11 Mart 2022 Cuma

UYGUR DESTANLARI

 Türklerin İslamiyet'i kabulünden önceki son Türk imparatorluğu Uygur Devleti'dir. M.Ö. 8. yüzyıla kadar Oğuz boylarıyla birlikte Moğolistan'ın kuzeyinde yaşayan On Uygurlar, 8. yüzyıl ortalarında yine Dokuz Oğuzlarla birlikte Göktürklerin Türk illerindeki yaygın hakimiyetlerine son vererek, Uygur Devleti'ni kurdular. Yeni devlet kısa zamanda geniş ülkelere yayıldı. Kültür, sanat ve medeniyet bakımından Orta Asya Tarihi en parlak devrini yaşadı. 840 yılında Uygur ilinde büyük bir kıtlık oldu. Ahali isyan etti. Özellikle Kırgız isyanının sertliği yüzünden perişan olan Uygurlar ikiye bölündüler. Bir kısmı Çin hakimiyetini kabul ederek Kansu çevresinde kaldılar. Diğer ve daha büyük bir kısım Uygurlar güneybatıya doğru göçtüler. Doğu Tiyanşan'da Beş- Balıg ve Koçu şehirlerine yerleştiler. Esasen kendilerine bağlı bu ülkede yeni şehirler kurdular. Burada yüz yıl kadar, medeni bir ömür sürdükten sonra, hakimiyetlerini 940 civarı Müslüman bir Türk devleti olan Karahanlılara bıraktılar.

Bugün elimizde bulunan Uygur destanları tarihteki maceralarıyla birlikte, kendi türeyişlerine dair inançlarını da birlikte verirler. Tanrı soyundan gelen Uygurların yurdu fena idare eden hakanlar yüzünden uğradıkları sarsıntıları nakleder. Bu destanlar, yurtta milli birliği sağlayan tılsımlar bozulunca nasıl ızdırap çektiklerini, nihayet kendilerine yiyecek vermeyen bu yurdu bırakarak nasıl batıya doğru göç ettiklerini bize anlatır. Böylelikle Uygur destanları, biri Türeyiş Efsanesi, öteki de Göç Destanı denilen iki bölümde toplanır.


Türeyiş Destanı


Uygur Türeyiş Destanı'nın  Göktürk-Bozkurt Destanı ile çok yakın benzerlikleri ilk okuyuşta anlaşılacak kadar açıktır. Hemen bütün Türk destanlarının birinci derecedeki unsuru olan kurt motifi, gerek Türeyiş ve gerekse  Bozkurt Destanları'nda bilhassa ilahileştirilmekte ve neslin başlangıcı ve devamı bu ilahi motife bağlanmaktadır. Türeyiş Destanı, aslında bir büyük destanın başlangıç kısmına benzemektedir. Büyük bir ihtimalle, Göktürk-Bozkurt Destanı gibi Uygur Türeyiş Destanı da, ilk büyük Türk destanı olan Yaradılış Destanı'nın etkisi altında gelişip meydana getirilmiş, daha dar bir muhitin veya daha tecrit edilip kavimleşmiş bir soyun küçük çapta bir yaradılış destanıdır.

Büyük Hun hakanlarından birinin iki kızı vardı.  Kızlarının  ikisi de birbirinden güzeldi. Öyle güzeldi ki,  Hunlar bu iki  kızın  da ancak ilahlarla evlenebileceğine inanıyor ve bu kızların insanlar için yaratılmadığını söylüyorlardı. Hakan da aynı şekilde düşündüğü için kızlarını insanlardan uzak tutmanın çarelerini aradı. ülkesinin en kuzey ucunda,  insan ayağı az basan veya insan  ayağı hiç görmeyen bir yerinde çok yüksek bir kule yaptırdı. Kızların ikisini de bu kaleye kapattı. Ondan sonra da aklınca inandığı tanrısına yalvarmaya başladı. Öyle bir yalvarıyor ve öyle yakarışlarla tanrısını çağırıyordu ki nihayet bir gün,  hakanın  kendi aklınca inandığı tanrısı dayanamadı ve bir bozkurt şekline  girip geldi.  Hun hakanının kızlarıyla evlendi. Bu evlenmeden birçok çocuk doğdu; bunlara  Dokuz Oğuz-On  Uygur denildi ve bu çocukların hepsinin de sesi bozkurt sesine benzedi, yine bu çocuklar birer Bozkurt ruhu taşıyarak çoğaldılar.


Göç Destanı


Bu destan da bir Uygur destanıdır ve Türeyiş Destanı'nın bir uzantısı gibidir. Bugün  Orhun  Nehri  kıyısında  bir  şehir  kalıntısıyla bir saray yıkıntısı vardır; ki çok eskiden bu şehre Ordu-Balıg(k) denildiği sanılmaktadır. Büyük Uygur Destanı'nın son bölümü diye kabul edebileceğimiz Göç Destanı, işte bu şehrin saray yıkıntısının önünde bugün görülebilecek şekilde  duran yazıtlarda yazılı  olduğunu Hüseyin Namık Orkun ileri sürmektedir. Yine Hüseyin Namık Orkun'un belirttiğine göre bu yazıtlar, Moğol Hanı Ögeday zamanında Çin'den getirilen  uzmanlara  okutturulup  tercüme  ettirilmiştir. Göç Destanı'nın Çin ve İran kaynaklarındaki kayıtlarına göre iki ayrı söyleyiş halinde olduğu bilinmekteyse de aslında birbirlerinin tamamlayıcısı gibidirler. İran kaynaklarındaki  söyleyiş  daha çok tarih bilgilerine yakındır. Aynı zamanda İran söyleyişi, Türklerin Manihizm'i kabulünü anlatan bir menkıbe görünümündedir.



Çin Kaynaklarına Göre Göç Destanı


Uygur ülkesinde, Tuğla ve Selenge Irmaklarının birleştiği yerde Kumlançu denilen bir tepe vardır.  Adına  Hulin  Dağı derlerdi.  Hulin Dağı'nda da birbirine çok yakın iki ağaç büyümüştü. Biri kayın ağacıydı. Bir gece kayın ağacının üzerine gökyüzünden bir mavi ışık düştü, iki ırmak arasında yaşayan insanlar bu ışığı gördü ve ürpererek izlediler. Kutsal bir ışıktı. Kayın ağacının üzerinde aylar ayı kaldı. Kutsal ışık, kayın ağacının  üstünde kaldığı  süre içinde kayın ağacının gövdesi büyüdükçe büyüdü, kabardı. Oradan çok güzel türküler gelmeye başladı. Gece oldu mu, ağacın otuz adım ötesinden bütün çevre ışıklar içinde kalıyordu! Bir gün ağacın gövdesi ansızın yarıldı, içinden  beş küçük çadır,  beş  küçük odacık  görünümünde  ortaya çıktı. Her odacığın içinde bir çocuk bulunmaktaydı. Çocukların ağızlarının üstünde asılı birer emzik vardı, onlar bu emziklerden süt emiyorlardı. Işıktan doğmuş olan bu kutsal çocuklara halk ve halkın ileri gelenleri çok büyük saygı gösterdiler. Çocukların en küçüğünün adı Sungur Tekin'di, ondan sonrakinin adı Kutur Tekin,  üçüncüsünün ki Türek Tekin, dördüncüsünün Us Tekin, beşincisinin adı Buğu Tekin'di. Beş çocuğun beşinin de Tanrı tarafından gönderildiğine inanan insanlar, içlerinden birini hakan yapmak istediler.  Buğu  Han en büyükleriydi; ötekilerden daha güzel, daha zeki, daha yiğit görünüyordu. Buğu Tekin'in hepsinden üstün olduğunu anlayan halk onu hakan olarak seçtiler. Büyük bir törenle Buğu Han'ı tahta oturttular. Böylece yıllar yılı kovalamış, bir gün gelmiş Uygurlara bir başkası hakan olmuş. Bu hakanın da Gah Tekin adında bir oğlu varmış. Hakan oğlu Gah Tekin'e, Çin prenseslerinden birini, Kiu-Lien'i almayı uygun görmüş. Evlendikten sonra Prenses Kiu-Lien sarayını Hatun Dağı'nda kurdu. Hatun Dağı'nın çevre yanı dağlıktı; bu dağlardan birinin adı Tanrı Dağı'ydı.  Tanrı Dağı'nın güneyinde Kutlu Dağ derler bir başka dağ vardı, kocaman bir kaya parçası.

Bir gün  Çin elçisi falcılarıyla birlikte Kiu-Lien'in sarayına geldiler. Kendi aralarında konuşup dediler ki: "Hatun Dağı'nın varı yoğu, bütün bahtiyarlığı Kutlu Dağ denilen bu kaya parçasına bağlıdır. Türkleri yıkmak istiyorsak bu kayayı onların elinden almalıyız:'

Bu konuşmadan sonra varılan karar üzerine Çinliler, Kui-Lien'e karşılık olarak o kayanın kendilerine verilmesini istediler.  Yeni hakan, isteğin nereye varacağını düşünmeden ve umursamadan Çinlilerin arzusunu kabul etti, yurdunun bir parçası olan bu kayayı onlara verdi. Halbuki Kutlu Dağ bir kutsal kayaydı; bütün Uygur ülkesinin mutluluğu bu kayaya bağlıydı. Bu tılsımlı taş Türk yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsil ediyordu; düşmana verilirse bu bütünlük parçalanacak Türklerin bütün saadeti yok olacaktı. Hakan kayayı vermesine verdi ama kaya öyle kolay kolay sökülüp götürülecek türden değildi. Bunu anlayan Çinliler, kayanın çevresine odun kömür yığıp ateşlediler. Kaya iyice kızınca üzerine sirke döküp paramparça ettiler. Her bir parçayı aldılar ve ülkelerine taşıdılar. Olan o zaman oldu işte. Türkeli'nin bütün kurdu kuşu,  bütün hayvanları  dile  geldi, kendi dillerince kayanın düşmana verilişine ağladılar. Yedi gün sonra günahı bağışlanmaz olan bu düşüncesiz hakan öldü. Ne var ki onun ölümüyle ülke felaketten kurtulamadı. Bir Çin prensesi uğruna çekinmeden bağışlanmış olan yurdun bir kayası Türkeli'nin  felaketine sebep oldu. Halk rahat huzur yüzü görmedi. Irmaklar birbiri ardınca kurudu. Göllerin suyu buhar olup uçtu. Topraklar yarıldı, ürün yeşermez oldu. Günlerden sonra Türk tahtına Buğu Han'ın torunlarından biri hakan olarak oturdu. O zaman canlı cansız, evcil yaban, çoluk çocuk bütün yurtta soluk alan almayan ne varsa hepsi birden "Göç! Göç!" diye çığrışmaya başladı. Derinden, iniltili, hüzün dolu, eli böğründe kalmış bir çığrışmaydı bu.

Yürekler dayanmazdı. Uygurlar bunu bir ilahi emir diye bildiler. Toparlandılar, yollara düzüldüler; yurtlarını yuvalarını bırakıp bilinmedik ülkelere doğru göç etmeye başladılar. Sonunda bir yere gelip durdular, orada sesler de kesildi. Uygurlar, seslerin kesilip duyulmaz olduğu bu yerde kondular, beş mahalle kurup yerleştiler; bunun için bu yerin adını da Beş-Balıg(k) koydular. Burada yaşayıp çoğaldılar.



Han Orba Destanı


Han Orba Destanı 1989 yılında Hakasların Şor Boyu'na mensup Alevtina Konstantinovna Maytakova tarafından  Hakas  haycı  (destan anlatıcısı)  Semyon İvanoviç Şulbayev'den derlenip yayınlanmıştır. Han Orba Destanı, tamamı manzum ve 8873 mısraya sahip bir Hakas destanıdır. Türk destan geleneği içinde bir değerlendirme yapıldığında Han Orba Destanı'nın kahramanının bir kadın olduğu görülmektedir. Bu durum diğer Türk boylarının destanlarında da görülmekle birlikte Sibirya grubu Türk ve diğer milletlerin destanlarında sayıca daha fazladır.


Han Orba Destanı'nın Özeti


Ak Nehir kıyısında Hara Han ve karısı  Hara Tarğah, üç yaşındaki oğulları ve halkıyla mutlu bir şekilde yaşamaktadır. Hara Tarğah aynı zamanda altı aylık hamiledir. Bu huzur dolu  günler sürerken Hara Han'ın yurduna Hara Molat adlı düşman bir alp kanlı ordusuyla saldırır. Savaş esnasında Hara Tarğah da doğum yapar ve bir kız çocuğu doğurur.  Hara Han kendi ordusuyla yurdunu müdafaa etmek istese de başaramaz ve Hara Han'a mağlup olur. Hara Tarğah çocuklarının başına bir şey gelmesini istemediği için onları çiçeğe dönüştürerek diker. Hara Molat başta Hara Han ve Hara Tarğah olmak üzere halktan birçok kişiyi esir ederek kendi ülkesine sürer. Bu olaydan bir süre altın guguk donunda Hara Han'ın yurduna biri gelir. Bu Hara Tarğah'ın kız kardeşi Altın Harlıh'tır. Yurdun tarumar olduğunu görünce olan biteni anlar. Hara Tarğah'ın bahçeye diktiği çiçek donundaki  çocuklarını  eski hallerine döndürür. Onları besler ve her iki çocuğa ad verir. Erkek çocuğa Han  Mirgen, kızaysa Han  Orba adını verir. Onlara silah ve diğer donanımlarını verir ve altı yıl geçmeden anne-babalarını kurtarmak için hiçbir şekilde yurtlarından ayrılmamalarını aksi takdirde başlarına kötü şeyler gelebileceğini tembihleyerek oradan ayrılır. Ancak Han Mirgen bu uyarıya rağmen kuşanıp anne-babasını kurtarmak için yola çıkar. Uzun bir yolculuktan sonra Han Mirgen, Hara Molat'ın yurduna ulaşır. Otağına girer, onu ailesini serbest bırakması için uyarsa da Hara Molat oralı olmaz. İki alp dövüşe başlarlar, Han Mirgen Hara Molat'ı öldürür. Hara Molat'ın Hara Nincil adlı hamile bir eşi vardır ve Han Mirgen'e kendilerini öldürmemesi için yalvarır. Han Mirgen otağdan çıktığında atının ağladığını görerek bir tehlikenin yaklaştığını anlar. Bu esnada karşıdan bir alpın geldiğini görür. Bu Hara Molat'ın kardeşi Hara Hushun'dur. İki alp kıyasıya bir mücadeleye girerler, Han  Mirgen Hara Hushun'u da öldürür. Hara Molat ve Hara Hushun'un da ölmesiyle esir olan insanlar çok sevinirler. Han Mirgen atına yöneldiğinde onun yeniden ağladığını görür. Yeni bir tehlike yaklaşmaktadır. Han Mirgen bu kez Hara Molat'ın kız kardeşi kurt donondaki Hara Marha ile kapışır ve onu da öldürür. Bu kapışma esnasında karşı tepede Ay Arığ adlı müspet bir alp kadın belirir ve Hara Nincil'in Hara Molat'ın çocuğunu dünyaya getirdiğini, çocuğun babasının öcünü almak için yanına geleceğini söyler. Ay Arığ, Hara Nincil'i öldürürken Han Mirgen de Hara Molat'ın çocuğunu öldürmeye yeniden otağa girer, onunla dövüşmeye başlar ancak onu alt etmekte zorlanır. Bu arada Han Mirgen'in yardımına teyzesi Altın Harlıh gelir. Tembihine uymadığı için ona kızar, atının şeytanlar tarafından kaçırıldığını söyler. Yeniden ayaklanan Han Mirgen, Hara Molat'ın çocuğunu öldürür ve anne-babasına tekrar kavuşur. Onları sağ salim yurtlarına gönderdikten sonra, şeytanlar tarafından kaçırılan atının peşine düşer. Yolda bir su başında kendisini su iyesi olarak tanıtan Sarığ Tamcıl ile karşılaşır; Sarığ Tamcıl Han Mirgen'e saldırınca ikisi dövüşe başlarlar ancak su iyesi Han Mirgen'i epeyce yorar ve Han Mirgen'in yardımına yeniden teyzesi Altın Harlıh koşar. Ona kaz yumurtası vererek yeniden eski gücüne kavuşmasını sağlar. Han Mirgen tazelenmiş gücüyle Sarığ Tamcıl'ı öldürür. Yoluna devam eden Han Mirgen yolda Ay Arığ'ın yaralı olduğunu görür. Sol cebinden çıkardığı mavi ipekten örtüsüyle sihirli güçlerini kullanarak Ay Arığ'ı iyileştirdikten sonra atını takip etmeye kaldığı yerden yaya olarak devam eder. Bir dağın eteğine ulaştığında metruk bir evle karşılaşır. Evin içinde, yatakta yatmakta olan ucube görünümlü etrafı sineklerle çevirili çirkin bir kız görür. Kız, Han Mirgen'i beklediğini kendisiyle evlenınesini ister. Han Mirgen bunu kabul etmez, bu kez onu yemek yemesi için zorlar. Kız, Han Mirgen'e yılan eti yedirmek ister. ilkin buna yanaşmayan kahraman, gaipten duyduğu Altın Harlıh'ın telkiniyle yılan etini yer ve o ucube kız birdenbire çok güzel bir kıza dönüşür. Kızın adı Altın Çaçah'tır. Kız, başından geçenleri Han Mirgene anlatır. Kızın dışarıda duran uçan bir yılanı vardır. Altın Çaçah ve Han Mirgen, yılana binerek havadan Han Mirgen'in atını aramaya koyulurlar.

Bu arada Altın Hadılı'ın tanıdığı altı senelik mühlet  dolmuş,  Han Orba olaylara dahil olur.  Han Orba, Ay Arığ ve Altın Çaçah ile tanışır. Ancak orada çok fazla durmayarak ağabeyi Han Mirgen'i de alarak yurtlarına dönerler. Ailesi ve halkı bu iki kardeşi coşkuyla karşılarlar. İki kardeş dokuz günlük alp  uykusundan  sonra  uyanırlar. Sofra başındayken Altın Çaçah'ın  yılanı,  sahibine  yardım  etmeleri için Han Orba ve Han Mirgen'i çağırır.  Hazırlıklarını yapan iki kardeş Altın Çaçah'ın yurduna varırlar. Altın Çaçah'a musallat olan Han Taycı'ya karşı koyup onu ortadan kaldırırlar. Kardeşler buradan tekrar evlerine dönerler. Yine sofradayken anne Altın Harlığ, Han Mirgen'in Ay Arığ ile evlenmesi gerektiğini, bunun kader kitabında yazdığını söyler. Yeniden hazırlık yapılarak, Altın Harlıh dünürcü olarak Ay Arığ'ın yurduna giderler. Öksüz ve yetim olan Ay Arığ'ı kendisinden isterler. Ay Arığ önce buna yanaşmazken, kader kitabı olan altın knigada Han Mirgen ile kendisinin evlenmesi gerektiğini görünce töreye karşı gelemez ve teklifi kabul eder. Önce Ay Arığ'ın akabinde de Han Mirgen'in yurdunda toy kurulur ve genç alplar evlenir. Toydan birkaç gün sonra Hara  Tarğah,  çocuklarına  Hazır Han'ın ordusuyla kendilerine saldırmak hazırlık yaptıklarını söyler. Kardeşler hazırlanıp yola çıkarlar. Hazır Han'ın yurduna vardıklarında Altın Çaçah ve Altın  Harlıh  mücadeleye  zaten  başlamışlardır. Han Orba ve Han Mirgen de onlara yardım ederler ve Hazır Han'ı, oğlu Han Hartığa'yı, Hazır Han'ın kardeşi Han Sabar'ı öldürürler. Kardeşler yurtlarına döndüklerinde anne ve babalarının öldüklerini öğrenirler. Bu arada Han Mirgen ve Ay Arığ'ın bir oğlu olmuştur ve çocuğun ismi henüz yoktur. Çocuğa ismini Han Orba verir ve yeğenine Han Çibek adını layık görür. Çocuk ad aldıktan sonra annesi Ay Arığ tarafından kiminle evleneceği belirlenir. Bu kişi Kök Han'ın kızı Kök Nincil'dir. Han Çibek böylece evlenmek için yola çıkar ve Kök Nincil'in yurduna doğru ilerler. Ancak kızla evlenmek için alplar arasında bir yarışma düzenlenmiştir. Han Çibek'in de bu yarışmaya katılıp kazanması gerekir. Han Çibek rakipleriyle çetin bir müsabakaya girişir; Han Orba ve diğerlerinin de yardımıyla yarışmayı Han Çibek kazanır ve Kök Nincil'le önce kızın yurdunda daha sonra da kendi yurdunda toy kurar ve evlenir. Kısa bir süre sonra Ay Arığ, kendileri için Tas Han ve kardeşi Pus Han'dan tehlike gelebileceğini söyler. Alplar yeniden hazırlıklarını yaparlar ve yola çıkarlar. Düşman alpların yurtlarına geldiklerinde Han Mirgen, Han Orba, Han Çibek, Altın Çaçah ve Altın Harlıh orada dövüşmeye başlarlar. Han Mirgen mücadele sırasında epeyce zorlanır, ağır yaralanır. Altın Harlıh onu yine kaz yumurtasıyla hayata döndürmeye çalışsa da bu kez başarılı olamaz. Düşman alplar yok edilir ancak  Han  Mirgen orada ölür. Cansız bedeni  yurduna getirilir ve  Altın  Dağ'a konur. Han Mirgen, son mücadelesini verirken Ay Arığdan bir de kızı olur. Kıza yine Han Orba ad verir ve ona Haan Kız der. Yine dokuz günlük alp uykusundan sonra bu kez Altın Harlıh uçarak gelir ve Hara Mool ve kızı Azgın Noğas'tan bahseder. Alplar yine hazırlık yapıp Han Orba'nın öncülüğünde yola çıkarlar.  Hara  Mool'un yurduna varırlar ve hepsini öldürüp yeniden yurtlarına dönerek yeniden  alp uykusuna dalarlar. Uykudan kalkan alplar Ay Arığ'ın ağlamasına tanık olurlar. Buna göre Han Çibek Hara Mool'un yurdundayken  Han  Sağın adlı bir oğlu olmuş ve kimseye haber vermeden nehrin öte yakasına geçmiştir. Öte tarafta zalim Ah  Hartığa ve  Kök Hartığa ve bunların kız kardeşi Hara Sorhıl yaşamaktadır. Çocuğa yardım etmek için Altın Harlıh önceden oraya gitmiştir. Han Orba ve yeğeni hazırlıklarını yapar ve yola düşerler. Haan Kız ve Han Orba Hara Sorhıl'ı öldürürken diğerleri de Ah Hartığa ile Kök Hartığa'yı öldürür. Ancak bu savaş sırasında Han Mirgen'in oğlu Han Çibek ile alplara savaşta yardım eden Ah Ölen ölür. Alplar o yurttan galip ayrılıp, cenazeleriyle birlikte önce Ah Ölen'in yurduna uğrayarak Ah Ölen'in kız kardeşi Tülgü Arıg'ı Han Sağın'a alırlar ve oradan da yurtlarına dönerler. Bu ikisi için Han Orba'nın yurdunda toy kurulur ve tüm alplar mutlu ve barış içinde yaşamaya devam ederler. 



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak