6 Mart 2022 Pazar

ŞU DESTANI

 


Menkıbelere göre "Şu': M.Ö. 4. yüzyılda yaşamış bir Türk hükümdarıdır. Onun hayat ve  hatırası  etrafında  söylenen  bir  menkıbe, Kaşgarlı Mahmut tarafından yazıya geçirilmiştir. Şu Destanı'nda, Arapların Zülkarneyn olarak  adlandırdıkları  "İskender"le, Türklerin hükümdarı olan "Şu" arasındaki mücadele dile getirilir. "Şu': İskender'in orduları Semerkant'ı geçip de Türk yurduna doğru yöneldiğinde "Balasagun'' yakınlarında "Şu Kalesi"nde oturmaktaydı. İskender ile Şu kuvvetleri arasında  bir savaşın olup  olmadığı  konusu destanda kesinlik kazanmadığı halde, İskender ile Şu'nun daha sonra barıştıkları zikredilir. Destanda Makedonyalı İskender'in İran üzerinden Asyaya doğru yürürken yapılan savaşları ve bu savaşların Türklerle ilgili bölümü anlatılmaktadır. Türk boylarının oluşumu, Türklerin şehir hayatı yaşamaya başlamaları, aynı zamanda milletini geçici bir işgalden mümkün olduğu kadar can ve mal kaybına uğratmadan kurtarmak için düşünen bir hakanın kaygıları da anlatılan destanın en büyük özelliği,  daha sonraki Türk destanlarında gelişecek olan ana fiziği ve süslemeleri önceden işlemesidir. Zeki Yelidi Togan'a göre, destanda önemli bir yer tutan ve destanın geçiş dengesi olan İskender'in istilasının aslında İskender'le ilgisi yoktur; daha önceki yüzyıllardan bir Aryan istilasıyla ilgilidir.

Destanın kısa da olsa bir özeti Divanı Lügat-it Türk'te yer almaktadır:

"Şu Kalesi, Balasagun yakınlarında, genç bir hakan olan Şu tarafından yapılmış bir kaleydi, fakat hakanın sarayı Balasagun'da idi. Kalede ve Balasagun'da o çağların en güçlü, en büyük ordusu bulunuyordu. Şehir zengindi.  Öyle ki, her gün Şu Hakan'ın sarayının önünde ordu beyleri için 365 nevbet vurulurdu. Bu sıralarda, bir adına da Zülkarneyn denilen Makedonya Kralı İskender ünlü Doğu seferine çıkmış, Ön Asya'dan İran içlerine doğru önüne neresi gelmişse ordusunu yenmiş ve ülkesini ellerinden almıştı. İskender Semerkant'a kadar gelmiş, burayı da geçip Türklerin yaşadığı ülkelere doğru ilerlemişti. İskender'in Balasagun'a ve Şu Kalesi'ne doğru yaklaşmakta olduğunu, genç Hakan Şu'nun gözcüleri gelip haber verdiler. Dediler ki: 'İskender denilen, gün batısından kopup gelen bir kral ordusuyla bize yaklaşmaktadır. Önüne gelen ülkeleri dize getirmiş yerle bir etmiştir. Bize ne buyurursun? Savaşalım mı?'

Genç hakan ordu habercilerini dinlemez  gibi  göründü.  Çünkü çok daha önce en güvendiği yiğitlerden kırk kişiyi seçmiş ve Hucend ırmağı kıyılarına gözcülük etsin diye göndermişti. Yiğitler kimseye görünmeden, gizlice gidip Hucend ırmağı'nın kıyılarına yerleştikleri için ordu habercileri durumu bilmiyorlardı. Getirdikleri haberden, hakanlarının telaş edip yerinden kımıldamadığını gördükleri için de şaşmışlardı. Hakanın gönlü rahattı. Hakan Şu'nun bir havuzu vardı; gümüştendi. Bu işten çok iyi anlayan ustalara yaptırmıştı. Her yere taşınabilecek şekildeydi. Bunun için hakan gümüş havuzunu sefere bile çıksa yanına alır, konakladıkları yerlerde içine su doldurtur, kazlar ve ördekleri su dolu gümüş havuza  salar ve onlarla oyalanıp eğlenirdi. Kazların ve ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini seyretmek hakanı dinlendirir, dinlenirken seferle, milletinin geleceğiyle ilgili tasarıları hazırlardı. Haberciler geldikleri zaman yine gümüş havuzunda yüzen ördeklerle kazları seyredip dinleniyordu. Habercilerin 'Nasıl buyurursunuz? İskender'le savaşalım mı?' diye sorup buyruk beklemeleri üzerine onlara havuzu ve orada yüzen kazlarla ördekleri göstererek:

'Görüyor musunuz kazlarla ördekler suda ne güzel yüzüyor, nasıl dalıp dalıp çıkıyorlar?' dedi.

Haberciler hakanlarının bu sözünü garip karşıladılar; ona kuşkuyla baktılar. 'Herhalde hakanımızın hiçbir hazırlığı yok ne yapacağını bilemiyor' diye düşündüler. Ama o sırada İskender Hucend ırmağı'nı geçmişti. Vakit gece yarısına geliyordu. Hucend ırmağı'nın kıyılarında gözcülük yapıp devriye gezen genç hakanın en güvendiği kırk yiğit yıldırım hızıyla atlanıp Şu Kalesi'ne geldiler ve gece vakti İskender'in Hucend ırmağı'nı geçip Balasagun yolunda ilerlemekte olduğunu Şu'ya haber verdiler. Daha önceki habercilerin haberlerini dinlerken kılı bile kıpırdamayan Hakan Şu, yiğitlerin sözü üzerine derhal ve gece yarısı göç davulunun çalınmasını emretti. Davulun çalınmasıyla  birlikte doğuya  doğru  hızla yola çıktı.  Bu  durum  halkı şaşırttı. Hakanın gündüzün hiçbir  hazırlıkta  bulunmadan böyle gece vakti göçü başlatması üzerine korktular. Ellerine ne geçtiyse toplayıp, buldukları atlara atlayan millet hakanla birlikte yola düştü. Sabah olurken şehirde hemen  hemen  hiç  kimse  kalmamıştı;  bomboş ve dümdüz bir ova görünüyordu. Bütün milletin Hakan Şu'nun ardından gitmiş olmasına rağmen, gece vakti binecek hiçbir şey bulamayan yirmi iki kişi ne yapacaklarını bilemeden Şu Kalesi'nde kalmışlardı.  Bu yirmi  iki kişi  ne  yapacaklarını  düşünürken  yanlarına iki kişi daha geldi. Kapkacakları toplamışlar sırtlarına yüklenmişler, öyle taşıyorlardı. Yorgundular. Fakat pek duracağa benzemiyorlardı. Önceki yirmi iki kişi, bu yeni gelenlere bir yere gitmemelerini, kendileri gibi burada kalıp beklemelerini söylediler. Ayrıca 'İskender dedikleri her kimse, burada uzun müddet kalamaz. Geldiği gibi geri dönüp gider. Burası bizim yurdumuz, yine bize kalır' diye ısrar ettiler. Bu yüzden bu iki kişinin adı Kalaç oldu kaldı; bu iki kişiden olan çocuklar ve torunları Kalacı adıyla anıldılar. Fakat bu iki kişi, öteki yirmi iki kişinin sözlerini dinlemedikleri, bırakıp gittikleri için İskender'in geldiğini görmediler. İskender gelip de, uzun saçlı yirmi iki kişiyi görünce 'Türk manend' (Bunlar Türk'e benziyorlar) demişti. Bu yüzden yirmi iki kişinin soylarının adı Türkmen olarak kaldı. Giden iki kişi gittikleri için tamı tamıma Türkmen sayılmadılar. Yirmi dört boydan yirmi ikisi Türkmen, kalan ikisi Kalaç diye bilindi.

Bu olaylar gelişe dursun, öte yandan Şu Hakan ordusu ve yanında gidenlerle birlikte Çin sınırına kadar yürümüşlerdi. Çine yakın Uygur iline vardıklarında Şu, İskender'i artık karşılayabilecek durumda olduğunu, onu asıl merkezinden çok uzaklara çektiğini, kendi ırkdaşları arasında bulunduğu için İskenderden daha güçlü bir duruma geldiğini düşündü. Ve bir kısım askerini ayırarak, içlerinden en gençlerini seçerek İskender'in üstüne yolladı. Veziri, gidenlerin hepsinin genç olduğunu, tecrübelerinin olmadığını ileri sürdü. Başaramazlarsa sonucun kötüye varacağını söyledi. Şu Hakan vezirine hakverdi ve yaşlı, tecrübeli bir subaşını askerleriyle birlikte gönderdi. Bunlar, bir zaman sonra İskender'in gönderdiği öncü birliklerle karşılaştılar. Türk erleri, İskender'in öncü birliklerine bir gece baskını yaptı. Çok kanlı bir baskındı bu, ölüm kalım meselesiydi. İskender'in öncü birlikleri bozguna uğradı. Türk erlerinden biri İskender'in askerlerinden birini bir kılıçta ikiye bölmüş, askerin kemerine bağladığı altın dolu bir kemer parçalanarak içindeki altınlar yere saçılmış ve İskender'in askerinin kanıyla bulanmıştı. Ertesi sabah güneş ışıkları bu kanlı altınları parıldattı. Bunu gören Türk erleri birbirlerine bakıp Altın Kan! Altın kan!' diye bağırıştılar. O günden bu yana, bu baskının yapıldığı yere yakın bulunan bir dağın adı Altun Han Dağı oldu ve öyle söylenip geldi. Baskından sonra Şu Hakan ile  İskender bir daha savaşmadılar, barış yaptılar. Barışın sonu her iki taraf için de iyi sonuçlar verdi. Birbiri ardınca şehirler yapılmaya başlandı.  Uygurlar ile öteki Türk kavimleri şehirlere yerleşti. Şu Hakan da Balasagun'a döndü. Şu Kalesi'ni sağlamlaştırdı ve şehri geliştirdi. Bütün bunları yaptıktan sonra bir de tılsım koydu. Bu tılsım öyle bir tılsımdı ki her yanda duyuldu. Leylekler bu şehre geldikleri zaman tılsım yüzünden daha öteye geçemediler, şehri aşamadılar:'


Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak