(Utanapiştim, Gılgamış'a büyük tufanı anlatır: Tufan nasıl meydana geldi? Neye benziyordu? Ve kendisi nasıl sağ kaldı?..)
Gılgamış Çokuzak'a şöyle dedi: "Senin sonu olmaksızın günlerce yaşayabileceğini biliyorum Utanapiştim, fakat senin görüntün benimkinin aynısı gibi görünüyor, senin hiçbir farklı yanın yok. Her yönden bana benziyorsun. Senin savaşmak isteyeceğini ummuştum, fakat buradasın ve sırt üstü tembelce uzanıyorsun. Kılıç ve yay yarışmalarına artık ilgisiz görünüyorsun. Söyle bana, sonsuz yaşama nasıl sahip oldun? Göksel tanrıların meclisine nasıl katıldın?"
Utanapiştim yanıtladı: "Sana tanrıların bir sırrını açıklayacağım Gılgamış" dedi ve hikâyesine başladı:
Sen Fırat Nehri'nin kıyısındaki Şurippak kentini bilirsin. Hem kentin kendisi hem de kentteki tanrılar yaşlanınca büyük bir tufan ortaya çıkarmaya karar verdiler. Bütün tanrıların yöneticisi Enlil hepsini meclise toplantıya çağırdı.
"Bu geniş topraklar üzerinde yaşayan insanlar sayılamayacak derecede arttılar ve çok gürültü yapıyorlar" diye yakındı. "Dünya vahşi bir öküz sürüsü gibi böğürüyor, insanlarının gürültüsü beni uykumda rahatsız ediyor. Bu nedenle Adad'ın, dünyanın üzerine gece gündüz şiddetli bir yağmur yağdırmasını istiyorum. Büyük bir tufanın dünyanın üzerine bir hırsız gibi gelmesini, bu insanların yiyeceklerini ve hayatlarını mahvetmesini istiyorum."
İştar, Enlil'in bütün insanları yok etme isteğini destekledi ve daha sonra bütün tanrılar onun planını onayladılar. Buna rağmen Ea kalben aynı fikirde değildi. O, insanoğluna zengin otlaklar ve tarlalar yaratarak dünya üzerinde yaşamaları için yardım etmişti. Onlara toprağın nasıl sürüleceğini ve nasıl tahıl yetiştirileceğini öğretmişti. Onları sevdiği için akıllıca bir plan uydurdu.
Ea, Enlil'in planını duyunca bana bir rüyada göründü ve dedi ki: "Sazdan kulübenin duvarının yanında dur, ben seninle orada konuşacağım. Benim sözlerimi kabul et ve sana Öğreteceklerimi dikkatlice dinle. Sana bir görev vereceğim."
Ea'nın mesajı zihnime kazınmış olarak birden uyandım. Tanrının emretmiş olduğu gibi sazdan kulübeye indim ve kulağımı duvara dayadım. Bir ses "Utanapiştim, Şurippak'ın kralı" dedi, "sözlerimi dinle ve onlara dikkat et. Göksel tanrılar büyük bir yağmur fırtınasının güçlü bir tufana neden olmasına karar verdiler. Bu tufan tapınakları yutacak ve bütün insanları yok edecek. Kralların ve onların yönettiği insanların sonları felaket olacak. Enlil'in emriyle tanrılar meclisi bu kararı aldı."
Ea, "Bu nedenle" diye devam etti, "kendi hayatını korumak için dünya mallarını terk etmeni istiyorum. Kendi evini parçalamalı ve dev bir gemi, 'yaşamın koruyucusu' adını vereceğin bir tekne inşa etmelisin."
Ea "Geminin en ve boyunun eşit Ölçülerde olmasına dikkat et" diye öğüt verdi. "Onu sert kerestelerden inşa et ki, Şamaş'ın ışınları içine girmesin. Yapıyı iyi kapatmaya özen göster. Karını, aileni, akrabalarını ve kentin esnafını gemiye al. Tahıllarını ve bütün mallarını ve yiyeceklerini getir. Hem vahşi hayvanları hem de gökyüzünün kuşları gibi yaşayan her şeyin tohumunu gemiye al. Sonra sana ne zaman gemiyi suya indirip kapıları kapatacağını söyleyeceğim."
"Efendi Ea, emrettiğin gibi yapacağım, fakat ben hiç gemi inşa etmedim. Benim için toprak üzerine bu teknenin bir tasarımını çiz, böylece bu planı takip edebileyim. Ayrıca, Şurippak halkı bana ne yaptığımı sordukları zaman, nasıl karşılık vereceğim" diye yanıt verdim.
Ea, ben kuluna yanıt verdi: "İstediğin gibi senin için toprağın üzerine geminin tasarımım çiziyorum. Şurippak'ın insanlarına gelince onlara şöyle de, 'Enlil'in benden nefret ettiğini öğrendim, bu nedenle artık ne sizin kentinizde yaşayabilirim, ne de tanrıların topraklarına ayağımı basabilirim. Bu nedenle 'Derin'e gideceğim ve efendim Ea ile yaşayacağım. Fakat Enlil size bolluk yağdırmayı amaçlıyor. Fırtınalı bir akşamdan sonra en alışılmadık kuş ve balıkları bulacaksınız ve topraklarınız zengin ürünlerle dolacak'."
Şafağın ilk parıltılarıyla dev gemimi inşa etmeye başladım. Şurippak halkı büyük bir ilgiyle çevreme toplandı. Diğerleri tahtalar» ve ihtiyacım olabilecek her şeyi getirirlerken küçük çocuklar sıvama malzemeleri taşıdılar. Sıkı çalışılan beşinci günün sonunda gemim için bir iskelet oluşturmuştum. Taban alanı tam bir dönümdü. Uzunluk, genişlik ve yüksekliğin her biri 6 m. uzunluğundaydı.
Geminin yüksekliğini, içinde yedi kat olacak şekilde böldüm ve her katı da dokuz odaya ayırdım. Su tapalarını yerlerine çaktım ve yiyeceği depoladım. Gemiyi su sızdırmaz hale getirdim. Her gün insanlar için sığır ve koyun kestim ve işçilere kırmızı şarap, beyaz şarap ve yağlarla Fırat'ın suyuymuş gibi ziyafet çektim. Her günü sanki o gün büyük bir bayrammış gibi kutladık.
Sonunda yedinci gün hazırlıklarımı tamamladım ve gemiyi suya indirdim. Geminin üçte ikisi suya girdiği zaman yanıma almayı düşündüğüm ne kaldıysa gemiye yükledim. Bunlar sahip olduğum altın ve gümüşler ile canlılardan oluşuyordu. Ailemi ve akrabalarımı gemiye aldım. Esnaf ve işçileri gemiye aldım. Hem vahşi hem de evcil olmak üzere hayvanları gemiye aldım,
Ea, bana hazır olmam için zaman vermişti. Bana şöyle demişti: "Adad, korkunç fırtına bulutlarıyla gökyüzünü kararttığı zaman gemiye bin ve girişi kapat."
Ben de gökyüzünü dikkatle seyrettim. Gökyüzünü yaklaşan fırtınanın karanlığıyla korkunç bir görüntü sardığı anda gemiyi yüzdürdüm ve girişleri kille kapattım. Fırtınanın bütün şiddetiyle üzerimize gelmesinden çok önce gemimizin halatlarını attık ve denizin bizi götürebileceği herhangi bir yere taşıması için hazırlandık.
Adad, ışık saçan her şeyi karanlığa dönüştürürken, halk şaşkın bir şekilde olanları izledi. Güçlü güney rüzgârı kasırgayı, hortumu ve şiddetli fırtınayı birleştirerek esmeye başladı. Ülkeyi topraktan yapılmış bir kap gibi parçalayarak ve gittikçe artan bir şiddetle bütün bir gün boyunca esti.
Felaketi izlemek için göksel tanrılar meşalelerini kaldırdılar ve böylece yeryüzü ışıklarla aydınlandı. Ancak fırtına rüzgârı çılgın bir şekilde, bir savaş gibi yeryüzü üzerinde esti. Beraberinde dağları gömen ve insanları kefenleyen bir tufan getirdi. Hiç kimse başka birini göremedi ve göklerden aşağı bakan tanrılar da onları göremediler. Fırtınanın gelişi ile bütün canlılar öldüler ve geri kalan ne varsa parçalandı, yeryüzü harap oldu.
Göksel tanrılar tufan sularının yeryüzünü basışını ve dünyada yerleşmiş olan her şeyi harap edişini izlerken kendileri de dehşete düştüler. Anu'nun göğüne, en yüksek gök katlarına sığındılar. Dış duvarın dibine çömelip köpekler gibi korku içinde titreyerek bekleştiler. Ana Tanrıça Nintu yeryüzündeki insanlar için ağladı.
Tanrıça Iştar, doğum sancıları çeken bir kadın gibi, tufan kurbanları için ağladı. "Eski günlerde yeryüzünde var olan her şey şimdi toprak oldu" diye yas tuttu. "Mecliste sesimi Enlil'inkine kattığım için her şey mahvoldu. Onlara kendim can verdiğime göre nasıl halkıma saldırılmasına ve yok edilmesi emrine katılabildim? Şimdi cesetleri, denizi tıpkı balık yumurtaları gibi dolduruyor!"
Yaptıkları işin aşırı derecedeki büyüklüğünden burunları sürtülünce göksel tanrılar da Iştarla birlikte ağladılar. Yedi gün yedi gece boyunca yeryüzünde büyük tufan koparan güney fırtına rüzgârı dünyaya dehşet saldı. Her gün ve her gece fırtınalar dev gemimi tufan sularından oluşan kargaşa içinde denizde sallayıp durdu. Sekizinci gün tufan getiren güney rüzgârı geri çekildi ve tufan suları sakinleşti. Işık saçan Şamaş bir kez daha ortaya çıktı. Güneş ışığını yukarıdaki göklerin üzerine ve aşağıdaki yeryüzüne yaydı ve yıkımı ortaya çıkardı.
Gemimin sallantısı biraz hafifleyince bir ambar kapağını açmanın ve neler olup bittiğini görmenin güvenli olacağını düşündüm. Dünya tamamen sakindi ve denizin yüzeyi düz bir çatı gibiydi. Bizim dışımızdaki tüm insanlar toprağa dönmüştü. Tufan sularının yayıldığı alanı, kıyıyı görebilmek için taradım, fakat başarılı olamadım.
Şamaş'ın geminin içine ışık ve sıcaklık getirmesiyle evrenin güçlerinin önünde yüzümü toprağa doğru eğdim. Onlar yeryüzünü yok etmiş, fakat gemimi kurtarmışlardı. İyileştirici ışınlarıyla insanları besleyen Şamaş'ın huzurunda itaat ve saygı duygularıyla eğildim. Yaşamda kalmaktan duyduğumuz minnetle, göksel tanrılara bir öküz ve bir koyun kurban ettim. Sonra oturdum ve gözyaşlarımı serbest bırakarak ağladım.
Gemim on iki gün boyunca suların üzerinde yol aldı. Sonra ambar kapağını açıp dışarıya baktığımda çok uzaklarda on dört bölgenin her birinde çevreyi saran suların içinden bir dağ sırası yükseldiğini gördüm. Zamanı gelince gemim Nisir Dağı'nın eteklerinde sabit ve güvenli bir şekilde kaldı.
Nisir Dağı gemimi sabit tuttu ve hareket etmesine izin vermedi. Yedinci gün, bir güvercin saldım ve onu uzaklara gönderdim. Güvercin konabileceği ve dinlenebileceği bir yer bulamadı, gemiye geri döndü. Sonra bir kırlangıç saldım ve onu uzaklara gönderdim. Kırlangıç konabileceği ve dinlenebileceği bir yer bulamadı ve o da gemiye geri döndü. Sonra bir kuzgun saldım ve onu uzaklara gönderdim. Kuzgun suların çekilmiş olduğunu gördü, böylece havada daireler çizdi, fakat gemime geri dönmedi.
Sonra bütün canlıları serbest bıraktım ve göksel tanrılar için bir kurban sundum. Dağın tepesine on dört sunak kabı yaptım. Bu kaplara kamışlar, sedir kerestesi ve mersin yığdım ve tanrılar için İçki saçtım. Tatlı özsuyunun kokusunu aldılar ve sinek gibi çevresine üşüştüler. Anu ve Enlil'in önünde secde ettim.
Sonra İştar geldi. Babası Anu'nun, onu memnun etmek için yaptığı büyük mücevherlerle süslü gerdanlığı kaldırdı. “Göksel tanrılar, bu mücevherli gerdanlığın boynumda durduğu ne kadar kesinse, bu büyük tufanı asla unutmayacağım da o kadar kesin. Enlil dışındaki bütün tanrılar kurbana gelsin. Nedensiz yere halkını yok eden tufanı ortaya çıkardığı için Enlil gelmemeli."
Enlil gemimi gördüğü zaman Öteki tanrılara çok öfkelendi. “Bazı insanlar kurtuldu mu?" diye bağırdı. "Hiç kimsenin tufandan kurtulamayacağı düşünülüyordu! Buna kim izin verdi?"
Savaşçı tanrı Ninurta, Enlil'e şöyle dedi: “Bize kızma. Her şeyi sadece Ea biliyor. Sadece o böyle bir plan düzenlemiş olabilir."
Sonra Ea Enlil'e şöyle dedi: "Sen tanrıların efendisisin ve
bilgesin. Nasıl nedensiz yere böyle bir tufan yaratabildin? Günahı için günahkârı sorumlu tut, karşı gelenlerin cezasını ver. Fakat ölüp yok olmaması için hoşgörülü ol! Tufanlara neden olmaktansa, bir aslan ya da bir kurt yaratıp insanlara saldırtsaydın ve bu şekilde sayılarını azaltsaydın daha iyi olurdu. Bir tufan yaratmaktansa bir hastalık yaratarak insanların üzerine salıp onların sayılarını azaltsaydın daha iyi olurdu! Yeryüzüne egemen olmak için tufan yerine kıtlık yaratsaydın daha iyi olurdu. Bu, insanları zayıf düşürür ve sayılarını azaltırdı."
"Büyük tanrıların sırrını açıklayan ben değildim" diye kurnazca yanıt verdi Ea: "Utanapiştim, insanların en akıllısı, senin tufanından nasıl kurtulunabileceğini keşfettiği bir rüya gördü. Enlil, şimdi onunla nasıl başa çıkabileceğini düşün."
Enlil'in önünde başımı korku ve itaat duygularıyla toprağa doğru eğdim. Elimi tuttu ve birlikte gemime bindik. Sonra Enlil karımı da gemiye aldı ve yanımda diz çöktürdü. Kendisi de aramıza yerleşti ve bizi kutsamak için alınlarımıza dokundu.
"Şimdiye kadar" dedi Enlil, "Utanapiştim ve karısı insan olarak yaşadılar. Şu andan itibaren tanrılar gibi yaşayacaklar. Yukarıdan, göksel tanrılar gibi sonsuz günler boyunca yaşayabilmeleri için, onlara sonsuz nefes getirdim. Şurippak kralı olan Utanapiştim, insanlık ve bitki tohumlarını ve hayvan yaşamını sakladı. O ve karısı dağlık ülke Dilmun'daki nehrin ağzında, güneşin doğduğu yer olan doğuda, çok uzaklarda yaşayacaklar."
Utanapiştim macerasının hikâyesini tamamladı: "İşte benimle karımın nasıl göksel tanrılara dönüştüğümüzün ve hiç bitmeyen günler boyunca yaşayacağımızın hikâyesi. Enlil'in kendisi bize sonsuz yaşam bağışladı. Ama Gılgamış, sen sağlam surlu. Uruk kentinin kralı olmana karşın, aradığın sonsuz yaşamı bulabilmen amacıyla senin hatırın için göksel tanrıları kim toplantıya çağıracak?"
Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder