7 Kasım 2022 Pazartesi

Britanya Adalarının Söylenceleri - 12 İngiltere/Fransa "Kral Arthur"

 Öndeyiş


(Brutus, yani Aeneas'ın torununun torunu, bir grup Troyalı sürgüne, Galya’nın (Fransa) kuzeyinde bir adada ikinci bir Troya kurmak üzere öncülük eder. Adaya, kendi adından yola çıkarak Britanya adını verir.)



Troya Savaşı'nın bitmesiyle Aeneas, babası, oğlu Ascanius ve halandan bir grup insanla ateşler içindeki Troya'dan kaçtı. Kaderi onu İtalya'ya götürdü, orada yeni bir halkın kurucusu oldu. Aeneas'ın Ölümünden sonra Ascanius kral oldu. Tiber Irmağı üstünde Alba kentini kurdu. Ascanius, Silvius'un, Silvius Brutus'un babası oldu. Kâhinler Brutus'un, ana babasının ölümüne neden olacağı, İtalya'dan sürüleceği, yurtsuz kalıp birçok ülkeyi dolaşacağı ve sonunda büyük onur kazanacağı Britanya'da yerleşeceği kehanetinde bulundular.


Kehanet doğru çıktı. Brutus'un annesi onu doğururken öldü. On beş yaşına geldiğinde bir av kazasında babasını öldürdü ve akrabaları onu İtalya topraklarından sürdüler.

önce Yunanistan'a sığındı. Bu halkın arasında Troya kralı Priamos'un soyundan gelenler de vardı. Brutus, cesaret ve aklıyla bu insanları Yunan yöneticinin tiranlığından kurtardı. Bir gece saldırısıyla Yunanları şaşırttı ve Troyalılar, kurtların uyuyan koyunlara saldırması gibi onlara saldırıp kestiler. Brütus, yendiği yerel kralın kızıyla evlendi ve Troyalılarla birlikte bir başka ülkeye yelken açtı.


Yıllardır boş olan bir adaya geldiler. Boş bir kenti gezerlerken, Brutus av tanrıçası Diana'nın tapınağını buldu ve ona kurbanlar sundu. "Ey güçlü tanrıça, yabani ormanların korku ve umudu, bana güven içinde nereye yerleşebileceğimizi ve bütün gelecek yıllarda sana nerede tapınabileceğimizi söyle" dedi.


O gece uyumak için yattığında, Diana Brutus'a göründü ve "Brutus, güneşin battığı yerin ötesinde, Galya'yı geçtikten sonra, denizde bir zamanlar devler ırkının yaşamış olduğu bir ada göreceksin. Bu ada sana ve halkına bütün gelecek yıllar için uygundur" dedi. "Burası senden sonra gelenler için ikinci bir Troya olacak. Senin kanından bir kral ırkı doğacak ve bütün dünya önlerinde diz çökecek."


Uyandığında, hafif bir rüzgâr esiyordu. Brutus bunu tanrıçanın bir başka işareti saydı ve halkıyla birlikte hemen yola çıktı. Afrika kıyısından yukarı yol aldılar, Akdeniz'in batı ucundaki Herakles Sütunları'nı {Cebelitarık Boğazı, ç.n.) geçtiler. Orada, gemilerini neredeyse batıran Sören adlı deniz canavarlarından zor kurtuldular.


Brutus ve yoldaşları bundan sonra başka bîr grup Troyalı sürgüne rastladılar. İki grup birleşmeye ve ortak bir geleceği paylaşmaya karar verdi. Şimdi korkulur hale gelen Troyalılar, savaşarak, büyük zenginlikler kazanarak Galya içinden yollarına devam ettiler. Sonunda sahile döndüler ve Diana'nın Brutus'a rüyasında bildirdiği adaya gitmek için yelken açtılar.


Troyalılar kıyıya çıktığında, birkaç dev dışında adanın boş olduğunu gördüler. Devleri öldürdüler. Toprağın verimli, ormanların yabani hayvanlarla dolu olduğunu, birçok ırmakta sayısız balığın yüzdüğünü görüp bu adada yerleşebileceklerine karar verdiler. Brutus'un yönlendirmesiyle toprağı bölüştüler, evler inşa ettiler ve çiftçilik yapmaya başladılar.


Brutus, adayı dolaşarak başkenti kurmak için en uygun yeri aradı. Kentini Thames Irmağı kıyısında kurmaya karar verdi ve ona Troia Nova {Yeni Troya) adını verdi. Adaya da kendi adını taktı: Britanya. Brutus ve yoldaşlarına Britonlar dendi. Brutus Troia Nova'yı halkına bağışladı ve birbirleriyle barış içinde yaşamalarına yardımcı olmak için hukuk kuralları koydu.


Ama Brutus'un ölümünden sonra, yıllar süren iç savaş ve işgaller yaşandı; hatta Britanya Romalılar tarafından istila edildi. MS 400 yıllarında Romalılar Roma'yı savunmak için geri çağrılınca, Britonlar barbalara karşı savunma yapabilmek için kendi cılız kaynaklarına dayanmak zorunda kaldılar. Daha fazla toprak peşinde olan Töton kabileleri Galya'ya girmiş ve Britonları adalarında yalıtılmış durumda bırakmışlardı. 5. Yüzyılın başlarında Saksonlar, Angıllar ve Jutlarla birlikte Britanya'yı işgal ve fethettiler. Kral Constantine onları yenmeyi başarabilen ilk kral oldu. Oğulları Aurelius Ambrosias ve Uther Pendragon, Saksonların baş düşmanlar olduğu dönemde Britanya krallığını yönettiler.



I. Bölüm


(Arthur on beş yaşında iken, Londra'da kilise bahçesinde taşa saplı bir kılıç mucize olarak ortaya çıkar. Taşta "Bu kılıcı taştan çekip çıkarmayı başaran kişi, Britanya'nın meşru kralı olarak doğmuştur" yazmaktadır. Yazının anlamından habersiz olan Arthur kılıcı çekip çıkarır ve kral olacağını öğrenir.)


Uther Pendragon'un ölümüyle Britanya krallığı, hem içeride hem dışarıda çok tehlikeli bir döneme girdi. Kendisine bağlı askeri bir gücün desteğine sahip her soylu Briton, sonraki kral olmak arzusuna kapıldı. Bu arada başka halklar da Britanya'yı işgal etmek ve zengin topraklarını ele geçirmek istiyorlardı. Güçlü bir önder çıkıp da bağımsız dükleri birleştirip topraklarını savunmak için seferber etmedikçe, Britanya'nın parça parça yabancıların eline geçeceği görülüyordu.


Büyük büyücü Merlin bu tehlikeyi gördü. Canterbury piskoposuna, bütün soyluları Noel'de Londra'ya çağırmasını ve Britanya'nın gerçek kralını dünyaya ilan etmesini salık verdi.

Bütün Britanya adalarından soylular ve sadık destekleyicileri Londra'da toplandılar, ilk ayine katıldılar. Katedralden çıktıklarında, kilise bahçesinde kare şeklinde kocaman bir mermer taşın mucize biçiminde ortaya çıktığını görüp şaşırdılar. Bu taştan demir bir örs çıkıyor ve örse saplı kınından çıkmamış güzel bir kılıç bulunuyordu. Soylular heyecanla kılıcın çevresinde toplandıklarında, altın harflerle şunların yazılı olduğunu gördüler: "Bu kılıcı taştan ve örsten çekip çıkarmayı başarabilen kişi bütün Britanya'nın meşru kralı olarak doğmuştur."

Birçok gururlu şövalye, hemen kılıcı çıkarmaya soyundu, fakat hiçbiri bunu başaramadı; kılıç taşın ve örsün içinde kıpırdamadan duruyordu.

Piskopos "Britanya'nın meşru kralı, anlaşılan aramızda değil" dedi, "fakat zamanı geldiğinde Tanrı'nın onu bize tanıtacağından kuşkunuz olmasın. Yılbaşında burada toplanalım ve krallığın bütün şövalyeleri at binip turnuvaya katılsınlar, kılıç ve mızrak becerilerini göstersinler. Sonra isteyen kılıcı taştan çıkarmayı yeniden deneyebilir."


Piskopos kılıcın saplandığı mermerin üstüne bir çadırın kurulmasını emretti. En onurlu on şövalyenin beşinin gündüz, beşinin gece kılıcı sürekli beklemesini istedi.

Yılbaşı günü Sör Ector, oğlu Sör Kay ve evlatlığı Arthur'la birlikte turnuvaya katılmaya hazırlandılar. Kay, yeni şövalye olmuştu ve Arthur on beş yaşında olduğundan onun seyisiydi.

Arthur, Sör Kay'ın turnuvada cesaret ve beceriyle dövüşmesini seyretti. Fakat aniden, bir şövalyenin güçlü darbesiyle Kay’ın kılıcı kırıldı. Kay, "Arthur bana yardım et, çadıra koşup başka bir kılıç getir" diye bağırdı, "acele et, yarışmadaki yerimi kaybetmek istemiyorum."


Arthur çadırın her yerine baktı, ama başka kılıç bulamadı. Kendi kendine, "Tamam, kilisenin bahçesine koşup taştaki kılıcı alacağım. Kay onunla devam etmek zorunda!" dedi.


Vardığında kilisenin avlusu boştu, çünkü kılıcı beklemesi gereken şövalyeler bile turnuvaya katılmaya gitmişlerdi. Arthur atından indi, taşa doğru yürüdü, sağ eliyle kılıcın kabzasını kavradı ve kolayca taştan çekip çıkardı.

Başardığı işi hiç düşünmeden kardeşinin yanına döndü, kılıcı ona uzatıp "Çadırda kılıç bulamadım, bunu kullan" dedi.


Sör Kay, mucize eseri kilisenin avlusunda görünen kılıcı hemen tanıdı. Arthur'dan daha büyük ve güçlü olduğu için, küçük kardeşinin yaptığını yapabileceğini düşündü. Arthur'a "Bu kılıcı bulduğunu kimseye söyleme, sana çok zengin olacağına söz veriyorum. Şimdi babamızın yanma gidelim" dedi.


"Baba!" diye bağırdı Kay, Sör Ector'a, "bak, kılıcı taştan çıkardım. Yani Britanya'nın meşru kralı ben olmalıyım."


Ector, "Olabilir Kay, ama sözlerinin boş bir gururdan ibaret olduğunu bil" dedi. "Kiliseye dönelim. Eğer doğruyu söylüyorsan, gerçekten de bu ülkenin meşru kralı sensin. Ama önce kılıcı taşa geri sokup tekrar çıkararak bunu kanıtlamalısın. Bir kez yapabildiysen, elbette yine yapabilirsin. Yapamazsan, Londra'daki bütün soylular önünde utanılır bir duruma düşeceksin. Senden kral olmayı hak ettiğini kanıtlamanı isteyecekler."


Sör Kay kilisenin avlusunda kılıcı yerine soktu, ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın tekrar çıkaramadı. Sör Ector Kay'a katedralde "Elini Kutsal Kitap'ın üstüne koy ve bu kılıcı nasıl aldığın konusunda gerçeği anlatacağına yemin et" dedi.


"Sör, işin gerçeği bu kılıcı bana Arthur getirdi" diye yanıtladı Kay, gururu kırılarak.


"Evet" dedi Ector, "buna inanabilirim. Şimdi Arthur, bu kılıcı nasıl aldın?"


Arthur açıkladı: "Yarışlardan birinde, Kay'ın kılıcı kırıldı ve benden çadırdan başka kılıç getirmemi istedi. Çadıra gittiğimde ne kadar dikkatli aradıysam da kılıç bulamadım. Neyse ki taştaki kılıcı anımsadım. Kay'ın bir kılıcı olmasının ne kadar önemli olduğunu biliyordum, onun için hemen atıma binip buraya geldim ve bu kılıcı onun için aldım. Kolay oldu, elimi kabzaya koyunca kılıç hemen taştan çıktı."


Sör Ector, "Sen bunu yaparken burada şövalye yok muydu?" diye sordu.

"Kimse yoktu. Hepsi turnuvaya gitmiş olmalı."


"Arthur" dedi Ector, "ne yaptığını biliyor musun? Bana, Britanya'nın meşru kralının sen olduğunu söylüyorsun."


"Neden böyle bir şey söylüyorsun?" dedi Arthur. "Bunun anlamı yok, olacağı da yok!" 


Ector saygıyla evlatlığına açıkladı: "Sör, Britanya'nın meşru kralı sensin, çünkü Tanrı seni bu en büyük onur için seçti. Yalnızca bu ülkenin meşru kralı kılıcı taştan çıkarabilir. Şimdi kılıcı yerine saplayıp tekrar çıkarışını seyredeyim."


"Kolay iş" dedi Arthur, kılıcı taşa sapladı, tekrar çekip çıkardı ve Ector'a verdi.


Sör Ector da kılıcı çıkarmayı denedi. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın kılıç kıpırdamadı. Mermer taşa sıkı sıkıya girmişti.


"Şimdi bir daha dene" diye Kay'a emretti Ector.


Sör Kay bütün gücüyle kılıcı çıkarmaya çalıştı, ama o da kıpırdatamadı.


Arthur kılıcı bir kez daha kolayca çekip çıkarınca, Sör Ector ve Sör Kay hemen önünde diz çöktüler.

"Hayır!" diye bağırdı Arthur; "sevgili babam ve kardeşim, benim önümde diz çökmeyin. Ben Britanya kralı değil, sizin oğlunuzum" dedi Sör Ector'a, "senin kardeşinim" dedi Kay'a.

"Hayır Arthur, ben senin baban değilim. Gerçekte senin akraban da değilim. Sen daha bebekken, ulu kâhin Merlin bir gece evimize geldi ve kollarında seni getirdi. Bana senin kimin çocuğu olduğunu hiçbir zaman söylemedi, ama seni oğlum gibi yetiştirmemi istedi, ben de öyle yaptım."


Bu sözler Arthur'u çok üzdü. Ector’a, "Birden beni yapayalnız bıraktın" dedi. "Babamı, annemi, kardeşimi yitirmiş gibi oldum! Benim ailem olarak bildiğim sizlersiniz. Dünyada en sevdiğim sizlersiniz. Nasıl Britanya kralı olurum bilemiyorum."


"Bizi kaybetmedin Arthur. Seni her zamanki gibi seveceğiz. Bunun yerine nasıl iyi kral olunur onu düşün. Merlin'in gelip sana öğüt vereceğine eminim ."


Ertesi sabah, Sör Ector Arthur'a zırh ve silah vererek onu şövalye yaptı. Sonra onu turnuvaya gönderdi. Arthur yarışmalarda bütün gün büyük cesaret ve beceri gösterip büyük onur ve övgü kazandı.


Ertesi gün Sör Ector piskoposa giderek, "Soylu, cesur ve iyi silah kullanan bir şövalye tanıyorum. Yasaya göre Britanya kralı o olacak, çünkü kilise avlusundaki kılıcı taçtan o çıkarabiliyor" dedi. 


Piskopos, "Onu buraya getir. Ben de bütün soyluları toplayacağım" dedi.

Herkes gelince, bütün soylular sırayla kılıcı çekmeyi denediler, ama hiçbiri kıpırdatamadı bile. Arthur'un kendilerinin onca güç harcamalarına karşın yapamadığını kolayca yaptığını görünce utandılar ve kızdılar. "Basit bir çocuğun hepimizi yönetme hakkı olması çok saçma" diye bağırdılar.


Piskopos gelecek bayrama kadar şövalyelik kararını ertelemeye karar verdi ve şövalyeler mermer taştaki kılıcı beklemeye devam ettiler. Bu arada başka dükler ve baronlar geldi, hepsine kılıcı çekme şansı tanındı. Yine yalnızca Arthur bunu başardı, ama şövalyeler hâlâ tatmin olmamıştı.


Paskalya geldi ve piskopos yarışmayı tekrarladı. Bir kez daha kılıcı çekmeyi Arthur başardı, ama şövalyeler yine tatmin olmadılar. Piskopos bir kez daha kararı ertelemeyi kabul etti. Sonraki bayramda tekrar herkese kılıcı çekme şansı verildi, ama hiç kimse kıpırdatamadı. Arthur bunu yine eskiden yapmış olduğu gibi kolayca yaptı.


Bu kez Arthur kılıcı eline aldığında halk ve soylular ayaklarının dibinde diz çöktüler ve bağırdılar: "Arthur kralımız olacak, çünkü bizi yöneten Tanrı'nın arzusu bu!" Ve birçoğu ekledi: "Arthur'un yönetimine karşı çıkanı kim olursa öldüreceğiz."


Arthur piskoposun Önünde diz çöktü. Kılıcı iki ucundan tutarak kollarını kaldırdı ve sunağa sundu. Krallık yemini etti, halka ve soylulara karşı adil olacağına ve yaşamı boyunca adaletten ayrılmayacağına ant içti. Sonra halkının şikâyetlerini dinledi ve malları ellerinden haksız alınanların mallarını geri verdirdi.


Halk katedrali terk ederken, taşın olduğu yerden geçti ve artık onun orada olmadığını gördü. Ortaya çıktığı gibi, mucizeyle gözden yok olmuştu.


Bir süre sonra Arthur, Galler'deki Caerleon kentinde büyük bir şölen düzenledi. Kuzey Britanya'nın, İskoçya, İrlanda ve Galler'in dükleri kendilerine bağlı şövalyelerle birlikte şölene katıldılar. Ama yeni kralın dostluk armağanlarını almayı kabul etmediler. Arthur'un uşaklarına, "Sakalsız bir çocuktan armağan alamayız! Kendi seçtiğimiz armağanları biz ona göndereceğiz" dediler. “Kılıçlarımızı yüreğine saplayacağız! Böyle soylu bir ülkenin sıradan bir çocuk tarafından yönetildiğini görmek utanç verici."


Arthur'un baronları ona, yaşamının ciddi bir tehlike içinde olduğunu söylediler. Arthur beş yüz asker seçti ve güçlü, iyi donanmış bir kaleye çekildi. Düşman soylular, kısa sürede bu kaleyi kuşattılar. Arthur ve adamları iki haftadır kuşatma altındayken Merlin, Caerleon'a geldi.


Soylular Merlin'i sevgiyle selamladılar ve "Bu çocuk niçin Britanya kralı yapıldı" diye sordular.


Merlin, "Sörler" diye yanıtladı, "onun kanı sizinkinden daha soyludur. Arthur, Kral Uther Pendradon'un, Cornvvall dükünün karısı lgraine'den doğan meşru oğludur."


"Öyleyse Arthur evlilik dışı" diye bağırdı hepsi.


"Hayır" dedi Merlin. "İgraine, Cornvvall dükü öldükten üç saat sonra, Kral Uther'le evlendikten sonra Arthur'a gebe kaldı. Arthur'un gayrimeşru olmadığının kanıtı budur. Gerçekten de Arthur uzun zaman Britanya'nın kralı olacak ve daha başka birçok ülkeyi yönetecek!"


Soyluların hiçbiri Merlin'in sözlerini ciddiye almadı. Bazıları alaylı biçimde güldüler, bazıları da ona büyücü dediler. Ama Arthur'a dışarı çıkıp konuşma izni verme konusunda anlaştılar.


Merlin şatoya girdi ve Arthur'a "dışarıda birçok soylu toplandı ve seninle konuşmak istiyorlar" dedi. "Korku duymadan onlarla konuşmaya çık. Reisleri ve kralları olarak onların sorularına yanıt ver. Çünkü sana nasıl zarar vermek isterlerse istesinler, hepsine hükmetmek senin kaderinde yazılı. Fakat onlarla yüzleşmeden önce sana annen, baban ve ülken hakkında bazı şeyler anlatayım. Bilgi, yüreğine cesaret verecektir."



Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak