Peçete
Yemek sırasında ve sonrasında bezle silinmek Eski Mısır’dan Yunanlılara, Romalılara kadar uzanır. Elle yemenin olağan olduğu zamanlarda bir kap içinde getirilen suyla eller sık sık yıkanırdı. Peçeteyi (İtalyanca pezzet' ta’dan gelir) doğal bir ihtiyacın ötesinde adâbın parçası haline getirip masa örtüsü, haylu veya peşkirden ayıran Italyanlar olmuştur. Erasmus I558’de parmakları elbiseye silmeyi ayıplamakta, bu iş için masa örtüsü ya da peçete kullanıldığını söylemektedir. İtalya’da 1680’de yemeğe katılanların kişiliği ve yemek nedenine göre yirmi altı peçete katlama biçimi sayılmıştır; ruhban sınıfı için Nuh’un gemisi, yüksek rütbeli soylu kadınlar için tavuk, ötekiler için civciv, boğa, kaplumbağa biçimi vb. Fransa’da VII. Charles’ın sarayında 17. yüzyılda peçete katlama usûlleri 400’e çıkmıştı. Kâğıt peçetelerin benimsenmesiyle günlük hayatta lokantalarda da, evlerde de kumaş peçete veya peşkir kalmadı.
Etimolojik olarak mendil, havlu ve peçete birbiriyle karışır. Sözcüklerin köklerinde burun, yüz, kumaş, kumaş parçası anlamlan vardır. Peşgir Farsça önde tutulan demekken, peçete İtalyanca pezza, kumaş parçasından gelir. Peçetenin ihtiyaç olarak görülmesinde Fransız masa adabı etkili olduğundan, birçok dilde peçete Fransızca serviette de table'dan gelmektedir veya ondan çeviridir (Almanca Serviette, Romence şervet, Rusça salfetka, Lehçe senveta, Danca serviet gibi).
Sürahi
Sürahinin Arapça sarahat kökünden geldiğini ileri sürenler vardır. Açıklık, temizlik ifade eden kökten sarih, süreha (safkan at) sözcükleri türetildiği gibi, saflık ve şarap anlamlarına da gelir. Devellioğlu’na göre, surâhî su şişesi demektir. Avrupa dillerinde sürahinin karşılığı Arapça gharraf su çıkarmak kökünden gelir, İtalyanca caraffa, İspanyolca ve Portekizce garaffa, Fransızca carafe, Almanca Karaffe, Yunanca karafa’dır. Türkçede rakı sürahisi anlamında kullanılan karafaki de karafa'nın Yunanca küçültme eki almış biçimidir. İngilizce sürahi karşılığı olarak gösterilen decanter sözcüğü de decant fiilini yapan demektir. De eki ve cant (kenar) sözcüğünden türetilen bu fiil, sulu bir şeyi tortusundan ayırmak için dikkatlice dökme, şarabı şişeden boşaltmayı anlatır.
Sürahinin öncelikle içkiyle ilgili olduğu anlaşılıyor. Arapça asıl anlamı deri süt torbası olan kırba, Mısır’da dorak ve kulleh, Farsça tung ve Eski Yunanca dökmek, akıtmak, serpmek anlamında keo köküyle ve ondan türetilen kil kalıp, saki, toprak kap gibi birçok sözcükle akraba olan kûze, Latin dillerinde boğaz, gırtlak anlamındaki gurges, gurga’dan (Türkçeye geçen gargara’nın da kökü) türetilmiş gorgoleta, gargoulette, goglet, Latince canna’dan (kamış) gelen ve Germen dillerinde çeşitli biçimleriyle içme kabı, İngilizce can (bugün teneke kutu), Anadolu halk ağızlarına da geçen Yunanca kanata gibi sözcükler, sürahi standartlaşmadan önce kullanılmış çeşitli biçimlerde su kaplarını anlatır. İngilizce jug, mug, pot, flagon gibi sözcükler bu biçim çeşitliliğinin örnekleridir ve bu çeşitliliğin nedeni camın yaygınlaşmasının oldukça geç tarihlerde olmasıdır. Dolayısıyla ilk sürahiler su kapları değil, zengin sofralarının içki kaplarıdır. Türkiye’de de sürahinin masaya su dolu olarak gelmesinden önce testi/destî’nin kullanıldığını tahmin edebiliriz. Örneğin Şeyhülislam Mehmed Esad Efendi’nin Lehcetü’l'Lügat’inde (1732, haz. Ahmet Kırkkılıç, 1999) sürahi sözcüğü yokken destî vardır.
Eskiden lokantalarda su bedavayken metal sürahiler vardı. Evlerde bu şiş karınlı uzun boyunlu metal sürahiler yanında her biçimde cam sürahiler yaygındı. Sonra plastik sürahiler çıktı, evlere de girdi. Şimdi en lüks lokantada da su ‘pet şişe’de getiriliyor.
Bardak, Kadeh
Türkçede su içilen kap, ne ilginçtir ki, çok eski tarihlerde bardak sözcüğüyle istikrar kazanmıştır. Kaşgarlı Mahmud ban sözcüğünü verdiği gibi, Eski Kıpçakçada küçültme eki almış bugünkü biçimiyle bardak olarak bilinmektedir. Su, cam eşyanın yaygınlaşmadığı taşrada ve kırsal kesimde yakın zamana kadar Arapçadan alınan sözcüklerle tastan ve maşrapadan içilse, Anadolu halk ağızlarında, yöresine göre ahşap veya toprak bardak için boduç, bocut gibi değişken biçimleriyle ayrı bir sözcük bulunsa da, “eski çamlar bardak oldu” deyiminin dönüşümüyle bardağın gösterdiği standart, üstelik sürahi ile birlikte düşünüldüğünde, ilgi çekici bir durumdur.
Önce ortada tek su kabı vardır, sonra da tek bardak. Herkesin ayrı bardağının olması yüzyıllar alacaktır. Avrupa’da bardak kullanımı 16. yüzyılda başlar. Bardağın geç kalışı dilde de kendisini gösterir. Roma zamanında çivitotu (Latince vitrum) mavi-yeşil camın yapımında kullanılmaktadır ve yeşil sözcüğü (Latince viridis, Fransızca vert, İtalyanca verde,
İspanyolca verde) ile cam sözcüğü (İtalyanca vetro, Fransızca verre, İspanyolca vidrio) aynı kökten üretilmiştir. Bu dillerde bardakla cam birbiri yerine kullanılır. Germen dillerinde de durum aynıdır, cam ve bardak (Almanca Glas, İngilizce glass) aynı sözcüktür ve Glas eskiden amber anlamına gelirken, zamanla Kelt dillerinde yeşil anlamına gelmiştir; cam ambere benzetilmişken, bardak cama denk görülmektedir. Glas sözcüğün den türeyen diğer anlamlar da parlaklık ifade eder (İngilizce glaze, vb.).
Bardak Slav topluluklara daha geç girmiş ve cam bulunmadığı için eskiden içme kabı olarak kullanılan, bardak gelince unutulan, gerçekte adını Gotçadan almış olan boynuzdan aletin, stikill’in yerine geçmiştir. Güney Amerika dillerinde ise, bardak Portekizcede olduğu gibi vaso’dur; Latince vas, küçültme hali vascellum dan İngilizce vessel olmak üzere, Avrupa dillerinde tabak, fıçı, şişe, vazo, tekne, gemi anlamlarında sözcükler bulunur ve iç içe geçer. Endonezya, Bangladeş, Pakistan gibi ülkelerde bardak glass’tan alınmıştır.
Avrupa dillerinin su bardağı konusundaki tembelliği, sürahi ve kadehte de görüldüğü için, ihtiyaçlarını başka biçimlerde karşıladıklarından söz etmek zor görünüyor. Türkçede standart kadeh sözcüğü bulunduğu gibi, ayak, suğrak, dolu, kanya, piyale vb. gibi doğrudan içki bardağını anlatan birçok sözcük vardır. Oysa masa adabının kurucusu Fransızcada, içki türlerine ve biçimlerine göre çok zengin olsa da (şampanya, likör, brandi, şarap, kokteyl, bira, vb. kadehleri farklıdır) kadeh karşılığı ger çekte yoktur, bu dilde gene sözcükler verre, coupe, İngilizcede cup ve glass’tan ibarettir (İngilizce şiir dilinde kalmış olan ve ayin sırasında kullanılan kadehe verilen ad chalice Latince ca/ix’den ve gene günlük dilde kullanımı olmayan goblet Latince cupa > cupellus’dan gelir).
Şerefe!
Ev sahibinin konuğunun sağlığına kadeh kaldırması Eski Yunanlılarla IÖ 6. yüzyılda başlamış bir âdettir. Geleneğe göre bunun nedeni zehirlenme kuşkusunun ortadan kaldırılmasıdır, içki kadehleri cam değilken şerefe kaldırmaktan amaç kadehlerin tokuşturulması değil, içini göstermektir. Bu hareket içilenin ne olduğunu göstermek kadar kadehin dolu ve herkesin eşit içki sahibi olduğunu vurgulamak, saygı ve eşitlik temelindeki toplantıyı bir kez daha teyid etmek amacını taşır. Örneğin, kadeh kaldıran İskandinavyalılar kol kola girer ve birbirlerinin gözüne bakarak içkilerini içerler.
Böylece kadeh kaldırmak saygı ve dostluğun simgesi oldu. 1700’lerde masalar kurulduğunda, Batı Avrupa’da kadeh kaldırma çok yaygınlaştı ve yalnızca konuklara değil, toplanmaya neden olan kişiye ve özellikle masada bulunan kadınlara kadeh kaldırılır oldu. 1800’lere gelindiğinde her içişte birinin şerefine kadeh kaldırma âdeti yerleşmiş, davete uymamak açık düşmanlık göstergesi, en azından sizinle içmeye değmez anlamına gelmeye başlamıştı. Batı’da bu günler geride kalmakla birlikte, Ruslarda ve eski Sovyet topraklarında her kadehte bir söylev vererek masada bulunanlardan birini yüceltme veya daha soyut, hamasi buluşma nedenlerini anma geleneği tüm canlılığıyla yaşıyor.
Bizde içki kültürünün gelişimi başka yollar izlediği için şerefe, çın çın, cheers, prosit gibi tercüme âdetlere katılan ‘yarasın’, ‘sağlığına’ deyişlerinden daha yerlisi, içkiye ilk başlanıldığında haram olan katresinin parmakla ayrılıp atılmasıdır. Aleviler ise bade, dem, dolu, mey içerken kadehleri değil kadeh tutan ellerinin sırtlarını birbirine değdirerek ‘cam cama değil, can cana” deyişiyle içkide daha usta olduklarını gösteriyorlar.
Hazır Cevaplar
Görgü kuralları nerede ne söyleneceğini bilmek anlamına da geldiğinden, bazı kalıplaşmış deyim ve cümleleri yerli yerinde kullanmak önemlidir. Fakat, kibar olunması gereken bir ortamdan, eski moda görünmeme zorunluluğuna kadar, jargon veya racon sürekli değiştiği için, en iyi öğretici arkadaş çevresinin kendisidir. Örneğin, ava giden kişiye “uğurlar ola” denmez, uğursuzluk getireceği için avcıyı kızdırır, “rast gele” demek gerekir ama avcıyla nerede karşılaşacağınızı bilemezsiniz. ‘Okumuş’ kesimler dışında “afiyet olsun”un cevabı “bereketli olsun” dur. Cin ve perilerle karşılaşma olasılığı varsa zaten cevapları öğrenmiş olma zorunluluğu doğmuştur, fakat temel ilke olarak belirli yerlere “destur” suz girilmeyeceği unutulmamalıdır. Bu örnekte de görüldüğü gibi, kalıp sözlerin ortamı çok değişkendir ve zaman içinde de değişmektedir. Gene bir örnekle eskiden bebeklere allahaısmarladık yerine “başbaş” denirken artık “bay-bay” demek gerekmektedir. Kalıp sözler alkış ve kargışlardan (övgü ve bedduadan) küfür edebiyatına kadar uzanan çok geniş bir konu ve sohbet meclislerimiz “uysa da uymasa da” biçiminde bellekte çok fazla hazır cevap bulunmasını gerektiren bir yapıda olduğu için, sınırlı klasik örneklerle yetinmek zorundayız.
Eyvallah: Evet, öyle olsun, Allah razı olsun, allahaısmarladık, tevekkül, aldırış etmeyin, aferin anlamlarında yerine göre ikna edici, yerine göre kaba ve eski bir sözdür. Ey Allah! anlamındadır ki bulunulan ortamı Allah’a havale etmek ve ona sığınmak veya anlam açıklamalarında da görüldüğü gibi, şaşkın, hayran, aldırmaz olmak söz konusu olduğunda yönelinecek yeri işaret etmekten ibaret doğal bir tavırdır.
Estağfirullah: Allah’tan mağfiret / af dilerim anlamındadır, rica ederim, utandırmayın, bir şey değil yerine kullanılır. Yani bir büyüğe karşı yapılan iyi bir hareket karşısında onun minnet duyuyor konumda olması Allah’tan af dilemeyi hatırlamak için fırsat, yeterince kabahattir.
Maşallah: Nazara karşı söylenmesi şart sözcüktür. Bir şeyden memnuniyet duyulduğunda bunun nazara sebep olmaması, nazar almaması veya bu memnuniyetten doğrudan Allah’ın gücenmemesi için en iyi çare “Allah’ın istediği gibi” anlamında olan bu sözü söylemektir. Özellikle bebek sahipleri bu söz söylenmediğinde gücenebilirler.
Elhamdülillah: Anlamı açıktır: Allah’a hamd ederim, şükürler olsun. Özellikle sofradan kalkılırken ev sahibini doyulduğuna ikna edip rahatlatacak sözdür.
İnşallah: Arapça dilek kipi oluşturan yapıyla Allah isterse’ demektir.
Müminler için sözün kesinliğini, günlük dilde işin olura bırakıldığım gösterir.
Hayırlamak: Her sözün dua veya büyü olduğu bir gelenekte belirli davranışları hayırlamak insan ilişkileri açısından önem taşır. Yeni bir komşunun taşınması, yeni bir işe girişilmesi dostlar tarafından hayırlanmalıdır. Bu konularda kalıp “hayırlı olsun” iken, rüya anlatırken, fal bakarken “hayırdır inşallah” demek gerekir. Hayır sözcüğü Arapça iyi, faydalı anlamlarına gelirken, Türkçede en sık kullanılması gereken bir kavram olan ‘evet’in zıttı anlamına da gelmesi, kendi içinde bir hayırlamadır. Yani karşımızdakine “yok, değil, evet değil” demek yerine, ‘iyi, faydalı’ diyerek olumsuzluğu ağzımıza almamış, kötülüğü anmamış oluruz.
Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ
kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder