24 Mart 2022 Perşembe

MANEVÎ ve MİLLÎ DEĞER İFADESİ OLARAK RENKLER

 Al (Kızıl - Kırmızı)


Türklerde al ile kızıl renkler birbirlerinden farklı olup, al renk koyu turuncuya yakın, ateş alevi rengine benzer bir renkti. Kızıl ise, açığa yakın parlak kırmızı renk anlamında kullanılıyordu. Ama, uzun tarihî süreç içinde zaman zaman bu renkler birbirlerinin adı ile ve birbirlerinin yerine de kullanılır hale gelmiştir.

Türklerin en eski inançları ile ilgili olarak onlarda “Al Ruhu” veya “Al Ateş” adları verilen bir ateş tanrısının yahut da hâmî (koruyucu) bir ruhun varlığı bilinmektedir. İşte Türklerin en eski devirlerden beri Al Bayrak kullanmalarının bu Al Ateş kültü (inancı) ile bağlı bir gelenek olacağı hatıra geliyor. Abdülkadir İnan, bu hususta bize şu bilgileri vermektedir: “Kazak- Kırgızlar bayrak kelimesi yerine Yalav kelimesini kullanırlar ki, aslı alav = alev’dir. Al Ruhu’nun adı ile al rengin münasebeti şüphesizdir. Türk hurafelerine göre ruhlar, ak, kara, sarı, kuba (esmer) diye renklere ayrılırlar. Albastı ile beraber Karabastı da vardır. Her halde al rengi de ruhlardan birinin rengini göstermiştir. Şamanizm’de ruhlar şerefine bayraklar (Altaycada Yalama = Yalav) dikmek âdetti. Al Ruhu’nun hâmî (koruyucu) ruh sayıldığı devirde bunun şerefine dikilen bayrak ateş rengine yakın bir renkte olmuştur. Bizim fikrimize göre Türklerin Albayrak’ları Al Ruhu’nun ateş tanrısı veya hâmî ruh sayıldığı devirden kalma bir hâtıradır ki, yedi-sekiz bin yıllık demektir. Hülâsa en eski zamanlarda Al Ruhu, ateş tanrısı veya hâmî ruh olmuştur”.

Abdülkadir İnan, al ile ilgili olarak şunları da kaydetmektedir: “Al kelimesinin ateş kültü ile bağlı olduğunu gösteren bir emare de bütün Türk kavimlerinde yaygın olan Alaslama merasimidir. Alaslama, orta ve doğu Türklerinde ateşle temizleme ve takdis merasimidir. Anadolu’da da Alazlama bir tedavi usulüdür. Bunun için kırkbir tane al renkli keten bezinden, okuya okuya parmağa bir ip yumağı yapılır. Sonra bu yumak ateşte yakılarak külü tekrar bir al bez üzerine konur ve bununla alazlanır. Al ruhu, eski Türk panteonunda kuvvetli, belki hâmî tanrılardan biri olmuştur. Al kelimesinin ateş kültüyle alâkalı olması bilhassa bu ruhun en eski devirlerde hâmî ruh, ateş ve ocak ilâhesi olduğunu göstermektedir”.

Aynı konu ile ilgili olarak Bahaeddin Ögel de, “Al rengin bütün Türklerce mukaddes sayılmasının ve Türklerin en eski devirlerden beri al bayrak kullanmalarının bu Al Ateş ve Al Tanrısı kültü ile bağlı bir an’ane olacağı hatıra geliyor” demektedir.

Gerçekten de Türklerin en eski inançlarından olan Şamanizm’e göre Al Ruhu’nun sonraları temsil etmeye başladığı Albastı olayının, Al renk ile ilgili geleneklerin günümüze kadar gelmiş bazı izlerini biliyoruz. Bu cümleden olarak meselâ, Albastı kırmızı renkten korkmaktadır. Bunun için lohusanın başına beyaz yaşmak ve kırmızı tül bağlanır. Lohusaya kırmızı altın takılır ve kırmızı şeker hediye edilir.

Dolayısıyla al (kızıl) rengin de tarihimizin başlangıcından beri bizde manevî ve millî renk olarak algılandığı ve tarih boyunca inançları yansıtan, aynı zamanda da Türk duygusunu ve ruhunu anlatan bir millî sembol hüviyeti kazandığı görülmektedir.

Nitekim Çin kaynakları Göktürkler ve Uygurlar dönemlerinde kuzeydeki Kırgız hakanlarının otağında bir kırmızı bayrak bulunduğunu ve herkesin buna karşı saygı gösterdiğini yazıyorlar.

Yine bu anlayışa bağlı olarak, Rus Arkeoloğu A. N. Bernştam tarafından Talas kıyısında açılan I. yüzyıla ait Hun mezarlarından birinde bulunan yarı mumyalaşmış bir kadın cesedinin başının kırmızı ipek kumaşla örtülü olduğu belirlendiği gibi; diğer bir Rus arkeoloğu S. V. Kiselev’in Tuyahtı’da açtığı mezarlardan birinde de üzerinde üç kat elbise bulunan ve VII-VIII. yüzyıl Göktürk beylerine ait olduğu ifade edilen bir ceset bulunmuştur. Bu cesedin üzerindeki üç kat elbiseden en üsttekinin koyu kırmızı ipekten olduğu kaydedilmiştir.

Dikkate değer bir başka nokta olarak. XI. yüzyılda Türklerde al sözünün artık bir renk adı olduğu kadar “bayrak” adı olarak da kullanılmaya başlanmış olmasıdır. Yine aynı dönemde artık tuğ ile bayrağın da aynı şey gibi ifade edilmeye başlandığını görüyoruz. Bu cümleden olarak, XI. yüzyılın büyük Türk bilgini Kaşgârlı Mahmud’un bildirdiğine göre Karahanlı hükümdarları “dokuz tuğlu” oluyorlardı. Ona göre, “her ne kadar vilâyeti çok, payesi de yüksek olursa olsun, hakanların tuğu dokuzdan fazla olmuyordu. Çünkü onlar dokuz sayısını uğurlu sayıyorlardı. Bu tuğlar “al” renkte (nârencîyü’l-levn = alev rengi = al) ipekten veya kumaştan yapılıyordu ve bu rengi de uğurlu sayıyorlardı. Bir diğer ünlü Türk yazarı Yusuf Has Hâcib’in eserinde ise, güneşin doğuşu tasvir edilirken yer alan:

“Yaşık örledi yirde koptı togı

Yaka keldi aşnu tokuz al tugı”

(Güneş yükseldi, yerden toz kalktı; dokuz al tuğu yaklaşmağa başladı) şeklindeki kayıt da, bu “dokuz tuğ” ve “al tuğ” geleneğinin Karahanlılar döneminde ne kadar önemli görüldüğünün bir başka ifadesidir.

Diğer taraftan “bayrak” sözünün de XI. yüzyılda Türklerde yaygın bir şekilde kullanıldığını ve bayrakların kızıl renkte kumaştan yapıldığını görüyoruz. Ayrıca Kaşgarlı’nın, bir savaş sahnesini tasvir etmek amacıyla söylenmiş olan “Ağdı kızıl bayrak-Togdı kara toprak” şeklindeki bir beytinden, bu kızıl bayrağın Türklerde genellikle “savaş bayrağı” olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Ayrıca, Uygurlar ve Moğollarda “Al Kaftan”ın ve “Al Damga”nın hakanlık sembolleri olarak kullanıldığını görüyoruz. Bu kaftana Türkler “ergenlik kaftanı” da derlerdi. Buradan giderek bu al kaftan geleneğinin halk arasında yayıldığını görüyoruz. Böylece al kaftan, artık halkın özellikle düğünde güveyiye ve geline gerdek giysisi olarak giydirdiği bir elbise haline gelmiştir. Dede Korkut hikâyelerinden anlaşıldığına göre Oğuzlarda da güveylik elbise al (kırmızı) kaftandır. Gelinliğin sembolü ise “al duvak” idi. Bir Kazak-Kırgız hikâyesinde, “murada eremedik” anlamında kaydedilen “kızıl çapan giymedik” şeklindeki bir kayıt, bu geleneğin Türk boyları arasındaki yaygınlığının bir göstergesi olmalıdır. Bunun gibi, Başkurtların eski dönemlerinde de kızıl cepken’in güveylik nişanesi sayıldığı bilinmektedir.

Karahanlılardan Semerkant ve civarının hâkimi Ali Tegin’in bayrağı da kırmızı bayrak (kızıl bayrak) idi. Selçuklu Tuğrul Bey’in 1037 yılında Nişabur’a girerken başında hükümdarlık sembollerinden olarak kırmızı çetr bulunduğu bilinmektedir. Gaznelilerde de kumandanlara kırmızı renkli kumaştan bayraklar veriliyordu. Selçuklu devri tarihçilerinden Ravendî’nin, Irak Selçuklu hükümdarı Arslan b. Tuğrul’un ordusundaki kırmızı ipek bayrak ile ilgili kaydı da bu geleneğin yaygınlığını gösteren bir başka kayıttır. Aynı şekilde, Rusların eski destanları olan “İgor Alayı (veya İgor Bölüğü)” destanında Kıpçak Türklerinin kızıl bayrağından bahsedildiği gibi, Halaç Sultanlığı’nda Emîr Ahmed Halaç’ın bayrağının da kırmızı olduğu bilinmektedir. Görünüşe göre burada kaydedilen kırmızı bayraklardan maksat, Türklerin savaş bayrağı olan kızıl bayrak olmalıdır.

Anadolu Beylikleri ve Osmanlılara gelince, Miralay Ali Bey, Osman Gazi dönemi ile ilgili olarak şu bilgileri kaydetmektedir: “Osman Gazi Hazretleri Ak Sancağı (Anadolu Selçuklu Sultanı’ndan) almadan önce, harb bayrağı için kızıl rengi seçip kabul etmişlerdi. Aşiret mensuplarını kolayca harb bayrağı altına toplayabilmek için onların ‘tab’an meclup oldukları’ (yani yaradılışlarından tutkun oldukları) al renkli bayrağın manevî tesiri bulunduğunu takdir eylemişlerdi” demek suretiyle, yukarıdanberi örnekleri ile göstermeye çalıştığımız al bayrak geleneğinin, daha başlangıç günlerinde Osmanlı Devleti ve bilhassa orduları için de nasıl vazgeçilmez olduğunu göstermektedir.

Aynı yazarın “kırmızı rengin Osmanlılarca mergup (rağbet edilen) ve makbul olanı Türkçe kızıl veya al kelimesi ile yad edilen şeklidir” demesi ve “Osman Gazi’nin savaşlarında al (kızıl) sancak kullandığı, vefatından sonra eşyaları arasında birkaç adet Alaşehir dokumasından kırmızı renkli sancağın da bulunmasıyla sabittir. İşte kırmızı rengin sancak ve bayraklarda çoklukla kullanılmasının ve Levn-i Millî (millî renk) kabul edilmesinin asıl ve esası budur” ifadelerine yer vermesi de bu konuda daha açık bir fikir vermektedir. Görüldüğü gibi al rengin milli renk ve tabiatıyla milli bayrak rengi olarak kullanılışı Osmanlı döneminde çok daha yaygın hale gelmiş bulunuyordu.

Bu dönemde beyliklerden Germiyanoğullarının da Denizli ve Alaşehir’de dokunan kızıl kumaştan (Alaşehir Kızıl Eflâdisi) bayrak kullandıkları anlaşılmaktadır.

Yine Miralay Ali Bey, Orhan Gazi’nin tuğ ile ak sancağı “Yâdigâr-ı Selçukî ve Nişân-ı Hükümdârî” (Selçuklu yadigârı ve hükümdarlık nişanı) olarak ikametgâhında saklayıp, savaşlarda babası ve belki de dedesi gibi kırmızı sancak kullandığını kaydetmektedir.

Bu şekilde, özellikle orduların savaş bayrağı hüviyetini kazanmış olan al (kızıl) bayrak, hem padişahların şahıslarını  temsil eden diğer muhtelif bayraklar hem de herbir askerî sınıfı temsil eden bayraklarla birlikte, ama özellikle beyaz ile, önce yan yana, daha sonra da iki renk birleşmiş olarak, Osmanlı Devleti yıkılıncaya kadar devam etmiştir. Tabiî zamanımızda da devam etmektedir ve ebediyete kadar da devam edecektir. Bu itibarla bu al-ak (kırmızı-beyaz) ikilisinin yan yana ve iç içe geçirdiği tarihî seyre de kısaca işaret etmek yerinde olacaktır.


Alıntıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak