâ affeder. Anasından doğduğu gibi
temiz olur. (Hadîs-i şerîf-Firdevs-ül-Ahyâr)
Allahü teâlânın emir ve yasaklarının faydaları
insanlar içindir. Allahü teâlâya hiç faydaları yoktur. Allahü teâlânın bunlara
ihtiyâcı da yoktur. (İmâm-ı Rabbânî)
Din
kardeşinin ihtiyâcını gidermek, hac sevâbından daha hayırlıdır. (Hazret-i Hasen)
İhtiyâç Eşyâsı:
Yiyecek,
giyecek ve barınmada asgarî lâzım olan miktar.
İHTİYÂR:
1.
İstediğini seçme. (İrâde)
Kulun ihtiyârı zayıftır, demeleri, Allahü teâlânın
ihtiyârına göre zayıftır mânâsında ise doğrudur. Yok, eğer emr ve yasak olunan
işleri yapmaya kâfi değildir demek istiyorlarsa bu doğru değildir. Zîrâ kula,
gücü yetmeyecek şey ve iş teklif edilmedi. (İmâm-ı
Rabbânî)
2. Yaşlı.
İhtiyarlara saygı gösteren ve yardım edene,
ihtiyarlayınca, Allahü teâlâ ona da yardımcılar nasib eder. (Hadîs-i şerîf)
İhtiyârî Fiiller:
İstek ile
yapılan işler. (İrâde)
Ehl-i sünnet âlimleri, insanın yaptığı işte kendi
kuvveti de te'sir (etki) ediyor dediler ve bu te'sire kesb ismini verdiler.
Çünkü elin titremesi ile istekle kaldırılması arasında fark vardır. Titremelere
insan kudreti ve kesbi karışmıyor. İhtiyârî fiillere ise karışıyor. (İmâm-ı Rabbânî)
Söylemek, yürümek gibi ihtiyârî fiilleri incelemek
güçtür. Bu fiilleri insan isterse yapıyor, istemezse yapmıyor. Fakat insanın
istemesi için o işi aklın beğenmesi, iyi demesi lâzımdır. Hattâ yapıp yapmamağı
bir zaman düşünüp iyi olduğunu bildikten sonra irâde, istek hâsıl oluyor ve
uzuvlar (organlar) hareket ediyor. Kul irâde edince Allahü teâlâ o fiili
yaratıyor. Böylece ihtiyârî fiiller meydana geliyor. (İmâm-ı Gazâlî)
İHTİYÂT:
Dîne
uygun olmayan bir işi yapma şüphesinden kurtulmak için, tedbirli hareket etme.
Hanefî mezhebi âlimlerinin çoğuna göre (sabahleyin)
ufkun bir yerinde beyazlık başlayınca, (imsak vakti) olup, oruca başlanır.
Bundan (6-10 dakika) sonra beyazlık ufk üzerine ip gibi
yayılınca, sabah namazı vakti başlar. Ancak oruca imsâk vaktinde başlamak
ihtiyatlı olur. Bu taktirde, namaz da oruc da bütün âlimlere göre sahîh, doğru
olur. Fakat oruca birinci vakitten yâni imsâk vaktinden sonra başlanırsa, oruc
şüpheli olur. Astronomik hesaplar ile birinci vakit bulunmakta ve takvimlere
birinci vakit yazılmaktadır. İkinci vakitte, hattâ bundan sonra başlayan
kızıllığın yayıldığı zaman oruca başlayanların orucları şüpheli olmaktadır.
Yemeyi-içmeyi bırakmayı, şüpheli zamâna tehir etmek, geciktirmek ise,
mekruhtur. Hele ikinci vakitten sonra başlayan kızıllığın sonunda başlanılan
oruclar, sahîh olmaz. (M. Sıddîk Gümüş)
Bulutlu gecelerde orucun bozulmasından korunmak
için ihtiyatlı davranmalı, iftârı biraz geciktirmelidir. Yıldızlar görünmeden
önce iftâr eden de iftârda acele etmiş olur. (Şernblâlî)
Zevcin (kocanın), zevcesi (hanımı) için kendi
mülkünden onun izni olmadan fıtrasını vermesi câizdir, verebilir. Yine
zevcesinin ve evinde olanların fıtralarını, izinleri olmadan karıştırıp
verebileceği gibi, toplamı kadar buğdayı ve değeri olan altını bir defâda ölçüp
bir veya birkaç fakire verebilir. Fakat ayrı ayrı hazırlayıp, sonra
karıştırması veya ayrı ayrı vermesi, ihtiyatlı olur. (İbn-i Âbidîn)
İHTİZÂR HÂLİ:
Ölüm
sırasında can çekişme hâli.
İHVÂN-ÜS-SAFÂ:
On birinci asrın ikinci yarısında Basra'da ortaya
çıkan; "İslâmiyete birçok vehimler karışmış, onu bu vehimlerden temizlemek
ancak felsefe ile mümkündür. İslâm dînini felsefe vâsıtasıyla saf hâle
getirmelidir" diyen sapık ve gizli bir cemiyet, ekol.
Bâtıniyye (İsmâiliyye)ye âit fikirlerin te'sirinde
kalan ve zamanlarındaki bütün ilimleri içine alan 52 risâleden (küçük kitabdan)
bir ansiklopedi meydana getiren bu ekolün mensûbları birbirlerine "saf
kardeşler" mânâsına "İhvân-üs-Safâ" dedikleri için bu ad ile
meşhûr oldular. (Corci Zeydân)
İhvân-üs-Safâ cemiyeti metafizik (gözle görülmeyen
ve akıl ötesi) konularda Eflâtun'un, ahlâkta Sokrat'ın, matematikte Pisagor'un,
mantıkta Aristo'nun, felsefî konularda Fârâbî'nin fikirlerinden
etkilenmişlerdir. Bütün ilimlerin yegâne gâyesinin kendi felsefî görüşlerini
gerçekleştirmek olduğunu söyleyen İhvân-üs-Safâ cemiyetinin önde gelen
isimleri; Makdîsî lakabıyla bilinen Ebû Süleymân Muhammed bin Ma'şer el Bustî,
Ebü'l-Hasen Ali bin Hârûn ez-Zencânî, Muhammed bin Ahmed en-Nehrecûrî, el-Avfî
gibi felsefecilerdir. (Corci Zeydân)
İHYÂ:
1.
Vaktini ibâdet ve iyi işler yaparak geçirmek, kıymetlendirmek.
Receb'in ilk Cumâ (Regâib) gecesini ihyâ edene, Allahü teâlâ kabir azâbı yapmaz. Duâlarını kabûl
eder. Yalnız yedi kimseyi affetmez ve duâlarını kabûl etmez. (Hadîs-i şerîf-Riyâdun-Nâsihîn)
Cebrâil aleyhisselâm bana geldi: "Kalk, namaz
kıl ve duâ et! Bu gece, Şâban'ın on beşinci (Berât) gecesidir" dedi. Bu geceyi ihyâ edenleri Allahü teâlâ affeder.
Yalnız müşrikleri, büyücüleri, falcıları, hasîsleri (cimrileri), alkollü
içki içenleri, fâiz yiyenleri ve zinâ yapanları affetmez. (Hadîs-i şerîf-Riyâdun-Nâsihîn)
Mübârek geceler İslâm dîninin kıymet verdiği
gecelerdir. Allahü teâlâ kullarına çok acıdığı için, bâzı gecelere kıymet
vermiş, bu gecelerdeki, duâ ve tövbeleri kabûl edeceğini bildirmiştir.
Kullarının çok ibâdet yapması, duâ ve tövbe etmeleri için bu geceleri sebeb
kılmıştır... Bu geceleri ihyâ etmeli, kazâ namazları kılmalı, Kur'ân-ı kerîm
okumalı, duâ, tövbe etmeli, sadaka vermeli, müslümanları sevindirmeli, bunların
sevâblarını ölülere de göndermelidir. Bu gecelere saygı göstermek, günâh
işlememekle olur. (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)
Gecenin on iki kısmından bir kısmını (bir saat
kadar) ihyâ etmek, bütün geceyi ihyâ etmek olur. Yaz ve kış geceleri için hep
böyledir. (İmâm-ı Nevevî)
2.
Ölüleri diriltmek.
Allahü teâlânın izniyle, ölüleri ihyâ bana zor
gelmedi. Fakat ahmağa doğru sözü anlatamadım. (Hazret-i Îsâ)
İhyâ-ı Mevât:
Faydalanılmayan
ölü toprakları işlemek, faydalanılır hâle getirmek. (Mevât Arâzî)
İKÂB:
Cezâ,
azâb. Günâhın cezâsını vermek.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Biliniz ki, muhakkak Allahü teâlânın (haram işleyenler için) ikâbı pek çetindir. Allahü teâlânın,
(haramları terk edenlere) mağfireti (bağışlaması bol) ve
merhâmeti çoktur. (Mâide sûresi:
98)
Mü'min ve kâfir herkes kıyâmette, dünyâda yapmış
olduklarının karşılığını görür. Ehl-i sünnet (Resûlullah efendimiz ve
Eshâbının, arkadaşlarının yolunda) olan mü'minin, dünyâda iken tövbe etmiş
olduğu günâhları affolunup, hayırlarına (iyiliklerine) sevâb verilir.
Kâfirlerin ve bid'at sâhibi olanların yâni îtikâdı (inancı) bozuk olan
mü'minlerin hayırları (iyilikleri) red olunup (geri çevrilip), kötülükleri,
günahları için de cezâ görürler. En büyük ve ebedî ikâb küfürden (kâfirlikten,
inanmamaktan) dolayı olur. (Kâdızâde,
İmâm-ı Birgivî)
Melek-ül-mevt, ma'sûm olanların canını aldıktan
sonra, o can alınıp, gökler seyrettirilir. Cennet'e götürülürler. Orada yeşil
zebercedden bir sahrâ vardır. Ma'sûm oraya geldikte; "Beni buraya neden
getirdiniz?" der. Melekler; "Yâ ma'sûm! Kıyâmet yeri vardır. Çok
sıcaktır. İşbu sahrâda, yetmiş bin rahmet pınarı vardır. Hazret-i Resûl-i
ekremin havzının başında durup, nûrdan bardakları görünüz! Atanız ve ananız
kıyâmet yerine geldiklerinde, bu bardakları su ile doldurup, onlara verirsiniz
ve onları tutup salı vermeyesiniz ki, Cehennem yoluna gitmeyeler azâb ve ikâb
görmeyeler" derler. (Kutbuddîn
İznikî)
Farzı (Allahü teâlânın yapınız diye buyurduğu kesin
emirleri) terk eden veyâ haram (Allahü teâlânın kesin olarak yasakladığı
şeyleri) işleyen, tövbesiz ölür ve şefâate (Allahü teâlânın sevdiklerinin
yardımına), affa kavuşmazsa, ikâb olunur. (Muhammed
Es'ad)
İKÂLE:
Bozma, yürürlükten kaldırma, feshetme; iki kişinin,
aralarında yaptıkları herhangi bir akdi, anlaşmayı bozmaları.
Ticârette ihsânın (iyiliğin) bir şekli de alışveriş
ettiği kimse pişman olursa, ikâle etmek, alış-verişi geri çevirmektir. (İmâm-ı Gazâlî)
İKÂMET:
1. Kâmet. Erkeklerin farz namaza başlamadan önce
okuması sünnet olan ezâna benzer sözlerin ismi. Ezândan farkı fazla olarak
"Hayyealelfelâh"dan sonra iki defâ "Namaz başladı" mânâsına
olan "kad kâmet-issalâtü denir.
İmâm olmak, müezzinlik yapmaktan ve ikâmet okumak,
ezân okumaktan efdaldir (üstündür, kıymetlidir). (İbn-i Âbidîn)
Kadınların
ezân ve ikâmet okuması mekruhtur.
Vakit
girmeden önce okunan ezân ve ikâmet, vakit girince tekrar okunur. (İbn-i Âbidîn)
2.
Oturmak, bir yerde kalmak. (Vatan-ı
İkâmet)
ÎKÂZ:
Uyarma.
Tenbih etme.
Bir kimse bir müslümanı İslâmiyet'e muhâlif (uymayan) işten, doğru yola teşvîk ederek îkâz ederse, kıyâmet gününde Hak teâlâ
hazretleri, o kimseyi peygamberlerle berâber haşreder (toplar). (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Ehl-i sünnet denilen hakîkî müslümanların
birbirlerini sevmeleri, zarar vermemeleri, yardımlaşmaları, tatlı dil ve
yazılar ile birbirlerini îkâz etmeleri lâzımdır. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
İKBÂL:
1.
Yönelme.
Tasavvuf bilgilerinden maksad, kendini zorlamadan,
uğraşmadan, her an Allahü teâlâya ikbâldir. Her an O'nu hatırlamaktır. (Ubeydullah-ı Ahrâr)
2. Kıymet
verme, iyi karşılama, hürmet gösterme.
Evlâdım! Orhan'ım! Allahü teâlânın emirlerine
uymayan bir iş işlemeyesin! Bilmediğini din âlimlerinden sorup anlayasın! İyice
bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itâat edenleri hoş tutasın! Askerine
in'âmı , ihsânı (iyiliği), eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır.
Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir. Ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni
şâd (mutlu) et! Âlimlere riâyet eyle (danışıp sözlerini dinleyerek saygı
göster, haklarını gözet) ki, din işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli
duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm (yumuşaklık) göster! Askerine ve malına
gurûr getirip (böbürlenip), İslâm âlimlerinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz
Allah yoludur ve maksâdımız Allah'ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve
cihângirlik dâvâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâimâ herkese ihsânda
bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet
ediyorum. (Osman Gâzî)
3. Baht
açıklığı.
Gerçek bana oldu hayâl
Korkutuyor beni bu hâl
Kararmakta her gün ikbâl
Nefs elinden kurtar Rabbim
(M. Sıddîk bin Saîd)
İKİNDİ NAMAZI:
İslâm'ın şartlarından biri olan beş vakit namazın üçüncüsü, öğle vakti
ile akşam vakti arasında kılınan namaz. (Asr)
Gökten yere iner kamû (bütün) melekler,
Meleklere müştâk olur (can atar)
felekler,
Kabûl olur anda bütün dilekler,
İkindi namâzın kıldığın zaman.
(Yûnus Emre)
İKRÂH:
Bir
insanı istemediği bir şeyi yapması için, haksız olarak zorlamak.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Cizye (vergi) vermeyi kabûl eden kitap ehlini
(kitaplı kâfirleri) İslâm dînine girmek için ikrâh etmek ve cebretmek yoktur... (Bekara sûresi: 256)
Mü'mini ve zımmîyi (İslâm idâresi altında yaşayan müslüman olmayan
vatandaşı) ikrâh etmek, korkutmak büyük günâhtır. (İbn-i Âbidîn)
Çocuğun ehl-i sünnet îtikâdını (doğru îmânı)
Kur'ân-ı kerîmi, edebleri ve farzları, haramları, öğrenmesi için babası ikrâh
eder. (S. Alizâde)
İkrâh-ı Mülcî:
Mülcî ikrâh. Bir kimseyi ölümle veya bir uzvunu
(organını) yok etmekle, şiddetli dövmekle veya bütün malını telef etmekle
(zarar vermekle) korkutarak rızâsı dışında bir işi zorla yaptırmak.
Mülcî İkrâh ile, şarap, kan içmek, leş, domuz yimek
halâl olur. Yimeyip ölmesi günâh olur. Çünkü ikrâh-ı mülcî ile bunları yimek,
zarûret (çâresizlik, başka çıkar yol bulamamak) olur. (İbn-i Âbidîn)
İkrâh-ı
mülcî ile başkasının malı telef edilince, ikrâh eden öder. (Ali Haydar Efendi)
İkrâh-ı Gayr-i
Mülcî:
Mülcî olmayan ikrâh. Bir kimseyi istemediği bir
sözü veya işi yapmaya zorlarken tam şiddet kullanmama.
İkrâh-ı gayr-i mülcî ile kan, domuz yinmez, şarap
içilmez ve müslümanın malı telef edilmez (zarar verilmez). (Ali Haydar Efendi)
İkrâh-ı gayrî mülcî ile yapılan nikâh, talâk
(boşama), nezr (adak), yemîn, ric'at yâni boşadığı kadını tekrar alması sahîh
olur. (Ali Haydar Efendi)
İKRÂM:
Hürmet ve
saygı gösterme veya yiyecek, içecek, hediye yâhut başka bir şey sunma.
Kim mü'min kardeşine ikrâm ederse, Allahü teâlâ da
ona ikrâm eder. (Hadîs-i şerîf-Firdevs-ül-Ahyâr)
Kim
Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsa, komşusuna ezâ (eziyet)
etmesin;
kim
Allah'a
ve âhiret gününe inanıyorsa, misâfirine ikrâm etsin; kim Allah'a ve âhiret
gününe inanıyorsa, ya hayır (faydası bulunan şeyi) söylesin
yâhut sussun. (Hadîs-i şerîf-Riyâzü's-Sâlihîn)
Misâfire ikrâm sevâbdır. Hayvan, yalnız Allah için
kesilir. Bir kimse gelince, kesilen hayvan etinden, ona da ikrâm edilince,
hayvanı Allah rızâsı için kesmiş, faydası misâfire olmuş olur. (Ahmed Fârûkî)
Tanıdığın bir müslüman sana gelince, elinden
geldiği kadar iyi ve tatlı karşıla, yemek ikrâm eyle. Kapıya çık kendisini
karşıla. Selâm verince selâmını al. Sohbetten sonra giderken, onu uğurla ve duâ
eyle. (Süleymân bin Cezâ)
Kim saçı sakalı ağarmış müslüman bir kimseye ikrâm
ederse, Allah da ona ihtiyarladığında hürmet ve ikrâmda bulunacak kimseleri
vazîfelendirir, ona da ikrâm ederler. (Ahmed
Rıfâî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder