8 Kasım 2022 Salı

Antik Mezopotamya

 


MİTOLOJİ VE EFSANELER


Antik Mezopotamya'nın mitleri ve efsaneleri son derece zengin bir malzeme koleksiyonu oluşturur. Bunlardan bazıları Sümerce‘de ve bazıları Akad dilinde korunmuşlardır; en erken tarihli metin M.Ö. 2500'e, en geçiyse M.Ö. birinci yüzyıla aittir. Kayıtlarının bu kadar geniş bir tarih dilimine yayılmasından da tahmin edilebileceği gibi, bu malzeme oldukça fazla çeşitlilik gösterir; dolayısıyla birçok durumda bir öykünün farklı bölgelerde ve farklı dönemlerde ele alınmasından kaynaklanan birçok değişik versiyonu bulunmakta ve bu öykülerden bazıları diğer versiyonlarıyla çelişmektedir. Bazı mitler tarihsel dönemlerde yaratılmışlar; bazıları ise kesin tarihi belirlenemeyen çok eski bir dönemde yaratılmışlardır. Şüphesiz bunlar farklı biçimlerde ve farklı durumlarda ağızdan ağıza yayılmışlardır; bununla birlikte, bu mitlerin günümüze ulaşan tek biçimi doğal olarak yazılı biçimdir. Yazılı biçimde günümüze kadar korunan her mitin ya da efsanenin özel bir tarihsel çevrede yaratılmış ve özel bir edebi amaca hizmet etme niteliği taşıyan bir edebiyat eserinin (belki de parçalar halinde) bir bölümü olarak korunduğunu unutmamak gerekir. Böylelikle bu mitler Yunan trajedi yazarlarının yarattığı Yunan mitlerinin kullanımlarıyla karşılaştırılabilir ve ikisinde de aynı garip tiplerin kullanıldığı görülebilir. Homojen bir sistemden söz edilemez ve en genel anlamıyla ele alınmadıkça Mezopotamya mitinin karakteristik özelliğinden bahsetmek anlamsızdır. Mit, efsane ve tarih arasındaki ayrım elbette modern bir ayrımdır.


Belirtilmesi gereken özel bir sorun da mitlerin günümüze ulaşan edebi versiyonlarıyla, mitsel temaların Mezopotamya güzel sanatlarındaki birçok arma ve ikonlarda kullanılan grafik versiyonları arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. Bu, antik sanat eserlerinin yorumlanmasında karşılaşılan büyük zorluğun kaynağını oluşturur. Bu farklılıklar Mezopotamya mirasının olağanüstü zenginliğini ortaya koyar çünkü sanatta kullanılan birçok mitsel temanın, henüz yazılı uyarlaması. keşfedilmemiş anlatılara gönderme yaptığını açığa çıkarır.



İncelenen ve derlenen mitler ve efsanelerle ilgili Akad eserlerinin çoğunun bugün İngilizce çevirileri vardır ancak birçok Sümer sanat eseri ya sadece yabancı dillerde yapılan derlemelerde ve (kolayca bulunması mümkün olmayan) doktora tezlerinde bulunmakta ya da henüz basılmamış durumdadır. Ayrıca, bunların dışında da henüz okunamamış ya da incelenememiş pek çok eser vardır.



İncil'e duyulan ilgi, genel olarak Antik Yakın Doğu üzerine araştırma yapmak için önemli bir itki oluşturmuştur. İncil'in yazıldığı dil olan İbranice, Aramca ve Yunanca dillerinde hatırı sayılır uzunlukta bir dönem boyunca yazılmış olan kapsamlı düz yazı ve şiir koleksiyonu, Mezopotamya'nınkine yabancı bir dünyanın ürünüdür ancak bu dünyada Mezopotamya toplumunun inançlarının ve tarihinin yankılarını bulmak mümkündür. Bu, bütün Yakın Doğu'da bulunan birçok sözlü geleneğin birbirini etkilemesi gibi karmaşık bir sorunu gündeme getirir. Mezopotamya'da aynı konularda çok daha eski dönemlere ait yazı örneklerinin varlığı görülmektedir. Ama bu, bizim daha sonra ortaya çıkan bütün benzer konuların kökeninin Mezopotamya olduğu sonucunu çıkartmamızı gerektirmez.


SANAT VE İKONOGRAFİ


Antik Mezopotamya dinsel sanatındaki öğeleri yorumlamanın zorluğu, (Mısır ve Klasik sanatın incelenmesinde son derece faydalı olan) kaynağından açıklamaların son derece nadir bulunmasından ve bulunan açıklamaların da son derece kapalı açıklamalar olmasından kaynaklanır. Belirteceğimiz örnekler bu noktayı aydınlatmamızı sağlayabilir. Babil kudurru-taşlarında (kralların toprak tahsisatlarının' kayıtlı olduğu taşlarda) gösterilen tanrı simgelerinin yanında simgelenen ilahları tanımlayan açıklamalara çok az rastlanır. Bu taşların bütün bilinen örnekleri Babil ülkesi yağma edildiğinde alınıp ve Elam Şehri Susa'ya getirilmiştir; açıklamalar muhtemelen Elamlar için eklenmiştir. Asur ve Babil ülkelerinde bulunan doğa üstü varlıkların heykelcikleri üzerinde bazen söz konusu yaratığın (örneğin Huwawa, Lamaştu veya Pazuzu'da olduğu gibi) adlarının da bulunduğu dualar yazılıdır. Neo-Asur Dönemi'nde, faydalı yaratıkların kil heykelcikleri üzerinde büyülü olduğuna inanılan yazılar da bulunur. Bunlarda doğrudan yaratıkların adları verilmez fakat heykelciklerin nasıl yapıldığını, her bir yaratık üzerine yazılacak yazıyı, bu yaratıkların konulacağı ya da bina içinde gömüleceği yerleri açıklayan talimatları içeren ayin metinlerinde bu yaratıkların adları geçer. Öte yandan, Asur krallarının (ya da ender olarak Asur yöneticilerinin) özel olaylar anısına yaptırdığı küçük heykellerde ve kaya kabartmalarda, bazen yazıtlarda anlatılan tanrılarla çizilen simgeler arasında hem sayı hem de düzen bakımından tam bir uyum olduğu gözlenir. Bununla birlikte bu, sık rastlanan bir durum değildir. Dahası, kudurrularda, ana metinde adı lanetler içinde geçen tanrıların taş üzerinde hiçbir simgeleri bulunmamaktadır.




Bazen metinde betimlenen ve adlandırılmış doğa üstü varlıklar, bunları günümüze kadar ulaşan sanatla ilişkilendirmemizi mümkün kılacak biçimde tasvir edilmişlerdir. Yine örneğin büyülü heykelciklerin yerleştirilmesi ile ilgili Neo-Asur törenleri bu heykelciklerin çizimi elimizde olmasa da kolaylıkla tanımlanabilecek yaratık türlerine gönderme yapar. Buha 'sağ ellerinde bir "arındırıcı" (mullilu) ve sol ellerinde bir kova (banolud­ du) taşıyan kuş yüzlü ve kanatlı' Bilgeler (apkallu) ya da 'balık derisinden pelerin kuşanmış' başka bir dizi Bilge örnek olarak verilebilir. Benzer biçimde, bir kudurro taşı üzerindeki yazılardan biri net terimlerle tanrıların simgelerine (bu tanrılar kudurro taşı üzerine işlenmiş olmasa da) gönderme yapar: "... gökyüzünün kralı Anu'nun oturduğu yer ve boynuzlu tacı; toprakların efendisi EnliI'in yürüyen kuşu; bir koçun başı ve keçi-balık, büyük Ea'nın tapınağı; ... Sin'in orağı, su yılanı ve geniş kayığı; büyük hakim Şamaş'ın ışık saçan diski, İştar'ın yıldız simgesi; Anu'nun oğlu Adad'ın vahşi genç boğası. .. " vb. Diğer taraftan sanatsal yapıtların yazılı tasvirlerinde ve edebiyat yapıtlarında doğa üstü varlıkların tasvirleri sanatsal örneklerle karşılaştırıldığında fazla alışılmadık, fazla edebi ya da fazla belirsiz kalabilir.


Gliptik sanat (antik Yakın Doğu'da bu terim küçük mühürlerin işlenmesi ya da kesilmesi zanaatını ifade ederdi) figürlerin ve motiflerin birleştirilmesi de dahil olmak üzere, her dönemin dinsel sanatındaki en muhteşem ayrıntıları sunar. Mühürler üzerine kazınmış minyatür ya da (mühürleme için) ters efrizler bulunur; tanrılar, bu tanrılara tapanlar, simgeler ve diğer motifler genellikle arma biçiminde ya da mitolojik bir sahneyi gösterecek biçimde düzenlenmiş halde bulunur. Mühürlerin üzerinde (genellikle ters taraflarında da) çoğunlukla yazılar bulunur; bu yazılar belli ilahların adlarını (bir insanın adının bir bölümünde kullanılmış olarak, mührün sahibinin kişisel tanrısının adı olarak ya da bir büyü duasının içinde) verebilir. Bazen adı verilen ilah ile resmedilen ilahın temsili birbiriyle örtüşür. Ancak genellikle birbirleriyle örtüşmezler. Bazı akademisyenler tek tek mühürlerde resmedilen tanrıların adı geçen tanrılarla aynı olmayabileceğine dikkat çekerler, ancak yine de verili bir dönem boyunca yapılan genellikle mühürlerde genel olarak en fazla resmedilen tanrılar ile adları en çok geçen tanrılar arasında kaba bir ilişki vardır. Bununla birlikte şu ana kadar ileri sürülen belirlemeler pek çok açıdan kanıtlanamaz durumdadırlar. Bazı tanrıların adının geçmesinin nedeni bazen resmi çizilen tanrıya bir alternatif olarak sunulması olabilir; öte yandan bazı tanrılar da resimdeki biçimlerinden çok kişilikleri ve yaptıkları ile tanınması da bunun nedeni olabilir.


Mühürlerdeki resimlerle (özellikle Akad dönemine ait mühürlerdeki resimlerle), daha sonraki dönemlerdeki mitoloji arasında bir bağlantı kurmak (resimlerin, belki de önceden sözlü olarak anlatılıp, daha sonradan yazıya geçirilen hikayelerin daha önceki biçimlerini yansıttığı varsayımına dayanmak), çok kullanılan bir yöntemdir. Bu fikir kendi içinde çok tutarsız olmasa da bu fikrin, özdeşleştirme sorununa uygulanabilirliği tartışılırdır çünkü resim ve edebiyat arasında kurulan ilişki kesin olmaktan uzaktır. Bu nedenle bazıları, adı geçen tanrıların ve yaratıkların sanattaki öğelere bire bir tekabül ettiği savını reddeder ve bu yüzden sanatta kullanılan figürler repertuarının edebiyattaki tanrılar, ifritler ve kahramanlarla daha çok, genel bir bağlantısı olduğunu savunurlar. Bununla birlikte, bu görüş sanatta işlenen konuların çok yüzeysel ve öznel olarak incelenmesini beraberinde getirdi. Yazılı kaynaklardan çıkarabildiğimiz özdeşlikler, zaman içinde gelişmiş ve anlamlarını değiştirmiş olma ihtimalleri olsa da, sanattaki figürlerin ve motiflerin belirli tanrıları, varlıkları ve iyi-bilinen simgesel nesneleri anlatmayı amaçladığını söyleyebilmemiz için yeterli kanıt oluşturur.



Mezopotamya sanatında özel adlar verilmiş tanrıların ve ifritlerin tanımlanması, doğal olarak mitolojik hikayeleri anlamamıza yardımcı olurlar.


DÖNEMLER


Yazı Geç Uruk Dönemi'nin sonuna doğru bulunmuştur; bu dönem, adını, yapılan kazılarda pek çok anıtsal mimari eserlerin açığa çıkarıldığı güney Sümer'deki önemli Uruk şehrinden almıştır. (Uruk aslında Sümer'deki Unug şehrine daha sonradan Akadlar'ca verilen bir addır). Daha sonraki, bağımsız ve birbirleriyle savaşan Sümer Şehir Devletleri, Erken Hanedanlık Dönemi olarak gruplandırılabilir. Bu, şu ana kadar okunabilen en eski edebi ve dini metinlerin yazılmış olduğu dönemdir (örneğin Sümer kenti Şuruppag'a ait, içinde 500'den fazla tanrı ve tanrıçanın adının geçtiği büyük listeler) bu nedenle, bir ilahın adı ya da o ilahın kültü Erken Hanedanlık Dönemi'ne kadar uzanıyorsa, bu ilahın adı ya da kültünün pratikte yazılı tarihin başına kadar uzandığı anlamına gelir. Bu ilk dönemler için kesin bir tarih vermek zordur fakat Erken Hanedanlık Dönemi'nin (bu dönem bazen arkeolojik amaçlar gözetilerek alt dönemlere ayrılır) bitiş tarihi olarak ilk büyük krallıkların başladığı M.Ö. 2390 tarihi kabul edilir. Dört büyük Mezopotamya krallığı birbirini takip eder. Fakat bunlardan birincisi, yöneticilerinin yaptığı büyük fetihlerle diğerlerinden ayrılır. Bu krallığın merkezi, Sami dillerinden birinin konuşulduğu bir Kuzey Babil şehriydi. Henüz kurulmamış olan Agade şehri adını, başkenti olduğu bölgeye (Akad), bu bölgenin diline ve bu bölgede kurulan krallığa vermiştir. Bu dönem bazen, Sargon (Şarrumkin krallığının kurucusunun adının İncil'de geçen biçimi) nedeniyle, Sargonik Dönem olarak anılmıştır. Gutiler krallığın çökmesinden faydalandılar; ne kadar sürdüğü tam olarak belli olmayan bu Gutiler dönemi, bu tarihte Gutiler'in (Sümer şehir devleti Lagaş bağımsız kalabilmiş gibi görünse de) en azından Sümer ve Akad bölgelerini kontrol altında tuttuklarının bir göstergesidir. Merkezi o dönem henüz önemsiz bir Akad şehri olan Babil'deki beşinci krallığın yıldızının sonraki yükselişine rağmen, Sümer Kültürü'nün doruk noktasını, Üçüncü Ur (güney Sümer'de bir şehir) Hanedanlığındaki, ondan sonra da Isin ve Larsa'daki (birbirleriyle kısmen çağdaştırlar) büyük Sümer krallıkları oluşturur. Hammurabi'nin de aralarında bulunduğu (şu anda tercih edilen kronolojiye göre M.Ö. 1848-1806 yılları arasında hüküm sürmüştür) Eski Babil (veya İlk Babil Hanedanlığı) kralları bazen resmi bildirilerini Akad dili veya Sümer dili gibi farklı dillerde yapmışlardır, fakat yaşayan bir dil ve kültür olarak Sümerce artık pek fazla kullanılmamaktadır. Kuzey Mezopotamya'daki Aşşur şehri, Hurri'lerin ağırlıklı olduğu bir bölgedeki küçük bir şehir devleti olarak M.Ö. 14.yy'a kadar varlığını sürdürdü. Şamşi Adad (M.Ö. 1869-1837) ve oğlunun döneminde çok büyük bir alana yayılan 'Eski Asur' krallığının ortaya çıkıp Suriye'den fırtına gibi gelip geçtiği ve sonradan da kayıplara karıştığı kısa dönem ise bir istisna teşkil etmektedir. Güneydeki Eski Babil Krallığı'nın yıkılma süreci Kassitler'in bölgeye gelmesiyle hızlanmıştır; Kassitler'in Babil'i uzun süre kendi başkentlerinden, Dur-Kurigal­zu'dan yönettikleri döneme Orta Babil dönemi denir ve Kuzey Mezopotamya'daki bir Orta Asur dönemiyle eş zamanlı görülür. Ard arda başkent olan Aşşur'da, Kalhu'da (bugünkü Nemrut), Dur-Şarken'da (bugünkü Kharsabad) ve Ninea'da hüküm süren, II. Sargan, Sennecherib, Esarhedden ve Asurbanipal gibi ünlü Asur krallarının damgasını vurduğu altın çağ, M.Ö. 626'da kurulan Neo-Babil İmparatorluğu'nun hayatına ancak başladığı zaman olan M.Ö. 612'de Nineveh'in düşmesiyle son bulmuş olsa da, Neo-Asur ve Neo-Babil dönemlerinin başlangıç tarihi olarak M.Ö. 1000 alınır. Sahip olduğu topraklar II. Nebuchadnazzar (M.Ö. 605-562 tarihleri arasında hüküm sürmüştür) döneminde en geniş boyutlarına ulaşan Neo­ Babil Hanedanlığı, M.Ö. 539'a kadar hüküm sürmüştür. Mezopotamya tarihinde çok önemli bir tarih olan Babil'in, Med ve Pers kralı Cyrus tarafından ele geçirilmesi, Mezopotamya'nın tümünün kendi sınırları dışından yönetilen bir imparatorluğun parçası haline gelmesinin tarihidir. Böylelikle dünya imparatorlukları dönemi başlamıştır. Pers veya Achaemid imparatorluğu (adını Cyrus ailesinin geldiği kavimden alır) M.Ö. 331 yılında Büyük İskender tarafından ortadan kaldırılmıştır: Bunu izleyen Helenistik döneme, Mezopotamya, İran, Suriye ve Türkiye'nin de yarısının kontrolünü de geçiren İskender'in generalinin başlattığı hanedanlığa atfen Seleucid adı verilir. Bu generalin oğlu M.Ö. 274'de Dicle'de Seleucia'yı kurmuştur. İran halkı olan Partlar, M.Ö. 126'dan itibaren Mezopotamya'yı fiilen tahakküm altına almışlar ve hanedanlıkları bir başka büyük İran hanedanlığı Sasaniler tarafından M.S. 227'de yok edilene kadar Mezopotamya'yı yönetmişlerdir. Akad dilinde çivi yazısıyla yazılan metinlerin - astronomi araştırmalarının - tarihi M.Ö. birinci yüzyılın sonları olarak saptanmıştır; bu dönemde Antik Mezopotamya kültürüyle bağlantısını kopartmamış ve onların dillerini anlayabilen ve yazdıklarını okuyabilen insanların -iyi eğitim almış entelektüellerin- sayısının bir avuçtan fazla olması olası değildir. Üç bin yıllık Mezopotamya edebi geleneğinin ortadan kalktığı tarih olarak Hıristiyan döneminin başlangıcı gösterilir; bu elbette yaklaşık bir tarihtir. 



Mezopotamya Mitolojisi Sözlüğü Tanrılar İfrider Semboller


Jeremy Black, Anthony Green


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak