Mezopotamya kültürleri farklı toplumsal sistemlere, dinsel inançlara ve panteonlara, dillere ve politik yapılara sahip farklı halkların etkileşmesiyle, çatışmasıyla ve kaynaşmasıyla gelişti. Özgün bir biçimde Mezopotamya, tarihöncesi dönemlerden Pers fetihlerine kadar binlerce yıldan daha uzun süren bir zaman dilimi boyunca birçok farklı halkın karşılaştığı ve kaynaştığı bir bölge oldu. Dahası, potansiyel üretkenliği ve zenginliğine rağmen bu bölge uzun süren yoğun göçlerin merkezi olmuştur; bölgenin gerçek anlamda coğrafi bir bütünlüğü, belirli ya da sürekli bir merkezi yoktur, bu özelliğiyle de Mısır gibi daha bütünlüklü yapıya sahip uygarlıklarla zıtlık oluşturmaktadır. Bununla birlikte birkaç birleştirici faktör vardır: çivi yazısı kullanılması, tanrıların panteonunun kaynaşma ve asimilasyon nedeniyle sürekli evrimleşen bir gelenek oluşturması ve özellikle dinsel sanat olmak üzere son derece sade sanat eserlerinin olması. Dolayısıyla en azından bu alanlarda özgün bir 'Mezopotamyalı'lık kimliğinden bahsetmek mümkündür.
Kaynağı Türkiye'deki dağlarda bulunan ikiz nehirler Dicle ile Fırat arasındaki bu eşsiz verimliliğe sahip nehir vadisine Mezopotamya - iki nehir arasındaki ülke - adı ilk kez Yunanlılar tarafından verilmiştir. Dicle daha hızlı akmaktadır, daha derin ve daha zengindir, bu nedenle de Fırat'a göre sele yol açma ihtimali daha fazladır, Fırat Irak'ın tam güneyinde Dicle ile birleşene kadar daha dolambaçlı bir yol izler ve bu iki nehir Shatt al Arab adı ile Körfez'e kadar beraber akarlar (antik dönemlerde sahil hattının biraz daha kuzeyde olma ihtimali vardır). Daha genel olarak Mezopotamya terimi bu bölge ile ilişkilendirilen bütün bir uygarlığı kapsayacak anlamda kullanılmıştır; bu nedenle bu terim fiilen günümüzdeki Irak'ın sınırlarını Suriye'ye doğru aşan ve içine Türkiye ile İran'ın bazı kısımlarını da alan bir bölge için kullanılmaya başlanmıştır. Mezopotamya uygarlığının en belirleyici etkisi, günümüzdeki adlarıyla İran, Lübnan, Ürdün, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, Körfez Ülkeleri, Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan'a dek yayılan bir alana kadar hissedilebilir; Mezopotamya'nın İndus Vadisi'yle (Pakistan) de ticari bağlantıları vardı. Asıl Mezopotamya, bir zamanların güçlü iki imparatorluğuna ve Pers İmparatorluğu'nun iki eyaletine karşılık gelen iki bölgeye ayrılabilir. Kuzeydeki bölge daha sonradan adını ilk başkenti Asur'dan alan Asur'dur; güneydeki bölge ise adını en önemli şehri olan Babil'den alan Babil ülkesidir: bu ikisi arasındaki sınır günümüzdeki Bağdat'ın biraz kuzeyinde bulunur. Daha önceki Babil ülkesi iki bölgeden oluşmaktaydı: günümüz arkeologları tarafından Sümer (antik adı Şümerum'du) adı verilen güney bölgesi ve Akad adındaki kuzey bölgesi; Mezopotamya'nın başlıca antik dilleri adlarını bu bölgelerden alır: Bitişken ergatif bir dil olan ve kendisiyle bağlantılı bir dil bilinmeyen Sümerce ve Sami dil ailelerine (Arapça, İbranice, Aramca, Fenike dili, Ugaritçe'nin de içinde bulunduğu dil ailesine) dahil olan Akad dili.
Sümer ülkesinde yaklaşık olarak M.Ö. 3400 yılında yazıyı icat eden insanlar hiç kuşkusuz Sümerce konuşuyordu. Bu insanlar bölgeye başka bir yerden geldiklerini belirten bir geleneğe sahip değildirler ve arkeolojik kanıtlar tam olarak kesinleşmiş olmasa da, bu insanların erken dönemlerdeki, tarihöncesi Sümer halkının torunları olmadıklarını farzetmemiz için bir neden görünmüyor. Sümerce, yazılı bir dil olarak batı Suriye'ye kadar yayılmış ve Mezopotamya tarihi boyunca yaygın olarak kullanılmış bir kültürel dil olsa da, bu dilin anavatanı Sümer ülkesidir ve burada muhtemelen MÖ, 2000'e kadar ana dil olarak konuşulmuştur. Sümerce ile ilişkili olan başka hiçbir dil yazıya geçirilmemiştir; bu nedenle bu dilleri bilemiyoruz.
O halde Sümerliler M.Ö. 3000'den kısa süre önce güney Mezopotamya'nın ilk yüksek uygarlığının başlatıcılarıdırlar. Dilleri gündelik kullanım dili olarak kayboldukça Sümerliler, bölgedeki Sami dil ailesine ait dilleri konuşan başka halklar tarafından abzorbe edilmiştir. Babil ülkesinin kuzeyinde okunabilen en antik yazılı metinlerde antik Sami adlarına rastlanmaktadır; bu halk muhtemelen Sami dilinin kaydedilmiş en antik biçimi olan Antik Akad dilini konuşuyordu. Akad dili bu dil için kullanılan genel bir terimdir; daha sonra gelen Asur dili ve Babil dili, Akad dilinin lehçeleridir. Sadece bulunan kişisel adlardan öğrenebildiğimiz kadarıyla, diğer erken Sami dillerinden biri ancak bu dili konuşan insanlann adlarından tanıdığımız Amorite'ydi (öyle görünüyor ki Amoriteler çoğunlukla göçebe bir yaşam süren halktı); diğeri ise yakın zamanda keşfedilen, Batı Suriye'de konuşulan Ebla dilidir; Ebla dilinin Antik Akad diline çok benzeyen bir dil olduğu anlaşılıyor. Akad dili ilk kez Akad krallığı sırasında ön plana çıktı ama güneyde Sümer dili ölürken kendi bölgelerinde yavaş yavaş ön plana geçen, Asur ve Babil dilleri oldu.
Üçüncü bir etnik grup olarak Hurriler yaklaşık olarak M.Ö. 2000 yılından itibaren kuzey Mezopotamya'yı, Suriye'nin büyük kısmını ve Türkiye'nin güney-doğusunu kaplayan geniş şerit boyunca yerleşmişlerdir. Tarımla uğraşan bu insanlar kendilerine ait bir dil konuşuyorlardı ve bu dilin bilinen tek akrabası Urartuca idi. Bu halkın ne dereceye kadar kendilerine ait olarak tanımlanabilecek bir uygarlığa sahip oldukları, dinlerini ve sanatlarını komşularından alıp almadıkları hala tartışma konusudur. Tarihlerinin doruk noktası M.Ö. 1400 dolaylarında zirvesine ulaşan Mitanni'nin Hurri krallığıdır. Bir yüzyıldan fazla bir süre sonra Asur ülkesinde ve kuzeydoğu Babil'de hatırı sayılır sayıda Hurri'nin olduğu görünmektedir; ancak daha sonra genel nüfus içinde absorbe edilmiş olsalar gerek.
Mezopotamya tarihi boyunca birçok kabile ve göçebe halkın adı geçer, özellikle de yaşanılmaz Zağros Dağlarından doğuya, verimli nehir vadilerinin içlerine doğru harekete geçirilen ya da arkalarındaki diğer grupların baskısıyla Mezopotamya'ya sürülmüş diğer savaşçı gruplardır. Mezopotamya'ya girişleri - bu olaydan sorumlu olmasalar da - Akad krallığının düşüşüne ve yıkılışına denk gelen bu halka Gutianlar denirdi. Bazı kaynaklara göre, bir dizi Gutian lideri, bir Sümer Hanedanlığı nihayet kendini yeniden yapılandırana kadar güney Mezopotamya'yı hakimiyeti altına almıştır.
Kassitler'in de benzer bir öyküsü vardır; bu halkın adı ilk kez M.Ö. on sekizinci yüzyılda Suriye'de geçer ama yavaş yavaş Babil ülkesine doğru ilerlemiş ve sonuçta orayı kontrol altına almışlardır. Daha sonra Kassit krallarının bir hanedanlığı Babil ülkesini beş yüz yıl boyunca yönetmiştir. Kassitler'in kökenleriyle ilgili çok az şey, herhangi bir sınıflandırmaya tabi tutulamayan dillerindense ancak birkaç sözcük ve bazı tanrılarının adlarını biliyoruz: Politik olarak hakim konumda olmalarına rağmen hakim oldukları toprakların kültürüne oldukça az katkıda bulunmuşlardır.
Kalıcı bir kültüre, şehir kültürüne sahip olan Babil ve Asur ülkelerinden barışçıl yollarla olsun, istila yoluyla olsun, maddi yarar elde etme fırsatını değerlendirmek isteyen göçebe unsurların bu ülkelerin kültürlerine sızması kaçınılmazdı. En eski (Kralları çadırlarda yaşayan) Asurlular'ın ve eski Babilliler'in Amorite kökenli olduğunu belirten iyi kanıtlar mevcut. İkinci binyıl boyunca büyük bir dalga halinde gelen göçebe Samiler, önce sorun çıkaran istilacılar olarak, daha sonra ise tüccarlar olarak ve en nihayetinde yavaş yavaş nüfus içindeki yerleşik unsurlar olarak tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır. Bunlar, Aramlar'dı ve köken olarak belirli bir Amorite kabile klanından gelişmiş olabilirler. M.Ö. 1000'den kısa bir zaman sonra, bu halkın dili olan Aramca hem Asur ve Babil'de hem de Suriye ve (İbranice'nin de hala konuşulduğu) Filistin'de gündelik konuşma dili olarak kullanılıyordu. M.Ö. 626'da kurulan Neo-Babil İmparatorluğu'nun kökenleri Aramca konuşan bir kabileler birliği olan Keldaniler'e dayanıyor olabilir. Bu yolla Mezopotamya, tarihi boyunca, yerleşik büyük antik şehirlerin geleneksel uygarlığı ile bölgeye doğudaki dağlardan ya da, kuzey batıdaki düzlüklerden gelen çeşitli topluluklar arasında sürekli bir mücadeleye sahne olmuştur. Bu yeni etnik ve kültürel kaynaşmalar Mezopotamyalılar'ın nehir vadilerinde buldukları uzun ömürlü kültürü yeniden canlandırmada ve korumada önemli bir etken olmuştur.
Mezopotamya'nın kuzeybatısındaki büyük güç, başkenti Türkiye'nin ortasında bulunan Hattuşaş olan Hititlerdi. Kayıtlardaki en eski Hint-Avrupa dilini konuşan bu halk, Babil'in zayıf olduğu dönemde çok güçlü bir krallık haline geldi; M.Ö. yedinci yüzyılda bir Hitit kralı kendi başına Babil ülkesine saldırabiliyordu; bununla birlikte, bu krallık Mezopotamya bölgesine yayıldıktan sonra herhangi bir ciddi ilerleme kaydedemedi ve M.Ö. 1200 yılından sonra artık her adımda hesaba katılması gereken bir güç değildi. Güney batı İran' dan Babil ülkesinin doğusuna kadar olan bölgede bulunan Elam kralları da benzer bir biçimde bazı dönemlerde Babil topraklarının en iç kısımlarına seferler yapabiliyorlardı; bir keresinde Babil ulusal tanrısı Marduk'un kült heykelini alıp götürmüşlerdi. Kısa dönemler için (yaşayan herhangi bir dille ilişkisi olmayan bir dil konuşan) Elamit'ler, Babil ülkesinin bazı bölgelerini kontrol etmeyi ve hatta bu bölgeleri yönetmeyi başardılar, ve bazı kültürel aktarımların gerçekleştiği görülmektedir: Babil büyüsünün ve dininin bazı yönlerinin Elam'dan alındığı görülmektedir.
Mezopotamya Mitolojisi Sözlüğü
Tanrılar İfrider Semboller
Jeremy Black, Anthony Green
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder