7 Kasım 2022 Pazartesi

Türk Soylu Halklarda Dünya Tasavvuru-2

 Yeryüzünün Taşıyıcıları


Doğu halklarının dünya tasavvurlarında, yeryüzü uçsuz  bucaksız bir denizin ortasında yer almakla, bu tasavvura bağlı olarak yeryüzünün batmasını engelleyen taşıyıcılar (veya askılar) bulunmaktadır.


Türk soylu halkların yaşadığı bölgelerde görülen bu tasavvur biçiminin ortak yönü, bu taşıyıcının bir hayvan olmasıdır.


Buryat efsanelerinde ”Bütün zamanların başlangıcında sadece sular ve bu suların içerisinde uyuyan dev bir kaplumbağa vardır. Tanrı, bu kaplumbağayı ters çevirerek, onun karnının üzerine yeryüzünü kurmuştur” diye anlatılır. Yaradılışa ilişkin bir başka Orta Asya efsanesine göre ise; Oçirvani (Budizmdeki Bodhisatva Vaira-pani) ve Tsagan Şukuti gökten inerler ve denizde yüzen bir kaplumbağa görürler. Sırtüstü yatan bu kaplumbağanın karnının üzerine toprak serperler ve bu suretle insanların yaşadığı yeryüzü meydana gelir. Dörbötlerin efsanelerinde de yeryüzünün yaratıcısı Mancişiri (Budizmdeki Bodhisatva Manjucri), kendini dev bir kaplumbağaya dönüştürüp, sırtüstü yatmış ve bu şekilde kendisinin meydana getirdiği yeryüzü deniz yüzeyinin üzerinde durmaktadır. Kaplumbağanın bir ayak parmağı bile oynayacak olsa, yeryüzünde depremler meydana gelir. Alarsk bölgesindeki Buryatların tasavvurlarında ise kaplumbağa, dünyayı sırtında taşımakta, yorulup titrediğinde yeryüzünde depremler olmaktadır. Baykal gölünün ötelerinde yaşayan Tunguzlarda da aynı inanç vardır. Sayotelerin inancına göre, yeryüzünü taşıyan kaplumbağa eğer hareket ederse, yeryüzü sel altında kalmakta,  Kalmuklarda, eğer güneşin ışığı artar ve her şeyi yakacak kadar ısınırsa, kaplumbağa da sıcaklıktan rahatsız olmaya başlayacak ve huzursuzlanıp, kıpırdandığında yeryüzü batacaktır. Moğol efsanelerinde de, dünyanın merkezindeki dağların taşıyıcısı bir “altın kaplumbağa”dır.


Bu Orta Asya tasavvurlarını aynı konudaki Tibet tasavvurları ile karşılaştırdığımızda birbirlerine şaşılacak derecede benzediklerini görürüz. Her iki inanışın da kökenin de Tanrı Vişnu’nun bir kaplumbağa görüntüsünde dünyayı sırtında taşıma tasavvurunun oluşu, daha sonraki dönemlerde kadim Tanrı Vişnu’nun yerini Budizmdeki Bodhisatvalardan biri alacaktır. “Yeryüzünün taşıyıcısı” kavramı, Moğolların dünya görüşüne Çinlilerle münasebetleri sebebiyle nispeten erken dönemlerde girmiş olsa gerektir.


İlginç bir şekilde, bazı Kuzey Amerika yerli kabilelerinden, Siyu Kızılderili efsanelerinde; “İlkdeniz-Urmeer” üzerinde yüzen bir su kuşu ve bir kaplumbağadan bahsedilir. Kaplumbağanın ağzında çamur, su kuşunun ağzında ise bir tutam ot vardır. Bunların bir araya gelmesiyle üzerinde bitki örtüsü olan toprak oluşmuş ve bu da kaplumbağanın sırtına serpilmiştir. Huron efsanelerinde ise, başlangıçta sonsuz bir denizden başka bir şeyin olmadığı, sonrasında derinlerden bir kaplumbağanın çıkıp geldiği anlatılır. Efsaneye göre kaplumbağa, muhtelif hayvanları toprak getirmeleri için deniz tabanına gönderir ama, ağzında bir parça çamur getiren kurbağa dışında hepsi başarısız olurlar. Kurbağanın getirdiği çamur, kaplumbağanın kabuğu üzerine sıvanır ve bu çamurdan karalar oluşur, kaplumbağa da hâlen bu karaları taşımaktadır.


Orta Asya’nın bazı bölgelerinde yeryüzünün taşıyıcısı olarak balık tasavvuruna rastlanır. Belagansk bölgesindeki Buryatlar, Dünya Denizi’nin ortasında yüzen dev bir balığın yeryüzünü taşıdığına inanırlar. Herhangi bir sebeple balık duruşunu değiştirdiği takdirde, deprem meydana gelir. Deprem esnasında yerden alınıp saklanacak olan bir parça toprağın, kadınların doğum sancılarını hafifleteceğine inanılır. Buryatlar hakkında nakledilen bir başka efsaneye göre, yeryüzü üzerindeki balık yan yatmış durumdadır. Yeryüzünün ağırlığının baskısı sebebiyle, balık diğer yana döndüğünde depremler oluşur. Altay Tatarları ise, yeryüzünü taşıyan üç ayrı balıktan bahsederler. Büyük Tanrı Ülgen yeryüzünü yaratıp, suların üzerine yerleştirdiğinde, yeryüzünün altına, birini ortaya, diğer ikisini yanlara olmak üzere üç tane balık yerleştirmiştir. Ortadaki balığın başı Kuzeye bakmakta olup, balık kafasını biraz eğecek olsa, Kuzeyde seller oluşur, eğer biraz daha fazla eğecek olsa, bütün yeryüzünü sular basar. Bu balığın solungaçları ucu gökyüzündeki üç tane kazığa uzanan bir iple bağlıdır. İp, bu kazıklara çözülüp bağlanarak balığın kafasını eğmesi veya kaldırması sağlanır. Bu işi de Tanrı’nın yardımcılarından Mangdişir (yukarıda da adı geçmiş olan Manjuçri) üstlenmiştir. Eğer ipi kazıklardan bir tanesinden çözecek olursa, yeryüzünün Kuzeyinde, eğer ikinci kazıktan da çözecek olursa, bütün yeryüzünü su altında bırakacak olan tufan meydana gelir.


Bu efsanede her ne kadar üç balıktan bahsedilirse de, önem daha ziyade ortadakine atfedilmektedir. Yeryüzünün taşıyıcısı olarak bir veya birkaç balığın varlığı, Rus yaradılış efsanelerinde de görülür. Votyaklarda, yeryüzünün altında bulunan ve hareketleri ile depreme sebep olan balık tasavvuru yeralır. Tambovin bölgesindeki Mordvinler de, görevi deniz üzerinde yüzen yeryüzünü taşımak olan dev bir balıktan bahsederler.


Bazı Doğu Asya halkları arasında yeryüzünü taşıyan balık inancı yeralır. Japonya’daki Aino halkı, depremlere dünyayı (yâni onların nazarında Japon adalarını) sırtında taşıyan balığın sebep olduğuna inanırlar. Japonlar da, aynı mantıktan hareketle, “deprem balığı”ndan söz ederler. Siyam halkı arasında da, yeryüzünün merkezi olan Zinnalon dağının altında benzeri dev bir balığın olduğuna inanılır. Sumatra’daki Batak halkı ise, yeryüzünü bir ejderhanın taşıdığına ve kimi zaman onun hareket etmesiyle depremler meydana geldiğine inanırlar.


Birbirlerine bu kadar yakın ve benzeri tasavvurların, bu kadar değişik bölgelerde bağımsız olarak kendi başlarına oluştuğunu kabûl etmek çok zor görünmektedir. Zira, Orta Asya halklarının yeryüzünü denizin ortasında tasavvur edip, onu bir deniz hayvanının taşıdığını hayâl etmeleri için bir sebepleri olmasa gerekir? Doğu Asya halklarında ise, birbirleriyle o kadar yakın ilişkilere girmiş olmaları, bu tip tasavvurların bir halktan diğerine kolayca nakledilmiş olabileceğini gösterir. Siyamlıların Zinnalon dağı, Hintlilerin Meru dağı ile aynıdır ve dağı taşıyan balık fikrinin kökeni Hindistan olabilir. Avrupa Rusyasına da balık tasavvuru büyük ihtimâlle yeryüzünün yaradılış efsaneleriyle gelip, girmiş olmalıdır.


İslâm inanç dairesine girmiş olan Türk-Tatar halkları arasında yeryüzünün taşıyıcısı olarak genelde dev bir boğa (öküz) yeralır. Bundan hareketle Kırgız efsanelerine göre, Dünya Denizi’nin üzeri çok yoğun bir sis tabakasıyla kaplıdır. Bu sisin üzerinde bir kaya, bu kayanın üzerinde de yeryüzünü boynuzlarının üzerinde taşıyan koyu gri bir boğa (öküz) bulunur. Kırım Tatarları, denizdeki dev balığın üzerinde bir boğanın olduğuna ve bu boğanın boynuzları üzerinde yeryüzünü taşıdığına inanırlar. Kırım Tatarlarına ilişkin bir başka efsanede ise, yeryüzünü bir mandanın taşıdığı, mandanın altında balığın, balığın altında suların, suların altında rüzgarın ve en altta da koyu karanlığın olduğu anlatılır. Manda yorulup, yeryüzünü boynuzunun birinden diğerine geçirdiğinde, depremler meydana geldiği ve mandanın hayatı boyunca alacağı nefes sayısının sınırlı olup, bu sayıya ulaşıldığında dünyanın sonunun geleceğine inanılır. Bu inanç, Doğu Avrupa Tatarlarından, Volga boylarındaki Fin kökenli halklara da geçmiştir. Bu sebeple, meselâ Votyaklar “yeryüzünü taşıyan siyah bir boğa”nın yeryüzünün sulara batmasını önlediğine, Sarapul bölgesinde, boğa hareket ettikçe depremler olduğuna, Birsk bölgesindeki Çeremisler’de boğanın, denizlerde yaşayan dev bir yengecin üzerinde olduğuna inanılır. Boğa başını oynattığında, yeryüzü sarsılır. Onların anlatımına ilâve olarak bir başka husus ise; ”yeryüzünün ağırlığı sebebiyle, boğanın boynuzlarından birisi zaten kırılmış olup, diğeri de kırıldığında yeryüzünün batacağıdır” Kafkas halklarından, Mısır’a kadar İslâm inancının hâkim olduğu hemen her yerde “yeryüzünü boynuzlarında taşıyan boğa” inancına rastlanır. Arap dünya görüşünün bir parçası olduğu için, masallarda- meselâ, Binbir Gece Masallarında- bahsi geçen boğanın, altında duran başka dayanaklar da bulunmakta, bunlar arasında en yaygın olanı, boğanın bir kayanın üzerinde


durduğu ve bu kayanın denizdeki dev bir balığın üzerinde olduğudur. Arap göçebelerinin eski zamanlarda sığır beslemedikleri dikkâte alındığında, bu tür bir inancın başka kaynaklardan Arap kültürüne ithal edildiği ortaya çıkar ki, muhtemelen de bu boğa tasavvuru İran menşelidir. Keza aynı şekilde Yahudi kültüründe geçen “üç başlı boğa” şeklinde tasvir edilen “Derinliklerin Bey”i de muhtemelen aynı menşeye dayanmaktadır.


Anohin, Altay Teleütleri arasında “Dünyanın sini biçiminde olup, gök kubbe bunun üzerinde olduğu, ufuk çizgisinin yeryüzünün sınırı olup, dört mavi boğa tarafından taşıdığı, boğalar tökezledikleri takdirde, deprem meydana geleceğine” dair bir tasavvurdan bahseder. Burada görülen “yeryüzünün dört taşıyıcısı” tasavvuru, Hind kökenli olup, Tibet’de de rastlanan “dünyayı taşıyan dört fil” tasavvurunu hatırlatmakla, dört taşıyıcının olması da muhtemelen dört ana yön ile ilgilidir.


Mahallî şartlara göre şekillenen bir başka inanç örneği de Çolim Tatarlar arasında görülür. Tatarlara göre Tanrı, yeryüzünün taşıyamayacağı ağırlıktaki büyük bir mamutu, yeryüzünü taşıması için yeryüzünün altına yerleştirmiştir. Bu Tatar boyu da Ostyaklar, Vogullar ve Yakutlar gibi mamutların suda yaşayan hayvanlar olduğuna inanmaktadırlar.


Araştırmacılar, yeryüzünü taşıyan ve arada sırada hareket eden veya sallanan bir hayvan ve cisim fikrinin kökeninin depremlerle ilgili olduğu kanaatindedirler. Altay halkları arasında görüleceği üzere, bir tabiat hadisesi, yeryüzünü sırtında taşıyan bir hayvana bağlanmaktadır. Lâkin, sözkonusu olan bu hayvanların hiç biri (buna Kuzey Sibiryadaki mamut efsanesi de dahil olmak üzere) bu rolleri başka kültürel tesirlere maruz kalmadan, kendi başlarına almamış olmalarıdır. Her ne kadar Tunguzlar ve bölgedeki bazı halklar arasında depremlere yer altındaki mamut veya benzeri korkunç yaratıkların hareketlerinin sebep olduğuna dair inançlar taşısalar da, bu yaratıklar yeryüzünün taşıyıcısı olarak geçmezler. Buna benzer bir başka örnek, Kamçadalların inanışlarında geçen efsanevî hayvan, köpektir. Buna göre, Tuila isimli Tanrının kızağına koşulmuş olan bu hayvan (köpek), yer altında koştururken, üzerindeki karları silkelediğinde yer sarsılmaktadır. Yeryüzünün taşıyıcıları tasavvuru, Türk soylu halkların inanışlarına hiç şüphesiz başka kültürlerden ve bu kültürlerin dünya görüşünün bir parçası olarak girmiş olduğudur.


Son olarak bu hususta Kuzey Sibirya Samoyedleri arasında anlatılan bir efsaneden de bahsetmek gerekir. Bu efsaneye göre yeryüzünü “Atlas”ı andıran bir kişi taşımaktadır. Dünyanın yaradılışı esnasında dünyada sadece iki kişi vardır; bunlardan birisi bir gün ava çıktığında yeryüzünde bir delik görüp, delikten içeri süzüldüğünde demirden yapılmış bir kulübeyle karşılaşır. Ava giden arkadaşını merak eden diğer kişi onu aramaya çıktığında, aynı delikten geçerek kulübeye vardığında, orada yeryüzünün yaşlı bilgesine rastlar. Yaşlı bilge bir yatakta oturmuş, insan kafası büyüklüğünde bir cismi elinde tutmaktadır. Adam, “Dede, elinde ne tutuyorsun” diye sorduğunda, ihtiyar; “Ne mi tutuyorum, bu bizim yeryüzümüzdür, eğer bunu ellerimde tutmasaydım, yeryüzü olmazdı” diye cevaplar. Kulübeye gelen kişiler yemek yeyip, yatağa uzanıp uykuya dalıp, ertesi sabah uyandıklarında, yeryüzünün yaşlı bilgesi, ikinci gelen adama “anlayacağın gibi ben bütün gece hiç uyumadım ve seni de bu yüzden çağırdım. Görüyorsun ki ellerim yoruldu, titriyor, bu sebeple dünyamız da sarsılıyor. Seni, yeryüzünün merkezine ağırlık, arkadaşını da yeryüzünün ayağı yapacağım ve benim ellerime destek olacaksınız” der. Böylece adamlardan biri, Ural dağlarının kutsal zirvesi, diğeri de “yeryüzünün ayağı” olur. Bir daha yeryüzüne dönemeyen bu iki kişi de, teselliyi ancak kendilerini insanlığa adamakta bulacaklardır.


Diğer Sibirya halkları arasında rastlanmayan bu efsanede, Ural dağları yeryüzünü yerinde sabitleme sebebiyle, daha önce görmüş olduğumuz “yeryüzü kuşağı” fikrine benzer önemde bir rol üstlenmektedir.



Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.


Çeviren: Erol Cihangir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak