Mezopotamya’da kurulmuş devletlerin tarihleri, ilk kuruluş evreleri dışta tutulacak olursa, Anadolu’nun tarihine göre daha iyi bilinir. Bunun nedeni, Mezopotamya’da yapılmış ve bugün de sürmekte olan yoğun arkeolojik araştırmalarda ele geçen yazılı belge sayısının fazlalığı kadar, bu yazılı belgeler arasında bulunan kral listelerinin varlığıdır. Kral listeleri, hatırlanabilen ilk krallardan, belgenin yazıldığı ana kadar başa geçmiş bütün kralları tahtta kalış süreleri ile birlikte sıralar.
Aradan geçen zamanla ilk kralların tümü akılda tutulamamış olduğundan, adları bilinen krallara çok uzun egemenlik süreleri verilmiş; böylece daha iyi hatırlanan krallarla ilk başa geçenler arasında oluşan boşluk kapatılmaya çalışılmıştır. Bundan dolayı, başlangıç evreleri için bu listeler fazla güvenilir tarih kaynakları değilse de, daha sonraki tarihsel gelişimin öğrenilmesinde yararları büyüktür.
Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi, kral listeleri sadece hangi kralın hangisinden sonra geldiğini, kaç yıl başta kaldığını gösteren ve devletlerin göreli kronolojisini belirleyen kaynaklardır. Örneğin, Kral A, 10 yıl hükümdarlık etmiş, sonra başa geçen Kral B, 25 yıl tahtta kalmıştır. Listede üçüncü kral olarak görünen Kral C ile Kral A arasında 35 yıllık bir süre olduğu hesaplanabilmektedir, ancak bu 35 yıllık zaman dilimi, dünyanın yaratılışından bugüne akıp giden ve çeşitli takvim sistemleri ile kavrayabildiğimiz zaman içinde nereye oturtulmalıdır? Örneğin 1800-1835 arasına mı ya da 1210-1245 arasına mı? İşte kral listeleri bu sorulara yanıt vermez, ama dolaylı olarak bunların yanıtlanmasına da yardım eder.
Göreli kronolojiyi, kesin kronoloji haline sokmak için, yukarıdaki örnekte verdiğimiz zaman dilimi içinde bir değişmez nokta bulmak gerekmektedir. Bu kesin noktayı da bize Mısır ve Mezopotamya kaynaklı olan astronomi çalışmaları ve gökyüzü cisimlerinin hareketlerine, ay ve güneş tutulmalarına ait gözlemlerin kaydedilmiş olduğu belgeler sağlar. Bu gibi olaylar bazen çok uzun aralıklarla da olsa, periyodik olarak olaylar tekrarlanmakta ve bu periyotların süresi biliniyorsa, aynı durumun ne zamanlar görülmüş olabileceği geriye doğru hesaplanmaktadır. Sözgelimi eğer Kral B döneminin 3. yılında tam bir güneş tutulması olduğu belgelenmişse, bu kralın yaşamış olduğu sanılan zaman kesiti içine rastlayan güneş tutulması hesaplanır ve diyelim ki, İÖ 1337 yılı bulunur. Bundan sonrası artık kolaydır; elde edilen bu değişmez noktadan hareketle, yalnız Kral B’nin değil, listede adı geçen bütün kralların tarihleri saptanabilir, dolayısıyla bir devletin kronolojisi ana hatları ile ortaya çıkar.
Kültepe yanındaki Asurlu tüccarlara ait yerleşme yerinde saptanan II. Tabakada bulunan tabletlerde geçen İrişum, Sargon ve Puzuraşşur gibi Asur kral adları ve her yıl atanan ve yıllara adlarını veren yıl memurları’nın adları yardımıyla bu tabaka İÖ 19. yüzyıla, Ib tabakası ise, İÖ 18. yüzyıla tarihlenebilmektedir.
Buradaki tabletlerden anlaşıldığına göre, yönetim merkezi Mezopotamya’daki Asur (bugün Kalat Şergat) kenti olan Asur Devleti vatandaşları olan tüccarlar, İÖ 19. ve 18. yüzyıllarda Kültepe’de olduğu gibi, Anadolu’nun değişik bölgelerinde pazar ağı geliştirmişlerdi. Bu ağ, iki tür ticaret merkezinden oluşmaktaydı. Bunlardan biri, Anadolu’da o zaman varlığı yine tabletlerden anlaşılan, henüz merkezi bir devlet otoritesine bağlı olmayan kent beylikleri yakınında kurulmuş olan, Asurlu tüccarların belirli bir serbesti içinde yaşayıp mesleklerini icra ettikleri, adına karum denilen ve Asurca liman ve rıhtım anlamına gelen yerleşmeler, büyük yerleşmelerdi. Diğer bir yerleşme ise Asurca ubrum/wabrum sözcüğünden türetilmiş olan wabartum’lar (anlamı misafir) bulunmaktaydı ki, bunlar herhalde ana merkezler arasında tüccarların konakladıkları, belki mallarını geçici olarak depoladıkları, bir çeşit kervansaraylardı.
Ticaret kolonisi terimi, Asur’un Anadolu içine uzanan siyasal egemenliği olarak anlaşılmamalıdır. Bunlar, hem Asurlu tüccarlara, hem de koruması altına girdikleri kent beylerine karşılıklı çıkarlar sağlayan bir ticaret sisteminin parçalarıydı. Dikkat edilmesi gereken ikinci bir nokta da, bu kolonilerin uluslararası bir karakter göstermesidir. Ele geçen belgelerdeki tüccar adları incelendiğinde, burada yalnız Asurlular’ın değil, yerli Anadolu halkına ait kişilerin de ticaret şirketlerine sahip oldukları ortaya çıkmaktadır. Bunların yanında Kuzey Suriye ve Kuzey Mezopotamya kökenli kişiler de ticaret yapmaktaydı. Bu nedenle çoğunluğu Asurla sıkı ilişkili tüccarlardan oluşan bir topluluğu barındırmasına karşın bu yerleşmelerin, yabancı devletlerin ve hükümdarların egemenliğinde olmadığını vurgulamak gerekmektedir.
Sözünü ettiğimiz ticaret ağı, Kültepe karum’unun II. katı ile çağdaş belgelerde 10, Ib ile çağdaş belgelerde ise 4 adet olarak görülmektedir. Wabartum’lar ise, II. tabakaya ait belgelerde yine 10, Ib’de bulunmuş belgelerde ise 2 adet olarak belirmektedir. Bütün örgütlenme içinde, sistemli bir biçimde kazıldığı için en iyi tanınanı ve en çok yazılı belge vereni ve eski adının Kaneş olduğu anlaşılan Kültepe’deki karum’dur. Tablet veren diğer 2 karum, sonradan Hititlerin başkentini oluşturacak olan Boğazköy’deki karum Hattuş, diğeri ise, eski adını kesinlikle bilmediğimiz Alişar’daki tüccar yerleşmesidir. Bu iki karum’da da Kaneş karum’una oranla çok daha az sayıda tablet bulunmuştur.
Asur ile Anadolu arasındaki ticaretin temelini, Asur’dan Anadolu’ya kalay ve dokuma ürünleri dışalımı karşılığında da Anadolu’dan genellikle gümüş, bazen de altın alımı yapıldığı bilinmekteyse de, bakır ticaretinin Kaneş karum’undan değil de bakır madenleri yakınında kurulmuş başka bir karum’dan yapıldığı anlaşılmaktadır; Kaneş karum’unda ele geçen belgelerde bakır yollanması ile ilgili bir şey yoktur. Büyük bir olasılıkla bakır ticaretini elinde tutan ve Fırat yakınındaki Ergani bakır madenleri ile ilişkile olan bir karum bulunmaktaydı. Asurlu tüccarların Anadolu’ya getirdikleri kalayın da Mezopotamya’dan değil, İran’da bulunan kalay kaynaklarından alındığı sanılmaktadır. Asur’dan getirilen tekstil ürünlerinin ise, Asur’a başka bölgelerden dışalımı yapılan yünün dokunması ile oluşturulduğunu ve dokumacılık işinde, genellikle kocaları Kaneş karumu’nda ticaretle uğraşan kadınların çalıştığını öğreniyoruz. Bu arada bazı tekstil ürünlerinin Asur aracılığıyla güneydeki Babil’den alındığını, işlenmiş eşya olarak bazı tunç malzemenin Asur’a dışsatımının yapıldığını yazılı belgelerden anlamaktayız. Mezopotamya ile İndus Bölgesi’nin de ticaret ilişkileri olduğuna dair ipuçlarına sahip olmamıza karşılık, buradan alınan eşyanın Asurlu tüccarlar aracılığı ile Anadolu’ya gönderilip gönderilmediğini kesinlikle bilmiyoruz.
Ticaret kervanlarında eşekler kullanılmaktaydı. Her tüccarın ya da firmanın Asur’dan birkaç eşeklik kervanlarla yola çıktığı, fakat bunların birleşerek konvoylar oluşturduğu kesindir.
Tabletlerde tepenin üstünde pusuya yatmış kara bir köpek, dağınık kervanları bekliyor; gözleri iyi insanları kolluyor biçiminde, haydutları anlatan yarı edebi türde anlatımlara rastlanır. Buna karşın, bu tehlikelerin Ortaçağ’da Akdeniz ticaretini olumsuz yönde etkileyen korsanların yarattığından daha az olduğu da söylenebilir. Kervanı korumakla yükümlü olan kişiye yapılan ödemelerden bazı belgelerde söz edilmekle beraber, büyük güvenlik güçlerinin gerekli olduğunu gösteren bir kayıt yoktur.
Anadolu ile yapılan ticaretin Asurlu tüccarlara büyük kazançlar sağladığı, özellikle tunç alaşımında kullanılan kalayın Anadolu’ya getirilmesinin %100’ü aşan kâr getirdiği, eldeki yazılı belgelerden öğrenilmektedir. Alıcının borçlanması durumunda %30 oranında faiz elde edilmekteydi. Kolonilerin bulunduğu kentlerdeki yerel Anadolu kralları da buna karşılık dışalımı yapılan mallar üzerinden dokumalardan 1/20, kalaydan 2/65 oranın vergi almaktaydılar. Ayrıca kervan yollarının geçtiği bölgelerdeki başka beylere malın %10’u oranında yol vergisi ödemekteydiler. Kaneş gibi, karum’ların yakınında kurulu kentlerin kralları, meteorik demir ve değerli taşları doğrudan kendileri satma hakkına da sahiptiler. Bu nedenle, bazı malları yerel krallara haber vermeden kaçak olarak onların bölgelerine sokan ve vergiden kurtulma yollarına başvuran tüccarlar da yok değildi. Bir belgede ... kaçak mallar yakalandı; saray Puşu-ken adlı tüccarı hapse attı. Gardiyanlar çok uyanık. Bütün ülkelere kaçakçılık bildirildi ve nöbetçiler kondu. Dikkat! Kaçakçılık yapmayın! biçiminde tüccarları uyaran bir metin dikkati çekmektedir. Yerel kralların Asurlu tüccarları koruma yükümlülüğünden başka, soygunlar nedeniyle oluşan kayıplarını garanti etme yönünde de görevleri vardı. Tüccarlar ise, siyasal ve adli bakımdan Asur yönetimine bağlıydılar.
Asurlu tüccarların yerleşmelerinde yaratmış oldukları maddi kültür, Anadolulu bir karaktere sahiptir. Avluları tam merkezde olmayan, tek ya da iki katlı dikdörtgen evleri, çanak-çömlek, madeni araçları ve pişmiş toprak heykelcikleri Anadolu’nun kültür çerçevesine çok uygundur. Geometrik motiflerle bezenmiş aslan, boğa ve diğer hayvan ya da ayakkabı biçiminde yapılmış kaplar, bu yerleşmenin kendine özgü ürünleridir. Tabletler üzerinde görülen mühürler de üslup bakımından aynı dönemdeki Mezopotamya örneklerinden farklıdır.
Anlaşıldığına göre, Asurlu tüccarların oluşturdukları kültür, maddi belgelerde kendini belli etmemekte, Anadolu’ya yabancı kişilerin buralarda yaşadığı, sadece yazılı belgelerden öğrenilmektedir. Bu tüccarların Anadolu kültürüne etkileri de fazla olmamıştır. İlişkileri, daha çok korunması altında bulundukları saraylarla olmuş, doğal olarak kültürel bakımdan daha tutucu olan yerel halk, Asurlular’ın ne dilinden, ne de toplumsal ve dinsel görüşlerinden fazla etkilenmemiştir. Bu kolonistlerin zamanında yerel Anadolu krallarının kendi aralarındaki yazışmalarında bile kullanmış oldukları Eski Asur dili, Asur yerleşmelerinin ortadan kalkışından sonra tamamen silinip kaybolmuştur.
Asur Ticaret Kolonilerinin hangi nedenlerle sona erdiğini kesinlikle bilemiyoruz. Ancak, kazılardan elde edilen verilere göre, bunlar büyük bir yıkım sonunda yok olmuşlardır. Karum II ve Ib tabakaları arasındaki yangın bunun kanıtıdır. Ib katında, ticaret ilişkilerinin az da olsa yeniden canlandığını, fakat eski canlılığına kavuşmadan, Asur ile olan bağların tümüyle kesildiğini görmekteyiz.
Alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder