14 Mart 2022 Pazartesi

BOĞAZKÖY ARŞİVİNİN ÖĞRETTİKLERİ

 


Hititçe’nin çözülmeye başlanması ile, Boğazköy’de bulunmuş binlerce tabletin okunması ve anlaşılması yolu açılmış oldu. İlk dikkati çeken nokta, konuları bakımından bu tabletlerin çeşitliliği oldu. Arşiv denince ilk akla gelen, devlet yönetimi ile ilgili belgelerin saklandığı bir yer olmasına karşın, Boğazköy arşivinde tarih, edebiyat, mitoloji, din, sihir ve büyü, hukuk gibi hemen bütün yazın türlerini kapsayan tabletler bulunması, bu arşivin daha çok bir kitaplık niteliğini taşıdığını göstermektedir.

Şaşırtıcı olan bir diğer nokta da, bu kitaplıkta ele geçen belgelerin Hititçe’nin yanında, o zamana kadar bilinmeyen, daha bir çok dilin varlığını ortaya çıkarması oldu. Hititçe ile aynı zamanda ve aynı coğrafi alanda kullanılmış olduklarından, komşu diller olarak adlandırılan bu dillerin içinde en fazla belge bırakanı, doğal olarak Hititçedir. Hititler’in kendileri tarafından Neşa kentinin dili olarak nitelenen Hititçe, Anadolu’da İÖ 3. binyılda konuşulmuş olan tek Hint-Avrupa kökenli dil değildi.

Güneybatı Anadolu’ya lokalize edilen Luwiya ülkesinin dili olan Luwi dili, yine Hint-Avrupa dil ailesinin bir üyesi idi. Anlaşıldığına göre bu dil, bazı lehçe ayrıcalıkları da göstermekteydi. Bu dilin yayılma alanı da oldukça genişti ve Çukurova Bölgesi’ne değin bütün Akdeniz kıyı kesimini kapsamaktaydı. Hitit dünyasında kullanılan ikinci bir yazı sistemi olan hiyeroglif yazısının da Luwiler tarafından icad edildiği sanılmaktadır. Mısır’daki gibi bir resimyazısı olan, Hitit ya da daha doğru bir terimle Luwi hiyeroglifleri, özellikle büyük boyutlu kaya yazıtlarında ve mühürler üzerinde Hitit İmparatorluğu döneminde kullanılmış, bu imparatorluğun yaklaşık İÖ 1200 tarihlerinde çöküşten sonra güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye’de varlıklarını sürdüren ve adına Geç Hitit Devletleri dediğimiz yerel krallıklar zamanında ise, yaygın olarak stel denilen dikili taşlar ve mimarlık eserlerinde uygulama alanı bulmuştur. İÖ 700 yıllarına değin süren bu zaman dilimi içinde yaşayan toplumlar, İncil’de sözü edilen Het oğullarıdır.

Luwice ve dolayısıyla Hititçe ile akraba bir başka Hint-Avrupa dili, Anadolu’nun kuzeybatısında bulunan Pala ülkesinin diliydi. Bu dilde yazılmış belge sayısı az olmakla birlikte, her 3 dil arasındaki yakınlık kuşku götürmez bir biçimde kanıtlanabilmektedir.

Bunlarla hiçbir dilbilimsel akrabalığı bulunmayan fakat özellikle din ve sanat açısından Hititleri çok etkilemiş bir toplum olan Hurriler tarafından konuşulduğu için, Boğazköy belgelerinde de sıklıkla rastlanan bir başka dil de Hur ya da Hurri dilidir ve Hint-Avrupa dillerine göre çok değişik bir yapıya sahiptirler. Hint-Avrupa dillerinin Almanca, İngilizce, Farsça ve başkaları gibi günümüzde yaşayan üyeleri olmasına karşılık, Hur dilinin yaşayan bir akrabası kesinlikle saptanmamıştır; sadece kendisinden sonra, İÖ 1. bin yılın ilk yarısında Van Gölü merkez olmak üzere yayılmış bir devlet olan Urartular’ın konuştukları ve yine çiviyazısı ile yazdıkları Urartuca ile akrabalık bağları açıkça görülebilmektedir. Gerek sözcük haznesindeki benzerlikler, gerekse dilbilgisi kurallarında ki uyum, her iki dilin aynı kökenden türediğini, zaman ve alan ayrıcalıkları yüzünden zamanla değişikliklere uğradığını kanıtlamaktadır. Yapı bakımından bu dile en çok benzeyen modern diller, bazı Kafkas dilleridir. Boğazköy belgelerinde, özellikle dinsel bayramların anlatıldığı metinlerde, yer yer Hurrice yazılmış bölümlere rastlanmaktadır. Anlaşıldığına göre, Kuzey Mezopotamya ve Suriye’de yerleşmiş Hurlar, Mezopotamya kültür ve sanat etkinliğinin Anadolu toplumuna aktarılmasında aracı rolü oynamışlardır. Hitit ülkesinin adı Hatti’dir. Bu ad Hint-Avrupalı Hititlerin göçünden önce de vardı. Hititler, ülkeleri için aynı adı kullanmışlar, fakat dillerine az önce değindiğimiz gibi, Neşa kentinin dili adını vermişlerdi. Onların gelişinden önce burada yaşayan dil, Hatti dili idi. Aslında Hititçe teriminin bu dil için kullanılması daha doğru olurdu. Fakat ülkenin adı ile Hititler’in konuştukları dil, ilk araştırmalarda aynı tutulmuş ve sonradan Hititlerin kendi dillerine başka bir ad verdikleri anlaşıldıktan sonra da bu yanlışlık, karışıklığa neden olmamak için düzeltilmemiştir. Hitit metinlerinde de bu dilde yazılmış bölümler bulunmaktadır. Hititlerin Anadolu’ya ilk göç ettikleri zamanda henüz canlılığını koruyan bu dilin, İÖ 2. bin yıl içinde zamanla kaybolduğu anlaşılmaktadır. Ön Asya’nın diğer dilleri ile Hattice’nin akrabalığını gösterebilecek bir kanıt, biraz da bu dildeki belge sayısının azlığı nedeniyle, henüz bulunamamıştır.

Bunlardan ayrı olarak, adının Hattuşa olduğu belgelerden anlaşılan Boğazköy arşivlerinde, zamanın diplomasi dili olan Akadça (Asur-Babil dili) ile yazılmış tabletler de vardır. Ancak, bu dildeki tabletler yalnız siyasal içerikli olan bazı yazışma ve devletlerarası antlaşmalardan ibaret değildir; ilk Hitit büyük kralının siyasal bir vasiyetname niteliği taşıyan metni ile yine onun yaptıklarını anlattığı belge çift-dilli olarak kaleme alındığı gibi, bazı kehanet ve fal tabletleri ile dinsel içeriğe sahip birkaç metin de Akadçadır. Diğer yönden, Hitit yazı dilinde Akadça ve Sümerce sözcükler de yer almaktadır. Anadolu’nun Hititler dönemindeki dilleri ile ilgili bilgi sahibi olabilmemizin nedeni, Hititler’in kendi kültürlerini dış etkenlere karşı kapalı tutmamış ve beraber yaşadıkları bu öğeler bir Hatti uygarlığı içinde birleşmiş, yeni bir kültür oluşumuna yol açmıştır. Bu, herhalde sadece Hititler’in büyük bir hoşgörüye sahip olmaları ile açıklanacak bir şey değildir. Hititler’in göçebe bir topluluk olarak Anadolu’ya girdikleri zaman, orada kendilerininkinden çok üstün bir uygarlık düzeyi ile karşılaşmış oldukları kesindir. Etkilendikleri pek çok maddi kültür öğesini kullanmaya zorunlu kalmışlar, topluma, Kültepe’deki Kaniş karumu belgelerinin gösterdiği biçimde her düzeyde sızmışlar, sözünü ettiğimiz gevşek siyasal dokudan yararlanarak yerel krallıkların yönetiminde söz sahibi olmaya dahi başlamışlardı. Sonuçta güç halinde tarih sahnesine çıktıklarında da, ilk zamanlardan beri alışageldikleri kültürel etkileşmeleri yine sürdürmüşlerdi.


Alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak