Avcı ve Av
Avcı ile av arasında karşılıklı korkuya dayanan bir ilişki vardır. Hayvanlar tabii olarak avcıdan ürktükleri gibi, avcı da öldürdüğü hayvanların öç almasından korkmaktadır. Avı avlamadan önce uygulanan âdetler, hayvanların duyduğu korku ile av esnasında veya sonrasında yerine getirilenler ise avcının korkusuyla ilgilidir. Her iki gruptaki âdetler, aynı zamanda avcının avdaki şansını yitirme korkusunu da yansıtır.
Sibiryadaki bütün avcı topluluklar için, ava çıkmadan önce avcının arınması, avın en önemli şartlarından biri olup, bu arınma genellikle avcıların bir ateş yakıp, üzerinden atlamaları veya kendilerini, silâhlarını ve hâtta köpeklerini dumanla tütsüleme şeklinde cereyan eder. Meselâ, Yakutlar sonbaharda av mevsimi başladığında elbiselerini ve av gereçlerini yaktıkları ateşin yanına koyarlar. Bu arınma merasimine ihtiyaç duyulmasının sebebi genelde kadınlarla ilgili olup, orman ruhunun arınmamış silâhlarla ava çıkılmasından nefret ettiğine, dolayısıyla adet döneminde veya yeni doğum yapmış bir kadının silâhlara dokunmuş veya üzerinden geçmiş olmasının avın başarısızlıkla sonuçlanmasına sebep olacağı inancıyla, ava çıkmadan önce bu arınma merasimi mecburî kabûl edilir. Kirlenmiş av gereçleri, ateşle, mümkünse yıldırım düşmüş bir ağacın kıymıklarıyla yakılan bir ateşle arındırılır. Şorlar ve diğer halklarda av seferi hazırlıkları yapılırken, avcıların eşleriyle ilişkiye girmeleri de yasaktır. Fin-Ugur avcıları da kadınların erkeklerin kirlenmesine sebep olduklarına inanır, Syrjänler, “avın temiz bir şey olduğunu ve temiz insanlar gerektirdiğini” söylerken, Ostyaklar, ayı avına çıkacakları zaman kendilerini dumanla arındırır ve bunu; “Ayının öfkesini çekebilecek bütün kirlerden, özellikle de bir kadının teması sonucu oluşacak kirlerden arınmak” olarak açıklarlar. Finli avcı kabileler arasında bu arınma geleneği, çeşitli şekillerde görülebilir.
Halk inançları arasına yerleşmiş olan bu “orman ruhunun kadının kirlettiği av malzemelerinden nefret etmesi” veya “ayının öfkesini çekmek” gibi gerekçeler, çok eski dönemlere dayanan bu geleneklere, daha sonraki dönemlerde getirilmiş olan suni açıklamalardır. Bu arınma ayini, insanlar ve av malzemeleri üzerine sinen insan kokusunu bastırmak ve av hayvanlarının hassas koku alma yetenekleriyle, insan kokusunu alarak kaçmalarını önlemek için alınan tedbirden kaynaklanmaktadır. Zaten bir çok topluluğun bu arınma törenlerinde ardıç, Sibirya çamı kabuğu veya kuvvetli kokuları olan otları kullanmaları da bunu ortaya koymaktadır. Bu konuda meselâ Finli avcılar, avlarının kokularını almalarına tedbir olarak kendi bedenlerini, tüfeklerini ve diğer av gereçlerini çam yapraklarıyla ovar veya sığır sidiği sürerken, Altay Tatarlarlarının bazı kabileleri av aletlerini ve elbiselerini evlerinin içinde değil, dışarıdaki kilerlerde saklarlar ki, buralarda genellikle ağır bir yiyecek kokusu olur.
Laponlar gibi Sibirya halklarının çoğu da ayı avına kışın çıkarlar ve ayıyı ininde öldürürler. İnin girişi kapatılıp, tavandan açılan bir delikten sokulan mızraklarla ayı öldürülür. Bazı bölgelerdeki avcılar, gelenek gereği ine geldiklerinde, önce girişinin önünde eğilerek ava saygılarını sunar, ona övgü dolu sözler söyleyip, onun huzurunu bozdukları için ayıdan özür dilerler. Priyanski Tunguzları, ayıya; “Baba, sana değer veriyoruz, bizden korkma” diye seslenirken, Tuhansk Tunguzları da ayının kendilerini tanımaması için ayının inine yaklaşırken, yüzlerini kurumla boyayarak, öç almak isteyecek olan ayının aklını karıştırıp, öfkesini komşuları olan Yakutlara yöneltmek için; “Buraya, senin yanına gelen Tunguz değil, yolunu şaşırmış bir Yakut” diye seslenirler.
Uyuyan ayıyı öldürmeden önce uyandırmak, avcılığın temel şartı olarak kabûl edilir ki, ayının da ormanda uyuyan bir insana saldırmayacağına ve bir ayıyı uyandırmadan öldüren bir avcının, başka bir ayı tarafından onu uyurken öldürmek suretiyle intikam alacağına inanılır. Ayıyı sopalarla dürterek uyandırırken ona; “kalk ayağa, seninle dövüşmek için savaşçılar geldi” denilerek, meydan okunur. Laponlar, uykuda olan bir ayının öldürülmesini alçakça bir hareket olarak görürken, Ostyaklar inin içine ancak hayvan hareket etmeye başladığında ateş ederler ki, benzeri âdete Karelyalılar arasında da rastlanır. Vuokkinemi bölgesindeyse ayı; “sevgili ayı, kalk, misafirlerini ağırla” sözleriyle uyandırılır.
Av esnasında hayvana eziyet etmeden, hızlı şekilde öldürmeye özellikle dikkât edilir ki, hayvana eziyet edildiği takdirde avın uğurunun kaçacağına inanılır. Turuhansk Tunguzları, bir av tuzakta uzun süre acı çekerek beklediğinde, aynı yerde bir daha tuzak kurmanın uygun olmayacağına inanırlar. Bir hayvana eziyet edip, ona acı veren kişinin hastalanacağı ve her av hayvanının ruhunun olduğu ve bu ruhun ona acı çektirenlerden intikam alacağına dair inançlar Tunguzlar arasında oldukça yaygındır. Maack’ın naklettiği bir hikayeye göre, Kolma nehri yakınlarında bir takım kötü kâlpli insanlar, bir ren geyiğini yakalayıp diri diri derisini yüzüp, sonra bırakırlar, hayvan acı içerisinde oradan kaçıp gittikten sonra, bir daha o bölgeye ren geyikleri gelmemiştir. Hikâyenin devamında anlatıldığına göre bir defasında bir ren geyiği sürüsü nehri geçip gelmek üzereyken, bu diri diri derisi yüzülen geyik ortaya çıkıp, koşarak sürünün yanından geçmiş, bütün sürü tekrar geri dönüp gitmiştir. Lapon avcıları, ayıyı ilk hamlede öldüremeyip, ayı yaralı hâlde inine çekilirse, onu öldürecek yeni bir fırsat için inin girişinde beklerken; “Maksadımız, seni yaralayıp acı çektirmek değildi. Seni hiç acı vermeden hemen öldürebilmeyi isterdik, ama buna sen izin vermiyorsun. Acılarının sebebi biz değiliz” sözleriyle, ayıdan özür beyan ederler. Bu konuşmaların sebebi hiç şüphesiz, ayının öcünden ve lânetlenip bir daha av uğurunun kaçmasından duyulan endişe olup, bu sebeple olmalı ki, Altay Tatarlarında avın, gözüne veya kulağına ateş etmek yasaktır. Ayı öldürüldükten sonra ininden dışarı çıkartılıp, bu arada ondan defalarca af dilenerek, avcılar kendilerini bunun için kendilerini mazur göstermeye çalışırlar. Bogoraz, Lamutların ayıyı dışarı çıkartırken onun ruhunu yatıştırmaya yönelik ilâhiler söylediklerini ve bir tür “barış ayini” düzenlediklerini anlatır. Yenisey vadisindeki Tunguzlarsa, ayıyı öldürdükten sonra bir süreliğine inden dışarı çıkıp, sonra sanki tesadüfen oradan geçerken ayının ölüsünü görmüş gibi davranarak, bir taraftan da hiç tanımadıkları insanların ayıyı öldürmüş olduğundan yakınarak, hâtta bazı bölgelerde; “seni biz öldürmedik, bunu bir Yakut yaptı” diyerek ayıya bilgi verirler. Yakutlar da genelde ayıyı öldürdüklerinde suçu komşuları olan Jukagirlere atarlar. Duyulan korku sebebiyle suçun başkalarına yüklenmesine, Ostyaklar, ayıyı öldürdükten sonra; “seni Rusların yaptığı bir ok öldürdü, seni öldüren, Rusların yaptığı bir mızraktır” şeklinde konuşmayla, yine ayının öç almasından korkan Yakutlarda, ayının kendini öldüren kurşunu kimin attığını bilmemesi için hep beraber aynı anda ateş etmeleri şeklinde başka bölgelerde de rastlanır.
Diğer taraftan barışma ritüelleri sadece ayılar için yapılmaz, meselâ Yakutlar kurdukları tuzağa bir vaşak düştüğünde ağlamaklı bir sesle, kendi aralarında; “Yazık, karanlık ormanların bu değerli hayvanı buradan geçerken hayatını kaybetti” diyerek hayıflanırlar.
Avlanan bir hayvanın derisi yüzülürken, çoğunlukla ilk olarak ağzın etrafında dudaklar, burun ve burun delikleri ile beraber yüzülür. Soyote âdetlerine göre avcı, avın burun deliklerini yüzüp çadırında saklar, bu sebeple eskiden kürk tacirlerinin Soyotelerden burun delikleri olan bir ayı kafa postu alma imkânı olmazdı. Priayanski Tunguzları da avladıkları tilkinin çene derisini yüzerek, üç gün sakladıkları sonra bir ağaca astıkları anlatılır. Yakutlar, avladıkları orman tilkileri veya Kutup tilkilerinin çene derilerini ayırırken, bazı Altay Tatar kabileleri avlanan tilki ve samurun çenelerinin derilerini ayırıp, içinde o hayvanların ruhlarının saklı olduğuna inanılan bu deriler, bir kutu içerisinde saklarlardı. Soyoteler, avladıkları samurların dudakları ve bıyıklarını göğüslerinde taşıyarak, bunların avda kendilerine uğur getireceğine, Çukçeler yaban hayvanların çenelerinin evlerini koruduğu inancıyla bunları evde saklarken, Gilyaklar da fok balığının burnunu kesip saklarlar.
Benzeri âdetlere, Fin-Ugur halkları arasında rastlanır ki, Gondatti, Vogulların yanında bir tilki, samurun yahut bir kakımın çenesinin bulunduran kişinin işlerinin rast gideceğine inandıklarını aktarır. Vogullar da ayıyı öldürdükten sonra çenesinin ve etrafının derisini yüzerler. 18.yy’da aynı gelenek Laponlar arasında da devam etmekteydi. Fjellström, Laponların ayının ağız çevresindeki ince ve tüysüz derinin nasıl ön taraftan başlayarak yüzdüklerini ve yüzen kişinin bunu kendi yüzüne takışını anlatır. Finlandiyada hayvan öldürüldükten sonra ilk olarak -ve acilen- hayvanın ağız çevresi (turparengas) veya dudakları (huulipanta) yüzülür. Ayının ağız çevresinin Samoyedler için ne denli önem taşıdığını, Kai Donner’in Ket nehri yakınlarından alıp, Helsinkideki Fin Milli Müzesine getirdiği şaman kıyafetinden de anlaşılmaktadır. Bu kıyafeti tamamlayan alın bandı, ayının ağız çevresi derisinden meydana gelmiş ve ayının burun delikleri bariz bir şekilde görülmektedir. Şaman, bu alın bandını muhtemelen ayinlerde ayıyı canlandırmak veya kendisine ayıya has özellikleri kazandırmak maksadıyla kullanmaktadır. Finlandiyanın bazı bölgelerinde de tavşanın ağız çevresi derisi (kirsio) yüzülüp, tavşanın öldürüldüğü yerde bırakılır. İdil bölgesinde bu eski av geleneklerine artık pek riayet edilmemekle birlikte, Çeremislerde görüldüğü üzre nadir de olsa Çeremisler, kurban ettikleri atın derisini yüzmeden önce, ağız çevresinin derisini burun delikleriyle beraber yüzüp ayırmaktadırlar.
Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış olan bu geleneğin çok eski dönemlere dayandığı ve temelinde bir korunma güdüsü olduğu aşikardır. Ayı avına ilişkin bir Fin şarkısında geçen; “Ayının burnunu keserim, böylece artık koku alamaz” sözleri, bu geleneğin arkasındaki düşünce biçimini çok açık bir şekilde özetlemektedir. Bu konuda Gilyakların kendisini kimin öldürdüğünü bilememesi için yakaladıkları fokun burnunu ve gözlerini kesip, denize attıkları, Sakaların “artık insanları görememesi için” öldürdükleri ayının gözlerini çıkarttıkları, Kareller ayının gözlerini yutarak, böylece ayıların onlara saldırmayacağına, Şorların ise, ayının gözlerini yeme âdetinin oldukça yaygın olduğu bilinmektedir.
Kondoma bölgesi Şorları, öldürdükleri ayının ilk olarak dişlerini sökerler, bu âdet bazı Altay halklarında da görülür ki, Yakutlar derinin değerini düşürme pahasına avladıkları tilkinin pençelerini veya ayaklarını kesip, çıkartırlar. Her ne kadar bu kesilen uzuvlar büyülerde kullanılsa da, kesilmelerinin asıl sebebi, ileride başlarına gelebilecek tehlikeleri engellemektir. Syrjänlerin ayı avı hakkında aktardığı şu tanıklık, konuyu bariz bir şekilde anlatmaktadır: “Bir ayı öldürüldüğünde, ilk iş olarak çenesindeki dişleri kırılıp, pençeleri sökülür. İnanışlarına göre, ayı ancak bunlar yapıldığında gerçek anlamda ölmüş sayılır ve avcılar ancak bundan sonra rahatça oturup sigaralarını tüttürebilirler”
Anlaşılacağı üzere, avlanan bir vahşi hayvanın sadece ağız çevresi değil, gözleri, dişleri, pençeleri de en kısa sürede çıkartılması gerekir. Bu işlerin bu kadar aciliyet kesbetmesi, yukarıda belirtmiş olduğumuz korku unsurunu doğrulamaktadır. Tehlikenin ancak bu uzuvlar kesilip, bedenden uzaklaştırıldığında geçmiş olacağı inancı, çok eski bir avcılık geleneğinde kendini göstermekte olup, bu geleneğe göre ayının öldürüldüğü yere tesadüfen gelen başka bir avcı, öldürülen ayının pençeleri ve dişleri sökülmemişse, ayının eti üzerinde ayıyı avlayanlar kadar hak sahibi olarak kabûl edilir. Rusya’nın Karalien bölgesinde de benzer bir avcı geleneğine göre ayının ağız çevresindeki deri tam olarak yüzülüp çıkartılmadan oraya gelen bir yabancının, av üzerinde hakkı olduğuna dairdir. Deri tam olarak yüzüldükten sonra gelenlere pay verilmemesinin sebebiyse, artık lânetlenme tehlikesinin ortadan kalkmış olduğu inancı olsa gerektir.
Sibiryadaki avcı halklar, avladıkları ayının derisini avladıkları yerde yüzerler ve aynı yerde bir ateş yakarken, Turuhansk bölgesi Tunguzları, yaktıkları ateşin üzerinden atlayarak arınma merasimlerini yerine getirirler. Karagasseler öldürdükleri ayıyı ininden çıkartır çıkartmaz ardıç dalları ve hayvan yağıyla bir ateş yakıp tütsülerlerken, bir yandan da “kik, kik, kik” diye sesler çıkartarak, hayvanın kürkünü tüylerin ters yönde sıvazlarlar. Ostyaklar, avlandıkları yerde ateş yakıp, yanlarında bulunan tütsülenmiş yemekleri yer, Laponlar avladıkları ayının bedenini yaktıkları ateşle arındırırlar. Finli avcıların da benzeri şekilde ayıyı öldürdüklerinde ateş yaktıkları anlatılır.
Ayının öldürüldüğü yerde ateş yakılması, eti ister orada pişirilsin, ister sadece biraz dumana tutularak tütsülensin, ateş ve duman yoluyla ayının ruhunun uzaklaştırılması maksadına matuf olduğunu gösterir. Yaban hayvanlarının çobanların yaktıkları ateşten ürkmeleri gibi, bu hayvanların ruhlarının da yakılan ateşten ürküp kaçacağı inancı oldukça yaygındır. Ateşin kötü ruhları uzak tutma özelliğini daha önce cenaze defin merasimlerinde de görmüştük. Bu sebeple olmalı ki, Şorlar, ayının kafasını kestikten sonra, kafayı bir yaban üvezinden yapılma bir sopanın ucuna takar, ateşte biraz tütsüledikten sonra yüzü Doğuya bakacak şekilde sopayı yere diker, akabinde ava katılan avcıların tamamı ayının kafasına ateş edip, ayının kafası sopanın ucunda asılı iken ayı ile;
Bir ağaca tırmandın, ayağın boşa bastı ve öldün
Yemişlerden yedin, kayadan yuvarlandın ve öldün
Yaban üvezi meyveleri yedin, kaydın ve öldün
Yaban mersinlerinden yedin, bataklığa battın ve öldün.
dedikten sonra, ayının kafasını kürküne sararak eve götürürler veya bazı yerlerde avlandığı yerde sopaya takılı olarak bırakırlar.
Altaylı avcıların, ayının öç almasından korkarak yaptıkları ve kendilerini bu ölümde suçsuz göstermek ve bütün bu olanların sorumlusunun aslında ayının şanssızlığı olduğunu anlatmak maksadı taşıyan bu konuşma, bize Finli avcıların ayı avında söyledikleri şarkıyı hatırlatmaktadır.
En mine sinua pannut
Ben seni öldürmedim
Eike toinen kumppalini
Yol arkadaşlarımdan biri de öldürmedi
İtse hairahit haolta
sen kendin ormanda tökezledin
İtse vierit vempelelte
ağacın dalından sen kaydın
Puhki kultaisen kupusi
ve o altın bedenin patladı
Hakli marjaisen mahasi
ve yaban mersini dolu miden patladı
Bazı bölgelerde de, ayının derisi yüzüldükten sonra çıplak kadavrası dallarla kırbaçlanır ki, Laponlarda öldürülen ayıyı dal parçalarıyla kırbaçlama geleneği, lisanlarında “ayıyı dalla döv” deyimi bu geleneğin yaygınlığını ortaya koymakla birlikte, bu geleneğin arka plânında “ruhu bedenden çıkmaya zorlamak” düşüncesinin olup olmadığı konusunda ne yazık ki bilgi sahibi değiliz.
Altay Tatarlarının, ayının ruhunun onları takip edememesi amacıyla ayı ininden çıktıktan sonra değişik yerlerde havaya ateş etmeleri, kar ayakkabılarının izlerini örtmek için ayakkabılarının altına dikine dal parçaları yerleştirmeleri veya kar üzerinde daireler çizerek yürümeleri, ayının ruhunun şaşırıp bu dairelerden çıkamayacağı inancını yansıtır. Şoreler de, ayının kendilerini takip edebileceği izleri ortadan kaldırırken, “yolumuzdan gelme” diye seslenmeleri, öldürülen ayının ruhunun üç gün boyunca etrafta dolaştığı, insanları korkutup onlara eziyet edeceği ve eğer bir avcı kulübesine yaklaşacak olursa, kulübedeki ateşin sönüp, köpeklerin havlayıp ulumaya başlamaları inancıyla ilgilidir. Sibiryalı avcılar, başarılı bir ayı avı sonrası eve dönerken, köyden tanıdıklarına rastlayacak olurlarsa, avdaki başarılarını onlara değişik sesler çıkartarak veya şarkılar söyleyerek anlatırlar. Ayının postu eve taşınmadan önce süslenir ve hâtta bazen avın cinsiyetine göre erkek veya kadın elbiseleri giydirilip, bir de başlık takılır. Yenisey Tunguzları ayıya cinsiyetine göre; “büyük baba” veya “büyük anne” diye hitap ederler ki, Ostyaklarda da rastlanan bu âdet üzre, ayıya uzun zamandır görmedikleri bir akrabaları gibi davranarak, ruhunu yatıştırmaya çalışırlar. Bu ritüeller sadece ayılar için değil, diğer av hayvanları için de geçerli olup, Ionov; Yakutların tuzağa düşen bir tilkiyi öldürdükten sonra köye döndüklerinde hemen eve girmeyip, dışarıda bir müddet bekledikten sonra kapıyı çaldıklarını ve “Ormanın efendisinin hediyesi var” dediklerini aktarır. Bu söz üzerine evdekiler neden bahsedildiğini anlayıp, “Ormanın efendisine” sunmak üzere hemen ocak ateşine tereyağı ve yiyecek koyarlar ve evin avlusuna bir şapka bırakırlar. Avcılar bu şapkayı tilkinin başına geçirip, tilkiyi elbiselerinin etekleri ile örterek evin içine taşırlar. Bu esnada tilkinin yüzünün asla ocak ateşine dönük olmamasına dikkât edilir. Tilkinin derisi, evin arka tarafında ocağın gerisinde bir yerde yüzülür ve postu, sanki evin şeref misafiriymişçesine evin baş köşesinde bir yere yerleştirilerek, gün boyu orada kalır, sonra kilere kaldırılır. Yakutlar hakkındaki bir başka anlatıma göre ise, Yakutlar avladıkları bir vaşağı evin penceresinden içeri sokmadan önce, hayvanın boynuna gümüş bir kolye takıp ona kadın kürkleri giydirirler. Buryatlar avladıkları bir samuru, özel olarak açtıkları bir delikten kulübeye sokarken; “bir dostumuz misafir geldi” derken, Tunguzlar, samur veya mavi tilki gibi değerli kürklere sahip hayvanları şereflendirmek için avların kafalarına bir başlık geçirip veya bir beze sarıp, onları öpüp, okşayarak, sevgi gösterisinde bulunurlar. Yakutlar, “Ormanın efendisinin” neşeli ve gürültücü bir varlık olduğu inancıyla, kurdukları tuzağa yakalanan bir kakımın ağzına tereyağı veya kaymak sürerken yüksek sesle güler, tuzağa bir ren geyiğinin yakalandığını gördüklerindeyse, çocuklar gibi zıplayıp, bağırıp çağırarak, kahkahalar atarlar.
Turuhansk Tunguzları arasında dikkât çekici bir başka âdetse, avladıkları ayının etini pişirmeden önce onun daha önce bir insan yeyip yemediğini öğrenmektir. İnaçları gereği daha önce insan yemiş olan bir ayının eti yenmez. Ayının insan eti yiyip yemediğini öğrenmek için ayının ön ayağı havaya atılır ve yere nasıl düştüğüne bakılır. Eğer ayının ön ayağı yere ters şekilde düşerse, ayının daha önce bir insanı yediğine hükmedilir. Şorlar da ayının etini pişirmeden önce kalbine bakarak, kalbinde insan tüyü veya benzeri bir şeyler bulurlarsa, ayının daha önce insan yemiş olduğuna hükmederek, bu durumda ayının eti ve postunu ateşe atarken, Ostyaklar aynı şekilde ayının insan yemiş olup olmadığını öğrenmek için midesine bakıp, midesinde saç yumağı veya benzeri bir şeye rastlarlarsa, insan yediğine kanaat getirip, ayıyı ve postunu yakarak imha ederler. İnsan yemiş olduğuna inanılan bir ayının bedeninin postuyla beraber imha edilmesi, muhtemelen ayının öldürmüş olduğu insanların ruhlarının hâlen ayının bedeninde bir yerlerde olmasından duyulan korkudur. Bu sebeple o ayının eti yenmediği gibi, aynı zamanda ayıdan bir nevi intikam alınması olarak da değerlendirilebilir.
Daha önce insan yemediğine kanaat getirilen ve dolayısıyla “saygın” bir ayı ise, bir ziyafet düzenlenerek şereflendirilir. Bu yemekte ayının ruhunu sakinleştirip, neşelendirmek maksadıyla yerine getirilen bir çok ritüel aslında ayının ruhundan duyulan korkuya dayanır. Aslında burada hedeflenen şeylerden biri de, öldürülen ayıya güzel kıyafetler giydirip, tatlı sözler söyleyip, hâtta ona ikramlarda bulunarak, diğer av hayvanlarının da gönlünü almaktır. Bunun için Yakutlar, avladıkları kakım, samur veya tilki gibi hayvanların ağızlarına tereyağı sürerken, aslında onların gönlünü hoş tutmak ve bundan sonra kurdukları tuzaklara düşmelerini sağlamaktır. Keza, Kamçaladlar da avladıklara foklara izzet ikramda bulunurken, maksatları diğer foklara aslında insanlara misafir olarak gelmiş oldukları mesajını vermektir. Kola bölgesindeki Laponlarsa, avladıkları Kutup ayısının ağzına bir balık yerleştirip, ona hitaben; “Sana iyi ev sahipliği yapmadığımızı söyleyemezsin, diğerleri de gelsinler, onların da karnını doyururuz” şeklinde konuşurlar.
Sagalar, avlamış oldukları ayı için bir nevi defin töreni düzenlerler. Ayının ölüsü için düzenlenen bu törende bütün gece boyunca yenilip, içilir, şarkı söylenir ve avladıkları hayvanın ruhunun bu mecliste yeralıp her şeyi görüp duyduğuna inanırlar. Şölen esnasında, ayının cinsiyetine göre, “yaşlı büyükbabam öldü” veya yaşlı büyükannem öldü” diye feryat edip yakınılır. Diğer Sibirya halklarında ayı için benzeri cenaze şöleninden olmak üzere; Tunguzlarda bu törene katılan kimse, şölen bitmeden oradan ayrılıp, uyuyamaz. Ayının ölüsü için düzenlenen bu tören, bir başka yönüyle ölen insanlar için yapılan gömülme ve anma merasimlerine benzer. Bu tören esnasında evden dışarı hiç-bir şey-hâtta su bile- çıkartılmaz. Misafirleri ağırlamak için ayı eti sunulur ve bu etin ikramı daha sonraki günlere bırakılamaz. Lamutlar ve Laponlar bu şölene bütün komşularını davet ederler.
Maack, Amur vadisi halklarının geleneklerini aktarırken, “ayı şölenleri”nde gerçekleştirilen bazı mizahî de sayılabilecek birtakım ritüellerden de bahseder ki, bunlardan en ilginç olanı, ayıyı şaşırtıp kafasını karıştırmaya yönelik olanıdır. Potanin, Yakutların “ayı şöleni” esnasında çıkarttıkları seslerle, ayının aklını karıştırmaya çalıştıklarını anlatır. Bu şölende erkekler “gark! gark!”, kadınlar da “tag! tag!” sesleri çıkarıp, karga seslerini taklit ederek, güya ayının toplanıp kendisini yiyenlerin insanlar değil de, kargalar olduğunu inanacağına inanmalarıdır. Bazı Yakut kabilelerinde de, avlanan ayının kalbi daha bedeni soğumadan çıkartılıp, avcılar tarafından parçalanıp yenirken, avcılar bu sırada “garkh! garkh” diye, karga seslerini taklit ederler. Dyrenkova, bu geleneği aktarırken; ava katılan herkesin ayının kanından içtiğini, avın karaciğer, kalp ve yağından birer parçayı çiğ olarak yediklerini ve gözlerini gökyüzüne çevirerek üç defa “ukh” diye bağırdıklarını anlatmaktadır.
Angara nehrinin yukarı havzasında yaşayan Tunguzların da “ayı şöleni” esnasında uyguladıkları benzer bir âdetle; avcılar avdan köye geri dönerken ormanda “kuk!, kuk!” diye bağırmaya başlarlar ve bu sesleri duyan köydeki herkes çadırlarından çıkıp ellerini kollarını sallayarak “kuk!, kuk!” diye onlara eşlik ederek karşılarlar. Köye geldiklerinde ayının etlerini parçalamaya başlayan erkekler önce “uhuu” sonra da “kuk” diye sesler çıkartırlar. Çeşitli bölgelerdeki Tunguzların “ayı şölenleri”ne şahit olan Dobromyslov, şölene katılanların kuşların kanat çırpması gibi, kollarını sallayıp, havaya sıçradıklarını ve karga sesi çıkarttıklarını aktarır. Bu törenlerde bazen yüzlerini is ve kurum ile siyaha boyarlar. Tunguzlar, avın kemiklerini ormana götürürken; “Seni öldüren biz değiliz, bunu Ruslar yaptı, seni yiyenler biz değiliz, bunu kargalar yaptı. Biz sadece senin kemiklerini bulduk ve gömüyoruz” sözleri, bu geleneğin arkasında yatan sebebi açıkça ortaya koyar. Bu sözler, Ostyaklar ve Samoyedlerde görülen bir geleneği hatırlatmaktadır ki, o da bu toplulukların ayının aklını karıştırmak için, ayının kafasını ve postunu çadırın arkasına bırakıp, gözlerini ağaç kabuğuyla kapatarak, onu oraya kargaların getirmiş olduğunu söylemeleridir.
Konuyla ilgili bu tür temsiller (canlandırmalar) ve muhtemelen bundan daha eskiye dayanan danslar, Ostyaklar ve özellikle de Vogulların “ayı şölenleri”nin vazgeçilmez parçaları olmalıdır. Karjalainen, Ostyakların danslarından bahsederken, dans figürlerinin “başta eller olmak üzere, belli uzuvların bilinçli bir şekilde döndürülmesi veya ileri geri hareket ettirilmesinden oluşturulan figürlerin ne anlama geldiği günümüz kabile üyeleri tarafından her ne kadar anlamlarını bilinmiyorsa da, aslında ilk ortaya çıktıkları dönemlerde birtakım savunma ve saldırı hareketlerini temsil ettiklerini” söylemektedir. Patkanov, Ostyak kadınlarının “ayı şöleni” esnasında kollarını çırparak ortalıkta dolandıklarını aktarmasından, bu temsillerden maksadın, hiç şüphesiz yırtıcı kuşların taklit edilmesidir ki, kimi zamanlar ayı şölenlerinde Vogulların yırtıcı kuşları çağrıştıran kıyafetlere büründükleri, Tunguzların yaptıkları karga taklitleri aynı anlamı taşımaktadır. İlkel avcı kültürünün bir parçası olan bu gelenekler aslında günümüz sahne sanatlarının geçmişine de ışık tutmaktadır.
Tumen nehri boylarında yaşayan Oroçeler, Sahalin’de yaşayan Orokeler, Aino ve Ostyaklar, ayı yavrularını yakalar ve iki üç yaşına kadar beslerler. Ayı büyüyüp yenecek hâle geldiğinde-bu genellikle kış yaklaşırken olur- önce süslenir ve köyde dolaştırılarak bir nevi sahne işlevi gören bütün ahâlinin toplandığı bir meydana getirilip burada ok atılarak öldürülür. Orokeler ayıyı oklayarak öldürecek olan kişiyi başka bir kabileden seçerler. Ayı öldürüldükten sonra yapılan şölen ise, ormanda öldürülen bir ayı için yapılan törenden pek farklı değildir.
Bu bölgede yapılan ayı törenlerinde; Oroçeler, Olçeler ve Gilyaklar köpek, Orokeler ise ren geyiği yarışmaları düzenlerler. Uzak yerlerden bile gelenlerin olduğu bu yarışmalar “ayı şölenleri”nin en cazip bölümünü oluşturur. Daha önce bahsi geçmiş olduğu gibi, Türk kökenli bazı kabilelerin ölüleri için düzenledikleri anma törenlerinde de bu tip yarışlar yapıldığı görülür. Bütün bu toplulukların düzenledikleri “ayı şölenleri”nin son aşaması, hayvanın kemiklerinin “itinalı” bir şekilde defnedilmesidir. Bu definden dönen avcılar için, aynı bir cenaze töreninden dönüşte olduğu gibi bir arınma ayini düzenlenir ki, zaten her ikisinden sonra arınma yapılmasının ardında yatan düşünce de aynıdır. Arınma ayinlerinin en yaygın iki çeşidi ateş üzerinden atlamak ve ardıç veya Sibirya çamı gibi ağaçlarla yakılan ateşin dumanı üzerinde bir müddet oturarak tütsülenmektedir. Ayının kemikleri ormanda defnedilip, eve dönülürken, avcılar ayının kemiklerinin bırakıldığı yere doğru ateş ederler. Bu tür âdetlerden olmak üzere Karaller, bir ağaca astıkları ayı kafatasına ateş ederek, kendilerini emniyet altına almaya çalışırken, Tunguz avcıları, yaşça en büyükten başlayarak sırayla ayının karnına ok atarlar ki, benzeri gelenek Finlilerde de görülür. Meselâ, Kareller öldürdükleri ayının göğsünü yarıp, ayının kanı ile yakınlardaki bir çam ağacına bir çarpı işareti çizip, ona ateş ederken, bazı yerlerde ayının dalağı hedef tahtası olarak kullanılır. Laponlar ise ayının karaciğerini bir çam ağacına asıp ateş ederler ve içlerinden bundan sonra ilk ayıyı avlayacak olanın ciğere ilk isabet ettiren olduğuna inanırlar. Öldürdükleri avı tekrar tekrar vurma geleneğinin kökeninde de muhtemelen kendini koruma güdüsü yatmaktadır.
Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.
Çeviren: Erol Cihangir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder