18 Mayıs 2023 Perşembe

YALANCI PEYGAMBERLERİN ORTAYA ÇIKIŞLARI VE BUNLARIN HAYAT VE FAALİYETLERİ-4

 MÜSEYLİMET ÜL-KEZZAB



Bir gün Hazret-i Muhammed mimbere çıkarak, halka şöyle hitap etti: "Ey nas! Ben Kadir gecesi bir rüya görmüş ve sonra onu unutmuştum. Rüyamda kollarımda iki altın bilezik gördüm, bu ikisinden nefret ettim, onlara üfürdüm, onlar da uçup kayboldular. Ben bu iki bileziği Yemen'de ve Yemâme'de çıkan bu iki yalancı ile yorumladım" ( İbni İshak, İbni Hiş am, IV., S. 246). İşte Hazret-i Muhammed'in rüyasını yorumlarken bahsettiği Yemâme'de çıkan yalancı, Yemâme'ye hükmeden ve peygamberlik iddiasında bulunan Müseylime'dir.


Necid alçak yaylasının güneydoğusunda ve Bahreyn'in batısında bulunan Yemâme toprakları Hanife kabilesinin elinde idi. Hanifeliler ziraate pek elverişli olan topraklarında elde ettikleri ürünleri satarak geçimlerini rahatça sağlıyabiliyorlardı.



A. Hanife kabilesi ve dini:


Büyük Bekir bin Vâil kabilesinin bir kolu olan Hanifeliler, topraklarının verimliliği bakımından diğer memleketler için, bilhassa tahıla muhtaç bulunan Hicazlılar için en önemli bir kabile idi. Hicretin 7. yıllarında Hanife kabilesinin başkanının, İbni Sa'd, Ibni Hişam ve Taberinin bize bildirdiklerinden Hevze bin Ali olduğu anlaşılmaktadır.


Hevze bin Ali, Iran yoluyla gelen Hristiyanlığı kabul etmiş görünüyorsa da Hanife kabilesinin bu yolda onu ne dereceye kadar takip ettiği pek aşikâr değildir. Diğer Arap kabileleri gibi İslâmiyet çıkıncaya kadar putperest olarak yaşıyan bu kabilenin pek az bir kısmının Hevze ile birlikte Hristiyanlığı kabul etmiş olması muhtemel ise de, 144 Hicretin 7. yılından sonra Hazret-i Muhammed'in Hanifelileri islâmiyet'e daveti üzerine, yüksek tabakadan birçokları gibi aşağı sınıf halktan da birçoklarının Müslüman olduğunu en eski ve tarafsız kaynaklardan anlamaktayız. Her ne kadar Caetani Hanife kabilesinin ve onun son başkanı Müseylime'nin Hristiyan olduğunu savunmakta ise de (Caetani, IX., S. 7. v. öt), bu iddiasında pek haklı olmadığını, Hazret-i Muhammed'in Hristiyanlara karşı gösterdiği müsamaha ile ispat etmek mümkündür. Gerçekten Hazret-i Muhammed Ehl-i kitap sayılmaması gereken Mecasileri bile vergiye bağlamak şartıyla serbestilerini tanımış hattâ kendi zamanında onun bu hareketi dedikodu konusu teşkil etmekten geri kalmamıştı. Eğer Beni Hanife büyük bir çoğunlukla Hristiyan olmuş olsaydı, Hazret -i Muhammed Müseylime'yi bir Hristiyan reformisti gibi kabul edip Hanifelilerin vicdan hürriyetlerini tanırdı Eğer Müseylime ve Beni Hanife tamamiyle Hristiyan olsa idiler, o zaman Müseylime'nin yeni bir din ortaya koyarak İslam topraklarından ayrı bir teşekkül olarak kalmayı istemesine lüzum yoktu; zira Hazret-i Muhammed Tebük seferinden sonra birçok Hristiyan heyetleri kabul etmiş ve onların cizye vermeyi taahhüt etmeleri üzerine kendileri ile anlaşmalar yapmıştı. Margoliouth ve Muir de Beni Hanife'nin Hristiyanlığını kabul etmemektedirler (Margoliouth, JRAS, 1903, S. 486; Muir, Annal, S. 38).



Beni Hanife'nin Müslümanlığına gelince: gene İbni Sa'd, Beni Hanife'den Medine'ye gönderilmiş olan elçilerin on kişi kadar olup aralarında er - Rehhtil bin Unfuva, Seleme bin Hanzele es - Suheymi ve Talk bin Ali, Humran bin Câbir ve Mesleme bin Habib (veya Hayyib) vs. bulunduğunu, bunların Remle'lerin evinde misafir kaldıklarını, sonra camie gelip hakikata şahadet ettiklerini yazmakta, fakat bu sırada Müseylime'nin at ve develere bekçilik ettiğini kaydetmektedir. Daha buna benzer şurada burada rastlanan birçok kayıtlar vardır ki, önemli birçok şahısların Peygamber'i ziyaret edip islâm'ı kabul ettiklerini bildirmektedir. Konumuzun sonlarına doğru bunların adlarını kaynak göstererek belirteceğiz. Mui'rin de kabul ettiği gibi (S. 38) kısmen putperest kısmen Hristiyan olan Beni Hanife, Hazret-i Muhammed'e boyun eğmişti. Fakat islâmiyet'i kabul etmiyen bir kısım halk sonradan peygamberliğini iddia eden Müseylime'nin etrafında toplanmaktan da geri kalmadı. Öyle anlaşılıyor ki, Hevze zamanında Hanife kabilesi iki kuvvetli idarecinin hakimiyet yolundaki rekabetleri yüzünden tamamiyle birbirine zıt iki varlık haline gelmişti. Bu rakiplerden birisi Sümâme bin Üsal, diğeri Hevze bin Ali idi.


İbni Sa'd ve Belazûrinin anlattıklarına göre, Hicretin 6 - 7. yıllarında Peygamber muhtelif hükümdarlara mektup yazdığı sırada Yemâme başkanı Hevze bin Ali'ye ve Yemâme halkına Salit bin Amr ül - Amiri eliyle bir mektup göndererek, onları Müslüman olmaya davet etmişti. Hevze misafiri kabul edip hediyeler verdi ve Peygambere şöyle bir cevap yazdı : "Senin dâvet ettiğin şey çok iyi ve güzeldir. Ben kavmimin şair ve hatibiyim. Araplar benim mevkiimi takdir ederler; bunun için sen bana bu işte pay ver sana tâbi olurum." Hevze mektupla birlikte giyinmesi için Sâlit'e Hacer kumaşlarından elbiseler de verdi. Sâlit Peygambere onun mektubunu ulaştırdığı vakit, Peygamber "küçük bir menfaat bile istese vermem, o yok olacak" dedi ( İbni Sâ'd, II, 1., S. 18).


Bir müddet sonra, Hicretin 8. yılında Hevze öldü. Onun yerine Müseylime Beni Hanife'nin hükümdarlığını eline geçirdi.


B.  Müseylime'nin soyu:


İbni Kuteybe'ye göre (Kitab ül-Maarif, S. 206 - 7) Müseylime'nin babası Beni Hanife'den Habib, dedesi Lüceym künyesi Ebu Sumâme'dir. Belazuri onun Sumâme yahut Sümâle bin Kesir bin Habib bin Sümâme bin Gsal bin Habib bin Hanife bin 'Id olduğunu kaydetmektedir. İbni Hişam'da Müseylime bin Sümâme ve künyesi Ebu Sümâme kaydı vardır. Diyarbekri (Tarih-i H âmis, II., S. 174) ise onun dedesinin Hârun, lakabının Ebu Sümame olduğunu yazmaktadır.


C. Müseylime'nin, Hanifelilerin emirliğini elde etmesi:


Yemâme'nin hakimi olup 8. yılda ölmüş olan Hevze'nin yerine, nasıl olup da Müseylime'nin geçtiğini kaynaklardan öğrenmek imkansızdır. Fakat Müseylime'nin şahsiyeti araştırıldığı zaman onun birçok meziyetlerle birlikte, kabilesinin en ileri gelen bir şahsiyeti olduğu görülür. Böylece de onun Hevze'nin yerini almakta güçlük çekmediği kolayca tahmin edilebilir.


Müseylime'nin Yemâme amirliği ile birlikte büyük bir gaileyi de üzerine almış olduğu muhakkaktır. Bu da Hanife kabilesinin önemli bir kısmına hükmeden ve islâmiyet'i kabul etmiş bulunan Sümâme'nin rekabetidir. Sümâme Mekke'nin fethinden epeyi önce Müslüman olmuş ve Hanifelilerden islâmiyet'i kabul edenler onun etrafında toplandığından kuvveti artmıştı. Ayrıca Medine hükümeti de Müslüman olması dolayısıyle Sümame'nin tabii bir müttefiki sayılıyordu. Bu durum karşısında şair, hatip ve kâhin olan Müseylime zengin topraklara ve nüfus çokluğuna sahip bulunan Yemame'yi Hazret -i Muhammed 'in her gün biraz daha artan nüfuzu altına girmekten kurtarabilmek amacıyla kendisinin de Hazret-i Muhammed gibi yeni bir dinin müjdecisi olduğunu ilan etti ve K ur 'ana nazireler söylemeğe başladı.



D. Müseylime'nin Medine'yi ziyaret edip etmediği meselesi ve peygamberlik iddiası:


En güvenilir kaynaklarımız arasında bulunan Buhari, Vakidi ve İbni Abbas, Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'i bir heyetle birlikte ziyaret etmiş olduğunu iddia etmektedirler. Müseylime bu ziyareti, Arap yarımadasının merkezileşmekte olan idaresinin Hazreti Muhammed' den sonra kendisine intikalini istemek üzere tertip etmiş ve şöyle demiştir: "Eğer Muhammed kendinden sonra beni halef tayin ederse, kendisine tabi olurum".  Hazret-i Muhammed ise o sırada elinde bulunan hurma dalını göstererek: "Elimde bulunan şu dal parçasını istesen, onu bile sana vermem. Sen de Allah'ın hakkındaki hüküm ve nüfuzunu tecavüz edemezsin. Eğer sen bana ve hakka muhalefet edersen. Allah seni muhakkak helak eder ve ben muhakkak sanırım ki, sen onda gördüğüm eşkale göre, bana gösterilen kişisin" İbni Hişam bu hususta daha geniş bilgi vermekte ve Müseylime'nin Ensâr'dan, Neccaroğullarından, Hâris'in kızının (Hâris'in kızı Müseylime'nin karısı idi. Buhari III., S. 52) evinde misafir edildiğini, Hanifelilerin onu bir örtü ile örtüp Peygamber'in yanına getirdiklerini, yukarıda bahsettiğimiz rivâyetlere ilâve etmektedir. Gene İbni İshak ( İbni Hişam. IV., S. 222) bu rivâyetin başka bir şeklini dinlemiş olduğunu nakleder: "Beni Hanife mensupları Peygamber'in huzuruna gelmişler, ama Müseylime'yi at ve develerin yanına bırakmışlar; bu heyet islâmiyet'i kabul edip arkadaşlarının (yâni Müseylime'nin) durumunun ne olacağını sorduklarında, Hazret-i Muhammed onlara, bekçilik edenin durumunun beraber gelenlerinkinden aşağı olmadığını bildirmiş " , fakat Allah'ın düşmanı Müseylime Yemâme'ye gidince bu sözü menfaatlerine hizmet edecek bir şekilde değiştirerek, ben onunla peygamberlik işinde ortak edildim diye iddialara koyulmuş, Medainin aynı konudaki rivâyetini nakleden İbni Sa'd (Siret, s.115) da dahil, Müseylime'nin Medine'yi ziyaret ettiğini diğer birçok kaynaklar yazmaktadırlar. Gene bu eserler, Hanife heyetinden olan ve Müslümanlığı kabul edip Bakara süresini öğrenmiş bulunan er-Receül'in Müseylime'ye yol gösterdiği ve Hazret-i Muhammed'in Müseylime'yi kendisine ortak ettiği yolunda yalan şehadette bulunduğunu bildirmektedirler. Ayrıca Belâzûri (Tür. ter. III., S. 142) ve İbni Sa'd (Tabakat, II., S. 37) başta olmak üzere gene bu kaynaklar Hazret-i Peygamber'in bir mektup yazarak ed-Dameri vasıtasiyle Müseylime'yi Müslüman olmaya dâvet ettiğini, sonra Müseylime'nin bu mektupa cevap yazdığını da açıklamaktadırlar. İbni Hişam, Belüzûri, Taberi, Beyhaki, el - Vatvat, gibi tarihçiler bu mektubun Hicret'in 10. yılında yazıldığını kayd ve kabul etmişlerdir. Pek önemsiz farklarla hepsinde tekrar edilen mektubun metni aşağı yukarı şöyledir: "Tanrı Elçisi Müseylime'den, Tanrı Elçisi Muhammed'e mektuptur. Sana esenlikler dilerim; ben peygamberlikte sana ortak edildim. Yeryüzünün yarısı bize, yarısı Kureyş'e aittir. Fakat Kureyşliler insaf ve adâletle hareket etmezler". Müseylime bu mektubu Amr bin Cârud'a yazdırıp müezzini Nevvâha'nın oğlu Ubâde bin Hâris ile göndermiştir. Peygamber bu mektubu okuyunca, elçilere: "Siz bu mesele hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sormuş. Onlar da, "Biz de ayni fikirdeyiz" diye cevap verince, Hazret-i Peygamber "Elçilerin öldürülmesi câiz olsaydı, başınızı keserdim" diye cevap verip (Belâzüri aynı S.) Müseylime'ye şöyle bir mektup yazdırmıştır: "Bu, Tanrı Elçisi Muhammed'in yalancı Müseylime'ye mektubudur. Tanrı'ya hamd-ü senadan sonra; yalan ve iftara dolu mektubunuz bana geldi. Yeryüzü Yüce Tanrı'nındır. O, kullarından istediği kimseleri, yeryüzüne vâris kılar. Tanrı'nın bağışlıyacağı iyi sonuç kendisinden sakınanlar içindir. Selâm doğru yolda olanlara olsun. İbni İshak, bu mektubun Hicri 10. yılın sonunda yazıldığını ileri sürerken, bizzat Taberi, Müseylime ve emsali gibi peygamberlik iddialarında bulunan kimselerin, Hazret-i Muhammed'in vedâ haccından sonraki hastalığı sırasında ortaya çıktıklarını ilâve etmektedir. Fakat Peygamber hasta olduğu hâlde, bu yalancı peygamberlerle mücadeleden geri durmamış, hattâ bu münasebetle Furat bin Hayyân ül - Idryi aynı maksatla Yemâme'deki Müslümanların başkanı bulunan Sümâme bin Üs yollamıştı (Taberi, tür. ter., II., 2., S. 918).


Eski ve yeni tarihçilerden bâzıları Müseylime'nin peygamberlik iddiasına başlamadan önce Medine'ye gelerek islâmiyet'i kabul etmiş olduğunu kaydetmekte iseler de büyük bir kabilenin başkanı ve çok önemli bir askeri kuvvetin de komutanı bulunan Müseylime'nin Medine'ye gelip önce Müslüman olması, sonra Medine'ye boyun eğmemek için bütün gücü ile savaşması, kabilesi ile birlikte kanının son damlasını bu uğurda harcaması, bizi bu iddiaları şüphe ile karşılamaya sevketmektedir. Müseylime'nin Beni Hanife'ye hâkim olduktan sonra değil de Hevze'nin başkanlığı sırasında, Hanife heyetine dahil üyelerden biri olarak, Medine'ye gelmiş olduğunu kabul etsek bile, onun Müslüman olduğunu ispat etmemiz gene güçtür. Zira kaynaklar açıktan açığa onun islâmiyet'i kabul etmiş olduğunu söylememektedirler; onu ya bir örtü altında Hazret-i Muhammed'e getirilmiş, yahut develeri beklediği için Müslüman olan Hanife heyetinin içinde bulunamamış gösterirler. İbni İshak ve Medaini'ye dayanan rivâyetler onun Peygamber'le olan konuşmasından sonra Müslümanlığı kabul ettiğini açıkça söyliyememektedirler. Fakat daha sonraki tarihçiler ( İbni Haldun, İber, II., 2., S. 74; Ebu'l-Fida, Tarih, I., S. 163 - 6; Mahmut Esat, Tarih-i din-i islam, IV., S. 548; Dinet et Siliman ben İbrahim, La vie de Muhammed, S. 255) onu dinden dönmüş , Tanrı düşmanı diye tavsif etmişlerdir. Şayet Müseylime'nin bir heyetle birlikte Hazret-i Muhammed'i ziyaret ettiği doğru ise bu ziyaret samimi bir şekilde islamiyet'i kabul etmek için değil, aksine Hazret-i Muhammed'ten sonra hâkimiyetin Beni Hanife'ye intikalini temin etmek maksadiyle yapılmış olmalıdır. Hazret-i Muhammed bunu hiddet ve şiddet ile reddedince, Müseylime yavaş yavaş islamiyet'in Yemâme'ye tesir etmekte olduğunu gördüğünden memleketini bu tesirden kurtarmak için iki çareye başvurmak gerektiğini anladı. Bunlardan birisi dini bir yol açmak ve islâmiyet'in Yemame'de yayılmasını önlemek; ikincisi ve son çare ise savaş yoluyla Kureyş ve Ensâra karşı koymaktı. İşte böylece Peygamber'den red cevabı alan Müseylime, Hazret-i Muhammed'i örnek tutarak, Yemame'de peygamberliğini ilan etti ve güya ayet olan bir takım sözleri sıraladı. Şairlik ve hatiplik gibi meziyetleri yanında kâhinlik vasfı da bu vadide ona yardımcı olmuştu.




E. Müseylime'nin portresi ve hokkabazlığı


Kısa boylu, çok sarı benizli, basık ve kalkık burunlu olan Müseylime'nin neyrenciyat ile meşgul bulunuduğu, yumurtayı şişeye ilk sokan adam olduğu iddia edilmektedir. Gene onun herkesle konuşup herkese rüşvet vererek etrafını memnun ettiği Taberi'de, Sümâme bin Vsal'in maiyetinde bulunan Vsalül - Hanefi tarafından rivâyet edilmektedir. Üsal şunları da anlatmaktadır: Peygamber'in yanında bulunup Kur'andan parçalar öğrenmiş olan Reccal bin Unfuva ona her işinde arkadaşlık ederdi. Halbuki Peygamber onu Yemame halkına öğretmen olarak göndermiş, Yemame'de Müseylime aleyhine çalışmasını emretmişti. Fakat o, Beni Hanife için fitne ve fesat kaynağı olmaktan başka bir işe yaramadı. O, Hazret-i Muhammed'in Müseylime'yi peygamberlik işinde kendisine ortak yapmış olduğuna tanıklık etti. Hanifeliler onun sözlerine kandılar ve Müseylime'nin peygamberliğini kabul ettiler. Bir gün Ümmül – Heysem adında bir kadın Müseylime'nin yanına gelerek, "Hurma ağaçlarımız uzun ve meyvesizdir, kuyularımız kurumuştur. Sen de Muhammed'in her zaman halkına dua ettiği gibi, bizim hurmalık ve sularımızın düzelmesi için dua et" dedi. Bu söz üzerine Müseylime yanında bulunan Nihar ür - Reccal bin Unfuva'nın, kadının bu sözleri hakkında ne düşündüğünü sordu. Er – Reccal şu cevabı verdi: "Her zaman ahalisi Muhammed'in yanına gelerek, kuyuların derin ve susuz olduğundan ve hurma ağaçlarının meyvesizliğinden şikayet ederdi. Muhammed de onlar için dua ederdi. Bunun üzerine hurma ağaçları büyüdü, dalları yere sarktı, hattâ bu dallar kök, saldı, bunlar kesilince de çiçek açıp meyve verdi. Kuyuların su dolması için de su dolu bir kova getirtti; buradan su alıp ağzını çalkalayıp gene kovaya püskürttü. Bu kovadan birer parça kuyulara döküldü; kuyulardan sular fışkırdı. Müseylime Reccal'in bu sözlerinden sonra su dolu bir kova getirtti ayni şekilde hareket etti. Fakat kuyuların suyu yerin dibine geçti. Müseylime'nin duasının ters tesir etmiş olduğu ancak o öldükten sonra anlaşıldı". Râvi sözlerine devamla, Müseylime' ye: "Sen Beni Hanife'nin yeni doğan çocuklarını takdis et" dedi. Müseylime ondan, bunu ne şekilde yapacağını sordu. Reccâl ona "Hicaz ahalisi doğduktan sonra çocuklarını Muhammed'e getirirler, o da hurma kabilinden olan bir şeyi çiğneyerek çocuğa yutturur, çocuğun başını okşardı" diye cevap verdi. Müseylime'nin yanına getirilen ve bir şey yutturularak takdis edilen her çocuk kel ve peltek oldu. Çocukların bu halleri ancak Müsylime öldükten sonra meydana çıktı. Gene bir kadın, Müseylime'nin yanına gelerek hayır duada bulunsun diye hurmalığına gelmesini rica etti. Bu yüzden kadının hurmaları Akraba savaşı sırasında kesildi."


Yukarıdan beri Usal tarafından (Taberi, tür. ter., III., S.146 -8) anlatılan ve Müseylime'yi küçültmek gayretinden doğan bütün bu rivâyetler, Hazret-i Muhammed'i bir takım asılsız isnatlara maruz bırakmaktadır. Bu haberlerin uydurulması ihtimal ki, Akraba savaşından sonra Müseylime'nin öldürülüp kuyuların, bağ ve bahçelerin savaş sırasında harap edilmesinden, çocukların sıhhatlerini kaybetmelerinden, Müseylime'nin hakiki bir peygamber olmadığı, kendilerini aldatmış bulunduğunun anlaşılmasından doğmuş olabilir. Yahut da Caetani'nin iddia ettiği gibi, Müseylime'nin bütün bunlara rağmen nasıl olup da taraftar bulduğuna bir cevap teşkil etsin diye, râviler bütün bunların Yemâme savaşından sonra olduğunu ilave etmek zaruretini duymuşlardır.

Taberi'nin, naklettiği Müseylime'nin "herkesle konuşup herkese rüşvet verdiği" yolundaki bilgi ise, her halde onun mütevazi, cömert ve hayırsever bir insan olduğunu göstermektedir. Bunların dışında Müseylime'nin portresini daha keskin çizgilerle çizmek imkanlarını bize verecek olan bilgilerden mahrum bulunmaktayız.


F. Müseylime'nin peygamberlik iddiasına ne zaman başlamış olduğu meselesi:


Bazı orientalistler, Yemâme rahmanı adı verilen Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'ten çok önce peygamberlik iddiasında bulunduğunu, bir takım yanlış yollardan yürüyerek ve yanlış tefsirlerede bulunarak iddia etmişlerdir. Bunlar Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'den çok önce peygamberlik etmekte olduğunu, Kur'anın ilk âyetlerinin Müseylime'nin âyetlerinden alınan tesirle bildirilmiş olduğunu ileriye sürmüşlerdir. Hattâ bunlar arasında Margoliouth, Muslim ve Hanif kelimelerinin ilk önce Müseylime tarafından kullanıldığını, bunların monotheist anlamına geldiğini, Muhammed'in bu terimleri aynen kabul etmiş bulunduğunu öne sürerek, Taberi ve diğer kaynakların vermiş olduğu malzemeleri bir yığın hayal mahsalü rivâyetler olarak tavsif etmekten çekinmemiştir. Margoliouth'a göre"' Müseylime Hazret-i Muhammed'den en az yirmi yıl önce peygamberlik iddialarına başlamıştır. Bunu da İbni ishak'ın başka raviler tarafından bir kere daha teyid edilmeyen tek cümlesine dayanarak ileri sürmektedir.


O cümle ise Hirschfeld ve Frants Buhl'ün işaret ettikleri: "Biz şuna kani olduk ki, bunları sana Yemâme'den Rahman denilen bir adam öğretiyor; fakat biz rahmana hiçbir zaman inanmayız" cümlesidir. Bu cümleyi bir Kureyşli, Hazret-i Muhammed henüz Mekke"de iken kendisine söylemiş. Bazıları da Kur'anın XLIII. suresinin 65. Âyetinin (=Allah benim de sizin de rabbinizdir, O'na tapınız, doğru yol işte budur) sırf bu cümleye cevap olmak üzere indiğini iddia etmişlerdir. Fakat burada hem bir öğretmeni veya öğreticiyi ima eder bir anlamın bulunmadığı aşikardır, hem de Katâde ve Mukaatil'in bu ayetin medeni olduğunu beyan etmeleri, yukarıdaki şüpheleri tamamiyle yersiz kılmaktadır. (Hirschfeld, a.g.e. S.25). Sonradan birkaç kitapta daha tekrar edilmekle beraber İbni Hişam'daki bu garip cümle hiçbir suretle teyid edilmemiştir. Belki de bu Musevi veya Hristiyan raviler tarafından İbni İshak'a ilham edilmiş, o da bunu mevsuk sanarak kitabına almıştır. Fakat bu tek cümle asılsız bir rivâyet olarak kalmaya mahkamdur. Her ne kadar Ravd ül - Unf sahibi Süheyli ile Hariri müfessiri Şerişi (Ravd ül - Unf, I., S. 200; Serisi, S. 241) Yesime'ye dayanarak Müseylime'nin, Hazret-i Muhammed'in babası Abdullah doğmadan çok önce "Rahman" adıyla anılmakta olduğunu yazmışlarsa da, pek mübalağalı görünen bu haber Müseylime'nin peygamberlik iddiasının çok eski olduğunu teyid edici bir delil değildir Çünkü Vesime'nin ( Şerişi aynı S.) verdiği bu haberin hemen devamı İbni İshak'daki o meşhur cümledir; yani Vesime'nin bu iki cümlesinin İbni İshak'a dayandığı açıkça görülmektedir. Müseylime'nin Rahmân adını eskiden beri kullanmakta olduğunu kabul etsek bile, onun Rahman adını peygamberlik maksadıyla mı yoksa başka bir maksatla mı kullandığını açıklamak imkanlarına maalesef sahip değiliz. Onun için Beni Hanife'nin bir şairi şöyle bir mısra söylemiş : "Sen insanlar için bir lâtufsun. Her zaman rahman kalasın" (Zemahşeri, el - Keşşaf, S. 5). Eğer şairin dediği doğru ise, buradaki "Rahman" onun peygamberlik iddiasını ifade eder görünmemektedir.


Taberi (Tür. ter., II., 2., S. 916)'de Hazret-i Muhammed, Usame komutasında Şam'a asker göndermek için seferberlik ilan ettiği halde, Müseylime'nin isyanı buna engel oldu ve seferberlik işi tamamlanamadı kaydı vardır. Bu ifade de Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'ten önce peygamberlik iddiasında bulunmamış olduğunu açıklamaktadır. Eğer Yemame'de daha önceden Medine hükametini maddi manevi bakımdan tehdit eden bir tehlike mevcut olsaydı, Hazret-i Muhammed orduyu Şam'a göndermek için değil, Hanifeliler üzerine sevketmek için hazırlardı.


Gene Margoliouth, Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'i taklit etmediğini, bilakis Hazret-i Muhammed'in, Müseylime'yi taklit ettiğini de söylemektedir. Çok şükür ki, aynı mecmuanın 773. sayfasında Charles Lyall, Hanif ve Müslim kelimeleri üzerinde etimolojik ve tarihi incelemeler yaparak Margoliouth'a gereken doğru cevabı verip bu konuda okurları yanlış bir inanca sahip olmaktan kurtarmıştır.


Eğer Müseylime Hazret-i Muhammed'den önce peygamberlik iddiasına başlamış olsaydı, tek tanrılı bir dini arayan ve onu kabule hazır bir duruma gelmiş bulunan Araplar tarafından islamiyet'in değil, Müseylime'nin kurmak istediği dinin kabul edilmesi gerekmez miydi?

İslam dininin doğması ve Hazret-i Muhammed'in başarıları çok geçmeden komşu devletler tarafından öğrenilmiş, bunların bilhassa Bizans kaynaklarında oldukça geniş bir yer işgal etmiş olmasına rağmen, bu yabancı kaynaklarda Müseylime hakkında en küçük bir kayda bile tesadüf edilmeyişi dikkat nazarına alınmak gerekmez mi ?


Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'den çok önce peygamberlik iddia etmediğini gösterecek daha başka deliller de vardır. Mesela: Müseylime savaş meydanında çevik bir muharip olarak çarpışmıştır. Iddia edildiği gibi 150 yaşında, yahut biraz insafla 85 yaşında olsaydı (Margoliouth'un hesabı üzere) savaş meydanına atılmaması gerekmez miydi ?


Ayrıca Kur'anın VI. saresinin 94. âyetinin, “Allah'a iftira eden ve kendisine hiçbirşey vahyedilmediği hâlde bana vahyedildi ve Allah' ın indirdiği şeyler gibi ben de indireceğim diyenden daha zalim kim olabilir” peygamberlik iddia edenler hakkında indiğini ve bunlardan bilhassa Müseylime'yi kastettiğini İkrime ve Katâde rivayet etmişlerdir' 62 . Ayetin Medine'de inmiş olduğunu İbni Abbas'ın teyid etmesi, bunun hem Müseylime'yi kasdettiği hakkındaki ihtimali kuvvetlendirmekte, hem de onun ancak onuncu yıldan sonra peygamberlik iddiasına başladığına başka bir delil daha kazandırmaktadır, denilebilir.


G- Hanife kabilesinin irtidadı:


Hazret -i Muhammed'in Hicretin 10. yılında, vedâ haccından hastalanarak dönmesi, bir müddet sonra hastalığının arttığı haberinin yarımadada yayılması, Müseylime'nin cesaretini arttırdı. Etrafına büyük bir kalabalık toplamağa muvaffak oldu. Bazı tarihler onun 40000 kişilik bir orduya sahip bulunduğunu yazarlar. Yukarıda bahsedildiği üzere Hazret-i Muhammed bu haberi duyunca, Beni Hanife arasında çıkacak bir ayaklanmayı önlemesi için Sümâme'nin tedbirli olmasını tavsiye etmek üzere Fürat bin Hayyân ül- 'Teli' yi Yemame'ye yolladı, fakat Müseylime'nin kendi kabilelerinden olması ve onun Hazret-i Muhammed aleyhinde çalışması Sümâme tarafında bulunan birçok Müslüman Hanifelinin, Sümâme'yi terkederek Müseylime tarafına geçmelerine sebep oldu. Sümâme'nin ve onun gibi samimi Müslümanlar'ın Müseylime'nin karşısında tutunmaları artık güçleşmişti. Nitekim Yemame'nin en önemli mevkilerini işgal eden bir takım insanların bu yüzden memleketlerini terketmek zoruna kaldıkları görülür.


Hazret -i Muhammed'in 11. yılın Rebiülevvel ayında, bu dünyayı terketmesi ve bu arada Arap yarımadasında çıkan isyan ve irtidadlar Müseylime'nin, davasını gerçekleştirmek hususundaki cesaretini büsbütün arttırmıştı. Bir takım kabile şefleri, kimi askeri güçlerine ve ittifaklara güvenerek kimi kâhinlik kuvvetlerini peygamberlik iddialarına vasıta kılarak ve kabile asabiyetine dayanarak çabucak dinden döndüler. Topladıkları vergileri yeniden halka dağıtarak etraflarına kolayca adam toplamağa muvaffak oldular. Medine ve Mekke'ye en yakın kabilelerin bile dinden dönmüş oldukları görüldü. İşte, islamiyet'in henüz kuvvetle yerleşmemiş olduğu Arap yarımadasının bu karmakarışık devrinde Ebu Bekir gibi ileriyi gören ve yapacağını çok iyi bilen bir şefe ihtiyaç vardı.


Başta Wellhausen olmak üzere Caetani ve Höhnerbach, Beni Hanife'nin riddesini şiddetle reddetmişlerdir. Wellhausen olsun Caetani olsun, Sümâme'nin tarafını tutan pek az bir topluluğun Müslüman olduğunu söylemişlerdir. Höhnerbach ise, bu konuda daha ileriye giderek, İslam tarihçilerinin, Hazret-i Muhammed'in şahsiyetini idealleştirmek için bütün Arabistan'ın ihtidasını onun eseri olarak göstermeğe çalıştıklarını iddia etmektedir. Höhnerbach'a göre, sonradan irtidad ve isyan hareketleri, islam tarihçileri tarafından Hazret-i Muhammed'in bütün Arabistan'a islâmiyet'i kabul ettirdiğini iddia maksadiyla uydurulmuştur (Höhnerbach a. g. e., S. 8 - 9); yoksa aslında Esed'lerin başbuğu Tuleyha, Beni Hanife'nin veftinde bulunan er - Reccal (veya er - Rehhal) ile Mücca'a, Temimlerden Malik bin Nüveyre daha başkaları Müslüman olmamışlardır. Ayrıca ilave etmeliyiz ki, İslami kaynaklar bütün Arap yarımadasını Hazret-i Muhammed devrinde dine girmiş göstermekten uzak kalmışlardır. Mesela Taberi tetkik edildiği zaman, Yemen, Bahreyn, Oman ve daha birçok yerlerde Müslümanlığı kabul etmeyen kabilelerin cizye vermek şartıyla Hristiyanlık, Musevilik veya Mecasilik gibi dinleri muhafaza ettikleri görülür. Arabistan yarımadası Hazret -i Muhammed' in hayatında, tamamiyle islamiyet'i kabul etmiş değildir. Fakat yarımadanın Hicaz'a en uzak bölgelerinde bile Hazret-i Muhammed'in dinini şeklen de olsa kabul etmiş topluluklar vardır. Böylece birçok bölgeler islamiyet'i benimsememekle beraber, İslam hakimiyetini kabul etmişlerdi. İşte Ebu Bekir bunların irtidad ve isyanına karşı onbir birlik teşkil etmek mecburiyetinde kalmış ve bunları yarımadanın en uzak bölgelerindeki isyân ve irtidadlara karşı yollamıştı.


Ridde'yi küçümsemek için Höhnerbach'ın sarfettiği gayret bizce boşuna olmuştur. Hazret-i Muhammed'in şahsiyetini idealleştirmek, onun daha hayatta iken, kurduğu binanın çöküntülere maruz kaldığını göstermekle olmaz kanaatindeyiz. İslam kaynakları onbirinci yılda Ebu Bekr'in başarmağa mecbur olduğu savaşları nakletmekle, yâni İslam'ı kabul etmiş olan kabilelerin çoğunun irtidad ettiğini ve İslamlık için büyük bir tehlike doğduğunu yazmakla hakikati ifade etmişlerdir. Tuleyha ve Malik bin Nüveyre gibi şahsiyetler için, Medine'ye gelerek İslâmiyet'i kabul ettiklerini beyan eden kaynaklar, Esved' in davet edildiği yeni dini reddettiğini; Secah' ın ve Hevze'nin Hristiyan olduklarını, Kisra'nın Hazret-i Muhammed'in dine davet mektubunu parçaladığını da yazmakta, hattâ Müseylime'nin Müslüman olduğunu kesin olarak iddia cihetine gitmemektedirler. Eğer Höhnerbach'ın iddiaları yerinde olsaydı, o zaman Hazret-i Muhammed'in bu en önemli düşmanlarının da islamiyet'i daha önce kabul ettikleri aynı kaynaklar tarafından iddia edilmek gerekirdi. Gene Höhnerbach' ın İslam tarihçilerinin bu peygamberlik taslıyanlara karşı tarafsız hareket edemediklerini ispat için verdiği bazı örnekler vardır. Bunlar Müslümanlar'ın mürtedleri fizik ve ahlak bakımından küçümsemeleri ve onlar hakkında tahkir dolu sözler sarfetmeleri gibi şeylerdir. Mesela Müseylime'nin Kezzab Mizahını taşıması, basık burunlu, saramuk, cüce olarak gösterilmesi; Tuleyha'nın Talha değil de Tuleyha olarak çağrılışı, "Allah düşmanı" sayılması, Müslimlerin "akıllı", mürtedlerin "aptal" kabul edilmesi ve birincilerin, ikincilerin yanında çok üstün tutulması, böylece bir ak - kara şemasının ortaya çıkması gibi örneklerdir. Böyle sıfatlar ve takma adlar hiç şüphesiz sonradan tarihçiler tarfından uydurulmayıp Tuleyha'nın ve Müeylime'nin yaşadığı tarihlerde Müslümanlar tarafından bunlara verilmiştir. Gene pek iyi bilinir ki, Araplar' da bu derece düşmanlık olmadan bile karşı tarafa adlar ve lakablar verilirdi. Mesela Hâlid, Yemâme savaşını bitirip Müccaa'nın kızı ile evlendikten sonra Ebu Bekir'den, Ömer bin Hattab'ın teşvikiyle, ağır bir mektup aldığı zaman, "Bu o solağın (= Uaysir'in) işidir" demişti. Gene Esedler, Gatafanlar vesâir kabileler dinden dönünce "Biz o sıska deve yavrusunun babasına (=Ebu Fasil'e) zekat vermeyiz" demişlerdi. Konumuzla ilgili olan bu küçük misâller de bize gösteriyor ki, kaynaklar, bazı hususlarda tarafsızlıklarını muhafaza edememekle beraber, biraz önce bahsettiğimiz küçültücü isim ve sıfatları kullanırlarken tarafgir olmaktan bir hayli uzaktırlar.


Aynı konuda Caetani'de '" Yemâme'nin hiçbir zaman irtidad etmiş sayılamıyacağını, Beni Hanife ile yapılan Akraba savaşının ise, sırf Hâlid'in fetih arzularından doğmuş olduğunu ileriye sürmektedir. Bir de şimdi Höhnerbach' ın yayınlamış olduğu Vesime'nin Kitab ür Ridde'sine bakalım Birinci derecede bir kaynak olan bu kitab belli bir gayeyi hedef gütmeksizin tek tek şahıslara ait, parça parça bilgileri içine almaktadır. Biz bunlardan Yemâme'nin irtidadı ile yakından alâkalı olan bazılarını hemen göstermeği yukarıda adları yazılı orientalistlerin iddialarına bir cevap teşkil edeceği düşüncesiyle faydalı bulduk (Höhnerbach, Vesime S. 13 / 55): "El- Sa'b bin Osman el-Suheymi el - Yemami, büyük bir başkan olup hayli yaşadı. Cahiliyye devrinde Hire hükümdarlarından el-Numan bin ül-Münzire'in katına çıktı. Sonra İslâmiyet geldi, bu zat Müslüman oldu. Müseylime peygamberlik iddia edince bu zat kavmine irtidad etmemeleri için nasihat etti." 

(S. 13 /55): "El-Batin bin Abdullah el-Hanife. Hanife kabilesindendir. Müslüman olmuştur. Peygamberin ölümünden sonra dininde sâbit kalmıştır." 

(S. 14 /55): "Suhbân bin Şems bin Amr el-Hanefi el-Yemâmi. Hanife kabilesi Müseylime ile birlikte (!) irtidad ettikleri zaman onun hakkında Vesime bir hikâye anlatmaktadır. Bu zat Ebu Bekr'e şöyle bir mektup yazmış : "Halk burada üçe ayrılmıştır. Birinci kısım doğru yoldan ayrılmış kâfirlerdir, ikinci kısım haksızlığa uğramış müminlerdir, üçüncü kısım ise üzüntü içinde kalan müteredditlerdir. Bu zat aynı mektupta şu beyti de söylemektedir: Ben Sıddık'a suçsuz olduğumu bildirir, yalancı Müseylime'nin uydurdukları şeylerden dolayı özür dilerim. Müslümanlar bu mektubu aldıkları zaman çok sevindiler, şairleri de bu zat hakkında şu beyti söyledi: Suhbân bin Şems çok iyi bir insandır; o, kavmi arasında soyu yüksek, dini sağlam bir insandır."

(S. 14 /55): "Abdurahman bin el Mutarrah el- Hanefi. Cahiliyye devrinde yaşamış, Yemâme halkı irtidad ettiği zaman Müseylime'ye ve kendi kavmine karşı gelmiş ve Ebu Bekr'e mektup yazarak, onların suçlarını kendisine anlatmıştır."


(S. 15/56): "El- Sâ'ib bin Katâde el-Hanefi el- Yemami. Bu zat Yemâme savaşlarında esir edilmiştir. Çok yaşlı idi. İslam dininde sabit kaldı ve Müseylime ile (!) kavmini irtidad etmekten mene çalıştı. Hâlid bin Velid kendisini görerek. esaretini affetti. Bu şahıs büyük bir şeyh idi.


(S. 15/56): "El-Heysem el-Hanefi. Bu da İslâmiyet'de sabit kaldığını ispat eder mahiyette bazı şiirler yazmıştır. Heysem, Hâlid bin Velid ordusu tarafından esir edilmiş ve bu hususta şu beyitleri söylemiştir: Acaba Hâlid bizi yalancı, sarı adamın suçundan dolayı öldürecek midir? Biz Peygamber'in dinini bırakmadık, ne de onu terk ederek geriye döndük."


S. 21 / 63: "Muccet'a bin Mürrare el - Hanefi el-Yemami. Hanife kabilesi başkanlarından olup Peygamber'in huzuruna gelmiş, ona biat etmişti ve Yemâme gününde esir edilenlerdendir."

S. 13 / 53 : "Sümame bin Usal bin el-Numan bin Seleme...el-Hanefi el-Yemâmi. Bu konudaki haberi Buhari'den alan Vesime (Not 150'deki bilgiyi aynen kaydettikten sonra) İbni İshak'ın bu konudaki şu rivâyetini de kısaltarak ilave etmektedir: Sümâme Yemâme halkı irtidad ettiği zaman kendisi dininde sâbit kaldı ve halka şöyle vâzetti: "içinde ışık olmıyan karanlık bir işten çekininiz! Bu karanlık işe başlamış olanlara, Allah'ın göndermiş olduğu bir kötülüktür ve içinizden bu yola sapacak olanları da ayni akibet beklemektedir. Onlar Sümâme'yi dinlemeyip Müseylime'yi takip etmeğe karar verince, Sümâme de bunlardan ayrılmaya karar verdi. Tam bu sırada el'Ala bin el-Hadrami refakatindekilerle birlikte Bahreyn'e Hutam'ın idaresindeki mürtedlere doğru gitmek üzere Yemâme civarından geçmekte idi. Sümâme bunu haber alınca kabiledaşlarına şöyle dedi: Bu yenilik taraftarı olanların yanında daha fazla kalmak istemiyorum. Gerçekten Allah onları mukavemet edilemez bir kötülükle vuracaktır. Gayelerini bildiğim ve şimdi tam buradan geçmekte olan ve Müslüman olanlardan geri kalmamak, onlarla birlikte gitmekten başka birşey istemiyorum. Bunun üzerine Müslümanlarla birlikte el-Aldnın yardımcısı olarak yola çıktı, Beni Hanife'nin el-Alâ'ya yardım ettiğini duyan düşman ordusu sarsıldı. Sümâme el-Ala ile birlikte el-Hutam'a karşı savaşa katıldı.... ve sonunda satın aldığı bir ganimet hırkasını giymiş olmasından dolayı düşmanın askerlerinden birisi onu şehit etti."


16 /58: " (İnıeyr b. Dabi el - Yeşkuri. Sadıklardan ve kabile şeflerinden biridir. Hâlid ona Kureyş'lilerden olsaydın, Halife olacak adamdın demiş ". 


S. 17 / 58: "Muhriz bin Katade bin Meslemet el-Hanefi. Yemâmelilere demiş ki, suphan Allah, sizin durumunuz ne kadar acâip. Bir peygamber sizi dine soktu. Bir yalancı ise ondan çıkardı. Vallahi o hayatta olsaydı basık burunlu yalancı sizinle bu oyunu oynıyamazdı. Sizin için azaptan korkuyorum. Bunun üzerine mürtedler ona dediler ki, biz seni babanın hatırı yüzünden affediyoruz. Çünkü o bizim başbuğlarımızdandı".


S. 18/60: "Mu'ammer bin Kilâb el - Zimmâni. Müseylime'ye (!) ve Beni Hanife'ye Ridde'ye sapmamaları için vâzeden adamdır. Sümâme'nin komşusu idi. Tavsiyelerini dinletemeyince Medine'ye doğru yola çıkmış fakat Sümâme onu geri çevirmiştir".


Konumuzdan uzaklaşmamak için, yukarıdanberi verdiğimiz misâllere daha pek çok ilâveler yapmaktan vazgeçiyoruz. Herbiri dikkatle gözden geçirildiği zaman görülüyorki, Caetani'nin ve diğer orientalistlerin Beni Hanife'nin irtidad etmediklerini, çünkü bunların esasen islâmiyet'i kabul etmemiş bulundukları yolundaki iddiaları her hâlde haklı görülemez. Bilhassa Suhbân bin Şems'in mektubundan halkın üç kısma ayrılmış olduğunu, bir kısmının tereddüt içinde bulunup bir kısmının dinden döndüklerini, üçüncü kısmının ise sadık kaldığını öğrenmemiz, Yemâme'deki Müslüman sayısının hiçte küçümsenmiyecek bir topluluk teşkil ettiğini açıklamamıza yardım etmektedir.


H-Müseylime ile savaş ve Müseylime'nin öldürülmesi:


11.nci Hicret yılında Ebu Bekir halife seçilince, Habib bin Abdullah el-Ensariyi, Beni Hanife'deki irtidada mani olmak için Yemâme'ye elçi olarak gönderdi. Bu zat, Beni Hanife ileri gelenlerinin önlerinde Kur'anı okudu ve ateşli hitaplarda bulundu. Fakat Müseylime onu öldürttü. . Bundan sonra Ebu Bekr Sümâme'ye yardımcı olsun diye İkrime'yi bir miktar kuvvetle Yemâme'ye yolladı ise de, bunun da tesiri olmadı. Arkasından Şurahbil bin Hasene'yi gönderdi.


Şurahbil gelmeden önce, İkrime şeref ve şöhret kazanmak ümidiyle acele edip Müseylime üzerine yürüdü. Fakat Yemâmeliler onu bozguna uğrattılar. O da çekilip gitmek zorunda kaldı. Şurahbil de aynı şekilde Ebu Bekir'den, yeni bir emir alıncaya kadar yerinden ayrılmamasını bildiren bir mektup aldı. Fakat o da şeref peşinde koştuğundan İkrime gibi emre itaat etmeyerek Müseylime'nin üzerine saldırdı ve bozguna uğradı.


Bu sırada, Butah savaşını kazandıktan sonra öldürttüğü Malik bin Nüveyre'nin karısı ile evlenmesi yüzünden suçlu duruma düşmüş bulunan Halid Medine'ye gelmişti. Ebu Bekir onun suçunu affedip kendisini, Ensâr ve Muhacir'lerden meydana getirdiği kuvvetlerin başkomutanlığına tâyin ederek Müseylime ile savaşması için Yemâme'ye yolladı. Müseylime, Halid'in yaklaşmakta olduğu haberini alınca, Akraba' da ordugâh kurdu ve seferberlik ilan etti. Bu esnada Mucca'a bir takım şahsi sebeplerden dolayı, Mâlikler'den ve Temimler' den öç almak için, küçük bir birliğin başına geçmiş ve yola çıkmıştı,


Zeyd ile Ebu Huzeyfe'yi ordusunun sağ ve sol kanatlarının başına geçirmiş bulunan Hâlid yanında Şurahbil de bulunduğu halde savaş alanına doğru ilerledi ve el- Urd'da konakladı. ikiyüz kişilik bir birlikle gece baskını yaptırdı. Bunlar başlarında Muccâ' a bin Murrare el - Hanefi bulunan bir birliği uykuda iken esir aldılar ( İbni Sa'd, Tabakat, V., S. 400). Esirler Hâlid'in yanına getirlince onlardan İslamlar'a sığınmak üzere mi yola çıktınız"? diye soruldu. Bunlar mertlik gösterip hakikati söylediler. Hâlid de bunların kendisine sığınmak maksadiyle yola çıkmadıklarını öğrenince Muccâ'a'dan başka hepsini öldürttü ve Akraba'ya gitti.


Bu konuda Ebu Hüreyre'nin verdiği haberlere, İbn İshak şunları ilave etmektedir: Esir edilenler ertesi gün Halid'in karşısına çıkarıldılar. Halid onlara, "ey Hanife oğulları! Siz bu hususta ne düşünüyorsunuz" diye sordu. Onlar, "Sizde bir peygamber, bizde bir peygamber" diye cevap verdiler. İşte bu söz üzerine Hâlid, onların başlarını vurdurdu. Hâlid sadece Mucca'a 'nın, "Ben Müseylime'nin akrabası veya adamı değilim. Resulullah'a gittim. Müslüman oldum. Ondan sonra ne değiştim, ne değiştirdim" demesi üzerine, onu zincirlerle köstekleyip komutanhk çadırındaki karısı Ummü Temim' e teslim etti. Sonra Yemame'ye bakan bir kum tepesinin üzerine ordugâh kurdu. Sağ ve sol kanatlarının başına Muhakkim ile Reccan geçirmiş bulunan Müseylime ise Hanife oğullarına, "Yenildiğiniz takdirde kadın ve kızlarınız esir edilip tahkir edileceklerdir; bugün şerefinizi ve kadınlarınızı korumak için savaşınız" diye onları iyi savaşmağa teşvik ediyordu. Nihayet iki ordu karşılaştı. Peygamber'in sohbetinde bulunup Bakara sûresini ezberledikten sonra, irtidad eden ve Müseylime'nin en yakın dostu hâline gelen El Reccâl de öncü kuvvetlerin başında ilerliyordu.


Bir ara Hâlid, Hanifeliler arasında kılıç parıltıları gördü ve Beni Hanife arasında anlaşmazlık çıktığını zannederek sevindi ise de esir Muecâ' a bunun bir anlaşmazlığı ifade etmediğini, Hanifeliler'in yumuşatmak için kılıçlarını güneşe tuttuklarını açıkladı.


İki taraf savaşa katıldıktan bir müddet sonra Müslümanlar geri çekilmek mecburiyetinde kaldılar. Hâlid çadırını hattâ eşini bile bırakarak geri çekildi. Hanifeliler onun çadırına girdiler. Eğer "Yemâme Muccâ'ı" adı verilen Muccâ'a bin Murrare, İlmmü Temim'i himâye etmese idi, Hanifeliler onu öldüreceklerdi. Yemâme'liler canlarını öyle heder edercesine çarpışıyorlardı ki vaktiyle Peygamber'in amcası Hamza'yı öldürmüş olan Vahşi bin Harb bile onların bu kahramanlıklarını şu sözlerle açıklamaktan kendini alamamıştır: "Ölüme Müseylime'nin adamları kadar sabırlı ve tahammüllü kimseyi görmedim"


İbni Sa'd'a göre (Tabakat, VII., 2., S. 136 v. öt.) Müslümanların bu geri çekilmeleri iki veya üç defa tekrarlanmıştır.


Hâlid savaşın yenilgi ile sonuçlanmasından fena hâlde endişeye kapıldığından Ensâr ve Muhacirlerin de tekliflerine uyarak zaafın nereden geldiğini anlamak maksadiyle askerlerini göçebe ve şehirli olmak üzere ikiye ayırıp öylece savaşmağa başladı.


Savaş o kadar şiddetli ve her iki taraf için öylesine ölüm kalım savaşı oldu ki, göçebelerin mi yoksa şehirlilerin mi daha iyi çarpıştığı fark edilmedi. Müseylime'nin en önemli ve kahraman komutanı mukavemet edebilmek için askerlerine "Hadikat ür - Rahman" adı verilen (sonradan Hadikat ül - Mevt adı verilmiştir) etrafı çevrik bir bağın içine girmeleri emrini verdi. Müseylime de bu bağa sığınmıştı. Müseylime öldürülmedikçe, savaşın sona ermeyeceğini anlıyan Hâlid, düşman kuvvetlerinin arkalarının bırakılmaması emrini verdi. Müslümanlar arasında o günün parolası "Ey Bakara süresinin sahipleri"idi.


Büyük bir şiddetle "Rahmanın bahçesi" ne saldıran Müslümanlar, surlardan dolayı Müseylime ile karşılaşamıyorlardı. Bu arada el - Berâbin el - Malik kendisini bağın surlarından aşağıya attırıp çarpışa çarpışa sarun kapısına vardı. Kapıyı müslümanlara açıp onları içeriye aldıktan sonra tekrar kapayıp anahtarı dışarı fırlatıp attı. İşte burada islamlar için hattâ islâmiyet için bir ölüm kalım davası görüldü. Bu arada biri yüksek sesle "Siyah bir köle Müseylime'yi öldürdü" diye bağırdı ".


Müseylime'nin öldürülmüş olması Beni Hanifelilerin cesaretlerinin kırılmasına ve sonunda savaşı kaybetmelerine vesile oldu. Müslümanlar değerli hafızlarından birçoğunu bu savaşta kaybettiler (Ebu'l-Fidâ, Tarih, I., S. 166) Ebu Huzeyfe, Sabit bin Kays, Zeyd bin Hattab gibi kahramanlar da bu arada şehit düşenler arasında bulunmakta idiler. Buna karşılık el- Muhakkim bin Tufeyl, el - Reccal bin Unfuva gibi Müseylime'nin en önemli komutanları, Müseylime'den önce öldürülmüşlerdi. Bu savaşta müslümanlar Hadikat ül-Mevt'de 7000 kişi katlettiler. Bir kısım Hanifeliler de bağdan kaçıp kalelere sığındılar.

Müseylime'yi kimin öldürmüş olduğu tarihlerde kesin olarak belirtilmemiştir. Eski tarihler araştırıldığı zaman birçok kimselerin Müseylime'nin öldürülmesine bizzat iştirak etmiş olmak gayretini güttükleri görülür. Bu durum bize şunu gösterir: Düşman islamiyet için o derece kuvvetli ve ürkütücü idi ki, savaşta bulunanlar onu yok etmenin şerefini bir türlü paylaşamamışlardır. Aşağıya aldığımız misâller bunun bir delili sayılır: Taberi (arap., III., S. 245 - 50) Müseylime'yi katledenin Vahşi olduğunu, ayrıca Ensâr'dan bir adamın onu vurarak öldürmeğe iştirak ettiğini kabul eder. Belazari' de (Arap., S. 96) de rivâyetler çok farklıdır ve mesela sırasiyle şöyledir: 1) Onu Haddâş , yarli Beni Âmir bin Luey'lerden biri öldürdü. Bunun râvii gene Beni Âmr bin Luey'lerden olduğu için bu şerefi kendi kabilesine tahsis etmek gayesini gütmüş olsa gerektir; 2) Onu Sehhak bin Hareşe öldürdü. Biraz sonra Sehhak şehit edildi; 3) Habib bin Zeyd'in kardeşi Abdullah bin Zeyd bin Asım onu öldürmüştür. Zira bir rivâyete göre Müseylime Habib'in iki kolu ile iki bacağını kestirmişti; 4) Habeşli Vahşi bin Harb de Müseylime'yi öldürmüş olduğunu iddia etmekte ve bu konuda şu sözleri söylemektedir: " İnsanların en iyisini (Peygamber'in amcası Hamza) ve en kötüsünü öldürdüm". Belazüri başka bir rivayeti naklederken, yukarıda adları geçenlerin müştereken Müseylime'yi öldürdüklerini, hattâ Emevi'ler bile onun Muaviye tarafından katledildiğini iddia etmektedirler, demektedir. İbni Haldan ( İber, II., 2., S. 75), Ebu'l-Fidâ (Tarih, I., S. 166), İbni Sa'd (Tabakat, VII., 2., S. 136 - 7) ve Muir (a. g. e. S. 44) onun Vahşi tarafından ve Hamza'yı öldüren mızrakla öldürülmüş olduğunu kabul etmektedirler. Biz de İbni Sa'd'ın bu kaydını esas tutarak onun Vahşi tarafından öldürülmüş olduğunu kabul etmek zarureti karşısındayız. Bu savaşta biraz mübalağalı da olsa 40.000 kişilik Yemâme ordusu (Caetani, IX, S. 24'de bunu 10.000 kabul eder) bütün kuvvetlerini harcayıncaya kadar şeref ve bağımsızlıkları uğrunda çarpışmıştır. Müseylime son nefesini verinceye kadar, "Ey Hanife oğulları şerefiniz için, asaletinizi korumak için çarpışınız", diye ısrarla tekrarlamaktan geri durmamıştır.


Akraba yahut Yemâme savaşının vuku bulduğu tarih, bazı yazarlara göre Hicri 11., bazılarına göre ise 12. yıldır. İbni Sa'd (Tabakat, III., 1, 274 - 5) bu savaşın 12. yılda olduğunu, Zeyd bin Hattab'ın şehit düştüğü yılı yazmak suretiyle belirtmekte, Belazuri de (Fütuh, S. 101) bunu teyid etmektedir. Zeheb (Tarih ül - İslam, I., S. 259) Ebu Ma'şer'in bu savaşı 12. yılın Rebiülevvel ayında, Vâkidi ve daha başkalarının gene 12. yılda cereyan ettiğini kabul ettiklerini kaydettikten sonra, kendi kanaatine göre bu savaşın 11. yılın sonlarında başlayıp 12. yılın başlarında son bulmuş olmasının muhtemel bulunduğunu belirtmektedir. El- Nevevi (Tehzib el- Esma, S.95) Halid'-in Müseylime üzerine komutan tâyin edilmesi tarihinin 11. yılda olduğunu kaydetmiştir. Her halde Zehebinin ve Caetani'nin tahmin ettikleri gibi hadiseler 11. yılın sonlarında başlayıp 12. yılın başlarında sona ermiş olmalıdır.


Bu savaşta her iki tarafın kaybettiği insan sayısı da savaşın yapıldığı tarih gibi kesinlikten uzaktır. Mes'udi (Et - Tenbih, S. 223) Yemame'de ölen Müslüman askerlerin sayısının 1200 oduğunu, Taberi, Ensâr ve Muhacirlerden topyekan 600 kişinin şehit düştüğünü, Belazûri 1700 veya 1200 Müslüman askeri zâyi olduğunu kaydetmektedirler. Beni Hanifenin kayıpları ise daha çok idi. Taberi, Akraba'da 7000 Hadikat ül - Mevt'de 7000, sonra tâkipde de 7000 kişinin öldürülmüş olduğunu kaydetmektedir. İbni Sa'd (Tabakat, III , 1., S. 274 - 5), Ebu Meryem'e atfettiği bir rivâyette, Beni Hanife'den 14.000 kişiden fazla insan kayıp olduğunu zikretmektedir.


İ- Yemâmelilerle barış:


Bu büyük savaş sona erip de Müseylime'nin öldürüldüğü haberi yayıldığı zaman Hâlid bin Velid, Yemâmeli Muccâ'a'yı çağırttı. Muccâ'a zincirler içinde idi. Savaşta ölmüş bulunanlar arasında Müseylime'yi arayıp bulmak üzere savaş meydanında dolaşmaya başladılar. Nihayet Hâlid uzun boylu ve güzel yüzlü birinin önünde durdu ve " İşte peygamberiniz budur" dedi. Muccâ'a onun Muhakkim bin Tufeyl olduğunu söyleyince bağa girdiler; Muccâ'a sıska ve burnunun ucu çok kalkık birisinin önünde durarak, "Sizi uğraştıran adam işte budur" diyerek Müseylime'yi gösterdi. Hâlid ona: "Sizi kendisine itaat ettirerek bunca işleri yaptıran adam bu mudur? diye sordu. Muccâ'a, "Ey Hâlid, iş dediğin gibi oldu. Tanrıya and içererek bu savaşa askerin henüz öncülerinin acele olarak katılmış olduğunu, asıl kuvvetlerin ve halkın çoğunun kalelerde bulunduğunu temin ederim" dedi. Hâlid bu söz üzerine biraz şaşırdı. Muccâ'a onu, tekrar yemin ederek, hem söylediklerinin doğru olduğuna hem de kavmi adına barış yapmaya ikna etti. Halid de ona, Beni Hanife'nin ellerinde bulunan bütün gümüş, zırh ve esirlerin yarısının Müslümanlara bırakılması şartıyla bu teklifi kabul edeceğini söyledi. Muccâ'a, Halid'den barışın şartlarını bildirmek üzere Hanifelilerin yanına gitmek için izin istedi. Kaleye girdikten sonra ne kadar genç kadın varsa, onlara silâh kuşatıp zırh giydirerek kalelerin burçlarına çıkmaları emrini verdi ve tekrar Hâlid'in yanına dönüp kalede bulunanların yapılan barış tekliflerini kabule yanaşmadıklarını bildirdi. İbni İshak'a göre Hâlid yeni bir anlaşma ile esirlerin dörtte birini alıp diğer dörtte birinden vazgeçerek barışı kabul etti.


Muccâ'a, Beni Hanife'ye de bu andlaşmayı kabul ettirmişti. Çünkü Seleme bin Umeyr onlara kalenin çok sağlam olduğunu ve bol miktarda yiyecek bulunduğunu kışın da yaklaşmakta olduğunu söyliyerek, böyle ağır şartları kabul etmemeği tavsiye etmişti. Fakat Hâlid'i yakından tanımak fırsatını bulan Muccâ'a, onun gazabından kabiledaşlarını korumak için bütün gücü ile çalışıp Hanifelilere barışı kabul ettirmeğe muvaffak olmuştu.


Bundan sonra Hâlid Muccâ'a'ya, kızını kendisine vermesi talebinde bulundu ve bu teklifinde israr etti. Muccâ'a da kızını vermek mecburiyetinde kaldı. Bu kadar büyük başarılar kazandığı hâlde, Ebu Bekir, onun bu evlenmesini hoş karşılamadı. Ona şiddetli bir dille şunları yazdı : "Sen kadınlarla evlenmekten kendini alamıyorsun; hâlbuki evinin etrafında 1200 Müslümanın kanı akıyor". Hâlid bu mektubu okuyunca, Ömer ibn-i Hattab'ı kast ederek "Bu Uaysir'in (solağın) işidir" dedi. Ebu Bekir'e Hanifelilerden heyetler tertip edip gönderdi. Konak yerini de Ebaz'dan Vaber'e taşıdı. Böylece Yemâme meselesi halledilmiş ve Arabistan' ın bu önemli bölgesi de İslâmiyet'e kesin olarak kazanılmış ve Medine'ye bağlanmış bulunuyordu.



J. Müseylime'nin doktrini:


Müseylime'nin doktrini hakkında bize az da olsa bilgi vermeğe yarıyan kaynaklar mevcutsa da, bunların bazıları birbiriyle tezad halinde bulunan haberleri ihtiva etmektedir. Mesela: İbni Sa'd (Siret, Wellhausen, a. g. e. IV., S. 115), İbni Haldûn ve Taberi ile İbni Hişam aynı konuda birbirine tamamen zıt rivâyetleri sıralamaktadırlar. Bu yüzden elimizde bulunan bu ana kaynakların verdikleri haberlerin mümkün mertebe doğru olanını yanlış olanından ayırmak gibi çok güç bir iş ile karşı karşıya bulunmaktayız. Müseylime'nin vahy olduğunu iddia ettiği sözlerinden hanların kaynaklar bize kadar intikal ettirmişlerdir. Ancak bu gûya vahiylerin hangilerinin hakikaten Müseylime tarafından söylenmiş olduğunu hangilerinin raviler tarafından sonradan onun ağzına yakıştırıldığını ayırt etmek bugün bizim için hemen hemen imkansızdır. İşte şimdi bize kadar gelmiş olan bu Oya vahiylerle, aralarındaki tezatları yukarıda işaret etmiş olduğumuz bilgilerden, Müseylime'nin doktrini hakkında bir fikir edinmeğe çalışacağız.


Hevze bin Ali'den sonra siyasi iktidarı eline geçiren Müseylimetül - Kezzâb, elde ettiği bu siyasi nüfuz ve kudreti, Hazret -i Muhammed'i örnek tutarak, dini bir otoriteyle de takviyeye kalkıştı ve evvelce de söylediğimiz gibi âyet adı altında bir takım seci'li sözleri yanyana dizmeğe başladı. Bunların kendisine vahy edilen Kur'an olduğunu ilan etti. Bir takım dini kaide ve düsturlar koydu. Kur’an dilini taklid eden Müseylime, Müslüman namaz sistemine benzer bir sistem de kurmuş, hattâ Kabe gibi bir de harem bölge (yasak bölge) ihdas etmişti. Buna muhalefet edenleri de sorumlu tutmuştu. Halbuki, ravilere göre Yemâme haremi, Hicaz'ın haremine benzeyememiştir. Harem içinde kalan bazı obalar bolluk yıllarında Yemâme'nin meyvelerini yağma edip Haremi depo haline getirmişler, takip edildiklerini anlayınca da kaçıp hareme sığınmışlardı. Bu hal devam edince ahâli Museylime'den buna engel olmasını istemeğe mecbur kalmıştı. Müseylime bunun için gökten gelecek emri bekliyeceğim diyerek, onlara ona vahiy olan şu sözleri söylemiştir: "Karanlıkları basan gece, siyah kurt ve yaşına basan çatal tırnaklı hayvan adına and içerek Useyyid'lerin, haremin hürmetini çiğnememiş olduklarını teyid eylerim" Halk ona, "Haram olan malları helâl saymak ve halkın mallarını yağma etmek, tahrip etmek haram değil midir ?"diye sorunca o, yeni bir vahiy beklemişti. Yeni gelen vahiy de, birincisinin hemen hemen ayni idi: "Gece ve geceleyin çok gezen kurt adına and içerek Usseyyid'lerin yaş hurma ağaçlarını kesmediklerini" teyid ediyordu. Halk yine şikâyetlerinin bir gerçeği ifade ettiğini ısrarla söyleyince, Müseylime bu defa onlara vahiy diye şunları söyledi: "Beni Temim esir edilmemiş hakir düşmemiş, temiz bir kavimdir. Onlara iğrendirici ve hoş olmayan bir şey isabet etmez. Biz sağ olduğumuz müddetçe onlara, iyliklerde ve bağışlarda bulunarak komşuluk edeceğiz, onları herkesin tecavüzünden koruyacağız. Bizden sonrada esirgiyen Tanrı onları korur" (Taberi tür. ter., III., S. 144 - 5).


Müseylime Secâhla karşılaştığı zaman, ona vahiy adı altında şu sözleri söylemişti: "... salih insanlar uyumadan geceleri ibadetle geçirirler, gündüzleri de gökteki bulutların ve yağmurların kuvvetli Tanrısı için oruç tutarlar". Gene onun Beni Hanife için söylediği şu sözler dini prensipleri hakkında bize bilgi vermeğe yardım etmektedir: "Ben yüzlerinin güzelliğini, ten ve vücutlarının saflaştığını ve ellerinin tertemiz olduğunu gördüğümde, onlara şu emri verdim: Siz kadınlara yaklaşmıyacak ve şarap içmiyeceksiniz. Siz hayırlı ve salih bir topluluksunuz. Bir gün oruçlu, bir gün zahmetli ve yorucu işlerle meşgul olacaksınız. Tanrıyı her eksikten tenzih ederim ki, o dirilme zamanı geldiğinde acaip bir şekilde diriltir. Sizi göğün katına yükseltir. O, sizin hardal tanesi kadar da olsa işlerinizi ve gönlünüzden geçeni bilir; insanların çoğu bu yüzden ziyana uğrar ve lânete katlanırlar'"


Kendisine Rahman adını vermiş bulunan Müseylime'nin cinsi bakımdan çekimser olmayı teşvik ettiğini de taraftarlarına verdiği bazı emirlerden anlamaktayız. O bir erkek çocuğu bulunan erkeğin, karısına yaklaşmasını yasak etmişti. Müseylime çiftçilikle uğraşan kavmine onun anlıyacağı kavramlarla hitap etmiştir: "Renkleri siyah olduğu hâlde sütleri beyaz olan koyunlar üzerine andiçerim ki...." veya "Tohum ekerek, ekin yetiştirenler, ekinleri biçenler, buğdayları savuranlar, sonra öğütenler, onlardan ekmek yapanlar bu ekmeleri ufak ufak doğrıyarak et suyunda ıslatanlar ve bunların üzerine sâde yağ dökerek yiyenler şerefine andiçerek temin ederim ki, siz hayvan besliyerek çadırda yaşıyanlardan daha meziyetlisiniz. Binalarda yaşıyanlar da size üstün gelmediler. Mahsuldar yerlerinizi koruyunuz; yoksul olanları yurdunuza kondurunuz, azgınları yurdunuzdan uzaklaştırınız" 


Yukarıdanberi örneklerini verdiğimiz Müseylime'nin güya ayetleri, onun iktidar mücadelesinde rakibi bulunan Sümâme bin Usâfin arkadaşı Usâl el - Hanefi tarafından naklolunmuştur. Buraya kadar yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere, Müseylime riyâzet sahibi, oruca kıymet veren, şarap içmeği meneden kaideler koymuş bir insandı. Gene onun tek ve görünmiyen bir Tanrı adına konuşt ğunu, cennet, sevap, tekrar dirilme, hardal tanesi ve hayat gibi dini mânada yükseltilmiş tâbirler kullandığını da görüyoruz. Vsal'in Seyf yoluyla intikal eden bu rivayetlerinin tam aksine İbni İshak ( İbni Hişam, IV.S. 222), Müseylime'nin içki ve zinaya helal kılmış olduğunu, namazı kaldırdığını ve Beni Hanife'nin bu yolda ona uymuş olduğunu söylemektedir. Fakat İbni İshak'ın bu rivâyeti, elimizde bulunan diğer kaynakların verdikleri oldukça geniş bilgiler ile büyük bir tezad teşkil ettiğinden hemen hiçbir değer taşıyamamaktadır. İbni Hubeyş 'in Zühri'den naklettiği, Belâzuri, Taberi ve İbni Haldun'un da teyid ettikleri bir cihet var ki, o da Müseylime'nin müezzinler kullandığı cihetidir.


Müseylime müezzinleri vasıtasiyle taraftarlarını namaza çağırdığına göre namazı kaldırmış olamaz. Şu halde, zina ve şarabı mübah kılmış olması da imkansız görünmektedir. Esasen onun vahy adı altında yukarıya aldığımız sözlerinden riyâzet sahibi olduğu açık olarak anlaşılmaktadır. Müseylime'nin birkaç müeezzin kullandığı görülmektedir. El-Reccâl'in de bunlardan birisi olup Müseylime'nin peygamberliğine tanıklık ettiğini Taberi (Türk. ter., III., S. 143) ve İbni Haldun ( İber, II., 2., S. 75) yazmaktadırlar. Ayrıca Abdullah bin Nevvâha (Wellhausen, a. g. e. VI., S. 17'de Nevvâha ile Hüceyr ayni kimse olarak gösterilmiştir) ve Hüceyr bin Vmeyr de onun müezzinlerindendirler. Belazuri'de (Tür. ter., I., S. 148) ve İbnül - Esir'de (El - Kamil, S. 274) Hüceyr ezan okuduğu zaman "Müseylime'nin kendisini Tanrı elçisi diye iddia etmekte olduğuna tanıklık ederim" diye seslendiğini, Müseylime'nin de ona "Ey Hüceyr! Fasih konuş" dediği kayıtlıdır. İbni Hübeyş'de ise Hüceyr'in Hanifelileri ilk defa namaza çağırdığı zaman: "Tanrı'dan başka Tanrı olmadığına tanıklık ederim, Muhammed Tanrının elçisidir ve Müseylime...." deyip burada durduğu, nihayet Muhakkim'in ona "Çabuk ol Hüceyr!" diye bağırdığı ve bu sözün Araplar arasında bir tabir haline geldiği kayıtlıdır.


Orientalistler, bilhassa Wellhausen, Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'i örnek tutmadığını ileriye sürmektedirler. Wellahausen'a göre (Skizzen, VI., S. 19) Müseylime, Secah ve diğer peygamberlik iddia edenlerin tarih sahnesine çıkmalarındaki sebeb, Mekke ve Medine'de islamiyet'i meydana getiren sebeple aynıdır. Halbuki, Müseylime, İslam dinindeki prensiplerin hemen hemen aynını, belki biraz da Yemame'nin yabancı bulunmadığı Hristiyanlık'tan aldığı ilhamlarla zenginleştirerek, kendi kurmak istediği dinin içine almıştır. Günde üç defa namaz kılmak, oruç tutmak, şarap içmemek gibi kaideler bunu göstermektedir. Ayrıca müezzinler vasıtasiyle namaza davet usulü de her halde islâmiyet'ten örnek alınarak kabul edilmiş bir sistemdir. Wellhausen (Skizzen, VI., S. 17) ve Caetani, müezzin kelimesini burada Arap tarihçilerinin kolayına geldiği için Müseylime'nin dinindeki bir din memuru hakkında kullandıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu değerli orientalistler, müezzinin ödevlerini hiç göz önünde tutmamış olacaklar. Halbuki, Taberinin, İbni Hubeyş'in ve diğer tarihçilerin yukarıya aldığımız misalleriyle El - Reccal, Hüceyr ve diğerlerinin tıpkı Müslüman müezzinler tarzında iş gördüklerini açıklamış bulunuyoruz. Hazret -i Muhammed'den önce ibadete bu şekilde bir davet mevcut olmadığına göre, Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'i bu yolda da örnek tuttuğu elbette inkar edilemez bir gerçektir. 



İSLÂMDAN DÖNENLER VE YALANCI PEYGAMBERLER (Hicri 7.-11. Yıllar)

Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak