Don, İç Çamaşırı
"... Onbaşı çamaşırları birer birer elden geçiriyordu:
- Bak, işte, bir karı donu daha... Evden sana çamaşırları yanlış mı çıkınladılar? Yoksa bunlar senin mi?
Kamil Bey hem utandı, hem kızdı:
- Benim! Ne olmuş?
- Böyle kısa karı donları burada hiç olmaz. Kimin kimsen gelirse unutma, erkek donu ısmarla,” (Kemal Tahir, Esir Şehrin Mahpusu, 1961).
Avrupa giyimini ister istemez izleyen şehirlilerin erkek ve kadın donları küçüle küçüle sonunda ‘slip’ haline geldi. Kibar olsun diye don yerine Fransızcadan alman külot (culotte) denmeye başlandı ki, bu sözcük Fransızca cul, Latince culus’tan gelir ve kıç demektir. Eski Türkçe ton sözcüğü Orhon yazıtlarında bulunur, tonlug elbiseli, tonsuz giyimsiz, çıplak demektir; sözcük at rengini anlattığı gibi, dervişlerin güvercin tonu’na girmesi de ünlüdür.
Ayak bileğine kadar inen ağı bol, paçaları bağcıklı veya ilik düğmeli donlar, Birinci Dünya Savaşı sırasında diz kapağının üstüne çıkmış, orta, üst sınıflar entariyle dolaşırken ayaktakımı donla dolaşmakta beis görmemiştir. Kibar sınıfın iç donu bürümcük kumaşından çintaman nakışlıdır, kadın donları baldırın yarısına kadar iner, paça ağzı dantel oyalıdır. Anadolu’da don ve iç donu sözcükleriyle birlikte tuman sözcüğü de kadın donunu anlatır. 1880’lerde yayımlanan Fransızca-Türkçe sözlüklerde culotte sözcüğünün karşılığı şalvar, potur, çakşır, don olarak verilmiştir.
İç çamaşır, don, gömlek ve çevreye yağlık denir, hamam takımları, gelinlik, tel-duvak ve sorguç satıcılarına da yağlıkçı denilirdi. Kapalıçarşı’da toplanmış olan yağlıkçı esnaf Trabzon, Şile bezleri, Kastamonu keteni, bürümcük ve basma yanında dikilmiş hazır çamaşır da satardı.
İç çamaşırın tarihi, konu sözü edilmeye değmeyecek derecede gündem dışı ve ayıp olduğundan oldukça karanlıktır. 1897’de İstanbul, Beşiktaş’a gelip II. Abdülhamid’in ayrıcalıklı mahallesinde evlere ekmek dağıtan Hagop Mintzuri mahallenin yaşamını anlatırken, “Acaba, haremlerin kafesli pencerelerinin ardında ne yaparlardı?.. Fazlaca ev işleri yoktu. Çoğu zaman giyinmezler, gecelikle vakit geçirirlerdi. Don gömlekle ev içinde gezinirler, otururlar veya uzanırlardı daha çok,” diyor. “Çocuklar namahrem bilmez, annelerinin niçin saklandığını anlamazlardı. Sokaktan ‘ekmekçi!’ diye bağırdığımızda, koşarak kapıyı ardına kadar açarlar, kadınlar dehşetle ‘ayy!’ diye bağırarak gelip kapıyı örterlerdi. Bu arada biz de onları görmüş olurduk. Ermeni, Rum veya bir Musevi evinin kapısı açıldığında içerideki kadınları giyimli görürdük. Haremler öyle olmazdı. Kadınlar ender zamanlarda giyimli görünürlerdi. Genellikle fistansız, kısa bir don gömlekle, kolları, bacakları, göğüsleri bilmem neden çıplak olurdu,” diyor (İstanbul Anılan 1897-1940) ama bu iç giyim hakkında tam bilgi edinmemize yetmiyor.
Avrupa’da iç çamaşır giymemenin uygarlık dışı, kabalık, temizlikten uzak bir davranış olarak nitelendirilmesi 1830’lardan itibarendir. Sağlık koşullarının ön planda tutulduğu ilk dönemden sonra 1880’lerden itibaren iç çamaşırın rahatlığı ve güzelliği düşünülmeye başlanmış ve kadın çamaşırında ipek kullanılmaya başlanmıştır. Fakat aynı dönem, Türkiye’de de sağlığına özenen geniş kesimlerin halen yeğlediği gibi, ‘nefes alan’ yünlü çamaşırın doktorların da önerileriyle uyumlu biçimde giyildiği dönemdir. Piyasa için iç çamaşırı üretimi kitleselleşirken 1910’da Amerika’da önü açılan don üretilmiş, 1934’de, bizdeki bebek tulumlarına benzeyen, o zamanın moda plaj kıyafetini örnek alan kadın ve erkek iç çamaşırı modelleri üretilmiştir.
Korsalar, jüponlar çıkarılırken, sütyenin yayılmasıyla iki parçalı kadın iç çamaşırı standartlaştı. Eski entari, fanilalar yerine Îngiliz-Amerikalıların Latinceden dillerine girmiş combine fiilinden türettikleri combinatiorı (bağdaşma, uyuşma, birlik) sözcüğünden adını alan kombinezon, ipek, naylon, daha sonra pamuklu kumaşıyla dünyaya yayıldı ve Fransızca biçimi combinaison’la (1895) bize de geldi.
TSE iç çamaşırı ölçüleri 7 Eylül 1970’de Resmi Gazete'de yayınlandı. Hazır giyim ve iç çamaşırı defileleri bugünkü kadar yaygın olmasa da, bu konuda da toplumsal değişim ve modaların etkisinin Cumhuriyet öncesine uzandığı görülüyor.
Fanila
Avrupalıların açık pencereyle çıplak uyumaları cereyandan, yelden korkan Anadolulular için inanılır gibi değildir. Avrupa’da 1800’lere kadar fanila giyilmezdi. Fanilanın yaygınlaşması da iç çamaşırı gibi 1830’lardan itibaren mikrop korkusunun yaygınlaşması, Victoria çağının yarattığı hava ve yeni kumaş çeşitlerinin üretiminden etkilendi. İç çamaşır patiska, pazenden yapılırken sağlık nedenleriyle yün iç çamaşırı da aynı dönemde yaygınlaştı.
Türkiye’de halk dilinde iç gömleği, içlik olarak bilinen fanila’nın İtalyanca flanella’dan Türkçeye geçtiği kabul edilmektedir. Avrupa dillerinde yünlü giyecek anlamında yaygın olan sözcüğün kökeni Galce yün anlamındaki gtckm’dan gelmektedir (bu sözcük Latince lana, Gotça unılla ile aynı, çok eski bir ortak köke bağlanmaktadır). Ancak Türkçe fanila anlamıyla standartlaşan sözcük Avrupa dillerinde farklılaşmıştır; örneğin Italyancada fanilaya gene yün dokumacılığa ilgili bir kökten maglia, Almancada ise iç gömlek anlamında Unterhemd denmektedir. Atlet fanilası ise Fransızca athlete ’den gelmektedir.
1990’Iı yılların sonlarına doğru genç kızların göbeği açık bırakacak biçimde giyinmeleri moda olunca, yünlü veya pamuklu, fanila da mecburen giyilmez olmuştur.
Pijama
“Bilsen nasıl yakışır gözlerinin rengine Eskimesin dikkat et çiçekli entarine.”
Oktay Rıfat 1932’de ölen babası Samih Rıfat için yazdığı şiirinde ona böyle sesleniyordu. Gece entarisi iki tarafı yırtmaçlı, yarısına kadar dikişsiz, açık ve geniş kollu, kol astarı da kendi kumaşından mamul üç etekli entaridir ve şehirli erkeklerin gece kıyafeti olarak uzun zaman giyilmiştir. Evde kalınan günlerde hiç üstten çıkarılmayan gece entarisinin üzerine hırka, aba hatta kürk giyip sokağa da çıkılıyordu ama II. Mahmud bu âdeti yasaklamıştı. Yaklaşık yetmiş yıl sonra meşhur ittihatçı Cemal Paşa Üsküdar Muhafızı olduğunda bu kıyafetle sokağa çıkmayı tekrar yasaklamak zorunda kalmıştı.
Avrupa’da tarikatlarda giyinik veya çıplak uyunurdu; 12. yüzyıla kadar gece kıyafetinin varlığından söz edilmez, zaten halk arasında soyunmayanın vücudunda bir noksanlığı olduğu düşünülürdü. Bu yüzyıldan itibaren gece entarisi Avrupa’da da üst sınıflardan başlayarak yaygınlaştı. 18. yüzyılda kadın erkek giyimi farklılaştı ve kadınlarınki daha dar ve bele oturur hale gelirken, erkeklerinki kısaldı ve gündüzleri alta pantolon giymek yerine İran’dan getirilen bol pantolonlar (şalvar) giyilmeye başlandı. Fransızcada 1837’depyjaamah biçimiyle görülen sözcük, pae (bacak) ve cama (elbise) sözcüklerinden oluşuyordu. Hindistan’da jamma yerli kumaş adı olduğu gibi, çeşitli sınıflardan kadınlar, Sih erkekleri ve iki cinsten de Müslümanlar tarafından halen giyilmektedir. İngilizcede ilk kez 1828’de “bütün zevki, bol paeejama ve yerli terlikleriyle puro içmek” biçiminde, 1881’de de “bütün Hindistan’da pajama olarak bilinen hafif ve bol beyaz pazen takım” diye geçer. Bu pantolonlar zaman içinde kısalan gece entarisiyle takım oluşturdu.
Özellikle ABD ’de çocuk tulumları gibi iç çamaşırlar uzun süre pijamayla mücadele etti. 1936’da pijamanın erkeklere yakışmadığını, entari giyilmesini savunan bir dernek de kurulmuştu (N. Elias, Uygarlık Süreci,s.273). Orta sınıf mahalle yaşamında gece kıyafeti ile komşular tarafından görülme ihtimalinin yüksek olması, pijamanın daha bol ve rahat gündüz kıyafeti biçimini alıp standartlaşarak yaygınlaşmasına hizmet etti.
Aka Gündüz 1940 yılında Yedigün dergisinde (bkz. Tarih ve Toplum, Sayı: 200) pijamanın Birinci Dünya Savaşı sırasında birdenbire Türkiye’ye girdiğini anlatır, Avrupa’da yaygınlaşmamış bulunan pijamanın savaş zenginlerince ve ‘zenginlik modası’nı izleyenlerce nasıl benimsenip dile düşürüldüğünü hikâye eder. Ankara’nın ilk yıllarında mebusların Ankara Palas’ta kaldığı yıllara ait bir pijama hikâyesi de vardır. Otelde iç donu ve entarilerle dolaşılmasından rahatsız olan Atatürk, mebuslara pijama diktirilmesini söyler. Akşam otele geldiğinde, mebusların pijamalarını giymiş, yemek salonunda hazır, kendisini beklediklerini görür.
Türkiye’de pijama gece entarisinin yerini almış, piknik kıyafeti de olmuştu. Ama pijamanın gecekondular, küçük yerleşimler ve kırsal kesimde yaygınlaşması tamamlanmadan eşofman ve benzerlerinin tercih edilmeye başlanmasıyla bu evre çok daha hızlı geçilmiş oldu.
Sabahlık, Gecelik
Entarinin yakası daha açık, fistolu ve süslü, farbelalı etekli ve bileklere kadar uzun kollu, düğme yerine kurdelayla bağlanır daha renkli biçimi sabahlık olarak giyilir. Kadın gece kıyafeti gittikçe pijamadan uzaklaşırken akşam ve gece giysisi uyumu ve kadınsılık daha fazla vurgulanır olmuş, gecelik ve sabahlıklar üretilmiştir. Alafranga ailelerde eskiden matine diye de adlandırılan sabahlık Fransızcada neglige, İngilizcede negligee sözcükleriyle Latince neglego (kayıtsız, dikkatsiz, ihmalci) kökünden türetilmiştir ve kadının henüz güne başlamadığını, iş yapmaya hazır olmadığını anlatan sabah kıyafetidir.
Erkeklerin robdöşambr (robe de chambre) veya robadi kamera adıyla giydikleri, Türkçe Sözlük’te Refik Halit, Yakup Kadri’den cümlelerle örnek verilen “ev içinde giyilen üstlük”, Türkiye’de çoğunluğun ancak filmlerde gördüğü bir kıyafetken, Osmanlının son döneminden 1970’li yıllara kadar uzanan sürede orta sınıftan insanların günlük yaşam tasarımları hakkında da fikir vermektedir. 1980’li yıllarda daha elitist kesimlerde moda olan kimono ise Japon giysisidir ve Fransızcada 1603 yılından itibaren kullanılmaktadır.
Sabahlık veya gecelik, iç çamaşır ve kombinezon modelleri gibi, niyete göre, örneğin ‘baby-doll’ olarak, renk ve biçimiyle çeşitlendi.
Sütyen
Her şey Mary Phelps Jacobs’un 1913’te yeni aldığı elbiseyle korsası uymadığı için Fransız hizmetçisi Marie ile diktiği ilk sütyenle (biz yanlışa uyarak sütyen diyoruz, resmi imlası ‘sutyen’dir) başladı. Jacobs birkaç arkadaşına yeni icadından hediye etmişti ki, aldığı bir mektupla kendisinden patent hakkı istendi. Kasım 1914’de patent alan Jacobs elde birkaç yüz sütyen üretti. Pazarlama sorunlarını aşamayan Jacobs patentini 1500 dolara Warner Kardeşler Korsa Şirketi’ne sattı.
Korsalar 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa kadınının gündelik giysisi olmuştu. 18. yüzyıldan itibaren darlaşmaya başlayan kadın elbiseleri ile birlikte giyilmeye başlanan korsalar 18. yüzyılın sonlarında ince uzun, dar belli, bedeni saran yünlü pamuklu elbiselerle bir dönem terk edilse de, jüponlar, büzgülü etekler ve kamı ve mideyi saran korsalar yüzyılda tekrar kullanıma girdi. Bu dönemde ilk kez memeleri alttan iten veya bastıran korsalar yerine üst kısmı çanak biçiminde taşıyıcı
korsaların üretimi başladı. Aslında bu dönemde Fransa’da da, ABD’de de korsanın ayrı bir parçası olarak çeşitli sütyen biçimleri geliştirilmişti. ABD ’de 1840’lardan beri çeşitli patentler alınmış, Fransa’da korsa yapımcısı Flerminie Cadolle 1898’de bugünkü biçimin atası olan sütyeni üretmişti.
Fransızcada 1904’de ilk kez kullanılan soutieri'gorge sözcüğü de tutmak, destek olmak, taşımak anlamında sustinere sözcüğünden türetilmişti. Kadın özgürlük hareketlerinin gelişimi, sağlık endişelerinin giyimde dikkate alınmaya başlaması ve Birinci Dünya Savaşı’nda kadınların çalışmak zorunda kalmasıyla, korsa ortadan kalkmaya başlarken, korsadan ayrı, daha hafif ve pratik üstlükler üretilir olmuştu. 1920’lerden itibaren kadını savaş döneminin erkek çocuk görüntüsünden çıkaran, göğsü belirginleştirip beli darlaştıran giyim moda oldu. Bu tarzla birlikte sütyen kadınların modadan etkilenmeyen temel giyimi olacak kadar yaygınlaştı.
1920’lerde elastik kumaşların kullanımı, 1928’de ilk fabrikasyon üretim ve 1930’larda askısız sütyenler ve standart ölçüler başladı. 1950’lerin Hollywood filmleri sütyenlerin dünyaya yayılmasında etkili oldu. Madonna’nın büstiyer modasında ne kadar etkin olduğunu anımsayanlar, sütyenin yayılmasında Hollyvvood yıldızlarının etkisini teslim edeceklerdir. 1968 öğrenci hareketi sırasında sütyenler yakılsa da, üreticisi “zaman benden yana” diyordu.
Türkiye’ye sütyenler 1960’lı yıllardan itibaren Avrupa’da çalışan işçiler tarafından getirildi ve önce İstanbul ve Ankara’daki Amerikan pazarlarında satıldı. İthali yasak olduğu için sütyenler ülkeye kaçak sokuluyordu. Eski cumhurbaşkanlarından birinin devlet memuruyken bir görevle gittiği Avrupa’dan dönerken eşine aldığı çamaşırları gümrükten geçirebilmek için içine giydiği bilinmektedir. İlk Alman ürünlerinden sonra 1970’li yıllarda Amerikan patentiyle üretim başlamış, 1979-80’de ‘çeyizlik sütyen’ üretimine girişilmiştir. Sütyen ithalatı ise 1980’den sonra başladı. 1989’da ithalat rejimi düzenlemeleri sırasında bayan iç giyiminde gümrük oranları % 20’den 10’a düşürüldü. Ve iç giyim sanayi geliştikçe sütyen üretimi de gelişip çeşitlendi. The Sütyen (1993) kitabının yazarı Cüneyt Ayral, gene de sütyen kullanıcılarının genç nüfusla birlikte arttığını söylemektedir.
Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder