Türk tarihinin en eski devirlerinden başlayarak, çeşitli renklerin sembol anlamlarından başka, manevî ve millî anlamlar da kazandığını görüyoruz. Hattâ, Türkler Müslüman olduktan sonra da, İslâmiyet öncesinde uzun yüzyıllar kendi hayatlarında manevî ve millî motifler olarak rol oynamış olan bazı renklerin, Müslümanlar tarafından da kullanılmış olması sebebiyle, giderek bu renkleri dinî motif olarak da algılamaya başlamışlar, bu yüzden; o renklerin İslâmiyet öncesinde millî hayatlarında oynadıkları rolü yer yer unutarak, sadece İslâmî dönemin renkleri gibi algılamışlardır.
Ak (Beyaz)
Ak rengin, Türklerin en eski inançlarından olan Şamanist dönemle ilgili bazı manevî inanmalarından kaynaklanarak ululuk, adalet ve güçlülük anlamları kazandığı görülmektedir. Şöyle ki, Türk Şamanizminde Ülgen, hayır ilâhıdır. Ülgen’in altın kapılı sarayı ve altın tahtı vardır. Şaman dualarında ona Beyaz Parlak (Ak Ayas), Parlak Hakan (Ayas Kaan) vb. şekilde hitap edilir. İnanışa göre Ebem Kuşağını (Gök Kuşağı) da o yaratmıştır.
Aynı inanca göre Tufan’dan sonra Ülgen, insan yaratmağa girişti. Kardeşi Erlik de (yer altı ilâhı, kötü ruhların ilâhı), onun adam yarattığı çiçeğin bir parçasını alarak bir insan yarattı. Ülgen, kardeşine darıldı ve onu tel’in ederek, (lânetleyerek) “senin yarattığın kavim Kara Kavim olsun. Benim yarattığım Ak Kavim şarka senin yarattığın kavim garba gider” diye ilâve etti.
Bu inanışlardan kaynaklanarak, Altay Türk halk edebiyatında hayır ilâhı Ülgen’i temsil eden ak, cennet anlamında da kullanılmaya başlanmıştır. Bu sebeple Şamanlar külâhlarını bilhassa beyaz kuzu derisinden yaptırırlardı. Çünkü, itikadlarına göre beyaz renk temiz ruhların hoşuna giderdi. Buradan giderek Ak sözü ve rengi şamanî Türk inançlarında arılık ve yüceliğin bir sembolü hâline gelmiştir. Bu yüzden da, ak renk için “baş renk” de diyebiliriz. Bundan dolayı da, A. Alföldi’nin dediği gibi, “esas taraf” kabul edilen batı yönünün sembolü olarak kullanılmıştır.
Yine bu inançlardan kaynaklanarak Türklerde “aklık” temizliktir, arılıktır, yüceliktir, ululuktur. Yaşlılık, tecrübe ile dolu oluş ve bir kocalıktır, büyüklüktür. Devletin ululuk, adalet ve güçlülüğünün bir sembolüdür. Devlet büyüklerinin, özellikle savaşlarda giydikleri bir giysi, elbise rengidir. Askerî birliklerin içinde üst subay veya komutanların, kendilerini askerlerden ayırabilmeleri için, beyaz giydikleri anlaşılmaktadı. Beyaz rengin bilhassa Hun büyüklerinin ve subaylarının bir üniforması gibi olduğu görülüyor. Beyaz at da ordu içindeki büyük rütbelileri, askerlerden ayıran bir işaretti. Bu gelenek Türklerden Moğollara da geçmiştir ve Cengiz Han devletinde de devam etmiştir. Gerçekten de biz Cengiz Han’ın İmparatorluk sancağının, yani tuğunun dokuz uçlu beyaz bayrak olduğunu biliyoruz. Öte yandan, dokuz sayısının Türkler tarafından uğurlu sayıldığı şeklindeki anlayışın da Moğollara Türklerden geçtiği görülmektedir.
Anadolu’da ise beyaz at geleneği Alp Arslan’dan (Malazgirt’te olduğu gibi) Balak Gazi’ye (Artuklulardan Harput hükümdarı) devam edip gitmiştir. Bu örnekler Fatih Sultan Mehmed’in hiddetle denize sürdüğü beyaz at örneğinde olduğu gibi, daha da çoğaltılabilir. Ancak, elbise açısından Osmanlı dönemi savaş geleneklerine bakıldığında bazı farklı uygulamalara da rastlıyoruz. Bu cümleden olarak Yavuz Sultan Selim’in Reydaniye Savaşı’nda kırmızı atlaslardan bir elbise giydiği bilinmektedir. Çünkü, sarı edük (bir çeşit çizme) - kırmızı kemer ve kaftan, Osmanlı padişahlarının hükümdarlık alâmetleriydi.
Şamanist Türklerin hayır ilâhı Ülgen inanışından kaynaklanarak, devletin başında bulunanlarla diğer üst düzey yöneticilerinin hâkim rengi ve hâkimiyet sembolü, yani sancağı veya bayrağı hâline gelmiş olan ak rengin, Hunlardan sonraki diğer Türk devletlerinde de oldukça rağbet gördüğü anlaşılmaktadır. Bu yüzden eski Türkçe’de “ak kemik” (ak süñük=ak süyek) deyiminin beyler; “kara kemik” (kara süñük = kara süyek) deyiminin de avam, yani halk anlamında ve epeyce yaygın bir şekilde kullanıldığını görüyoruz. Buna uygun olarak, Kaşgarlı Mahmud Karahanlı hükümdarlarının “al” bayraklarından ve “kızıl” tuğlarından bahsederken, ondan birkaç yıl önce eserini yazmış olan meşhur Karahanlı devlet adamı Yusuf Has Hâcib de, “siyah kul rengidir, bey (hükümdar) beyaz olur ve siyahla beyaz nasıl kolayca birbirinden ayrılır ise, tıpkı onun gibi hükümdar da sahip olması gereken üstün niteliklerle, erdemlerle kolayca halktan ayırt edilebilmelidir” şeklinde bir görüş kaydetmiştir. O hâlde, burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus da şudur. Kaşgarlı’nın kaydettiği al ve Yusuf Has Hâcib’in işaret ettiği ak renklerin ikisi birden tarihimizin derinliklerinden akıp gelen hükümranlık sembollerimizdir ki, bu günkü şanlı bayrağımızın renklerinin de böylece eski inanç ve geleneklerimizin içinden süzülüp geldiği açıkça anlaşılmaktadır. Ancak zamanla milletimiz bugünkü bayrağımızın al’ını şehidlerimizin al kanının ve ak’ını da yine şehidlerimizin ak ruhlarının manevî sembolleri yerine de algılamış ve onu öyle değerlendiregelmiştir.
Ak renk ile ilgili kayıtların, oluşumu X. yüzyıla kadar indirilebilen Dede Korkut Destanlarında da yukarıda izah etmeye çalıştığımız anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. Dede Korkut Oğuz beylerinden söz ederken ak sancaklı veya ak alemli ifadelerini kullandığı gibi, Selçuklu öncesi Oğuz hükümdarlarından Bayındır Han’dan söz ederken de, “ağ atlı Bayındır Han” deyimini kullanmaktadır. Şüphe yok ki, bu gün Türkiye’de yaygın olarak kullandığımız “yüzü ak” ve “alnı ak” ifadeleri de ak’ın Türk manevî ve millî hayatında kazanmış olduğu adalet, doğruluk, temizlik, arılık, haklılık, yücelik ve güçlülük anlamları ile bağlı bulunmaktadır.
Diğer taraftan, Hazret -i Peygamber’in kullandığı üç sancaktan (Beyaz, Yeşil ve Siyah) birinin rengi olması dolayısıyla, özellikle Osmanlı dönemi yazarları, Selçuklular ve Osmanlılardaki ünlü “Ak Sancaklar”ı genellikle Peygamber ile İslâmiyete bağlamışlardır. Nitekim, bu konuda ciddî çalışmalardan birini yapmış olan Miralay Ali Bey, Anadolu Selçuklu hükümdarı II. Gıyaseddin Mesud’un H. 688 yılında Osman Gazi’ye hükümdarlık fermanı ile birlikte bir de alem (sancak) gönderdiğini ve bu sancağın beyaz renkli kumaştan yapılmış olması sebebiyle Türkler tarafından ak sancak olarak adlandırıldığını kaydetmektedir. Gerçekten de biz, ilk dönemlerde Osmanlı Saltanat Sancakları arasında Ak Alem, yani ak sancağın başta geldiğini, asıl saltanat sancağının bu olduğunu; meselâ Fatih Sultan Mehmet zamanında doğrudan doğruya padişaha mahsus sancağın Ak Sancak olduğunu, bu yüzden de Osmanlılarda bu Ak Sancağa “Baş Alem” de dendiğini biliyoruz. İşte İslâmiyet öncesi Türk manevî ve millî inanışlarından süzülüp geldiğinde hiç şüphe bulunmayan bu beyaz bayrak geleneğinin, Konya’daki Selçuklu hükümdarının Osman Gazi’ye gönderdiği hâkimiyet alâmetleri arasındaki beyaz bayraktan kaynaklandığını zanneden Miralay Ali Bey, bunun Hz. Peygamber’in beyaz sancağının bir ifadesi olduğu görüşünü ortaya koymakta ve buna Osmanlıların Liva-i Resulullah adını verdiklerini ifade ettikten sonra “Liva-i Resulullah’tan maksat Ak Sancak’tır” demektedir.
Türklerin İslâm dinini kabul etmelerinden sonra, eski Türk gelenekleri ile yeni İslâmî geleneklerin birbirine uyum sağlamış olması elbette normaldir ve kültür gelişmesi olarak önemlidir. Ancak, öyle anlaşılıyor ki Sadrazam Mahmud Şevket Paşa da (Osmanlı Teşkilât ve Kıyafet-i Askeriyesi, İstanbul 1325), Miralay Ali Bey de (Bayrağımız ve Ay Yıldız Nakşı), diğer Osmanlı yazarları da eserlerini yazarlarken Türklerde şehit bayrağının, yani şehitler için yas alâmetinin (normal ölümler için siyah olduğu halde) beyaz olduğunu; Sultan Alp Arslan’ın Malazgirt Savaşı’na başlamadan önce beyaz elbise giydiğini, atının kuyruğunu kestikten (veya bağladıktan) sonra, askerleri ile birlikte namaz kılıp, sonra savaşa başladığını bilmiyorlardı. Halbuki Türklerde at kuyruğunu kesme, ölüme hazırlık ve aynı zamanda yas işareti idi. Sultan Alp Arslan’ın beyaz elbise giymesini ise, İslâm geleneğine göre bir anlamda kefenlenme olarak görmek, dolayısıyla İslâm öncesinin ak inancını bir İslâmî motif ile özdeşleştirmek tabiî olabilir. Ama İslâm öncesi Türk geleneklerini bilmeyen Osmanlı yazarları için, sadece İslâmî dönemi görmek de kaçınılmaz olmuştur. Oysa, yukarıdan beri söylemeye çalıştığımız gibi Ak’ın kutluluğu ve uğurluluğu, millî ve manevî üstünlüğü Şamanizm’deki Ülgen inanışından kaynaklanmakta ve kökleri Hunlar çağına kadar gitmektedir. Bu itibarla, Osmanlı devri yazarlarının tesirinde kalarak, Osmanlıların Liva-i Resululallah veya Liva-i Beyza olarak adlandırdıkları ak sancağı yalnız Peygamber ile İslâmî geleneklere bağlamaya çalışanlar; yani, Selçuklular ile Osmanlıların ünlü “Ak Sancak”larını Türklerin Müslüman oluşu ile başlatmak eğiliminde olanlar bu konuda da esnek davranmak ve eski Türk inanç ve geleneklerini göz önünde bulundurmak durumunda olmalıdırlar. Nitekim Fuat Köprülü de Selçuklu sultanı tarafından Osman Gazi’ye gönderilen Ak sancak için “bunun İlhanlılara (Cengizlilere) mahsus beyaz bayrak olacağı pek tabiîdir” demek suretiyle bu konudaki yanılgıyı bir nebze olsun düzeltmiş, ama asıl kaynağı o da görememiştir.
Beyaz renkli bayrağın diğer bazı Türk devlet ve hanedanlarında da kullanıldığını biliyoruz. Bu cümleden olarak, tarihî kaynaklar Akkoyunlu hanedanına ait sancak ve bayrakların beyaz renkli olduğunu açıkça kaydederler. Nitekim Akkoyunlu bayrağına, bu devleti kurup yönetenlerin Oğuzların Bayındır boyundan olmaları sebebiyle “Alem-i Sefîd-i Bayındırî” (Bayındırlıların beyaz bayrağı) da denildiğini biliyoruz. Diğer taraftan, 18. yüzyılda İran’da hükümdarlığı ele geçiren Nadir Şah Afşar’ın da Yeşil renkli Safevî bayrağı yerine Beyaz bayrak kullandığı anlaşılmaktadır.
Ak Asaba (İsabe) da Mısır Memlüklerinde Sultan’ın en büyük sancağı idi.
Sonuç olarak söylememiz gerekirse, ak (beyaz) renk Türklerin en eski millî ve manevî inançlarından kaynaklanan, devleti temsil etmiş bir hükümranlık sembolüdür. Müslüman Türkler bunu dinî geleneklerine bağlamışlardır. Osmanlı devrinde ise devlet geleneğinden gelen bu Ak Sancak ile, daha çok ordu ve halk geleneğinin üstün tuttuğu al (kızıl-kırmızı) renkli sancak giderek dorukta birleşmiş ve bugünkü beyaz ay-yıldızlı al bayrağımızı meydana çıkarmıştır.
Alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder