11 Kasım 2022 Cuma

Türk Soylu Halklarda Dünya Tasavvuru-4

 Dünyanın Katmanları


Altay halklarının inanç tasavvurlarını oluşturan efsaneleri arasında, evreni oluşturan gökyüzü, yeryüzü ve yeraltı dışında, göğün katmanlardan oluştuğu fikri de yer alır. Özellikle efsanelerde, bazen üç, bazen yedi, bazen de dokuz katlı gökyüzünden bahsedilirken, şamanların göğe yolculuk ettikleri ayinlerde gökyüzünün yedi ve dokuz katlı olduğu varsayılır. Anohin’in belirttiğine göre Altay şamanları, ay ve güneşin üzerinde yaşayan baş Tanrının yanına ulaşabilmek için, bazı bölgelerde yedi, bazı bölgelerde ise dokuz “engeli” (pudak) aşmak zorundadırlar; bu engeller, anlaşılacağı üzere göğün katlarını ifade eder. Anohin’e göre bu yolculukta bir şaman en fazla beşinci “kata” ulaşabilir ki, orası da Kutup yıldızıdır.


Bir Altay büyücüsünün göğe olan yolculuğu anlatan bir elyazması eser, takriben 1840 yılından beri bölgedeki misyonda muhafaza edilmekte olup, Werbitsky ve Radloff çalışmalarında bu kaynaktan oldukça yararlanmışlardır. Bu elyazmasına göre, ayin için öncelikle özel bir çadır tahsis edilerek, çadırın kapısı doğuya dönük, çadırın ortasına bir kayın ağacı konarak, ağacın yeşil yapraklı tepesi çatıdaki bacadan dışarı çıkartılır. Kayının dalları kesilmiş gövdesine, basamak şeklinde dokuz derin çentik açılır, yapraklı üst kısmına da bayrağa benzer bir bez asılır. Açılan dokuz çentik (yâni basamak), şamanın göğe yapacağı yolculuk esnasında geçmek zorunda olduğu gökyüzünün dokuz katını temsil eder. Şaman, ayağını ilk basamağa koyduğunda, göğün ilk katına ulaşarak, bu şekilde daha da yükseklere çıkar.


Şamanların göğe yolculuk ayini için Buryatlar da tıpkı Altaylılar gibi özel bir çadır tahsis ederler ve içine kökleri ile sökülmüş bir kayın ağacı yerleştirirler. Ağacın kökleri toprağa gömülü, üst tarafı bacadan dışarı çıkartılır. Şamanın, üzerinde çadırın çatısına kadar yükseldiği bu ağaç, ayin sonrası yerinden sökülmeyip, olduğu yerde bırakılır. Kaynağımız, Buryatların kayın ağacı üzerine çentik açıp açmadıkları belirtmiyor.

Yakutlarda, dokuz çentikli ağaç kurban törenlerinde görülür. Kurban edilecek hayvan, şaman göğe çıkıp baş Tanrı “Ai-tajon” un yanına vardığı sırada ağaca bağlanır. Yakutlar, bu kutsal direği çadıra değil, açık alana dikerler.


Krotkov, İliskoi ve Tarbagatay havalisinde yaşayan ve Tunguzlarla akraba olan Sibo kabilesinin şaman ayinini anlatırken, Siboların ayin esnasında üzerinde basamaklar oyulu büyük bir ağaç kullandıklarından bahisle, bu basamakların göğün katlarını temsil ettiklerini ve şamanın bunlara basarak göğe yükseldiğini ve her büyücünün evinde, dokuz basamaklı daha küçük bir ağaç bulunduğunu anlatır.

Ostyakların törenlerinde kullandıkları buna tekabül eden direklerde yedi çentik bulunur. Çingala’daki şehir direği için de bu geçerlidir. Direğin üzerinde bu çentikler görünmemekle birlikte, dualarında şöyle seslenilir: ”eyy ulu kişi, babam, sen ki yedi çentiklisin, altı çentikli yüce bir kişisin. Seni “demir sütun babamızın” kutsal ağacının dibine, baş eti ile doldurduğumuz çanağa, göğüs eti ile doldurduğumuz çanağa çağırıyoruz”. Bu duada Gök Tanrı ile, direk arasında yakın bir bağ kuruludur. Duada geçen “altı çentikli” sözü ise, sadece orijinal dildeki şiiriyet için katılmış bir sözdür. Kayda geçirilmiş bir başka duada ise, Gök Tanrı sütunda “säŋke (ışık)” ismi ile çağırılır. “Yedi çentikli yüce kişi, säŋke, babam, üç tarafı koruyan kişi, babam, “Demir sütun adam” babamızın masum toprağına, kutsal toprağına ve onun dikmiş olduğu kutsal ağacımızın dibine, kurbanımın kanını sunuyorum“


Bu dualarda geçen “yedi çentikli” tanımlaması, bu sütunların yedi çentikli olarak tasavvur edilmiş olduklarına delâlet eder. Göründüğü kadarıyla Ostyaklarda, bu direkler gerçekten yedi çentiklidirler. Meselâ, Salym nehrinin yukarı mecralarında buz tutmuş bir gölün üzerinde bir kulaç kadar yükseklikte ladin ağacından bir direk dikmişlerdir. Bu direk, “Barşen gölünün yaşlı kişisi” adını taşıyan bir ruh için dikilmiş ve üzerine bıçakla “yedi yerine, yedi çentik” atılmış, direğin üst ucuna renkli bir bez bağlanıp, kenarına da sunulan yiyecekler bırakılmıştır. Dua ve tören esnasında kurban edilecek hayvan bu sütuna bağlanır. Hayvanın kesilmesi esnasında sıçrayan kan, direğin ucuna erişmelidir.


Yedi çentikli kutsal direk motifi, Samoyed ve Yenisey kabilelerinin kurban törenlerinde de önemli bir yer işgâl eder. Lehtisalo, bir zamanlar Tas ve Pur nehirlerinin denize döküldüğü yerlerde yaşayan, ancak şu anda soyu tükenmiş olan bir Samoyed kabilesine ait bir ibadet yerinde ucunda daha önce sözü edilen kuş figürü bulunan yedi çentikli bir direkten bahsederken, Schitkov ise, Jamalin yarımadasında aynı şekilde bu tip direkler bulunduğunu anlatır. Yeniseyler arasında artık hemen hemen hiç kullanılmamakla beraber, Krasnoyarsk müzesinde bizzat, takriben iki kulaç yüksekliğinde bu tip direkler görmüştüm ve bu direklerin yedi yerine, derin çentik açılmıştı.


Bu “çentikli direk” fikrinin birbirinden ayrı yaşayan halkların her birinin kendi tasavvuru olduğunu düşündürecek herhangi bir sebep görülmemektedir. Karjalainen, Ostyaklarda bu direklerin sadece belirli bir bölgede -ve özellikle de yabancı tesirlere açık olan bölgede-görüldüklerini belirtmesi, dolayısıyla bu direkleri araştırma sonuçlarıyla mukayese ederek değerlendirmeyi gerekli kılmakta, ancak, Ugurlar, Samoyedler ve Yeniseylerin bu çentikleri gök basamakları olarak tasavvur edip, etmedikleri bilinmemektedir. Vogul inanışlarında “göğe yedi basamaklı, gümüş kaplı merdivenle çıkıldığı” inancı belki de buna işaret etmektedir. Yukarıda mezkur halklar, Altay Tatarları, Buryatlar ve Yakutlar’da görüldüğü gibi, bu direklerin dibinde Gök Tanrıya kurban vermişlerdir. Bu yedi çentik, Güney-Batı Sibirya’da göğün katlarını ifade etmekte olup, “yedi kat gökyüzü” tasavvuru da zaten bu bölgede oldukça yaygın bir inançtır. Günümüzde Lebed Tatarları arasında hâlen görüldüğü gibi, Altay Tatarları da göğü “Yedi kat” olarak düşünmüş olsa gerektir, zira “Dokuz katlı gökyüzü” düşüncesi daha sonraki zamanlarda ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Altay bölgesinin bazı yerlerinde zaman zaman 12, 16, hâtta 17 katlı gökten de bahsedilir. Teleütlerin önünde şamanın büyü ayinlerini yaptığı tören ağacında onaltı çentik, yâni 16 basamak vardır ve bunlar 16 gök katına tekabül etmektedir. Konu hakkındaki araştırmalarında Verbitskiy, Altay bölgesinde yeryüzü üzerinde 33 gök dairesi (katı) tasavvurundan bahsederken, Katanov da aynı sayıyı Soyoteler arasında duymuş olduğunu belirtir.


Bazı Orta Asya halkları arasında şamanın göğe yükselişi için kullandığı çadır, muhtemelen gök çadırını temsil etmektedir. Her ikisinin de bacası bulunur. Ostyak efsanelerinde, “altın bacalı gök evi” veya göğün katlarına karşılık gelen “yedi bacalı Gök Tanrı” dan bahsedilir ki, burada, Gök ve Gök Tanrı aynı anlamda kullanılmaktadır. Altay inanışlarında da, şamanların göğe yolculuklarında bir gök katından diğerine geçerken kullandıkları baca (veya aralık) sayısı gök katları ile eşittir. Araştırmacı Bogoras, Çukçeler’in gökteki bir açıklık (aralık) kanalıyla bir dünyadan, bir diğerine geçildiğine ve bu açıklığın da Kutup yıldızında olduğuna inandıklarını belirtirken, Çukçelerin dünya tasavvurlarının “üst üste duran birden fazla dünya olduğuna ve bu dünyaların da Kutup yıldızındaki bir açıklık (aralık) vasıtasıyla birbirine bağlandığına” inandıklarını yazar. Şamanlar ve ruhlar, bir dünyadan diğerine yolculukları esnasında bu açıklığı (aralık) kullanırlar. Bazı destanlarda da kahramanlar bir kartalın veya “fırtına kuşunun” sırtına binerek, bu aralıklardan öte tarafa geçerler. İlginç bir şekilde bu “gökteki aralık” tasavvuruna karşılık gelen fikrin, okyanusun diğer tarafında da rastlanmasıdır. Aleksander’in naklettiğine göre Karaayak Kızılderililerin inanışlarında; “Sabit duran yıldızın (Kutup yıldızı)” diğer yıldızlara göre farkı, hareketsiz olmaları ve diğer yıldızların onun etrafında dönmesidir. Bu yıldız, gökyüzündeki bir açıklık (aralık), Soatsaki (Karaayak efsanelerinde geçen bir yaratık) bu aralıktan göğe çekilmiş sonra da tekrar yeryüzüne geri gönderilmiştir“ Bu özel durumu (sabitliği) sebebiyle Kutup yıldızı, bu bakımdan da özel anlam kazanmıştır. Altay halkları çeşitli gök katları arasındaki geçiş yolunu, muhtemelen Çukçeler gibi tasavvur etmekteydiler. Anohin’in belirttiğine göre göğün en üst katına çıkış, Kutup yıldızı yoluyla olup, bütün bu katlara dik olarak yerleştirilmiş bir merdivenle çıkılabilir olması sebebiyle, bu aralıklar aynı hizada üst üste olarak tasavvur edilmektedir. Buryatlar, şamanlara göğe çıkış kapısını açmaları sebebiyle bu merdivene “Tanrı Kapısı”(udeṧi-burkhan) adı vermişlerdir.


Altay halklarının efsanelerinde aynı şekilde yeraltına inen bir başka aralığa “yeryüzünün bacası” olduğu ve bu aralığın dünyanın merkezinde olduğuna inanılır. Orta Asya efsanelerine göre bu aralık, Kuzeyde yer almakla, bu aralığın, göğün merkezinde yer alan aralığın yeryüzündeki karşılığı olduğu sonucu çıkartılabilir. Daha eski Asya kültürlerinde de buna benzer tasavvurlara rastlanır ki, Hind destanı Satpathabrahmana’da (8. Bölüm 7, 3, 19) yazılanlar bunu göstermektedir. “Bu dünyalara tabii ki bazı delikler (aralıklar) açılmıştır, bu dünyalar; “durgunluk/sükûnet yeri”, yeryüzü ve “hareket yeri”de gökyüzüdür. Yeryüzüne “durgunluk yeri” adı verilmesi, gökyüzünün aksine hareketsiz oluşudur. Daha önce bahsi geçen Hind Rig Veda metinlerine yapılan atıfta belirtildiği üzere yeryüzü ve gökyüzünün ortasındaki açıklık fikri, (alıntı yapılan bölümde) bir ucu yeryüzünde, bir ucu gökyüzünde olan “dünya direği” bir araba dingili ile kıyaslanmakta idi. Eflatun’un Devlet’inde de benzer biçimde (10. Bölüm, 614), özel bir bölgeden bahsedilir. Burada, yeryüzünde yanyana iki delik vardır ve bunlar gibi iki tane de yukarıda gökyüzünde bulunmakta, bu deliklerden ruhlar geçmektedir. Ön Asya kültürü halkları arasında da yer altına “dünyanın göbek deliğinde” bulunan aralıktan geçildiği gibi, aynı yerde yine göğe çıkan basamaklar bulunduğuna inanılır. Meselâ, Filistindeki Bethel, aynı zamanda hem “dünyanın göbek deliği” hem de “gök kapısı” olarak addedilmektedir.

Altay halkları ve Önasya kültürü halklarının ilkel inanç tasavvurlarında bu kadar çok ortak unsurun bulunması kolay açıklanabilir bir şey olmadığı gibi, “gökyüzü katları” için de aynı durum söz konusudur. Her ne kadar Kuzeydoğu Sibirya’nın ücra köşelerinde yaşayan Çukçeler veya bazı Kızılderili kabile efsanelerinde çok katlı gökyüzünden bahsediliyorsa da, Altay halklarının Güneyden gelen kültür akımları ile temas etmeden önce de çok katmanlı bir gökyüzü tasavvuruna sahip olup olmadıkları konusundan emin değiliz. Burada özellikle ilginç olan husus, Altay Tatarlarının güneş sistemimizdeki belirli bazı yıldızları göğün belli katları olarak tasavvur etmeleridir. Şaman, göğe yolculuğu esnasında altıncı katta ay, yedinci katta da güneşle karşılaşır. Teleüt efsanelerinde de ay ve güneş altıncı ve yedinci katlarda karşımıza çıkar. Yedi katlı ve dokuz katlı gökyüzü tasavvurunda, yukarıda işaret edildiği üzere dokuz katlı tasavvurun daha geç bir dönemde ortaya çıkmış bir inanç olduğu anlaşılmaktadır. Üstelik bu inanış tarzı, sadece Türk soylu halklara özgü değil, bütün Asya halkları için geçerlidir. Mitra inancının son dönem mensupları, daha İmparator Julians Apostata döneminden itibaren dokuz katlı gökyüzü fikrinden bahsetmekteydiler. 10. yy kaynaklarına göre, Sabilerin tapınak hiyerarşileri de dokuz yıldız çemberine göre düzenlenmiştir. Her biri bir başka madene tekabül eden ve Hind metinlerinden Yajnavalkya’da (1. Bölüm, 295) adları geçen dokuz gezegen, Bousset’ye göre geç dönem Pers inanç kökenlidir. Keza, Dante’nin gök tasavvurunda da, yedi gezegen çemberinin yukarısında sekizinci olarak sabit yıldızlar göğü (stellae fixae) ve dokuzuncu olarak da primum mobile bulunmaktadır. Dokuz katlı gökyüzü tasavvuru Ortaçağda Kuzey ülkelerine kadar yayılmış, hâtta Fin kültüründeki bazı sihir sözcüklerinde bile iz bırakmıştır.


Orta Asyadaki bazı halkların dinî tasavvur ve efsanelerinde önemli yeri olan “üç katlı gökyüzü” motifinin bir başka karşılığını eski İran dünya görüşünde rastlarız. Eski İran tasavvurunda gökyüzü, üç kattan oluşmakta ve bunların üzerinde cennet yeralmaktadır. Bu bağlamda Moğol ve Soyoteler arasında rastlanan 33 katlı gökyüzü de muhtemelen 33 Hind tanrısı ile ilgilidir. Bunun için Tatar boyları “Tengri” kelimesini kullanırlar ki, bu hem “gökyüzü” hem de “Tanrı” anlamına gelmektedir. 12, 16 ve 17 katlı gökyüzü tasavvurları ise, muhtemelen yedi katlı gökyüzü fikrinden türemiş olan, mahallî ve nispeten sonraki dönemlere ait tasavvurlardır. Bu her biri, bir diğerine çatı teşkil eden gök katları fikrinin kökeninde yatan ve anlamını bilmeyen bazı Sibirya halkları, bu katlara dünyevî bazı özellikler atfetmişlerdir. Meselâ, Truhansk bölgesindeki Samoyed tasavvurunda göğün ilk katında bir göl, ikinci katında düz bir arazi, üçüncü katında yan yana dizili volkanik tepeler, dördüncü katın çatısı buz sarkıtları ile kaplı, altıncı katta yine engin bir göl vardır; Yenisey ırmağı da bu gölden doğmuştur. Bu gök katlarının, yer altında da karşılıkları olduğu inancından hareketle Kargız, Karagas ve Soyote gibi bazı Tatar kabileleri, yer altında, gök yüzünde olduğu gibi üç katın olduğunu anlatırlar. Yedi veya dokuz katlı gökyüzü fikri daha yaygın olarak görülür. Yeniseyler, yerin altında dev bir mağaranın olduğunu, bu mağaranın alt alta uzanan yedi katmandan oluştuğuna ve yeryüzünün de bu mağaranın çatısı olduğuna inanırlar. Ugurlar da bu yedi katlı yer altı fikrine sahiptirler.


Aynı sayıda olmaları sebebiyle, yer altı katlarının gökyüzü katla-rının bir yansıması olduğu açıkça bellidir. Yer altı katları için sadece 3, 7 ve 9 sayılarının geçmesi, “gök katlarının yer altında karşılıklarının olduğunu, bunun olmadığı durumlarda, Türk kökenli halklarda tesadüfî olduğu” konusundaki varsayımımızı desteklemektedir. Gökteki katlar fikrinin olduğu gibi, yer altındaki katlar fikrinin de kökeninin başka yerlerden gelmiş olması muhtemeldir.

Aynı gökteki bacalar gibi, yer altı katları arasında da dikine aynı noktada bulunan bacalar kanalıyla, yeryüzünden yeraltına geçiş mümkündür. Vasyugan Ostyakları arasında görülen bu inanç şekli, bu konuda böylesi bir aydınlatıcı bilgi sunmaktadır: “Kurban götürmek için vecd hâline geçen şamanlar, yer altında yaşayan yaşlı kadını ziyarete giderken, önce yedi kurbanlı kurban direğine uğramak zorundadırlar. Burada yol yediye ayrılır. Bu yollardan sadece bir tanesi yedi yer altı katından geçerek yaşlı kadının evine gider” Ostyakların dünya görüşüne dışarıdan geldiği tahmin edilen bu tasavvur biçimi iki yönden ilginçtir; birincisi, “yedi kurbanlı, kurban direği” hiç şüphesiz ki her şeyin tam ortasındadır ve ikinci olarak da yer altına geçiş yeri bu direğin olduğu yerdedir. Bu kabile mensuplarının anlattıklarına göre kurban vermenin maksadı, yaşlı kadını bu geçit yolunu (baca) kapatmaya ikna etmektir, zira bu baca yoluyla hastalıklar insanların oturduğu yeryüzüne çıkmaktadır. Daha önce de bahsi geçmiş olduğu gibi, doğu halklarının kültürlerinde bu yer altı dünyasına geçiş deliği, dünyanın tam ortasında bulunmaktadır.



Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.


Çeviren: Erol Cihangir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak