27 Mart 2022 Pazar

MANEVÎ ve MİLLÎ DEĞER İFADESİ OLARAK RENKLER

 Al (Kızıl) – Beyaz


Ak ve al renklerin, Türklerin en eski inançlarından kaynaklanan anlamlar dolayısıyla manevî ve millî sembol değerleri kazandıkları açıkça görülmektedir. Bu bakımdan her iki rengin çoğu zaman yan yana ve bazen de iç içe olarak birlikte kullanılmalarının da aynı inanışlarla ilgili köklerden kaynaklanan bir geleneğin yansıması olacağı da şüphesizdir. Bu cümleden olarak, meselâ hayır ilâhı Ülgen ile insanlar arasında aracılık yapan ruhların varlığına inanıldığı, bunlardan Yayık adındaki ruhun birinci sırayı aldığı ve Şamanların, Ülgen’in huzuruna çıkabilmek için Yayık adına beyaz kumaştan tasvirler (putlar) yaptıkları ve putun ayaklarına da kırmızı şeritler diktikleri bilinmektedir. Yine, Şaman kıyafetlerinde yer alan Yeyek’in (belki Yayık adı ile ilgili), üzerine beyaz ve kırmızı şeritler (yalama) asılmış bir kendir sicimin adı olduğu görülüyor. Bunun gibi, Şaman külâhının esas kısmı üç karış uzunluğunda kırmızı kumaştan olur ve külâhın tepe kısmı beyaz koyun yününden örülmüş kalın bir kaytan ile dikilirdi. Söz konusu iki rengin Türk manevî hayatında ifade ettiği anlamların bir sonucu olarak, lohusa kadınların başına beyaz yaşmak ile kırmızı tül bağlanmasının da Şamanist inanışın yaygın uygulamalarından birini ortaya çıkardığı anlaşılmaktadır . 

Diğer taraftan biz, XIII. ve XIV. yüzyıllarda Hazar ötesinden Adalar Denizi’ne (Ege) kadar uzanan bölgelerde yaşayan Türkmenlerin (Oğuz Türklerinin) istisnasız başlarına kırmızı (kızıl) keçe külâh giydiklerini de biliyoruz. Buna uygun olarak Osman Gazi’nin de kırmızı çuhadan serpuş giyip, üzerine ak çalmadan ve burma sarık sardığı anlaşıldığı gibi, Orhan Gazi devrinde Türkmenlerin de rengârenk tülbent ile süslü, kırmızı keçeden yapılmış külâhlar giydiklerini tespit ediyoruz.



Bundan başka, her iki rengin hükümranlık sembolü olarak Türk tarihi boyunca nasıl kullanıldıklarına yukarıda işaret edilmiştir. Meselâ, Karahanlılar döneminde Yusuf Has Hâcib, beyleri (hükümdarları) temsil eden rengin beyaz olduğunu kaydederken, Kaşgarlı Mahmud da o hükümdarların bayraklarının al kumaştan yapıldığını bildirmektedir.



Bunun gibi, Osmanlı tarihçilerinden Fatih’in çağdaşı Tursun Bey’in ifadelerinden, bu devirde Osmanlı donanmasında ve azap kıt’alarında kırmızı, yeniçeri kıt’alarında beyaz bayraklar (hükümdarı temsilen) kullanıldığı anlaşılmaktadır. Gerçekten de Osmanlı hükümdarlarının ak sancaktan başka, bilhassa kızıl sancak da kullandıkları, Mısır’ı fethettiği zaman Yavuz Sultan Selim’in otağının önünde Ak ve Kızıl iki sancak dikilmesinden anlaşılıyor. Yavuz’un Çaldıran seferinde de aynı renkte iki saltanat sancağı kullanmış olması elbette bir rastlantı olmasa gerektir. Yani, Osmanlılarda baş sancaklar veya baş alemler her zaman ak ve al (kızıl-kırmızı) sancaklar olarak kalmıştır. Şüphesiz halkın binlerce yıldan beri sevdiği ve tuttuğu bazı renkler vardır. Bayrak diye ancak onların peşinden giderler ve onların altında ölürler. Anlaşıldığına göre, sadece Osmanlılar döneminde değil çok eski zamanlarda da Türkler kırmızı (al) renge büyük bir değer vermişler ve saygı göstermişlerdir. Bunu bir halk, ordu ve savaş geleneği haline getirmişler ve sembol yapmışlar; ancak belki de devlet sembolü olan ak ile halk ve ordu geleneğinin sembolü olan al’ı çok eski çağlardan başlayarak yan yana muhafaza etmişlerdir. Altın-Orda bayrağının da beyaz zemin üzerinde kırmızı bir hilâl ile yine kırmızı bir damga (al damga) taşıması ise, Osmanlı Oğuz-Türkmen geleneği dışında kalan diğer Türk topluluklarında da bu iki rengin birlikte kullanıldığının bir başka işaretidir.


Yavuz Sultan Selim zamanından sonra da al ve ak sancakların birlikte kullanıldığını görüyoruz. Ancak bu iki millî rengin ne zamandan beri aynı bayrak üzerinde birlikte kullanılmaya başlandığına dair çok açık bilgi yoktur. Kesin olarak bilinen husus, artık III. Selim ve II. Mahmud zamanlarında kalelere çekilen Osmanlı bayrağının beyaz ay-yıldızlı al bayrak olduğudur. Ancak, bu dönemlerde kullanılan yıldız, Osmanlılarca “mühr-ü Süleyman” olarak da adlandırılan altı veya sekiz köşeli yıldız idi. Abdülmecid’in son devirlerinde bu sekiz köşeli yıldız, beş köşeliye çevrilmek suretiyle, bayrağımızdaki yıldız şekli de tespit edilmiş oldu. Ancak, Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine beş köşeli yıldızı ile birlikte intikal eden ay-yıldızlı al bayrağımızın standartlarını da iyice belirlemek gerekiyordu. Bu itibarla 29 Mayıs 1936 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilerek 5 Haziran 1936’da Resmî Gazete’de yayınlanan 2994 sayılı Türk Bayrağı Kanunu ile, millî gururumuz olan şanlı al bayrağımız bugünkü nihaî şeklini almış bulunmaktadır.


Alıntıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak