5 Kasım 2022 Cumartesi

Türk Soylu Halklarda Dünya Tasavvuru-1

 Yeryüzü


Kuzey Sibirya halklarından bahsederken, Georgi; “bu halkların dünya tasavvurlarının genel olarak kendi av alanlarının dışına pek çıkmadıklarını” belirtir. Aslında, bir tabiat insanının dünya hakkındaki tasavvurlarının sadece kendisi ve atalarının hayatları boyunca edindikleri tecrübenin algılarından ibaret olması anlaşılır bir durumdur. Yenisey nehrinin başlangıç mecralarında yaşayan halklar da, bu sebeple insanlarla meskun bulunan yeryüzünün kendilerinin Kuzeyine doğru uzanan bölgeden ibaret olmakla, Yenisey nehrinin Güneyden gelip, Kuzeyde Buz denizine döküldüğüne inanıyorlardı. Güney istikametine “yukarısı”, Kuzey istikametine ise “aşağısı” adını veriyorlardı. Bu tasavvura göre Güney önlerinde, Kuzey ise arkalarında kalıyordu. Bir çok Türk boyunun ana istikametleri Doğu ve Batıdan oluşu, Doğu’yu önlerine, Batıyı ise arkalarına almak esas kabûl ediliyordu. Bu tasavvurların çıkış noktası ise, tabii olarak güneşin doğuş ve batış istikametlerine işaret etmekteydi. Sözkonusu bu istikametlerin özellikle ibadet açısından çok daha önemli bir yanı vardı. Gökyüzüne ve yeryüzü üzerindeki varlıklara kurban verileceği zaman Doğuya dönülür, yer altındaki ruhlara, yâni ölülere kurban verileceği zaman ise, Batıya dönülerek ibadet edilir, Volga kıyılarında yaşayan Fin kökenli boylar da kurban verirken benzeri şekilde istikamet alırlardı.


Mahallî ilişkilerin şartları gereği kapalı bir hayat süren insanların coğrafî tasavvurlarını ne derece şekillendirebileceğine ilişkin bir örnek de Yakut inançlarında görmek mümkündür; Yakutlara göre bütün dünya Lena nehrinin etrafından ibarettir. Başlangıç noktası nehrin kaynağında yer almakta, denize döküldüğü yerde de ise dünya bitmektedir. Keza, Yenisey Ostyakları da benzeri bir tasavvurla, nehirlerinin bütün dünyanın ortasından aktığına ve dünyadaki bütün insanların Yenisey ve kollarının etrafında yaşadıklarına, bu nehrin gökten veya göklere kadar uzanan bir dağdan doğduğuna dair hikayeler anlatırlar. Aynı vadide yaşayan Samoyedlerin inançlarına göre Yenisey nehri, göğün altıncı katındaki büyük bir denizden doğmuştur.


Samoyedler, Kuzeye doğru akan Yenisey nehrinin Buz denizine taşıdığı devasa su kütlesini düşünerek, nehrin denize döküldüğü noktada, akan suları yutan ve asla dolmayan çok derin bir uçurum olduğuna inanırlar ki, burada aynı zamanda dünyadan göçenlerin ruhlarının yeraltına girdikleri bir de mağara bulunmaktadır. Ob nehrinin denize döküldüğü bölgedeki halkların dünya tasavvurlarında benzeri bir su altı uçurumu (girdabı) yeralır.


Bu tip mahallî tasavvurlar dışında, Orta ve Kuzey Asya’nın birbirlerinden uzak bölgelerinde yaşayan halklar arasında da çeşitli ortak inançlara rastlamak mümkündür. Ancak, Türk kökenli halklarda şümûllü, açık ve eksiksiz bir dünya görüşü aranacak olursa, bu konuda sıkıntıyla karşılaşılır. Araştırmacıların üzerinde çalıştığı bir halkın, aynı konularda muhtelif anlatılarında bile kimi zaman ciddi farklılıklar görülmekle, bu birbirinden bağımsız halk inançları ve tasavvurları arasında derin çelişkiler ve açıklığa kavuşmamış noktalar bulunmaktadır. Bu durum, kısmen zaman içerisinde halk inançlarında doğan yeni tasavvurların eskilerinin yerini alması veya eskileriyle birlikte yanyana devam etmeleri ile açıklanabilir. Mahallî (söz konusu halkın kendisine ait olan) inanç ve ritüellerin, diğer halklardan mülhem mitlerden daha eski ve halk tarafından daha önceden benimsenmiş olduğu da açıkça fark edilebilir. Yabancı dinler, bölgeye geldiklerinde yeryüzü ve dünya hakkında kendi anlayışlarını getirmişlerdir. Ancak, bu konuda gözlenebilecek benzerlik ve paralellikler, bu tasavvurların tanıdığımız bir başka dinden geldiği anlamı taşımaz. Zira, Altay ırkına mensup halklar, daha tarih öncesi devirlerden itibaren bir şekilde başka halklarla karışmış olmalarından dolayı, inanç tasavvurlarında rastlanan paralellikler, her zaman başka bir kültürel etkinin ispatı da sayılmaz.

İnsan gözünün algısı sebebiyle (optik yanılgı), ufuk çizgisi dünyanın etrafını dolaşıyormuş hissi uyandırdığından, dünyanın dış sınırlarının çember şeklinde olduğu inancı doğar. “Gökyüzünün dört köşesi” kavramı da, aynı şekilde yaygın olup, dört ana yön ile bağlantılıdır. Yakut efsanelerinde fırtına ve rüzgârların dünyanın “dört köşesi”nde oluştuğu ve gökyüzünün zirvesinde buluştukları anlatılır. Georgi, Tunguzların yeryüzünü tasvir etmek için dört köşeli bir demir levhayı kullandıklarını bahseder. Moğol yaradılış efsanelerinden birinde de bir varlığın demir bir çubuk ile “İlk deniz”i oluşturan sıvıyı uzun uzun karıştırdığı ve böylece bu ”İlk deniz”in üst yüzeyinin yoğunlaşıp, tabakalaştığı ve yeryüzünü oluştuğu anlatılır. Yeryüzünün dış sınırları, ilk başta çember şeklinde olup, daha sonra dört köşe hâlini almıştır. Ancak, nadiren de olsa yeryüzünün sekiz köşeli ve sekiz kenarlı olduğuna dair tasavvurlara da rastlandığı olur. Bu sekiz köşe fikri, sekiz yön ile de ilişkili olup, özellikle Yakut efsanelerinde “sekiz köşeli yeryüzü ana”nın bahsi geçer. Bütün bunlar içinde en sık rastlanan görüş, yeryüzünün çember şeklinde olduğuna dair olanıdır ki, Yakut şamanlarının çoğunun elbiselerinde yeryüzünü çember şeklinde tasvir eden figürler, bu inancın tezahürü olarak görülür.


Orta ve Kuzey Asya halklarının inançlarında yeryüzünün bir ekmek somunu şeklinde yuvarlak olarak tasavvur edildiğini görürüz. Bu somunun altında ve çevresinde uçsuz bucaksız bir deniz “Urmeer” (İlk deniz veya ezeli deniz) uzanmaktadır. Ancak bu inancın ilk olarak, deniz kenarında yaşayan halklar arasında çıkmış olması ihtimâl dahilindedir. Doğu halklarının dünya tasavvurlarında (ve aynı zamanda Kızılderili efsanelerinde) bu “İlk deniz-Urmeer” kavramının önemli bir yeri vardır. Eski Yunanlılardaki Okeanus buna tekabül eder ki, aynı şekilde Snorr’un Edda’sında “yeryüzü çember şeklinde ve dış kenarlarının ötesinde derin denizler vardır” şeklinde geçmektedir. Nitekim, yeryüzünün yaradılışına ilişkin efsaneler, yeryüzünün nasıl olupta bu uçsuz bucaksız bir denizin ortasında meydana geldiğini açıklamaya çalışılır. Türk soylu halklarda, “Urmeer-İlk deniz” kavramı, efsanelerde geçmesine karşılık, halk inançları arasında görülmez.


Vogulların (Wogulen) yaradılış efsanelerinde, ilk insanın deniz ortasında oradan oraya sürüklenen ve yerinde durmayan yeryüzünde korkarak, Gök Tanrı’dan yardım istediği anlatılır. Gök Tanrı’da ilk insana gümüş kaplı bir kemer vererek, yeryüzünün etrafını bu kemerle sarmasını söyler. İnsan, Tanrının bu emrini yerine getirmesiyle, yeryüzünün etrafını çevreleyen sıra dağlar meydana gelir. Vogul ve Ostyakların inançlarında bu dağlar, Ural dağlarıdır.


Ural dağlarının, yeryüzünün etrafını saran dağlar olduğuna dair tasavvur, sadece adı geçen bu iki halkla sınırlı değildir. Herberstein, daha 16.yy’da basılan eserinde, Rusların Petçora nehri ötesindeki dağları “Semnoi Poyas” (Rusça: zemnoj pojas; yeryüzünün kuşağı) olarak adlandırdıklarından bahisle, kendisi de bunu “cingulis mundi vel terrae: yeryüzünün kuşağı) olarak tercüme eder. Herberstein’ın hazırlamış olduğu haritada Ural dağları (Yeryüzünün kuşağı-cingulus mundi) adıyla geçmektedir. Keza, Guagnino’da “Ziemnoi Poias” adı altında bundan bahseder ki, kitabında bu dağlardan Rusça adı olan Camenoi Pojas (Rusça: kamennoj pojas: Taş kuşak) olarak bahseden Witsen de, Rusların bu dağların “yeryüzünün etrafını sardıklarını” düşündüklerini belirtir. Munkacsi, Rusların bu tasavvuru Vogullar veya Ostyaklardan aldıklarını ileri sürmesi, muhtemelen bu tasavvurun, bu sahada yaşayan diğer halklar arasında da mevcut olduğunu göstermektedir.


Güneyde ise, benzeri tasavvurlara Kafkas dağlarıyla ilgili olarak rastlanacaktır. Bu konudaki kaynaklarda, Arapça ve Türkçede Kafkasların “Kaf” ile yazıldığı ve bu kelimenin de çok geniş bir anlamı olduğu bilinmektedir. Zenker, İslâm inancına göre “Kaf” harfinin sadece Kafkasları değil, aynı zamanda bütün yeryüzünü çevreleyen bir dağ silsilesini ifade ettiğine işaret ederek; “Kaf’tan “Kaf’a” sözü, dünyanın bir ucundan diğer ucuna anlamına gelmektedir. Budagov da bu kelimenin geniş anlamından bahsederken; “Doğu ülkelerindeki halkların, dünyanın etrafını sardığına inandıkları dağları” ifade ettiğine vurgu yapar. “Yeryüzünün etrafını saran dağlar” silsilesi tasavvuruna Tatar efsanelerinde de rastlanmaktadır. Bu efsanelerde, dünyanın ucuna kadar giden ve orada yalçın dağlarla karşılaşan kahramandan bahsedilir. Moğollarda görülen “yeryüzünün etrafını saran demir dağlar” tasavvuru ise, muhtemelen Tibet kaynaklıdır. Altay halk şiirlerinde geçen, üç katmanlı dünyanın bir kuşak ile sarılmasından bahisle; orta katman ortadan, en alt katman aşağıdan ve en üst katmandan yukarıdan sarılmaktadır. Ugur dil ailesi halkları arasında (Fin-Ugur halkları) görülen “yeryüzü kuşağı” kavramının da kökeninin Türk halklarındaki mukabil inanç tasavvurları gibi doğu ülkelerinden geldiği anlaşılmaktadır.


Üzerinde insanların yaşadığı yeryüzünün üstündeki “gök kubbe” ve yeryüzünün altındaki “yer altı” da, yeryüzünün etrafını saran kuşak fikri gibi Sibirya halklarının hayâl dünyasını meşgûl etmiştir. Bu düşünceye göre dünya üç katmandan oluşmaktadır. Olsen, Sayotelerin inanç tasavvurlarından bahsederken Sayotelerin yeryüzü, gökyüzü ve yer altını üst üste yatan üç büyük katman olarak hayâl ettiklerini ve yeryüzünün bu katmanlardan ortada olan olduğunu anlatır. Bazı Altay Tatarları bu katmanları; “Yukarı Dünya” (Baş Tanrı Ülgen ve hizmetlileri (yardımcılarının) bulunduğu), Orta Dünya (insanların yaşadığı) ve Alt Dünya (Ölüler Ülkesi Beyi ve hizmetlilerin (yardımcılarının) yaşadığı yer olarak adlandırmaktadırlar. Yakutlarda, ”görülebilen” ve ”görülemeyen” dünyayı “üst”, “orta” ve “aşağı” olmak üzere üçe ayırırlar. Yakut efsanelerinde sık sık insanların yaşadığı yeryüzünün kastedildiği “orta dünya (orto doidu)” kavramı, geçer. Bilindiği üzere, İzlanda şiirinde de midgarỡr “orta avlu” kavramı insanların yaşadıkları alan için kullanılmaktadır. Bu isimlendirmelerin sebebi, insanların yaşadıkları yeryüzünü dünyanın orta yeri olarak tasavvur etmelerinden kaynaklandığıdır. Moğollar, daha dar bir çerçeve içinde, eğer kendi vatanlarından bahsettiklerinde, “merkez ülke”, Çinliler de “merkez imparatorluk” kavramını kullanmaktadırlar. Bu bakış açısı ile bir halk, kolaylıkla diğer halkları ve ülkeleri kendi etrafında kalmak kaydıyla, kendilerini de merkez olarak düşünebilmektedirler. Diğer taraftan, yüksek yaylalarda yaşayan Moğolların yaşadıkları ortamın tabii şartları gereği, kendi vatanlarını yeryüzünün en yüksek ve merkezî noktası olarak tasavvur etmelerinde görüldüğü gibi, Moğolların nazarında diğer bütün ülkeler alçaklarda ve kendilerinin çevresinde yeralmaktadırlar.


Yeryüzünün merkezilik fikri, başka şekillerde de insanlığın hayâl gücünü meşgûl etmiştir. Asya’nın bazı eski kültürlerinde dünyanın merkezi, dünyanın göbek deliği olarak nitelendirilmekte ve buna uygun olarak bazı Türk boylarında da aynı tanımlama kullanılmaktadır. Yakut efsanelerinde sık sık adı geçen “sessiz mekân, yeryüzünün göbeği” veya “sekiz köşeli yer ananın göbeği” veya “en merkezi yerin gümüş göbeği” ifadelerine rastlanır. Bu nokta aynı zamanda “yeryüzünde en zengin, verimli, bereketin fışkırıp taştığı yer” olarak da anlatılır. Eski zamanların bir çok halk da meselâ, eski Yunanlılar-benzeri şekilde düşünmüşler, hâtta “dünyanın göbeğinin” (omphalὸsgẽs) resimlerini yapmışlar ve bu resimleri kimi zaman bereket boynuzu olarak ifade etmişlerdir. Finlilerle akraba olan bazı Doğu bozkır halklarında da dünyanın göbeği-göbek deliği- kavramına rastlanır. Bu konuda Votyaklarda, hastalıklara karşı yapılan bir büyü de şöyle seslenilmektedir: ”Yeryüzünün merkezinde dünyanın göbek deliği bulunur. Eğer onu oradan çıkartmayı başarabilirsen, bu hastanın canını da, kanını da al” Buradan da anlaşılacağı üzere, bu deliğin asla yok edilemeyeceğine dair olan inancın hâkim unsur olmasıdır. Yaradılışa ilişkin Orta Asya efsanelerinde, yeryüzünün bu noktadan (göbek deliği) başlayarak meydana geldiği ve gittikçe büyüyerek şimdiki konumuna ulaşmış olduğu anlatılır. Benzeri düşünce biçimine, Yahudi efsanelerinde olduğu gibi, hiç şüphesiz diğer Önasya halkları arasında da rastlanmaktadır.


Yeraltı dünyasına ise bir delikten girilir; Altaylardaki Tatar kabileleri bu deliğe “yeryüzünün duman deliği” adını verirler. Şamanlar bu delik vasıtasıyla yer altı dünyasına gider ve yine oradan geçerek insanların dünyasına geri dönerler. Dolayısıyla yeryüzü ile ilgili çizimlerde bu delik resmedilmektedir. Yakut şamanları ise bundan mülhem olmak üzere, elbiselerine genelde yeryüzünü temsil eden yuvarlak bir metal levha iliştirirler ki, bu levhalarda duman deliği yeryüzünün ortasında yeralmaktadır.


Diğer Önasya kültürlerinde de yeraltına dünyasının göbek deliğindeki bir yarıktan geçerek seyahât edilebileceği düşüncesi yeralır.



Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.


Çeviren: Erol Cihangir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak