Zerdüştlük - Parsilik - Mithraizm - Manilik
Eski çağlarda, şimdi adına İran dediğimiz ülkenin güneyinde asıl Pers'ler, kuzeyinde de Medyalılar oturmaktaydı. İran'ın büyük dini, Zerdüşt peygamberin kurduğu Zerdüştlüktür ki buna Mazdeizm de denir. Fakat daha önce kurulmuş bir din daha vardır: hatta Zerdüşt'ten önceki bir Mazdeizm'den de sözedilebilir. Bir de bu peygamberden sonraki bir Mazdeizm vardır. Son olarak da Mazdeizm, yani Zerdüştlük İran' dan kovulunca Parsi'liği doğurmuştur.
İran'ın içinde ise daha önceki dinlere az ya da çok yakın olan, Mithraizm ile Manilik adlı iki din daha ortaya çıkmıştır.
Sonradan kendilerine Hint-Avrupalı adı verilen grupların gerek Baltık kıyılarından, gerekse Güney Rusya'dan gelmişlerdi.. Kendilerine Arya (soylu) adını veren bu gruplar, içlerinden kimileri Hindistan'ı kuşatmadan önce, İran'ı kuşattılar.
Bunlar İran'da esmer, ya da belki de siyah tenli kavimleri hükümleri altına aldılar. Bu kavimlerde Totemik inanç ya da adetler yaşamaktaydı ve Animizm de gelişme halindeydi. Boğa, inek, at, köpek, yılan, kimi bitkiler kutsaldılar. Birçok tabular vardı ve bunlara aykırı davranmak, arıtıcı, temizleyici işlemler yapılmasını gerektiriyordu. Kimisi dost, kimisi düşman olan ruhlar hayvanlara, bitkilere, hatta dinsel alet vd. gibi kimi şeylere can vermekteydiler. Büyücülük çok yaygın haldeydi. Özellikle ölülerin ruhları canlıları korur sayılıyordu: Bunlar sonradan Fravaşi'ler, yani koruyucu melekler haline gelmişler ve Zerdüştlükte de az çok rol oynamışlardır.
Kuşatmacılara gelince, bunların kurban kavramını belki de Totemizmden almışlardı. Bu kavrama çok büyük önem veriyorlar ve onlar da doğayı kaplayan bir ruhlar alemine inanıyorlardı; fakat bunlarda Animizm, daha o zamandan çoktanrıcılık haline gelen Ahura'dai Güneş tanrısı Mithra'ya ilişkin bir metinde vardı. Bu metin, bu Arya'ların koruyucu tanrılarının İndra, Mithra ve Varuna olduklarını saptamaktaydı. Nitekim bunların adlarına hem İran'da, him Hindistan'da rastlanır.
Zend ve Sanskrit dilleri arasında olduğu gibi, iki din arasında da yakın bir benzerlik vardır.
Hinduların Varuna'sı, İranlıların en büyük tanrısı haline gelmişti. Yine bu arada M.Ö. XIV. yüzyıldan beri Hindular da saygı göstermekteydiler. Kurban, İran'da da çok büyük bir değere sahip sayılmaktadır: Ateş, kutsaldır; haoma adlı bir kutsal sıvı kullanılmaktadır ve bu, Veda'nın soma'sına bedeldir. Babadan oğula rahip olan ve adlarına ateş rahipleri denen bir kast vardır ve bunu Brahman'lara benzetebiliriz.
Bununla birlikte kimi olaylar, uzak bir çağda bir din ayrışmasının İranlılarla Hinduları birbirlerinden ayırmış olduğunu hatıra getirmektedir. Çünkü bu dinlerin birinin lehteki terimleri kimi hallerde, öteki din tarafından hakaretli bir anlamda kullanılmaktadır. Hindistan' da iyicil tanrılar olan Deva'lar (Div'ler, devler) İran'da kötücül iblislerdir. Zerdüşt inananlarından istenen "Amentü" şöyledir: "Deva'lara tapınmaktan vazgeçiyor ve Zerdüştün müridi olduğumu, Ahura Mazda'ya tapındığımı, Deva'ların düşmanı olduğumu beyan eyliyorum." Vaktiyle Hristiyanlığa geçen putataparların da eski tanrılarından kimilerini sonradan iblis saydıkları anımsanırsa, bu olay daha iyi anlaşılır. Veda döneminden önceki çağda Hindularca iblis olan Asuralar, Persler için iyilik ruhlarıdır. İndra İran'da Andra adı altında, şlalara, ayrılıklara yol açan zararlı bir iblis haline gelir; Varuna da Varena adı altında şehvet iblisi olur.
Hindulardan ayrılan 'İranlılar, büyük tanrıları Ahura Mazda (Bilgelerin mükemmeli Mevla) nın adı dolayısıyla Mazdeizm denen dini kurmuşlardır. Bazen Zerdüşt'ten önceki Mazdeizm sayılan din, bu yüce tanrının yanına Mithra ile bir de Anaihita adlı ana-tanrı koyar. Fakat sonrada Zerdüşt metinlerinde Mithra adına raslanmaz. Bu dinde hayvanların kurban edilmesi ve ölülerin gömülmesi adetti.
(Aniihita halk arasında çok sevilen bir tanrıça idi, belki de Mezopotampa'daki İştar'ın bir şekliydi. Bazen bu el değmemiş, tertemiz bir bakireydi; bazense Büyük Fahişeydi; olasılıkla suyun ve dölle bereketin tanrıçasıydı.) İşte Mazdeizmin kendisi bu dinin yerine geçmiştir ve buna, kurucusunun adına dayanarak Zerdüştlük de denmektedir.
Mazdeizmin kutsal kitabı Avesta ya da ZendAvesta'dır (Avesta metin; Zend yorum demektir).
Kutsal metinler ancak M.S. III. yüzyılda toplanmış ve ancak M.S.IV.yüzyılda da dinin kitabı olarak ilan edilmiştir. Fakat bu yazıların bir bölümü ve özellikle Gatlıa'lar diye adlandırılıp Zerdüşt'ün yapıtı oldukları ileri sürülen beş türkü, çok daha eski bir çağdan kalmadır.
Avesta 1764'te Hindistan'dan Anquetil-Duperron adlı bir Fransız tarafından getirilmiştir. Zerdüşt'ün düşüncelerine hayran olan bu adam onu yerinde, Bombay' daki Parsi'ler nezdinde incelemek istemiş ve yirmi yaşında gemici yazılarak yola çıkmıştı.
Yunanlıların Zoroastres, Romalıların Zoroaster, Fransızların Zoroastre diye adlandırdıkları Zarahustra'nın, yani Zerdüşt'ün tarihte yer aldığına karşı çıkılmaktadır. Avesta'yı çok güzel yorumlamış olan Fransız James Darmesteter ona, tapınıştan doğma bir tanrı, Jıaonıa'nın cisimlenmiş biçimi gözüyle bakar. Hollandalı Kem ise onu bir güneş efsanesinin kahramanı sayar. Bununla birlikte birçok başka eleştirmen de onda tarihsel bir kişilik görmektedir. Örneğin, Nathan Söderblom da böyle düşünmektedir ve şunları yazmaktadır:
''Avesta'daki din kendiliğinden oluşmamıştır, bir kuntcu'dan çıkmadır ... Avesta'daki inançlar eski Arya dini ile, eski İran putataparlığı ile kıyaslanırsa bir iyileştirmenin istenip gerçekleştirildiği ve ara yerde de yeni bir dinin kurulmuş olduğu açıkça görülecektir."
Zaten bizzat Zerdüşt de kendisinden efsanevi bir varlık gibi değil de, sıradan bir ölümlü gibi sözetmektedir. Söylentiye göre kitap kendisine yüce tanrı Ahura Mazda tarafından vahyedilmiş ve o da dinini yaymak için yurttaşlarına vaazlarda bulunmuştur. Kalabalık olan ailesi de kendisinin çalışma yaşamını paylaşmakta ve yaptığı propagandada ona yardım etmekteydi.
Hakkındaki kronolojinin kesin olmadığı kesindir. Genel olarak onun M.Ö. VII. ya da VI. yüzyılda yaşamış olduğu kabul edilmektedir. Bununla birlikte başka bir din tarihçisi olan Clemen de Zerdüşt'ün M.Ö. 1000 yılında yaşadığını ileri sürmüştür.
Zerdüşt peygamber daha önceki dini arıtıp temizlemiş, İran çoktanrıcılığını tektanrıcılığa doğru yöneltmiş ve çok yüksek bir ahlakın kurallarını koymuştur.
Zerdüştlük her şeyden önce Abura Mazda (buna bazen Ormazd ya da Onnuz da denir) adlı yüce tanrıya tapınmaktan ibarettir: "Abura Mazda parlak, görkemli, çok büyük, çok iyi, çok güzel Yaratan'dır; ... çok bilge bir ruhtur, ta uzaklara sevinçler saçar..." Işığın, saflığın gerçeğin tanrısıdır. Azıcık değeri olan tüm özgünlükler, vergiler ve en başta yaşama özgünlüğüyle ölmezlik özgünlüğü ondan gelir.
Söderlblom'un dediği gbi: "Yahve dışında, antik çağda hiçbir tanrı tektanrıcılığa bu denli yaklaşmamıştır."
Ahura Mazda'nın Ölmez Azizler (Ameşas Spentas) diye adlandırılan yarı-tanrı yardımcıları da vardır ve daha önceki dinlerin ikinci derecedeki tanrıları çoğu zaman bunlarla eş tutulur.
Felsefi açıdan bir ikicilik ( dualisme) olan Zerdüştlük İyilik İlkesinin karşısına, Kötülük İlkesini çıkarır ki bu sonuncunun adı Angra Mainyu (Vuran nılı) dur, fakat çoğu kez Ehrimen diye de adlandırılır.
Asıl güçlük, dünyada kötü olan şeyin ne olduğunu anlatabilmekteydi. Kimi metinler Ahura Mazda'nın özünde iki tali öz, "hipostaz" görmektedirler: Bunlardan biri yaşamın yaratıcısı olan iyicil düşünce, öbürü ölümü doğuran kuşkudur. Yüce varlığın bu ikinci yönüdür ve kendisinden ayrılarak Angra Mainyu haline gelmiştir. Kötülük iblisi, karanlıkların ve ölümün yapıcısı olan Angra Mainyu aşağı bir alemde yaşar ve temiz olmayan her şeye hükmeder. "Her şeye gücü yeten bir tanrı değil, bir iblis ve geçici olan, kaybolacak olan bir kudrettir.
Fakat ruhta iyilik, maddede kötülük görmeye kalkışılacak olursa aldanılmış olur. İyilikle kötülük madde dünyasıyla ruhlar dünyasını aynı zamanda paylaşmakta ve kendi ellerine geçirmek için savaşmaktadırlar.
Rakibinin yerine geçmek arzusuyla yanıp tutuşan Angra Mainyu, göklere saldırmıştır. Onun da çevresinde seferber ettiği ya da yarattığı yarı-tanrılar vardır, bunlar da Ahura Mazda'nın çevresindeki yarı-tanrılarla savaşırlar. Yüce tanrının her yaratışına büyük iblis de bir yaratışla karşılık verir.
Zerdüşt'ün çıkışından önce yeryüzünde üç bin yıl geçmiştir. Başlangıçta dünya, bir zevk, safa yeriydi; fakat Angra Mainyu dünyaya kışı, dolu afetini, yırtıcı hayvanları, insanlarla hayvanlara zararlı böcekleri, haraplığı, çoraklığı, ölümü getirdi. İnsanların ruhlarına inanmazlığı, kuşkuyu, tüm kötü içgüdüleri soktu.
Angra Mainyu'nun çabalarına öldürücü bir darbe indirecek · olan Zerdüşt'ün gelişine değin, aradan üç bin yıl geçti. Her bin yıllık dönemde Zerdüşt'ün tohumu ile bir bakireden mucizeli şekilde doğan yeni bir Kurtarıcı ortaya çıktı. Üçüncü bin yılda bu Kurtarıcıların sonuncusu olan Saoşyant, ölüleri diriltti. Bir göktaş, dağlarda saklı olan madenleri eritti: Ergime halindeki maden inananlar için ılık bir süt, dinsizler için ise bir azaptı. Özellikle kötü olan birkaç insanla iblisler yokoldular. Ötekilerin hepsi ölmezlik şerbetini içtiler. Saoşyant, ya da başka bir söylentiye göre Zerdüşt'ün kendisi, temizlenen dünyada bir ayin düzenledi. Böylece kötülüklerden temizlenmiş olan dünya da sonsuz mutluluğa erişmiş oldu.
Kreglinger diyor ki: "Böylece Zerdüşt'ün dininde, ne Mısırlıların inançlarında, ne de Hinduların yine de çok derin olan kurgularında rastlayamadığımız, yüce bir görüşle karşılaşıyoruz. Dünyanın bir tarihi vardır, dünya evrim yasalarına boyun eğmektedir. Bu yasalar da onu içinde bulundukları halden ülküsel bir evreye doğru götürecektir ve dünyada etkinlik halinde olan tüm güçler, buna doğru yönelmek zorundadır ... Zerdüşt'e göre dünya, bir plana uymaktadır; tarihsel bir süreçtir; birbirine karşıt güçler arasında yaman bir savaşın geçtiği bir savaş alanıdır. Savaş sonunda bu dünyada ele geçecek olan şey de işte bu mükemmel halin çok güç koşullar altında doğmasıdır: Erdemli insanlar bu halin doğmasına yardım ettikten sonra sonsuz bir mutluluğa kavuşacaklardır.
Dünya, gökyüzünü cehennemdeki iblislere karşı koruyan set olmalıdır. İnsan, her insan, sonucu tüm evrende iyiliğin zaferi olacak olan savaşa katılmalıdır. Böylece her insan yaşamı derin bir anlam edinir, sonsuz bir değer kazanır.
Bundan da temeli dine dayanan ve tüm insani görevlere çok geniş bir kapsam veren bir ahlak çıkmaktadır: Ahura Mazda'nın davasına hizmet eden her şey iyidir, onun zaferine karşı gelen ya da zaferi kazanmasını geciktiren her şey kötüdür.
Görevlerin birincisi, dindarlıktır. Herkesin hak dinine girmesi, Zerdüşt'ün buyruklarına uyması, ona yeni yeni inananlar kazandırması gereklidir. Büyülü bir gücü olan "Ahura Mazda" adını söyleyerek de, insan korunur ve iyicil etkiler elde eder.
Bir başka görev de içten olmaktır.
Kreglinger diyor ki: "Ahura'nın ülkesi, ışık ülkesidir; Angra Mainyu'nun ülkesi ise karanlığın ülkesidir. Karanlığı doğurabilecek ve ancak karanlıkta rahatça gelişebilecek olan eylemlerin hepsi Mazdeist'in yani Zerdüştçünün yaşamından uzak olsun! Hiçbir kavim Persler kadar yalandan nefret etmemiştir.
Bu, karaçalmanın ve aynı zamanda hep kuşkulu yöntemlere başvuran dedikodunun da mahkum edilişi demektir; ancak gizlilik içinde başarılabilen hırsızlığın, hatta borç alma eyleminin de mahkum edilişi demektir: Çünkü insan borcunu geri vermemek için yalana başvurabilir. İnsan, hatta hainlere bile verdiği sözü tutmalıdır. Burada söz konusu olan iyilik ve yardım değil, adalet ve doğruluktur: Zerdüştlük, iblisin mezhebine girmiş olanlara karşı her türlü merhamet gösterilmesini yasak etmektedir; çünkü bu, bir zaaf olur.
Çalışma da bir görevdir. Angra Mainyu bu dünyaya bunca kötülük getirmiştir; onunla bu dünyada savaşmak, dünyamızı bereketli ve mutlu bir alan haline getirmek için Ahura Mazda ile işbirliğinde bulunmak gerekir. Söderblom şunları yazıyor: "Hem dinsel, hem ahlaksal bir ateşle yanan Zerdüşt, bir ekonomik ve sosyal refomı yapmak amacını güdüyordu. Öküzün ruhu, tamahkar, açgözlü göçebelerin şiddetli, kötü davranışları yüzünden içine düştüğü sefaleti gökyüzüne haykırmakta, bir koruyucu bulmak için yalvarmaktadır. Zerdüşt de hayvanların bilgili bir yöntemle yetiştirilmesini, otlaklara özenle bakılmasını, oturgan yaşamı, düzgün bir konutu ve huzurla rahatı sağlamak için, bir kurtarıcı olarak ortaya çıkmaktadır. Öküze daha iyi davranmak ve kanlı kurbanları ortadan kaldırmak gerekir. Gerçek inanan, çalışkan köylü, işini bilen hayvan yetiştiricisi, doğru ve adil ev sahibi ya da köy ağası Gatha türkülerinde aynı anlama gelen sözlerdir. Peygamberlerin hazırladığı tarım programının din bakımından çok büyük önemi oldu: Bu program dine enerjik bir eda ve olumlu bir yaşam ülküsü verdi. Daha sonra, Zerdüştlük yüzünden edindiği gelişme dolayısıyla (Gatha'larda dendiği gibi yalnız otlaklara özen gösterme değil) tarımın kendisi de Zerdüştçülüğün başlıca uğraşı haline gelince, uyanık ve çalışkan çiftçi hep Mazda'nın iyi bir hizmetkarı tipi olarak gösterildi.
Ağır olan işini başarabilmek için, insan bedenini beslemeli, ona özen göstermeli, onu geliştirmelidir: Bunun için de örneğin, et yemelidir. Sonra insan Ahura Mazda'nın yaratıklarını çoğaltmak için iyi soydan, dini bütün bir kadınla evlenip çocuk sahibi olmalı, bunları da aynı inanç içinde yetiştirmelidir. Asıl ülkü perhiz ve nefse karşı koymakla değil, tarım çalışmaları ve aile birliği ile geçen bir yaşamdır. Ahura Mazda'yı ilkin bir tapınağı, sonra da doğru insanın ayini kurduğu yeri seyretmek kadar sevindiren hiçbir şey yoktur: Öyle bir ev ki ocağı tütmektedir, içinde adamın karısıyla çocukları, hayvanları vardır. Böyle bir konutta hayvan da, kutsallık da, otlaklar da çok bol olur."
Böyle bir yaşamın sonunda, bedenle ruh ne olacaktır:
Ahura Mazda'ya göre, ateşi, toprağı ve suyu bir cesede değdirerek kirletmek günahtır.
Onun için, ölümden sonra cesedin, özellikle adlarına Sessizlik kuleleri denen silindir biçimi yapılarda köpeklerle akbabalara bırakılması gereklidir.
Ruha gelince o da o zaman yargılanır, ya ceza görür, ya da ödül alır. Ya cehennemin dibine iner, ya göklere, Ahura Mazda'nın yanına çıkar. Orada da son zafere kadar, tanrısına yardımı sürdürür.
Ateş, Işık tanrısı olan yüce varlığı simgeler. Her tapınakta bir ateş odası vardır, bunun içinde sonsuz bir ateş yanar. Hiç kimse buna dokunamaz, hatta soluğuyla bile bunu kirletemez. Rahibin ellerinde eldivenler, ağzının üzerinde de bir peçe vardır.
Zerdüştlük öteki dinler üzerinde büyük bir etki yapmıştır. Paul-Masson Oursel Jainizm ve Budizmin Zerdüştlük ile olan benzerliklerini böyle belirtmektedir: Dinin kökeninde "çok insani bir öncecilik, kurtuluş ve yenileşme yanlısı olmak; aynı ışık ve temizlik kaygısı; kanlı kurbanlara karşı aynı ürpertili nefret, tüm canlılara karşı aynı saygı" vardır. Böylece de Jainist ve Budist gruplaşmaları "İran'da Zerdüşt tarafından girişilen, iyileştirmelerin az-çok etkisi altında olup bitmişe benzemektedirler." Özellikle "bu sayılan niteliklere ikincil bir felsefe ile savaşçı bir ahlak da eklenerek Jainizm ile Budizm arasındaki benzerliği daha da doğrulamaktadırlar." Ancak Oursel varolan başlıca güçlüğe işaretten de geri durmamaktadır ve bu, İran'la Kuzey Hindistan'ın birbirlerine olan uzaklığıdır.
Öte yandan Persler Keyhusrev'in fetihlerinden sonra Babilonya bölgesinden sürülen Yahudilerle karşılaşmışlar ve onların ülkelerine dönmelerine izin vermişlerdir. Bu sayede de kimi Yahudi görüşlerini Zerdüştlüğün etkisiyle açıklamak mümkün olmaktadır ki sonradan Hristiyan düşüncesi üzerinde etki yapmış olan bu görüşler şunlardır: Tanrının karşısına şeytanı koyan ikicilik; meleklere inanma; ölülerin ölmezlikleri ve sonradan dirilişleri.
Zerdüşt'ten sonra Mazdeizm yine eski halk geleneklerine döndü. Ahura Mazda'yı yine ilk safta tutarak Anahita ve Mithra gibi ilkel tanrılara yer verdi.
VII. yüzyılda İran'ı Müslüman Araplar ele geçirdiler. İran nüfuzunun geniş ölçüde etkisi altında kaldılar ama resmi Zerdüştlüğe de son verdiler.
Bunun üzerine Zerdüştlüğe inananlardan bir bölümü Hindistan'a sığındı ki bunlara Parsi adı verilmektedir. Bugün bile, özellikle Bombay bölgesinde Parsiler bulunmaktadır. Bombay çevresindeki güzel bahçeler içinde de Sessizlik kuleleri yükselmektedir.
Parsilerin dini olan Parsilik, Zerdüştlüğün uzantısı olur. Parsiliğin 90.000-100.000 olarak tahmin edilmektedir.
Grousset'ye göre: "Çağdaş Parsi öğretiler yazılarından öğreti üzerine tümüyle gizemci bir yorum yapmışlardır: Ahura Mazda Ehrimen'le savaşarak olumsal varlıkları ve bağıntılı dünyayı varolmaya çağırmaktadır. Ehrimen de boyuna bu eksik dünyayı yutmaya çalışmaktadır. Onun için Ahura Mazda'nın sürekli bir tanrısal inayetle bu dünyayı desteklemesi gereklidir; ta ki, sonunda tamamlanacak olan dünya, tanrının istediği hale gelsin."
Zerdüştlüğün yanında İran'da bambaşka bir din daha görmekteyiz ki, bu da Mithra dini'dir.
Hindulara ve İranlılara özgü bir güneş tanrısı olan Mitra ya da Mithra, ışık ve hak tanrısıdır. Her şeyi aydınlık içinde gördüğünden, daha büyük bir denkserlikle yargılayabilir. Zerdüşt'ün Gatha'larında onun adı geçmemektedir. Fakat bu tanrı halk dindarlığında yine de rol oynamıştır. Mithra İran'da kendisini başlıca tanrı aşamasına çıkaran az çok gizli bir mezhebe konu olmuş olsa gerektir: Bu mezhep onun yanıbaşına totemizmden gelme kutsal bir hayvanı, boğayı da koymuştur.
Söylentiye göre Mithra bir boğayı dize getirmiş, sonra da kurban etmiştir. Tüm canlı varlıklar, bu boğanın kanından doğmadır. Yaratıcı olan Mithra, yüce tanrı ile insanlar arasında bir aracı, ruhların kurtarıcısı olarak kalmıştır.
Dayanılmaz bir ateş kılığına bürünerek bütün dünyanın yanıp tutuşmasını o yönetecek, bu ateş karanlıkları tümüyle yok edip Zerdüştlüğün Saoşyant'ı gibi, ölüleri diriltecektir.
Böylece Mithra dini, evrensel kurtuluş vadeden bir din olmuştur ve sayısız umutlarda bu kurtuluşa doğru yönelmiş bulunmaktadır.
Kurtuluş dini olduğu kadar, bir gizlem dinidir de. Dine girmek için bir erginleme töreninden geçmek gereklidir. Bu sayede bu dünya üzerinde mutluluk sağlandığı gibi ölüp dirilmeden önce ölmezliğe erişilir. .
Bu tapınışın yöntemleri arasında da bir boğanın kurban edilmesi vardı. Ayrıca Mithra dininin gerçek kutsama törenleri vardı ve bunlar vaftiz, balla arınma, okunmuş ekmek, su ve şarapla birlikte kurban eti yemektir. Erginler kendi aralarında birbirlerini kardeş diye çağırıyorlardı. Yöneticilerine baba, en büyük önderlerine de babaların babası diyorlardı.
Tertullianus, Mithra dini ile Hristiyan dini arasındaki benzerliği açıklamak için şeytanın dolaplarını ileri sürer. Salomon Reinach ise onun bu kanıtına "Mithra dininin yol ve yönteminin kesinlikle daha önce" olduğunu söyleyerek yanıt verir.
Mithra dini M.S.I. yüzyıldan başlayarak askerler ve onların doğulu yardımcıları tarafından uçsuz bucaksız Roma İmparatorluğuna yayıldı; Il. ve III. yüzyıllarda birçok kimseler bu dine girdiler. İmparator Commodus bile Mithra dinine girdi. O zaman yığınlarda evrensel bir kurtuluşa erişmek umudu vardı.
Renan şunları yazmaktadır: "Şayet Hristiyanlığın gelişmesi öldürücü bir hastalık yüzünden dursaydı, bütün dünya Mithra dinini benimseyecekti."
Kendi inancına çok benzediği için, Hristiyan kilisesi bu dine karşı özellikle devingen bir biçimde savaşmıştır. V. yüzyılın başlangıcında da bunu ezme işini başarmıştır.
Mithra dininden sonra yine bütün insanlara hitabeden başka bir kurtuluş dini M.S. Il. yüzyılda İran'ın ve Babilonya'nın sınır bölgelerinde ortaya çıkmıştır ve adına Manilik denir.
Dinin kurucusu olan Mani (Latincede Mancius, Fransızcada Manes ya da Manichee) İranlı ana -babadan Babilonya'da doğmuştur. İlkin adlarına Nazarenyen'ler denilen Madeen'lerin yaymakta oldukları Hristiyanlıktan önceki mezhebe girdi ve bunlara Yahya peygamber (aziz Johannes) Hristiyanları da denir. Bu mezhep Yahya'yı gerçek peygamber, İsa'yı ise bir sahtekar sayıyor, bekar kalmanın aleyhinde bulunuyor, her türlü perhiz ve riyazeti reddediyordu.
Mani Zerdüştlüğü inceledi ve bu dini iyileştirip düzeltmeyi aklına koydu. Bir ara Hindistan'ı da ziyaret edip orada Buda öğretisini incelemek fırsatını elde etti. İran'a dönünce kendini Buda, Zerdüşt ve İsa ile bir tutarak dinini yaymaya başladı; dinine girenler de oldu; fakat Zerdüştçü rahipler kendisine baskı yaptılar, sonra onu mahkum ederek 276'da altmış yaşında olduğu halde derisini yüzdürüp idam ettirdiler.
Manilik İran ve Babilonya görüşlerinin bir bireşimidir, içinde Budist ve Hristiyan öğeler de vardır. Söderblom'a göre Mani'nin başlıca arzusu "eski çağ bilgeliğinin buyruklarını kaynaştırarak evrensel nitelikte bir kurtuluş doktrini kurmaktı."
Ana düşünce bir yandan İyilik, yani ışık ve ruhla; öbür yandan Kötülük, yani karanlık ve beden arasındaki karşıtlıktır. Evren bir iyilikle kötülük karışımıdır; ruhla bedenin birleşmesi yüzünden, insan da öyledir. Maddenin içine hapsolup acı çeken ruhları kurtarmak gereklidir. Tüm ruhlar arınıp doğal yerleri olan Işık Gökü'ne· çıktıkları zaman bir karmaşa olacak, dünyanın sonu gelecektir.
Hristiyanlara hitabeden Mani Eski Ahit'in (Tevrat'ın) şeytan işi olduğunu; aziz Paulus'un yazdıklarının değer taşımadıklarını ileri sürüyordu; ona göre gerçek Isa bir ışık habercisiydi, cismani yaşamı ve ölümü ise sadece bir dış görünüşten ibaretti. Mani kendisini de İsa'nın haber verdiği ve yapıtını tamamlayacak olan Kutsal Ruh (paraclet) diye tanıtıyordu.
Mani'nin müritleri iki çeşitti: Bunlardan cennetlik ya da yetkin olanlar evlenmiyorlar, şarap içmiyorlar, balık etinden başka et yemiyorlardı; mümin ya da dinleyici olanlar ise evlenip normal bir yaşam sürüyorlardı ama her türlü tamahtan ve yalancılıktan sakınmak zorundaydılar.
Manilik'te oruç tutmak, bize ışığı gönderen güneşle aya dua etmek ve ayrıca vaftizle -kimi zaman avuntu adı altında da yaşamın son deminde yapılan- erginleme (initiation, komünyon) veya eucharistie (yani peygamberin et ve kanını temsilen şaraba batırılarak yenen ekmek), kardeşçe, bir arada yenen yemekler de vardı.
V. yüzyılın sonuna doğru da Mani'nin bir müridi olan Mazdek komünizmi öğütlemiş, mal-mülkle kadınların ortaklaşa olmalarını salık vermişti.
Manilik, bireşimi olmak emelinde bulunduğu tüm dinler tarafından baskıya, işkenceye uğradı. İran'dan kovulunca Türkistan'a, Moğolistan'a, Çin'e, ayrıca da Suriye'ye, Mısır'a, tüm Kuzey Afrika' ya yayıldı. Aziz Augustinus bu dinin hasmı olmadan önce bir ara bunu kabul etti. Manilik XI. yüzyılda adına Cathare'lar ya da Albi geois'lar denen mezhep tarafından Fransa'ya sokuldu, fakat zalimce bir baskı ve işkenceye uğradı, sonunda da üyeleri Engizisyon tarafından yokedildi.
İran dünyaya çok görkemli dinsel düşünceler armağan etmiştir..
İlkin ve her şeyden önce, İyilikle Kötülük arasında çok geniş ve evrensel bir savaş düşüncesini vermiştir (Bu düşünce, Zerdüşt'ünkinden başka tema'lara ve örneğin adaletle ayrıcalık, barışla savaş arasındaki çatışmaya da uygulanabilir). Bu görüş, her insanın bu geniş ölçüdeki savaşa katılması gerektiğini, her insan yaşamının buna bağlı olması gerektiğini düşündürmektedir; bu ise insan yaşamına derin bir anlam ve engin bir değer verecektir.
Tam bir içtenlik, verimli bir çalışma, aile arasında iyi geçinmeden ibaret olan Zerdüşt ülküsü, bu soylu öğreti ile çok güzel bir uyum halindedir.
Diğer yandan Mithra dini de hiç olmazsa bu dine girip büyük umutlarla bir araya gelen erginler arasındaki kardeşliğin ilerlemesine yardım etmiştir.
Manilik ise tüm büyük dinlerin tanrıya doğru yaptıkları en yüksek atılımlar arasında bir birleşmenin mümkün olduğu yolundaki yüce düşüncenin temsilcisi olmuştur.
Felicien Challaye dinler tarihi
Çeviren: Samih Tiryakioğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder